Bölüm 68: Cenaze

avatar
4115 12

Release That Witch - Bölüm 68: Cenaze


 

 Çevirmen: Lodos

Cenaze töreni Sınır Kasabası’nın güneyindeki boş alanda yapılmıştı.

 

Aslında boş alan olarak adlandırmak doğru olmazdı. Vaner’in ne zaman dikildiğini bilmediği bir günde, birisi bu alanın etrafınaa küçük bir taş çit inşa etmişti. O zamandan beri kimse araziye ilgi göstermiyordu. Duvar kalın karlarla kaplıydı. Uzaktan bakıldığında gümüş bir paltonun altında kalmış gibi görünüyordu. Duvar yüksek olmadığından, üzerine çıkmak kolaydı. Vaner bu duvarı gördüğünde şehrin surlarına benzediğini düşünmekten kendini alamıyordu, her ikisi de aynı renk ve şekle sahiplerdi.

 

Şimdiye kadar, sadece seyahat eden tüccarlardan böyle bir tören duymuştu. Aristokrasinin veya kraliyet ailesinin önemli bir üyesi öldüğünde rahmetlinin ailesiyle birlikte mezarlığa gidilirdi. Bazı üzücü müzikler çalınıp, tabut yeraltına gömülene kadar herkes ölümü için yas tutardı. Rahmetlinin statüsü ne kadar yüksek ise, cenazesi de o kadar büyük olurdu.

 

Vaner kıskançlıkla: ‘Ölümlerinden sonra bile bizim gibi halktan bir kimseden bile daha iyi muamele görüyorlar’ diye düşündü. Kendisine şunu sordu: ‘Ölümümden sonra benim bedenime ne olacak? Ormanın kenarında bir delik açıp içine mi atacaklar? Ayrıca kimse Şeytan Ayları’nın ne zaman biteceğini bilmiyor,bu yüzden herhangi bir şeytani canavarın bedenimi yemek için gelmeyeceğinin de bir garantisi yok.’

 

Sınır Kasabası halkı için ölüm yabancı bir şey değildi. Özellikle her kış Uzun Şarkı Kalesi’nde mülteci olarak kulübelerde yaşama zorunluluğu olduğundan dolayı birçoğu açlıktan, soğuktan, hastalıktan veya yaralanma sebebiyle ölüyorlardı. Zaten normal olan da buydu. Hiç kimsenin rahmetli için üzülme vakti veya gücü yoktu. Bir sonraki ekmeğin nereden alınacağı daha önemliydi.

 

Ama bu gün, Majesteleri bir asker için cenaze töreni yapmak istiyordu!

 

Melez canavarın peşinden koşarken ne yazık ki vücudunun yarısı boyunca ısırılıp şehit düşmüştü. Vaner bu şanssız adamı tanıyordu. Bu bölgede eskiden beri yüzü bilinen biri idi. Kimse onun gerçek adını bilmiyordu, herkes ona Ali derdi. Vaner, Ali’nin arkasında eşi ve iki çocuğunu bıraktığını biliyordu. Büyük olanı yaklaşık altı yaşındaydı. Küçük olanı ise yürümeyi yeni öğrenmişti.

 

Normal koşullar altında, bu ailenin işi bitmişti. Dul kadın, yaşamak için yeni bir adam bulabilirdi. Ancak hangi adam iki üvey çocuğu da alırdı? Sırf bu yüzden kendi başlarının çaresine bakmaları için birçok çocuk sokağa atılıyordu. Bu çocukların çoğu müşterileri cezbedip vücutlarını pazarlayabilmek için barlara gider en sonunda da garip hastalıklardan ölürlerdi.

 

Ancak Majesteleri, askerlerin işe alınması sırasında verdiği sözleri yerine getirme niyetinde gibi görünüyordu. Savaş sırasında bir asker şehit düştüğünde, ailesi tüm ödemelerini geri almakla kalmıyor aynı zamanda ekstra tazminat da alabiliyordu. Majesteleri buna ne isim vermişti? Vaner bir anlığına düşündü. Ah… evet, ‘emeklilik maaşı’ diyordu. Eşinin aldığı para beş kraliyet altınıydı! Buna ek olarak, Majesteleri her ay yeterince yiyecek ve kömür sağlayacaktı. Bu da eşinin işe gitmesine gerek bile olmadan, kendisi ve çocuklarıyla ilgilenebilecek olması demekti.. Bunlar sadece boş sözler olabilirdi, ancak en azından kraliyet altınları gerçekti. Majestelerinin Baş Şövalye’ye para verdiğini gördü, daha sonra da parayı başka birisi Ali’nin eşine verdi.

 

‘Ali’yi biraz kıskanmam normal mi?’ Hayır hayır. Vaner bu aptal düşünceyi aklından atmak için başını tekrar tekrar salladı. Eşime bakılması için kendimi o kadar ucuza satmak zorunda değilim… Sonuçta, gayet kolaylıkla başkasıyla da evlenebilirdi.

 

Parayı verdikten sonra, Majesteleri kısa ama etkileyici bir konuşma yaptı. Özellikle, şu ifadesi: ‘Onu her zaman sevdiklerini ve masumları korurken hatırlayacağız.’ Vaner’i daha da ateşlemişti. ‘Durum bu.’ diye düşündü. Son günlerde ekmek ve kraliyet gümüşleri o kadar da ütopik gelmiyordu ona. Daha büyük şeyler arzuluyordu. Örneğin; kış boyunca Uzun Şarkı Kalesi’nin hayırseverliğini ummak yerine kendi güçlerine güvenerek hayatta kalacaklardı. Bu iyi bir şeydi.

 

Son kısım defin kısmı idi. Ali’nin tabutu daha önce kazılmış çukura bırakıldı. Daha sonra Baş Şövalye tüm askerleri mezarın önünde dizdi. İlk takımdan mı yoksa yeni takımdan mı olduklarına bakılmaksızın, herkes mezara bir kürek atmak zorundaydı. Sıraya girerken, 200 asker çok iyi bildikleri dörtlü sıraya girmişlerdi. Vaner’in sırası geldiğinde, küreği eline aldığı anda aniden ağırlaştığını hissetmişti. Etrafındaki tüm askerlerin onun her hareketini izlediğini hissedebiliyordu, bu onu yavaşlatıyordu.

 

Nihayet toprağı atıp kenara çekildiğinde kendisinden sonraki kişinin daha az önce hissettiği aynı baskının altında olduğunu gözleriyle görebiliyordu.

 

Mezar taşı dikdörtgen bir beyaz taş parçasıydı ve üzerinde bazı kelimeler yazılıydı ancak okuyamıyordu. Buraya gömülen ilk kişi Ali değildi. Mezarının yanında karla kaplı benzer bir mezar taşı duruyordu. Vaner oradan ayrılırken, yeni yüzbaşı yardımcısı Brian’ın taşın önünde durduğunu gördü, mezar taşının üzerine yavaşça bira döküyordu.

 

Vaner: ‘Eğer benim de sonum burası olacaksa çok da sorun etmem.’ diye düşündü.

 

Kaleye dönüş yolunda Carter: “Majesteleri... Yaptığınız şey...”

 

“Uygunsuz muydu?” diye Roland devam etti.

 

Carter bir süre düşündü: “Hayır. dedi. Sonra bir süre düşündü ve: “Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum fakat sanırım hiç kimse çalışanlarına böyle davranmaz. Ne ünvanı ne de ailesinin arkaplanı var. Çoğunun soyadı bile yok.” dedi.

 

“Ama sonuçta yaptığımın doğru olduğunu düşünmüyor musun?” diye bir kez daha sordu Roland.

 

Roland: Peki…” dedi ve güldü. Roland bu törenin kendisi için savaşan ve kendisini sürekli koruyan Carter için güçlü bir cazibesi olduğunun farkında idi. İnsanlar, kimin için savaştıklarını ve neden savaşta olduklarını düşündüklerinde, böyle bir tören iyi bir motivasyon olabilirdi. Carter için bu değişimin daha büyük bir anlamı vardı, şimdi bu tür bir onur sadece soylular için bir ayrıcalık olmayacaktı. Bu süre boyunca, sıradan insanlar aynı soylular gibi antreman ve eğitim alabiliyordu ve şimdi siviller de kendi vatanlarını savunma onuruna erişebiliyorlardı. Bu kat kat artmış başarı duygusu kesinlikle açıklanamazdı.

 

Tabii ki, cenaze töreninin halka açılması sadece başlangıçtı, Roland ortak onur duygusunu geliştirmek için bayrakları kullanma, askeri şarkılar yapmak, kahramanca bir örnek oluşturmak vb. gibi birçok fikir düşünüyordu.

 

Böyle bir ruhu zayıf bir havadan üretmesi mümkün değildi. Roland, aitlik hissini artırmak için adım adım sürekli bu fikri aşılamalıydı, ta ki kademeli olarak fikri kabul görene kadar. Emeklilik maaşı projesinin harekete geçirildiğinden ve güvenilir olduğundan emin olmak için, Roland hepsini tek başına düzenlemişti. Belediye binasında, yiyeceklerin ve kömürün ödemesinden sorumlu bir grup insan atamıştı.

 

Roland, Sınır Kasabası’nı geliştirme yolunda ne kadar ilerlerse, omuzlarındaki baskı da bir o kadar ağırlaşıyordu. Buna rağmen, madencilik projesi ve insanların yaşam koşullarının geliştirmesi vesilesiyle doğru yolda ilerlediğini düşünüyordu. Yeterli tahıl rezervi sayesinde şimdiye kadar hiç kimse aç kalarak ya da donarak ölmemişti. Diğer kasabalara ve şehirlere kıyasla, bu bir mucize gibi görünüyordu. Gökhisar’da bile kışın ölenler oluyordu.. Roland tüm bunları biliyor ama yine de Sınır Kasabası’nın birçok konuda halen eksik olduğunu düşünüyordu.

 

Hedefleri bundan çok daha yüksekti. Ama yapılabilecek şeylerin de illa ki bir sınırı oluyordu. Bakan yardımcısı Barov ve yanında getirdiği sayıları bir düzineyi aşan çıraklar, şimdi Sınır Kasabası’nın tüm finansal ve idari işlemlerini kontrol ediyordu. Eğer Roland bu departmanı daha da büyütmek isterse, bunu sadece yönetici personeli alarak yapması mümkün değildi. Roland, zaten Barov’a bazı meslektaşlarını veya ülkedeki favori öğrencileri tanıyıp tanımadığını sormuştu. Ama Barov’un verdiği cevap soğuk bir suyun başından aşağı boca edilmesi gibi bir şeydi: “Bazılarını tanıyor olsam bile gelmek istemezlerdi. Sonuçta siz Majestelerinin, ne tür bir üne sahip olduğunuzu biliyorsunuz değil mi? ”

 

Evet. Bu mantıklı idi maalesef.

 

Kalenin arka bahçesine geldiklerinde kulübenin önünde duran Wendy’yi gören Bülbül, sisin içinden çıktı ve samimi bir şekilde sarıldılar. Şimşek tamamlanmamış buhar makinesinin etrafında dönüp makineyi inceliyordu, Roland’ı gördüğünde otonom makineyi birleştirip kurması için hemen peşine takıldı.

 

Roland tüm bunları görmüştü. Bütün bu sıkı çalışmalarının sonunda meyvesini verdiğini düşünüyordu.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr