Bölüm 65: Uğursuz İşaret

avatar
3722 12

Release That Witch - Bölüm 65: Uğursuz İşaret


 

 Çevirmen: Lodos

Daha önceden de birkaç kez borazan çalındığı olmuştu. Her seferinde, onlarca şeytani canavar birer birer gelecek şekilde saldırırlardı. Yenetekli askerler de her zaman onları püskürtmeyi başarırlardı.

 

Roland borazan sesi duyduğu için paniklememişti. Sakin bir şekilde eğitimi ertelemiş ve dinlenmeleri için Wendy ile Şimşek’i kaleye göndermişti. Ayrıca Anna’ya da yaralı askerleri beklemek üzere sağlık ocağına gidecek Nana’yı korumasını emretmişti. Kendisi de Bülbül ile beraber surlara doğru koşmaya başlamıştı.

 

Ama Roland’ın ummadığı şekilde Şimşek emirlere itiraz etmeye başlamıştı: “Her ne kadar kıtanın batı kısmını çok iyi bilen bir kaşif olsam da, şeytani canavarların büyük saldırısına tanık olmam gerek! Bu şansı kaçırırsam, kendime bir daha asla kaşif diyemem! Bu yüzden, size yalvarıyorum Majesteleri, sizinle gelmeme izin verin! ”

 

Roland reddetme konusunda bir an bile tereddüt etmedi ve Wendy’ye Şimşek’in hareketlerine dikkat etmesini söyledi. Sonuçta, her zamanki bir grup şeytani canavarın saldırısında onları kaybedemezdi.

 

Bülbül’e baktı ve hazır olup olmadığını sordu. Bülbül başını salladı. Roland’ın elini tuttuğu gibi de onu sisin içerisine çekti. Roland, Bülbül ile temas halinde bulunduğu her an herhangi bir nesnenin içinden rahatlıkla geçebileceğini biliyordu. Sisin içinde, engebeli yol boyunca sanki arazi düzmüş gibi yolculuk edebiliyorlar ve arazinin engellerini görmezden gelebiliyorlardı. Bir adımda birkaç metre ilerleyebiliyorlardı, bu yüzden böyle bir seyahat çok keyifliydi.

 

Surlara ulaştıklarında, Roland kimsenin onu göremeyeceği bir köşe bulup görünür olmak için yalnız bir şekilde sisten dışarı çıktı. Kasaba sınırlarının dışındaki bozkıra bakarken, beklediği büyük şeytani canavar istilasını değil de beyazlarla kaplanmış yeryüzünü görüyordu. Bu yanlış bir alarm mıydı? Çoktan savunma pozisyonlarını almış askerlerde de aynı şaşkınlık seziliyordu.

 

Prens nihayet Demir Balta’yı bulmuştu. Borazanı sıkıca kavramıştı ve ciddi bir ifadeyle ileri doğru bakıyordu.

 

Roland ona yaklaştı ve direkt: ‘’Alarmı sen mi çaldın?” diye sordu.

 

Demir Balta’nın sesi her zamankinden daha duygusuzdu: “Evet, Majesteleri. O adam geldi.”

 

O adam mı? Roland dikkatle Demir Balta’nın işaret ettiği yöne doğru baktı. Çok uzakta, karların oluşturduğu saf beyazlıktaki bir arka planın üstünde bile neredeyse görünmeyen, görmek için çok dikkatli bakılması gereken benekli siyah noktayı fark etmişti. Kurallara göre; borazanın çalınmasına yalnızca görevdeki asker grubu durumu halledemez ise izin veriliyordu.  Bunu bildiği halde borazanı çalan deneyimli avcı Demir Balta’nın bir nedeni olmalıydı.

 

“Bu melez bir tür. Demir Balta yutkundu ve kendini sakinleştirerek, “Bu kuşla son karşılaşmam altı yıl önceydi.”

 

Bu gerçekten de melez bir tür müydü? Roland kaşlarını çattı. Şeytani canavarlar ölene dek Uzun Şarkı Kalesi’ne saldırırdı. Herhangi bir zekaya sahip olmadıklarından dolayı akıllarına geri çekilmek ile ilgili hiçbir şey gelmezdi. Uzun Şarkı Kalesi’nin savunması şimdiye dek hiç kırılmamıştı. Ancak bu melez canavar sadece kurtulmakla kalmamış bir de altı yıl boyunca hayatta kalmıştı. Roland bütün bunların ne anlama geldiğini düşünürken kalbinde garip bir önsezi hissetti.

 

Bu melez canavar o kadar uzaktaydı ki; Roland yalnızca belli belirsiz bir karartı seçebiliyordu. Ama Demir Balta çok rahat bir şekilde tanımlayabilmişti bu canavarı. Görme yeteneği gerçekten inanılmazdı. Belki de yanlış yorumlamıştı gördüğünü. Prens’in böyle umut etmekten başka çaresi yoktu.

 

Şeytani canavar Roland’ı bekletmemiş, çok geçmeden duvarlara yaklaşmış ve herkese eşsiz vücudunu göstermişti. Önceki melez canavarlar gibi büyük bir bedeni yoktu. İlk bakışta bir kedinin büyümüş bir haline benziyordu. Ama aynı zamanda sırtının üstünde vücudunun iki yanını örten bir çift kanat da vardı.

 

Başı bir aslan başı gibiydi. Ekstradan bir çift gözü daha vardı. Eğer bu ekstra gözler dekorasyon amaçlı değilse, arkasındaki her hareketi görmesi için başını çevirmesi gerekmeyecekti. Carter ve birkaç avcı çakmaklı tüfeklerini yüklemişler ve onunla yüzleşmeye hazırlanmışlardı.

 

Aslan melezi doğrudan saldırmamış bir süre bekleyerek herşeyi dikkatle incelemiş ve aynı zamanda da bu süre boyunca kendisini arbaletlerin menzilinin dışında konumlandırmıştı.

 

Durduğu yer çakmaklı tüfeklerin menzilindeydi, ancak ilk postanın vurma ihtimali neredeyse sıfırdı.

 

Bu beklemeden kısa bir süre sonra aniden sol tarafa doğru sıçramış, kanatlarını açmış ve devasa vücuduyla havalanmıştı. Demir Baltanın söylediği gibi kısa mesafe uçuşu yapabiliyordu. Bariyerleri aştıktan sonra surların batı ucuna hızla uçmuş ve duvarın korumasız noktasına saldırmıştı.

 

Tüm bunları gören Roland’ın kalbi çılgınca atmaya başlamıştı. Bir kabus gerçek olmuş gibiydi. Canavar, düşmanını gözlemleyip, güçlerini değerlendirip zayıf noktaları tespit ettikten sonra saldırmıştı. Daha önceden saldıran şeytani canavarlardaki zayıflığın kendisinde olmadığını kanıtlamıştı. Önceki canavarlar zeki değilken, bu yaratık zeki idi. Diğer canavarlar bazen avlarının zayıflıklarına saldırırlardı. Ancak bunun tek sebebi binlerce yıldır edindikleri nesiller boyunca süre gelmiş olan içgüdüleriydi. Tanımadıkları bir rakibe uzunca bakıp bir karar verme yetileri yoktu.

 

Zekaya sahip olmak ne mi demekti? İnsan türü, ilkel çayır yaşamından besin zincirinin en tepesine zekası sayesinde tırmanabilmişti. Şu anda Roland bunu düşünmeye ve bu zeki canavarla yüzleşmeye cesaret edemiyordu. Bunun yerine, elini sallayarak Baş Şövalye, Demir Balta ve avcılara, şeytani canavarı vurmak için onu takip etmelerini emretmişti.

 

Canavar, surların insansız bölgesine doğru koşmuş, surların üzerinden atlamış ve surları kolayca arkasında bırakmıştı. Bütün avcı ekibini sanki onların bir önemi yokmuş gibi göz ardı ederek doğrudan yerleşim bölgesine doğru koşmuştu.

 

”Bu Canavar!” Roland yüksek sesle bağırdı: “İkinci asker taburu şimdilik surları savunsun. İlk tabur benimle gelecek! ”

 

Bu noktada şöyle bir durum vardı. Yeni takım eğitim için yeterli zaman bulamamıştı. Onları surların üzerine çekerek savaştan uzaklaştırmış oluyordu. Ve olur da melez canavar geri dönerse de iki taraftan birlikte saldırabilirlerdi. Carter, prensi takip eden muhafızları yönetiyordu. Bu grup ciddi manada güçlü bir gruptu ve ne zaman olursa olsun düşmanla çarpışmaya hazırdılar. Hemen arkalarından Demir Balta’nın liderlik ettiği silahlı avcı takımı geliyordu. Eski bölgelere girdikten sonra görüşleri evler tarafından kapatılmıştı dolayısılya çok uzakları göremiyorlardı. Dar yollar karla kaplı olduğu için dikkatli olmaları gerekiyordu, ayrıca hareketleri de sınırlanmıştı. Şeytani canavarın izlerini bulmak isteyen Roland, en mantıklı seçenekten, yani taburu küçük gruplara bölüp etrafa dağıtmak vasıtasıyla canavarı aratmaktan, korkuyordu açıkçası.

 

Şimşek’in onunla gelmesine izin vermediğine pişman olmuştu. Eğer durumu havadan takip eden bir cadı olsaydı, taburu bölüp dört bir yana göndermesine gerek kalmazdı. Yaklaşık on dakika boyunca aradıktan sonra, aniden bir sokaktan kasaba halkından gelen çığlıklar duymuşlardı.

 

Yönünü direk değiştiren tabur, sesin kaynağına doğru hızla ilerlemeye başlamıştı. Askerlerin çoğu bu kasabada yetiştikleri için sanki kendilerine ait olan bir arka bahçede yürürlermiş gibi birçok ara sokağa girip çıkarak yollarına devam ediyorlardı. Sonunda sesin kaynağına ulaşan Roland, ısırılarak vücudu iki parçaya ayrılmış, iç organları yere saçılmış, öldüğü belli olan bir adam bulmuştu.

 

“Aman Tanrım… Demir Çatal, onu tanıyorum!” diye haykırdı biri.

 

“Kahretsin, hangi yönee doğru koştu?” diye sordu başka biri.

 

Birisi aniden: “Bakın! Canavar orada! diye bağırdı. Ses kesildikten kısa bir süre sonra, sağ taraftaki evlerin üstünden karanlık bir gölge geçti. Dağınık odunların yere dökülmesiyle beraber canavar bir kulübenin ahşap duvarından onlara doğru uçmuş, ilk asker hattına saldırmış ve onları pençeleyip, ısırmaya çalışmıştı.

 

İlk reaksiyon gösteren Demir Balta’ydı. Canavarı ateş etmek istemiş ancak görüşünün diğer askerler tarafından engellendiğini fark etmişti. Ateş etmek için doğru fırsatı bulma maksadıyla kalabalığın içinden itişe tıkışa ilerleyerek melez canavara doğru adım adım yürümeye başlamıştı. Diğer avcılar da aynı sıkıntıyı yaşıyorlardı. Temiz bir atış imkanı bulabilmek adına çatılara tırmanmaya başlamışlardı.

 

Melez canavar yaklaşan adamları takmamıştı. Kanatlarını açmış, arka bacaklarının üstünde yükselmiş ve ısırmakta olduğu askerleri ağzıyla sağa sola sallamaya başlamıştı. Her yere kan fışkırıyordu. Bu sahne, kalabalıkta paniğe yol açmış ve korkuyla geri çekilmelerine neden olmuştu. Melez canavar da biraz boşluk bulduğunda sıçramaya çalışmış ama tam o anda vurulmuştu.

 

Birdenbire kurşunlar kürküne öyle hızlı isabet etmeye başlamıştı ki yeni açan çiçeklere benziyorlardı.

 

Bir dizi kurşun ile vurulan melez canavar öfkeden kükreyerek, ağzındaki avları fırlatıp çatıdaki avcılara doğru fırlamıştı. Melez canavar sıçrayıp kalabalığın üstüne yükseldiği sırada, doğrudan Demir Balta’nın görüşüne girmişti. Demir Balta silahını çabucak kaldırıp hemen önüne gelmiş canavara doğru nişan alıp tetiği çekmişti.

 

Bu kadar yakından ıskalaması neredeyse imkansızdı. Öyle ki; silahtaki barut melez canavarın burnuna girecek kadar yakındı. Merminin hızı, canavarın gözlerinden girip beynine doğru kademe kademe delerken azalmamıştı bile. Melez canavarın bedeni sertleşmiş ve yere düşmüştü.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44342 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr