Bölüm 67: Hermes Savaşı Part -2

avatar
3649 11

Release That Witch - Bölüm 67: Hermes Savaşı Part -2


 

 Çevirmen: Lodos

Beklenen o nihai savaş gerçekleşmemişti.

 

Bir asker ön safta duran bir kadına doğru ilerlemiş ve kılıcının arkası ile onu geriye doğru ittirmişti.

 

“Geri çekilin.” Sesi yüksek değildi, ama yine de net ve güçlüydü. Alicia’nın yanındakiler, bu tanınmadık kişinin müdahalesinden sonra bile pozisyonlarını koruyorlardı. Daha yakından baktığında adamın kolunda bir “ben” görmüştü. Altında da “Tanrı’nın Ceza Ordusu” yazıyordu.

 

Başını eğdi. Uzun boylu savaşçılardan oluşan ekip Kuzey Kapısı’ndan geliyordu. Hepsi aynı vücut zırhını giymişti. Bu zırhlar yağmur altında gümüşümsü bir şekilde parlıyorlardı. Kırmızı pelerinleri ise rüzgarda sallanıyordu. Hepsinde farklı silahlar vardı. Bazısı kılıç ve kalkan taşıyor, bazıları da baltalı kargı ya da demir balta taşıyordu. Köprüden geçtikten sonra, bir ekip olarak yürümeyi bırakmışlardı. Bunun yerine yayılarak hücum eden canavarları dağınık bir şekilde karşılamışlardı.

 

Bu nasıl bir taktikti? Tamamen karışıklık yaratıyorlardı! Şeytani canavarlar bu insanlarda var olamayacak bir hıza ve güce sahiplerdi. Şeytani canavarlara karşı tamamen yalnız ve herhangi bir taktik/emir olmadan mı savaşmak istiyorlardı? Dahası, Tanrı’nın Ceza Ordusu’nun şeytani canavarlara karşı yalnız savaşmasına nasıl izin verilebilirdi?

 

“Onlara destek olmalıyız!”

 

“Hayır!Tanınmadık adam kasvetlice bakarak başını salladı: “Geride durmalısın. Eğer savaşa koşarsan, onları engelleyeceksin.”

 

Onlara engel mi olurum? Alicia öfkeyle adama doğru baktı. Bu adam hakkında yanlış mı düşünmüştü acaba? Bu sadece korktuğu için geride duran biri değil miydi? Yeni Kutsal Şehir gördüğü en büyük krizlerden birini geçiriyordu. Muallak bir geleceğe ilerliyorlardı. Düşmanla yüzleşiyor olması gerekirken diğerleri gibi orada beklemesi söyleniyordu. Kabzasını sıkı sıkıya tutmuştu. Savaşa katılmak için hazırdı.

 

Tam öne çıkacaktı ki; birden inanılmaz bir şey gerçekleşmişti.

 

Gökyüzünde bir şey uçuyordu. Cennetten düşmüş bir meleğe benzer bir görüntüsü vardı. Büyük kül rengi kanatlarını sonuna kadar açmıştı. Kanat açıklığı dört metreden fazla olmalıydı. Kafası hem bir kuşa benziyordu hem de bir çift uzun boynuzu vardı. Tabii bir de bir savaşçının göğsündeki zırhı tek hamlede yırtabilecek bir pençesi...

 

Canavar genellikle gökyüzünden dikey bir şekilde inerek saldırıyordu. Savunulması çok zordu. Ağır kalkanlar kullanan askerler bile kendilerini savunamıyordu. Büyük darbe etkisi yaratan bu saldırı kollarını parçalıyor göğüs kafeslerini eziyordu. Birçok asker,kendisini savunma şansı olmaksızın bu saldırıda ölüyordu. Bundan kurtulmak için tek yol darbe geldiği sırada kendinizi darbeden uzak bir yere doğru atmak idi.

 

Fakat Tanrı’nın Ceza Ordusu askerleri kaçmayı düşünmüyordu. Gümüş zırhlı bir savaşçı düşmana karşı sert bir duruş sergilemiş ve son anda elleriyle uzanarak gelen pençeyi elleriyle yakalamıştı. Darbenin etkisi o kadar güçlüydü ki delici bir ses duyulmuştu tüm savaş alanında.

 

Savaşçı sağ ayağını büküp sol ayağını düzeltti. Kollarını gererek bedeniyle dümdüz bir çizgi oluşturdu. Böylece sadece bu darbeyi püskürtmek ile kalmamış, karşılık verebilmek için de bir fırsat bulmuştu. Başka bir savaşçı şeytani hayvanın havada asılı kaldığını görünce bir mızrak fırlatmıştı. Mızrak öyle hızlıydı ki; Alicia yalnızca gümüş bir parıltı görebilmişti. Canavarın başını delerek geçmiş ve temas sağlanır sağlanmaz direk olarak parçalamıştı.

 

Canavarın pençelerini hala tutan savaşçı, birden vücudu fırlatmıştı. Kolları anormal derecede ters dönmüştü ve kemikleri kırılmış gibi görünüyordu. Görünüşe göre, yara almadan darbeden kurtulamamıştı. Ama sakince demir baltasını alıp şeytani canavarları öldürmeye devam ediyordu işte.

 

Onlar canavar sürüsüne karşı sadece insan gücüne güveniyorlardı. Alicia bunlara inanamıyordu. Tanrı’nın Ceza Ordusu’ndan yüzlerce asker şeytani canavar sürüsünün içine akıyordu. Kırmızı pelerinleri yüzünden, sanki güçlü bir kan seli gibi görünüyorlardı. Birdenbire düşmanın ilerlemesini durdurmuşlardı. Artık askerin “Onlara engel olacaksın.”derken ne kast ettiğini anlamıştı. Bu savaşçılarda sanki on erkeğin yeteneği varmış gibi görünüyordu. Her birinin, şeytani bir hayvanınki ile kıyaslanabilir gücü, çevikliği ve refleksleri vardı. Hayır, daha da güçlü görünüyorlardı. Onların önünde, sıradan şeytani caanavarlar neredeyse küçük çocuklar gibi görünüyorlardı.

 

“Onlar çok fazla!” Alicia’nın kalbini derin bir sevinç kaplamıştı. Böyle güçlü bir savaşçı grubuyla Hermes Katedrali asla düşmezdi!

 

Alicia: “Ah, evet, sana adını sormayı hiç düşünemedim. Benim adım Alicia Quinn ve siz yüzbaşı? Görünüşe göre Tanrı’nın Ceza Ordusunun savaş yeteneklerini çoktan biliyorsunuz. ” dedi.

 

Yüzbaşı, Alicia’nın gözlerine doğrudan bakmıştı. Bakışları yağan yağmur kadar dondurucuydu. Nihayet cevap verirken ismini söylememiş ama hafifçe şöyle mırıldanmıştı: “Ağabeyim Tanrı’nın Ceza Ordusunun bir üyesi.

 

 Katedralin en üst katında duran Piskopos Mayne pencereden dışarı bakarak “Kazanacakmışız gibi görünüyor.” dedi. Burası, Yeni Kutsal Şehir’in en üst noktasıydı, savaş alanının yarısından fazlasına bakabilmek için bir teleskop kullanıyordu. “Mancınıkların saldırısını durdurma emrini verin. Ordumuz kısa süre sonra surları ele geçirmeki için bir saldırı başlatacak.”

 

Asıl meselenin kazanmak olmadığı biliyorsun, değil mi?” Birdenbire başka bir ses duyulmuştu. Sesin sahibi Piskopos Mayne gibi aynı altın benzeri giysiler giymişti. Aradaki tek fark sesin daha yaşlı gelmesiydi: “Bu savaşta önemli olan mesele, dört Krallık’ın ordularının yok edilmesi.”

 

“Doğru. Böylece savunma hatları bir işe yaramayacak“ dedi son kişi. Bu konuşan, bu üç kişi arasındaki en genç kişiydi. Otuzlu yaşların başında görünüyordu ve ayrıca üç başpiskoposun içindeki tek kadındı.

 

“5.000den fazla, donanımlı ve iyi eğitilmiş askerlerin yanı sıra yaklaşık bin şövalye de ortadan kaldırıldı. Birliklerini yeniden kurmaları için 4-5 yıl gerekecek. Ah… ” Bir inleme sesi çıkardı ve mutlulukla devam etti: “Gerçekten harika bir gün.”

 

“Ancak bu amaca ulaşmak için kendi askerlerimizin de birçoğunu feda ettik, onlar Kilisenin omurgasıydı.

 

Mayne iç geçirdi ve: “Bu, hedefe ulaşma yolundaki en hızlı plan idi. Bütün askerleri arafa sürüklemeyi ben de istemezdim. dedi.

 

Yaşlı adam sakalını dikkatle okşadı ve sonra: “Başka seçeneğimiz yoktu. Kutsal Kitap’ta anlatılan yabani canavarlar ortaya çıktı. Kitaptaki açıklamaları göz önüne alırsak fazla zamanımızın kalmadığını görüyoruz. Bütün kıtayı birleştirip onları tek bir krallık altında toplanmaya zorlayamazsak, bizi bekleyen tek şey ölüm olacak.” dedi.

 

“Yıkım aslında kötü bir şey değil.” dedi kadın umursamazca gülerek: “İnsanlar her zaman aç gözlü, kötü niyetl. Kişisel hayatları dışında başka bir şeyle ilgilenmezler. Doğruluk adı ve bayrağı altında şeytani canavarlardan çok daha kötü şeyler yapıyorlar, belki de cehennemden gelen şeytan bile bize bizden daha iyi davranıyordur. ”

 

“Heather!” adam öfkeyle bağırırken sakalını çekiştiriyordu: “Yorumların hainlik ve Tanrının iradesine karşı sapkınlık olarak anlaşılabilir, ölmek mi istiyorsun?”

 

“Bu kadar ciddiye alma.” diyen Heather omuz silkti ve onu çok umursamadı. Yüz ifadesinden de anlaşıldığı gibi adamı tamamen onaylamıyordu: “Bu yargıç kürsünün sorumlusu benim, sen değil. Ayrıca, gerçekten yaşayıp yaşamadığımın Tanrı için önemli olduğunu mu düşünüyorsun? Bizimle Şeytandan daha fazla ilgilendiğini nerden biliyorsun? ”

 

“Sen…!”

 

“Yeter! Tayfun! Heather! “diye bağırdı Mayne hoşnutsuzluk içinde: “Bugün için bu kadarı yeterli. Papa’ya rapor vermem gerek, ikiniz de şimdi gidip görevlerinizi tamamlayın. ”

 

……

 

Diğerleri çıktıktan sonra Mayne, kuzeye bakan pencerenin önünde durdu. Arka planda Umutsuzluk Dağı ve sonu gelmez karla kaplı bir arazi vardı. Batıda barbar toprakları vardı. Her şey başlangıç için hazırlanmıştı.

 

Piskopos Tayfun’un haklı olduğunu biliyordu, Tanrı’nın Ceza Ordusu’ndaki askerler çok kıymetliydi. Birliğe katılıp sadık olmakla kalmıyor, aynı zamanda dönüşümlerinden sonra hayatta kalma konusunda da sağlam bir irade gösteriyorlardı. Yaklaşık bir asırlık birikimden sonra kilise bin tane asker elde edebilmişti. Şeytanlarla savaşmak istiyorlarsa, bu sayı yeterli değildi.

 

Kuzey yalnızca bu kadar asker barındırabiliyordu. Eğer daha fazla savaşçı istiyorlarsa, tüm kıtayı birleştirmekten başka bir şansları yoktu.

 

Elbette Bishop Heather da haklıydı. Kilisenin yargıcı olarak hizmet ediyor, Binlerce cadı için duruşmalar yapıyordu. İster iyi cadılar ister kötü cadılar olsun, hepsi en vahşi yöntemlerle avlanıyor ve öldürülüyordu.

 

Konumunuz Kilise’de ne kadar yüksek olursa o kadar rahat anlayabiliyordunuz. Tanrı ile araları iyi değildi, ama aynı zamanda kötü de değildi.

 

“Bizle Şeytandan daha fazla ilgilendiğini nerden biliyorsun?” Heather’ın sözleri aklına gelince Mayne yüksek sesle bir kahkaha atmasının önüne geçemedi. ‘Korkarım ki Tayfun’u söyleyebilecek hiçbir şeyi kalmayana kadar kızdırma konusunda sadece o bu kadar yetenekli.’ Tanrı’nın dünyayı kutsadığı, endişelendiği ya da Şeytan’la ilgilendiği falan yoktu.

 

Tanrı sadece kazanan tarafı seviyordu.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44266 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr