Bölüm 71: Casus Part -2

avatar
3540 12

Release That Witch - Bölüm 71: Casus Part -2


 

Çevirmen: Lodos

Barov, şöminede yanan ateşe ek olarak masaya maun bir şamdan yerleştirmişti. Bu şamdan kollu bir şamdan idi. Ortadaki kol aynı zamanda en yüksek olandı. Diğer kollar ortadaki kolu üçgen şeklinde çevreliyordu. Her kola bir mum yerleştirilmişti. Mumlar yanıyordu. Bu görüntü sayesinde şamdan tıpkı bir dağ gibi görünüyordu.

 

Oda çam yağı kokusuyla doluydu. Hoş ve çürümüş bir odun kokusuna benziyordu. İnsanın uykusunu getiriyordu. Sınır Kasabası’nda idiler. Barov bundan daha fazlasını isteyemezdi. Bu çorak ve fakir topraklarda zarif yahut hassas bir şey bekleyemezdi. Burada, insanlar kafalarını sokacak bir barınak buldukları sürece mutlulardı. Barov da kocaman bir odaya sahip olduğu için kendisini epey şanslı saymalıydı.

 

Burası önceki lordun belediye binası olduğundan dolayı kalenin avlusuna çok uzak değildi. Lord kaleden ayrılırken bütün hizmetli ekibini de beraberinde götürdüğü için bütün bir alan Barov’a kalmıştı.

 

Barov arada sırada, kalenin içindeki hışırtı seslerini ve pencerenin dışında uğuldayan rüzgarları duyduğu zamanlarda, iki farklı dünyada yaşıyormuş gibi hissediyordu. Yazı yazdığı eski ahşap masa, kitaplarla ve parşömenlerle doluydu. Masanın her iki yanına birer masa daha eklemiş ve bir ‘U’ şekli oluşturmuştu. Yan masaları yalnızca el yazmalarına bakarken kullanıyordu. Ya da stajyerlerini çağırması gerektiğinde kullanıyordu. Böylece stajyerler bilgileri derli toplu tutabiliyorlar yahut bir belgenin taslağını rahatlıkla hazırlayabiliyorlardı.

 

Lambadaki mumlar çoktan üç kez değiştirilmişti. Mumları değiştirmek haricinde hiçbir şey Barov’un hızlı çalışmasını engellemiyordu. Ona göre zaman çok değerliydi. Elinde bir yığın belge mevcuttu. Hem onlarla baş etmesi gerekiyordu. Hem de Majesteleri harcamaları tekrardan gözden geçirmesini emretmişti.

 

Barov’un bir günde ortalama çalışma süresi 10 saatti, ancak yorgun hissetmiyordu. Aksine, bu onun tüm yeteneklerini gösterebileceği bir yerdi, bu yüzden vücudunda bitmek bilmeyen bir enerji varmış gibi hissediyordu. Hiç kimse yakınında gürültü yapmıyor, çırakların hepsi kendisinden sorumlu, kimse diğerlerinden geride kalmıyor ve harhangi biri herhangi bir karışıklık da oluşturmuyordu. Bu tıpkı böyle olmalı diye düşündü Barov. Prensin emrini yerine getirdikleri sürece dışarıdan yardım almadan belli başlı prosedürleri kendileri de halledebilirlerdi.

 

Ama keşke Prens’in emirleri biraz daha normal olabilseydi! Barov bunu düşünürek dudaklarını üzüntüyle ısırdı. Roland’ın resmi yazışmaları onun mühürüyle mühürleniyordu, örneğin Söğüt Kasabası’na gönderilen son yazışma gibi. Roland, ek idare görevlisi ve bir de tekne istemişti. Cevap olarak: “Teklif ettiğiniz fiyatla kaptanı, dümenciyi ve denizcileri kiralayamazsınız.” diye not gelmişti.

 

Barov şaşkına dönmüştü. Bu insanlar tekneyi nasıl teslim edeceklerdi? Hadi diyelim tekneyi teslim ettiler, sonrasında geri nasıl gideceklerdi, yürüyecekler miydi? Ayrıca, neden bir tekne alınması gerekiyordu? Asıl mesele buydu. Şu anda, Sınır Kasabası ve Söğüt Kasabası’nın arasındaki ticaret gayet muntazam ve istikrarlı ilerliyordu. Kışın bitmesinden sonra cevher ticaretini genişletmek istiyorsak bile yalnızca bir mesaj göndermemiz yetecekti. Sonrasında ticaret için kullanılan gemilerin sayısını hemen arttırılırdı zaten. Bu yüzden tekne almak mantıklı bir hareket olmazdı. Kasabadaki liman yalnızca doldur-boşalt işlemleri için kullanılabilirdi. Öbür türlü tekne yahut gemi bekletecek genişlikte bir liman değildi. Ve o geminin bakımını üstlenecek gemiciler de olmadığı sürece o gemiyi elden çıkarmamız uzun sürmezdi. Yoksa bu Majesteleri’nin aklına gelen çılgın fikirlerden biri miydi yine?

 

Ama Majesteleri’nin ilk isteği makul ve anlaşılır bir istek idi.

 

Şu anda belediye binasında boş gezen kimse yoktu. Barov da denetlemeler için on kişiden fazla getirmişti. Getirdiği on kişi istatistiksel raporlardan sorumlu oldukları gibi gelir ve giderleri de elden geçiriyorlardı. Barov idari ve hukuki işlerden sorumluydu ki bu da açıkça mantıksızdı. Majesteleri bu işleri ve bölümleri ayırmak istiyordu bu yüzden de belediye binasında çalışanların sayısının arttırılması gerekiyordu. Normal koşullar altında, bakan yardımcısına bu kadar çok sorumluluk verilmesine hoş bakılmazdı. Bu kadar büyük bir güce sahip olan her insan tatmin olmuş olurdu. Ama Barov, öğretmeni gibi, krallığın maliye bakanı olmak istiyordu. Öğretmeni, Gökhisar’ın ekonomisinden sorumlu olan tek kişiydi ve aynı zamanda Kral’ın sağ eliydi.

 

Fakat şimdilik yalnızca Sınır Kasabası önemliydi, Barov bunu kalbine yerleştirmişti. Roland, taht için savaşmak istediğine dair ona söz vermiş olsa da, önünde hala uzun bir yol vardı. Barov zamanı kestiremiyordu ama Dördüncü Prens’i taht için gerçek bir aday olarak görüyordu. Geçmişiyle arasındaki fark cennetle gökyüzü arasındaki fark gibiydi. Önceden böylesine cahil ve züppe bir karakterin kral olabileceğini asla düşünmüyordu.

 

Ama Sınır Kasabası’na geldiğinden beri, bir sürpriz ardına öbürü geliyordu. Sınır Kasabası, bugüne kadar sadece askerlere güvenerek ayakta kalmayı başarmıştı. Hala dayanmakta olduğu gerçeği ciddi anlamda takdir edilesiydi. Onun uydurduğu garip şeylerden bahsetmiyordu bile. Dördüncü Prens’in gerçekleri ele alış biçimi tüm insanlardan tamamen farklıydı. Daha çok herşeyi bilen bir şeytana benziyordu.

 

Tam o sırada kapısı çalınan Barov, çalışmasını bırakıp: “İçeri girin! yanıtını verdi. Kapı, en sevdiği öğrencilerinden biri olan Filler Yarrow tarafından açılmıştı.

 

Kıymetli üstadım. Bir ‘fare’ daha yakaladık.

 

“Ah? Onu sorguladın mı? ”

 

Kendisini Timothy’nin gönderdiğini söyledi. Üstünden de çimento tozu, bir miktar para ve bir mektup çıktı.Yarrow yürüyüp deri zarfı Barov’a uzattı: Onu hala sorguluyoruz. Üstadım, onunla nasıl ilgilenmemiz gerektiği ko… ”

 

“Tıpkı önceden yaptığınız gibi. Verdiği bütün cevapları kayda geçirin ve sonrasında da bu casusu asın!” diye emretti Barov.

 

“Emredersiniz üstadım.” Yarrow selamını verdi ve: “Müsadenizle...” diyerek odayı terk etti.

 

Kapı kapandıktan sonra Barov çalışmasına devam etmedi. Bunun yerine, masasına geri döndü ve mühürlü parşömeni, mektup açacağıyla açarak mektubu çıkardı.

 

‘Bu dördüncü...’ diye düşündü.

 

Şeytan Ayları’na girmeden çok önce Roland Wimbledon Barov’u çağırmış ve bu konu hakkında konuşmuşlardı.

 

Majesteleri’nin çimento tozunun, kar tozunun ve cadıların ortaya çıkmasıyla kardeşlerinin yerleştirdikleri casuslar, efendilerini haberdar etmek için daha fazla dayanamayacaklardı ve bu, fareleri ortadan kaldırmak için en iyi zaman olacaktı. Sınır Kasabası’nda iki binden fazla vatandaş vardı ve bu da herkesin kontrolünü imkansız hale getiriyordu. Bunun için yeterli insan güçleri yoktu. Sahip oldukları adamlar da bunun için eğitilmemişti.

 

Ama Majesteleri bu noktalarla ilgilenmiyor gibiydi: “Neden bu kadar çok insana ihtiyaç duymalıyız ki? Sınır Kasabasındaki her kişi bizim gözümüz olacak.”

 

Barov, Prens’in sözlerine inanmıyordu. Bütün bu aptal ve cahil halk fareyi bulabilecek miydi? Bu imkansızdı!

 

Ancak insanlar onun yanıldığını göstermişti.

 

Roland, kış başlangıcından beri yapılan ilk nüfus sayımından sonra Sınır Kasabası’nda beş yıldır yahut daha uzun süredir yaşayan insanlara özel emirler vermişti: Uzun Şarkı Kalesi’nin, Sınır Kasabası’nın yiyecek yakma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı fakat buna rağmen pes etmediler. Üstelik gönderdikleri casuslar da hala etraflarda saklanıyor. Çoğu, tahliye için çok geç kalan kasaba halkı veya tüccarlarının akrabaları gibi gizlenmiş olmalılar, Sınır Kasabası’na zarar verme ihtimallerine karşı her zaman teyakkuzda olun. Şüpheli bir kişi gören olursa hemen Belediye Binasına bildirsin. O kişinin casus olduğu onaylanırsa yirmi beş kraliyet gümüşü alacaksınız.

 

Bu hareketin sonuçları olağanüstü derecede etkili idi. Doğal olarak, başlangıçta bazı yanlış ihbarlar gelmişti. Ancak ilk farenin yakalanması çok da uzun sürmemişti. Roland bunun için ne demişti? Bir anlığına düşündü, ah evet… “Bırak da düşman halkımız ile yaptığı savaşta dipsiz denizde batsın ve yok olsun.”

 

Yardımcı bakan düşüncelerinden sıyrılmak için başını sallamış ve mektubu açmıştı.

 

Dağsıçanı adlı kişi, çeşitli garipliklerin Dördüncü Prens Roland Wimbledon’un etrafında gördüğünü tekrar tekrar vurguluyordu ve ona göre Prens’in yerine şeytan geçmişti. Barov satırların içindeki korkuyu net bir şekilde hissedebiliyordu. Barov, Prens’in insanları nasıl kullandığını hatırlarken kendisi de bu şekilde düşünmeye engel olamamıştı. Derin bir nefes aldı ve mektubu mumun üstüne tuttu, kısa sürede mektup mumun ateşine esir olmuş ve küle dönüşmüştü.

 

Tanrı Gözü’nün İntikamı’ndan korkmadığı sürece bir şeytan tarafından kontrol edilemezdi, değil mi?

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr