Bölüm 126: Buğday’ın Dönüşümü

avatar
3539 13

Release That Witch - Bölüm 126: Buğday’ın Dönüşümü


 

 Çevirmen: Lodos

Rotasyon sistemi nüfus yoğunluğunun az olduğu köyler ve kasabalar için çok önemli değildi. Ama büyük şehirlerin çevrelerinde araziler az olurdu. Bu sistem benimsendiği sürece arazinin mahvedilmesi kaçınılmaz olurdu. Gümüş Şehri, Mağlup Ejder Sırtı ve Kral’ın Şehri gibi yerler diğer kasabalardan aylık olarak çok miktarda tahıl ithal ediyordu.

 

İnsan ve hayvan gübrelerinin kullanımının ilk adımı, gübre toplamaktı. Roland’ın en kısa sürede kamu tuvaleti inşa etmesinin nedeni de buydu. Ayrıca bu tuvalet, hastalıkların yayılmasının azaltılmasında ve yaşam alanının güzelleştirilmesinde de faydalı olacaktı. Kısacası çok amaçlı bir çözümdü. Geriye kalan insanlar gelene kadar tuvaletler neredeyse bitmişti. Gübreleme ve ekim konusundaysa, deneyimli çiftçilerin birkaçını alıp, onlara birebir öğretmeye karar vermişti. Sonuçta, arazi hala temizlenme aşamasındaydı ve bu nedenle çiftçilik yapmaya başlamaları için bir hafta daha gerekliydi.

 

Elindeki sıkıcı işler tamamlandıktan sonra kalenin arka bahçesindeki Yaprak’ın deney alanına bakmaya karar verdi.

 

Yaprak her çeşitten tohumları incelemeye ve geliştirmeye başladığından beri, arka bahçedeki alanın tümüne bitkiler ekmişti. Ayrıca Roland’ın tavsiyesiyle de ekim alanını birkaç küçük bölüme ayırmış ve hepsine bir numara vermişti. Böylece, iki test ürününün gelişimlerini karşılaştırabiliyordu.

 

Roland arka bahçeye adım attığı anda sallanan altın buğday salkımları onu büyülemişti. Bitki bölümlerinden birinde çömelmiş olan Yaprak ayağa kalktı. Saçlarını kulağının arkasına koyduktan sonra eğilerek selam verdi: “Majesteleri.”

 

“Tüm bunlar geliştirmenin sonuçları mı?” Elini sallayarak ona saygılı konuşmasına gerek olmadığını belirtti. Heyecanla epey dolgun gözüken buğdayı tutmak istedi. Dokunduğunda parmaklarında tohumları hissediyordu.

 

Buğdayın nasıl büyüdüğüne dair hiçbir fikri yoktu. Ama buradaki buğdaylar ile aklında kalmış olan Kral’ın Şehri’ndeki buğdayları karşılaştırdığında buradaki buğdayların çok daha iyi olduğu sonucuna varmıştı. Kral’ın Şehri’ndeki buğdayların tohumlarının bu kadar dolu olmamasını bırak, bu kadar büyük bile değillerdi.

 

Yaprak başını sallayarak: “Öncelikle, buğdayın büyümesini sağladım. Sonra yeni tohumları ektim. Tohumların büyümesini birkaç kez hızlandırıp hasat ettikten sonra böyle bir buğday elde ettim. Bu işlemi birkaç kez tekrarlamaya devam ettim. Ama iki veya üç tur ekimden sonra, buğdayın daha öncekiyle aynı oranda uzamasını ve büyümesini sağlamak çok zor oldu. Sorunun da nerede olduğunu anlayamadım.” dedi.

 

“Ne yazık ki, sana bu konuda yardımcı olamam.” diyen Roland bu konu hakkında düşünmeye başladı. Zayıf ortaokul biyoloji bilgisinden bir şeyler hatırlamaya çalışıyordu. Acaba çaprazlama falan mı gerçekleşmemişti? Normalde güney bölgesine ekilen pirinç, buğdaydan çok daha farklıydı. Aslında verimliliği artırmak için tohum satın almıştı. Ama bunların başarılı olmaları için iki ekim boyunca tutmaları gerekiyordu. Bir buğday 130’dan fazla tohum üretebilirdi ve ilk tohum grubu da Yaprak tarafından dönüştürülmüştü. İkinci jenerasyon tohum çiftçilere verilmişti ve en az iki yıl süre boyunca kendine yetebilecek tohumlardı.

 

“Peki ya bu bölüm neden boş?” dedi Roland başka ekim bölümündeki birkaç soluk buğdayı fark ederek: “İlk önce oraya diktim. Muhtemelen üzerinde çok fazla kez ekimi yaptığımdan dolayı oldu. dedi Yaprak. Sonra da devam ederek: “Büyülü gücükullandığımda buğday hızla büyüyor ancak büyülü güç azaldığında da buğday da hızla soluyor.”

 

Büyüyle dönüştürülmüş bitki büyümeye devam etse de yine de toprağın besin maddeleriyle bazı elementlerine ihtiyacı vardı. Roland son ekim bölmesinde duran buğdayın şeklinin çok garip olduğunu fark ederek oraya doğru ilerledi. Buğday tahıllarının mavimsi, yeşil bir rengi vardı. Sapı da bir kol kadar kalındı ve sapın ortasında uzanan birkaç tane de dal vardı. Dallarsa yeşil yapraklarla kaplıydı. Bu buğday çok büyük olduğundan ekim bölümüne sadece iki tane dikilmişti.

 

Roland, Yaprak’a Buğday Ağacı gibi bitkiler yapıp yapamayacağını da sormuştu.

 

Roland’ın muz ağacı gibi buğday yetiştirme fikri vardı. Düzenli hasat olasılığıyla ekim ihtiyacını ortadan kaldırıyordu. Daha da büyüyebilirlerse, daha fazla yeşil yaprak elde ederek fotosentezi de arttırmış olurdu. Ayrıca araziye bağımlılıklarını da düşürebilirdi. Ancak şimdiki buğday ağacının sapı sert ve kalındı. Dallarıyla beraber çok fazla alan kaplıyordu. Üstelik tahıl tohumları sadece sapların üstünde büyüyordu ve dalları da hayal ettiği gibi değildi. Belki de, Yaprak bunu üzüm asmasına çevirmek istemişti. Sonuçta Yaprak hiç muz ağacı görmemişti. Ama üzüm Gökhisar Krallığı’nda bulunan bir ürün idi. Ve Yaprak hayal ettiği sürece taklit etmesi de kolay idi.

 

Yaprak: “Bu buğday bitkisinin tohumları üç ekimden sonra kullanılmıyor. Çoktan denedim ama tohumlar ekildikten sonra çimlenmiyor. Ancak yine de birkaç kez hasat edilebilir. Bunlar ise tahılların ikinci nesli.

 

“Harika bir iş çıkardın. Büyük tohumları olan buğdaya, altın diyelim. Shishui Nehrinin güneyinde senin için bir test alanı oluşturacağım. Başkasının görmesini engellemek için çitlerle ve tahtalarla çevrili olacak. Umarım yakında altınları hasat edebiliriz. Bahçeye gelince, yeni buğday çeşitleri geliştirmek ve oluşturmak için burayı kullanmaya devam edebilirsin. Sadece buğday ekinleri için değil aynı sırada üzüm için de yeni fikirler geliştirdim.”

 

Ne yazık ki Yaprak, ürünün sadece bir karakteristik özelliğini anlamıştı. Eh, az da olsa anlamıştı sonuçta... Bu yüzden onu sadece meyveler değiştirebilirdi. Mesela daha tatlı olması, daha sık dallar ve bunun benzerleri gibi... Eğer bunu da anlayabilirse, sadece genleri manipüle etmekle kalmaz aynı zamanda ince ayarlar da yapabilir miydi?

 

Akşam olduğunda Prens, Shishui Nehri’nin yakınlarında bir ateş yaktırıp. Carter’ı, muhafızları ve tüm köleleri toplamıştı. Büyük bir kazan getirmişlerdi. Basit bir çamur ocağının üzerinde yulaf lapası pişiriliyordu. Arkasını ateşe veren Prens’in yüzü seçilmiyordu. Köleler, yeni Lordlarını sadece karanlık bir şekilde görebiliyorlardı. Onu fark ettikleri andan itibaren başlarını korkuyla indirmişlerdi. Bazıları Prens’e gizlice bakacak kadar cesurdu.

 

Şenlik ateşinin önünde duran Roland, yeni kuralları binlerce kişilik kalabalığa bağırmaya başladı.

 

“Ben Gökhisar Krallığının Dördüncü Prensi Roland Wimbledon. Sınır Kasabasının Lordu ve Batı’nın Hükümdarı. Bugün hepinizi burada topladım. Topraklarıma geldiğiniz gün sizin şanslı gününüz oldu! Sıkı çalıştığınız sürece, mevcut statünüzden ve konumunuzdan kurtulabilirsiniz! Bu doğru! Sizlere köle statüsünden kurtulmanın, özgür insan olmanın şansını veriyorum!”

 

Bunu duyan köleler arasında bir gürültü ortaya çıktı. Köleler, özgür bir insanın ne anlama geldiğini açıkça biliyorlardı. Artık sahipleri tarafından kötü muamele görmeyecek, dinlenmeksizin tarım yapmaya zorlanmayacaklardı. Ve artık tarlalarında ürettikleri ekinleri sahiplerine götürmeyecekleri gibi üstüne üstlük oğulları ve kızları da artık bir köle olmak zorunda kalmayacaktı.

 

Roland bir süre boyunca sakinleşmeleri için bekledi. Sonra devam etti: “Yarından itibaren her biriniz sabit bir alana atanacaksınız. Ve birisi sizlere daha iyi hasat yapma sürecini anlamanızda rehberlik edecek. İlk yılda, hasatınızın % 30’u sizlerin kalan % 70’i Sınır Kasabasının olacak. En iyi hasat sonucu elde edenler, özgür insanlar olacak!”

 

“Azat edildikten sonra aileniz kölelikten muaf tutulacak. Sonrasında çiftçiliğe devam etmek isteyip istemediğinize kendiniz karar verebileceksini. Kasabada başka bir meslek bulmak istiyorsanız kendiniz seçim yapabilirsiniz. Çiftçiliğe devam etmeyi seçerseniz, hasatınızın %20’si Sınır Kasabasına kira olarak verilecek. %80’i ise size ait olacak. Daha sonrasında da yine isteğinize bağlı olarak Lord’dan araziyi satın alabilirsiniz. Böylece artık kaleye yiyecek vermenize gerek kalmaz!”

 

Son sözü yavaşça solup kayboldu. Birisi bağırarak sessizliği bozdu: “Majesteleri, söyledikleriniz gerçekten doğru mu?”

 

“Elbette. diye yanıtlayan Roland her kelimeyi vurgulayarak: “Bir Lord olarak, kendi halkımı asla aldatmam.”

 

Kölelerden bazıları bağırmalarını engelleyememişti: “Majesteleri çok merhametli!

 

Daha da fazla köle haykırmaya başlamıştı: ”Çok yaşa Majesteleri!”

 

Aniden önündeki bir köle diz çöktü. Ardından onu ikinci ve üçüncü kişi takip etti...

 

Önündeki insan kalabalığı diz çökmüşken hala Roland’ın adını bağırıyordu. Sesleri gittikçe yükseliyordu.

 

Binlerce ses aynı ritimle birleşerek: “Majesteleri!” “Çok yaşa Prens!” diye bağırıyorlardı.

 

Ellerini çırparak arkasındaki muhafıza: “Yemeği getir. diye işaret etti.

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44261 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr