Bölüm 49: Karışık Türler

avatar
3684 21

Release That Witch - Bölüm 49: Karışık Türler


 

Çevirmen: Lodos

Roland inanamayarak gözlerini ovuşturdu. Bu da neyin nesiydi? Biyolojik imkanlar bir canavar bu kadar değişebilecek kadar geniş miydi? Gördüğü şeyi kelimeler ile anlatamazdı, korku filmlerindeki canavarlar bile bu kadar saçma değildi.

 

Uzaktan iki kaplumbağa kafalı bir dev gibi görünüyordu. Ama yakından bakınca o kafaların aslında kurt kafası olduğunu anlıyordunuz.

 

Bu Dr.Frankenstein’in bir testi miydi? Neredeyse sur kadar uzundu. Vücudu yedi yard kadar uzundu ve gergedan bacağına benzeyen altı tane fıçı gibi bacağı vardı. Bacaklarından her biri bir yetişkin insan gövdesi kadardı. Kafası ise… çeşitli canavar filmlerindeki iki başlı canavarların aksine birbirlerine bağırıp çağırıp ısırmıyorlardı. Ya da kimin patron olduğunu gösterme gayretinde değildiler. Onun yerine sadece havada asılı duruyorlardı. Gözleri ahşap renginde parıldıyordu. Tıpkı beyinsiz bir zombi ileri doğru gidiyor gibiydi.

 

Canavarın en tehlikeli yeri sırtındaki kabuk gibi görünüyordu. Kabuğun yüzeyi koyu kahverengiydi, yosunla kaplıydı ve kendine has bir sertliği var gibiydi. Tıpkı bir kaplumbağa kabuğu gibi önden arkaya kaplıyordu canavarı. Eğer bu canavarın da kaplumbağa gibi kabuğuna çekilme özelliği olsaydı ondan kurtulmak epey zor olacaktı.

 

Roland pek kaygılanmamıştı. Bu kadar büyük bir canavar aynı zamanda yavaş da olurdu. Bu yüzden kolaylıkla hedef olabilirdi. Silahlar kabuktan dolayı gövdesini vuramasa da belki fırlayan o kafaları vurabilirlerdi. Eğer kabuğunda saklanacak olursa da onu bazı patlayıcılar ile ters çevirirlerdi.

 

Demir Balta gergin bir şekilde eğildi ve açıkladı: “Majesteleri bu melez bir tür. Farklı türdeki yaratıkların beraber hareket etmelerinin sebebini şimdi anlayabiliyorum. Melez şeytani canavarların kontrolünde olmalılar.”

 

Yani bu kuzuyu kontrol eden bir aslan gibi bir şey miydi? Roland başını salladı ve: “Yani bu senin önceki seferde karşılaştığından farklı mı?” diye sordu.

 

“Benim de böyle bir melez canavarı ilk görüşüm. Hem garip de görünüyor, kayıtsız kalamıyor insan. Karışık bir tür olunca işini bitirmesi de zor oluyor tabii.”

 

Roland emretti: “Yakında okçularımızın menziline girecektir, bu yüzden önce arbalet ve yaylarla öldürmeyi deneyin.”

 

O sırada; kar hafifçe yağıyordu ve kuzeyden sert bir rüzgâr esiyordu. Hava okçuluk için uygun olmamasına rağmen Demir Balta’nın özel ekibinden iki avcı canavarı öldürme konusunda kendilerine güveniyorlardı.

 

Gözetleme kulesine çıktılar, rüzgarı hesaplayıp oklarını attılar.

 

İki okun sanki gözleri vardı. Rüzgar ve yerçekiminin etkisi altında çıkabilecekleri en yüksek noktaya çıkmışlar ve ardından dikey bir açı ile hedefe ilerlemişlerdi.

 

Tahmin edildiği üzere; oklar kabuktan sekmişti. Roland kafasının içinde o sekme sesini duyar gibi olmuştu.

 

Bunu gören avcılar hızla birer ok daha takmış, ikinci dalgayı da yollamışlardı.

 

Nihayet bu atış bir sonuç vermişti. Darbe bu sefer canavarın ön kısmına gidiyordu. Bir ok bir kurt kafasını tam on ikiden vurmuştu, diğer ok ise öbür kafanın boynuna saplanmıştı.

 

Ama şeytani canavar öfke ile kükreyip hızını falan artırmamıştı. Kısa bir an için durmuş, kafayı kabuğun içine çekmiş ve yavaşça ilerlemeye devam etmişti.

 

Bu herkesi şaşırtmıştı.

 

Bu tank gibi görünen canavarın vücudu yere olabildiği kadar yakındı. Bu yüzden daha iyi bir nişancı onu yukarıdan ok atarak avlayamazdı.

 

Roland emretti: “Silahlarınızı alın.”

 

Şimdi hedef surlardan yalnızca elli feet uzakta idi. Silahların yiv mekanizması daha işlenmemiş olsa bile Roland ıskalayacakları konusunda endişe etmiyordu.

 

Carter ve Demir Balta hemen surların kenarına ilişmişlerdi. Silahların namlularını yatay düzleme yerleştirip nişan aldıktan sonra ateş etmişlerdi.

 

Tüfeklerden beyaz dumanlar tüterken Roland merminin kabuğu küçük bir delik açacak kadar net görebiliyordu. Ama canavar etkilenmemiş görünüyordu. Ve normal hızında ilerlemeye devam ediyordu.

 

Öyle görünüyordu ki; bu zırh katmanı biyolojik karbon olarak çok güçlü idi. Maalesef mermileri çok yumuşaktı. Bu yüzden kolaylıkla dağılmış ve zırhı delememişlerdi. Bu canavarın zırhını kırmak düşünüldüğünde de bu dört tüfek tek başına pek gerçekçi değildi. Bu yüzden geriye tek bir seçenek kalmıştı: patlayıcı kullanmak.

 

Demir Balta da Prens ile aynı düşüncedeydi. Bu yüzden hemen, yardımcısına patlayıcıları mümkün olduğunca hızlı getirmesini emretmişti. Çünkü şeytani canavar çoktan surlara ulaşmıştı. Canavar ayağıyla surları tekmelediğinde şimdiye kadar hiç hissetmedikleri kadar büyük bir sarsıntı hissetmişlerdi. Canavar kabuğuyla tıpkı yüksek frekansta çalışan bir balta gibi duvarlara tekrar tekrar vurmaya girişmişti ki birden; taş kırıntıları her yere uçmaya başladı ve çimentoda bir dizi çatlak oluştu.

 

Sert surlar baskıya dayanıklı idi ama gerilme ve kesilme durumlarında o kadar da iyi değil, hatta kötüydü. Bu da surların böyle bir titreşim ile ayakta kalma ihtimalinin sıfır olduğu anlamına geliyordu. Surun üstünde duranlar güçlü bir titreşim hissediyorlardı. Çok geçmeden de tiz bir sürtünme sesi duymuşlardı. Bununla birlikte sur karmaşık yaratığın saldırıları karşısında yavaş yavaş kendini salıyordu.

 

Canavarın darbeleri hiç durmamış; aksine tekrardan hareket ediyorlardı. Çok geçmeden canavarın vücudunun yarısı sura girmişti.

 

Surun parçalanan kısımlarındaki askerler kaçmıştı. Görünmez Bülbül de Roland’ı göğsünden tutup surun üstünden yere atlamıştı. Eğer tam o anda biri Prens’e baksa idi onun tıpkı bir hayalet gibi havada asılı durduğunu görürdü.

 

Vaner dikkatli bir şekilde patlayıcıları taşımış ve surlara varmıştı. Surda dokuz feet genişliğinde bir delik olduğunu görünce epey şaşırmıştı. Canavar çoktan surun içine adım atmış, hızını koruyarak yavaş bir şekilde ilerlemeye devam ediyordu.

 

“Acele et!” Demir Balta bağırıyordu: “Yak ve onları canavarın ayaklarına at!”

 

Vaner’in elleri titremesine rağmen zihni bir anda beklenmedik şekilde netleşmiş ve antrenman sırasında patlayıcılar ile ilgili öğrendiği her şey bir anda gün yüzüne çıkmıştı. Bu patlayıcı antrenmanlarda kullandıklarından farklı bir türdü. Maliyeti azaltmak için patlayıcı ahşap bir kutuya konmuş ve etrafı madenden çıkan enkazlar ile kaplanmıştı. Ve ateşleme mekanizması da optimize edilmişti. Ateşleme için bir çakmaktaşı ve bakır tel kullanılıyordu. Eğer bu başarısız olursa patlayıcı düzeneğinde normal ateşleme düzeneği de vardı. Balmumuna bulanmış bezi koparıp çantayı açarken acele ediyordu. Açtığında bakır teli görmüştü. Vücudundaki bütün enerjiyi bu ipi çekmek için kullanmıştı. Ve kutudan bir cızırtı geldiğini duyup bir de beyaz duman çıkmaya başladığını görünce ateşlemenin başarılı olduğunu anlamıştı.

 

Ateşleme süresini azaltmak için bakır tel tuza batırılmıştı. Patlama için yalnızca on nefes alıp vermelik süre gerekiyordu. Vaner kutudan çıkan beyaz dumanı gördüğünde sanki dünyası bir anda dönmeye başlamıştı. Çoktan bu şeyin gücüne tanıklık etmişti. Eğer bu şey elinde patlarsa hiçbir parçasının kalmayacağından korkuyordu.

 

Dokuz nefes.

 

Vaner kendi kalp atışlarını duyabiliyordu. Sanki bu kalp atışları onun için bir geri sayım idi. Adım adım canavarın önüne gitti ve patlayıcıları canavarın altına yerleştirmeye çalıştı.

 

Beş nefes.

 

Artık öyle büyük bir baskı oluşmuştu ki; patlama durdurulamayacak boyutta idi.

 

Üç nefes.

 

Vaner döndü ve koşmaya başladı.

 

İki nefes.

 

Son bir nefeslik süre kalmıştı ki; boğuk bir ses duydu. Vaner şok dalgasını hissetmiş, dünya da birden daha gürültülü bir yer haline gelmişti.

 

Arkasını döndü ve kabuğun üstünden püsküren beyaz şeylere baktı. Patlayıcılar tarafından etrafa yayılmış karlardı bunlar. İlk bakışta dağınık puslu bir çiçek gibi görünüyordu. Canavar sonunda durmuştu. Ama yere düşmeden önce sanki ağır kabuğunu daha fazla taşıyamıyormuş gibi duvara doğru yalpaladı. Sonra da kabuğun içinden siyah bir kan süzülmeye ve etrafındaki karları kirletmeye başladı.

 

“Oh oh oh -!”

 

Bunu gören kalabalık bir anda sevinç çığlıkları atmaya başlamıştı.

 

Vaner yere düşünce kıyafetinin terle kaplandığını hissetti.

 

Sonunda bitmişti.

 

Herkes böyle düşünürken Sınır Kasabası’nda tekrardan bir borazan sesi duyuldu.

 

Bir kez daha şeytani canavarlardan oluşan bir sürü onu yok etmek için Sınır Kasabası’na doğru ilerliyordu.

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44265 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr