Bakan Yardımcısı, Roland’ın ofisinden ayrıldıktan kısa bir süre sonra Prens güzel bir haber almıştı.
Berrak Su Limanı’na gidip birkaç hasat numunesi almakla görevlenen adamı geri dönmüştü.
Roland bu haberi aldıktan sonra arka bahçeye gittiğinde Sean’ın, atın sırtındaki birkaç çuvalı indirmekle meşgul olduğunu gördü.
Ayrıldığından bu yana neredeyse bir ay geçmişti. Sean’ın cildi bronzlaşmıştı. Ayrıca biraz da zayıflamıştı.
Prens’in bahçede olduğunu gören Sean hemen toparlanarak selam verdi. Ardından Roland, Sean’ın yanına ileri doğru ilerledi ve omzuna vurarak: “Aferin, bu çuvalların hepsi tohumlarla mı dolu?” diye sordu.
Sean çömelip yerdeki çuvalları açtı: “İnci pirinci, Toprak yumurtaları, şeker çubukları... Bu bitkiler tıpkı anlattığınız gibiler. Hepsini sadece Berrak Su Limanı’ndan satın alabildik. Ama aslında büyük çoğunluğu fjordlarda üretiliyor. Orada, bu mahsülleri yetiştirdikleri bir sürü arazi var.”
“Ekim yönteminin ne olduğunu satıcılara sordun mu?”
“Sordum ama bana özel bir yöntem söylemediler. Söyledikleri tek şey bu bitkilerin güneyden başka bir yerde ekiminin çok zor olacağı.” diyen Sean çuvallardan bir avuç sarı tohumu Roland’a gösterdi ve devam etti: “Majesteleri bu inci pirinci. Tüccar, inci pirincini kabuğuyla birlikte alırsam biraz daha ucuza vereceğini söyledi. Ama çubukları ağır olduğundan taşıyamazdım. Bu yüzden sadece inci pirinciyle dolu bir çuval aldım. Geriye kalanlarsa sadece normal tohumlar. ”
Hiç şüphe yok ki inci pirinci basbayağı mısırdı. Bu yüzden Roland heyecanla birkaç mısır tanesi alıp yakından inceledi. Bazıları kuru meyveler gibi görünüyordu. Görünüşe göre kıştan beri depodaydı. Mısır üretiminin verimi buğdaydan çok daha fazlaydı ve toprak gereksinimleri de düşüktü. Yaprak’ın yeteneği de kullanılırsa asıl yiyecek buğday yerine mısır olabilirdi.
Ardından Sean başka bir çuvalı açtı ve içinden yuvarlak kahverengi bir ürün çıkardı. “Bunlar toprak yumurtaları. Berrak Su Limanı’nda bir handa kaldığımda bunları yemiştim. Soyulduktan sonra küçük parçalar halinde kesilerek kaynayan suya ekleniyor. Ağızda çok gevrek ve hafif tatlı bir tat bırakıyor.”
Bu tanıdık şekli gören Roland garip bir şekilde mutlu olmuştu. Bu bir patatesti! Parmaklarını patatese daldırarak kabuğunu soydu. Patatesin sarı rengi açığa çıkmıştı. Diğer patates ise çok daha küçüktü ama rengi çok daha koyuydu ayrıca her patates aynı şekilde de değildi. Çuvalın içinde havuç şeklinde patateslerin olduğunu da görmüştü.
“Eğer önce ezilip daha sonra bir hamur kıvamına gelene kadar buğulanırsa patates çok daha lezzetli olur.”
“Onları önceden yediniz mi Majesteleri?”
“Şey, saraydaki şölenlerin birinde vardı.” diye bir yalan söyleyivermişti Roland. Bunu toprak yumurtası olarak duymak çok kafa karıştırıcıydı. “Kraliyet mutfağında buna toprak yumurtası yerine patates ve bu lezzetli buğulama atıştırmalığına da, patates püresi denir.” dedi.
“Demek öyle. Majesteleri bunun hakkında oldukça bilgili gözüküyor.” diye düşünen Sean Majesteleri’nin açıklamasından sonra bir sonraki çuvala doğru ilerlemişti. Roland çuval açıldığında içinde birçok siyah çubuk görmüştü: “Majesteleri, bence bu ürün getirdiğim en önemli şey. Berrak Su Limanı’ndaki bal çok ucuz ve büyük ihtimalle bu ürün yüzünden. Bir barda duyduğuma göre çok sayıda çiftçi artık arazisine bu şeker çubuklarını ekecekmiş. Ayrıca bu ürün çok da tatlı. Dış kabuğunu soyduğunuzda şekeri almak için sıkıyorsunuz. Dahası, fiyatı balın sadece onda biri kadar. Ayrıca içeceğe eklendiğinde de tadı bal gibi oluyor.”
“…”
Roland bu bitkiyi zaten biliyordu. İsminin şeker kamışı olduğunu da söylemek istiyordu ama daha fazla şüphe uyandırmamak için bundan vazgeçti. Şimdiye kadar çok miktarda yetiştirmeye başlamışlardı. Bu yüzden adını değiştirmek için çok geçti. Şeker kamışının diğer malzemeleri başka şeyler için de kullanılabilirdi. Örneğin; etanol üretmek için kullanılabilirdi. Ayrıca bu bitki halkın mutluluğunu da arttırırdı. Sonuçta undan yapılan ekmek neredeyse tatsızdı. Ama biraz şeker serpiştirdikten sonra tadı oldukça değişecekti. ‘Tuz bile bu kadar önemli değil.’ diye düşünüyordu Roland.
“Başka bitki tohumları bulabildin mi?”
“Berrak Su Limanı’nda bulabildiğim tek şeyler bunlardı.” diyen Sean bunu söylediği sırada beş altı tane küçük paket çıkardı ve Prens’e verdi. “Ama bana yolculuğa başlamadan önce Sınır Kasabası’nda yetişmeyen bir ürün bulursam almamı söylemiştiniz. Bu paketlerin içinde Mağlup Ejder Sırtı ve Söğüt Kasabası’ndan geçerken topladığım üzüm, soya fasulyesi, pamuk, keten ve zeytin ağacının tohumları var. Ayrıca çiftçiler üzümlerin tohumdan büyümediğini, gelişmeleri için toprağa çakılan sopalara sarılmaları gerektiğini söyledi. Tohumları ekilebilse de çimlenme süreci çok yavaş olurmuş. Aynı zamanda çıkan üzümlerin tadı da çok güzel olmazmış.”
“Yaprak burada olduğundan dolayı bu bir sorun olmamalı.” diye düşünüyordu Roland. Şimdi üzüm tohumları da olduğundan belki buğday ağacı düşüncesiyle ilgili başka bir fikri de olabilirdi. Soya fasulyesi, pamuk, keten ve zeytine gelince hepsi de çok faydalı ürünlerdi. Yaprak, batıdaki toprakları iyileştirdikten sonra, bazı kölelerin bunları küçük oranlarda yetiştirmelerini sağlayacaktı. Bu sayede ekim sürecini gözlemlemekle yükümlü olan Tarım Bakanlığı bunu da kayıt altına alabilecekti.
“Majesteleri size söylemem gereken bazı haberler var.” diye fısıldadı Sean. “Berrak Su Limanı’ndaki durumla ilgili.”
“Kız kardeşim Garcia’yla mı ilgili?”
Sean kafasını salladı: “Berrak Su Limanı’nda neredeyse iki hafta geçirdim. Tohum satın almak dışında, geriye kalan tüm zamanımın çoğunu barlarda geçirdim. Kız kardeşiniz Garcia Wimbledon’la kum insanları arasında bir anlaşma yapıldığına dair söylentiler vardı. Onlara bölgesinin güneyinde yaşamalarına dair izin vermiş, Kum insanları da bunun karşılığında onu Kraliçe olarak kabul edip emirlerini dinleyeceklermiş. Şehirde kaldığım sıralarda kum insanlarının sokaklarda yürüdüğünü de gördüm.’’
Güneydeki topraklardan gelen kum insanları... Sınır Kasabası halkı başkalarının kökenleriyle ilgilenmese de, yabancı topraklardan bu kadar insanın gelmesine izin vermek tamamen farklı bir durumdu. Öyle görünüyordu ki Garcia tahtı ele geçirmek için herşeyi yapacaktı.
“Kum insanları birçok küçük gruba bölünmüş durumdalar. Bu nedenle hepsinin emirlerini dinleyeceğine inanmıyorum. Hangi klanlarla anlaştığını biliyor musun?”
Sean başını iki yana salladı: “Kum insanları, Gökhisar halkına karşı son derece dikkatli davranıyor. Kraliyet altını bile kullansam da fazla bilgi alamadım. Ama Berrak Su Limanı’ndan ayrılmadan önceki gün garip birşey oldu. Garcia, Kartal Şehri’ndeki zaferinden benim ayrılacağım gün geri dönmüştü ve şehir içindeki her yerde Kraliçe’nin sahte kral Timothy’ye karşı kazandığı zaferi kutladılar. Fakat bir sonraki gün, dört-beş insan öldürüldü. Biri sokağın ortasında parçalar halindeydi hatta.”
“Ertesi gün Berrak Su Limanı kapatıldı. Ben de devam eden üç gün boyunca kalmaya devam etmek durumunda kaldım. Bu süre sırasında tüm barlar kapatılmıştı. Herkes duyduğu bilgileri paylaşmak için hanın lobisinde toplanıyordu. Kum insanları, bunun sahte Kral’ın intikamı olduğunu söylüyordu. Ama o sırada balıkçılardan biri cinayetlerden birine tanık olduğunu söyledi.
Anlattığına göre katil uzun boylu değildi. Yani kum insanlarından değildi. Ama gücüyle hızı, normal bir insanın ulaşabileceği seviyeden çok daha fazlaydı. Daha sonra muhafızlar tarafından öldürülmüş ama bir sürü kılıç yarasından sonra bile yere düşmemiş. Hatta baya bir muhafız geldikten sonra mızraklarıyla anca zapt edilebilmiş. Giriş-çıkışlar tekrar açıldığında daha fazla kalmaya cesaret edemediğimden, tohumları getirmek üzere Berrak Su Limanı’ndan ayrıldım.”
“İyi iş çıkardın.” dedikten sonra kısa bir süre düşündü Roland: “Artan kraliyet altınlarını Belediye Binası’na geri götürmene gerek yok. Onlar senin ödülün.”
“Çok teşekkür ederim Majesteleri!”
“Kılıç yaralarının neden olduğu acıyı görmezden gelebilmek ve sıradan bir insanın ulaşamayacağı kadar güçlü ve hızlı olmak, sanki bunlar... Kilise’nin haplarının etkisi gibi.” Sean ayrıldığında aniden Bülbül’ün sesi Roland’ın kulağının hemen dibinden gelmişti.
“Ben de aynı şeyi düşünüyorum.” diye kaşlarını çattı Roland: “Sean’in açıklamasına göre, Garcia hapları benden daha önce almış. Kilise, taht için birbirlerine karşı aynı anda rekabet eden her iki tarafı da destekliyor. Akıllarındaki şey ne?”
Aklında kötü olasılıklar birer birer ortaya çıkıyordu. Eylemlerinin amacı Gökhisar Krallığı için istikrarlı bir gelecek değil de başka bir şey olabilir miydi?
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..