Bölüm 43 : İşe Alım Sınavı

avatar
726 7

Medeniyetin Yükselişi - Bölüm 43 : İşe Alım Sınavı


Ultrasonik motorların avantajları saymak ile bitmiyordu. Cüneyt, teknoloji kulesini incelediğinde çok basit malzemeler ile bu motorların yapılabileceğini gördü. Gerekli olan elementlerin hepsi Türkiye’de mevcuttu.  



Permament Vektör motorlarının aksine rare-earth olarak bilinen nadir elementleri içermiyordu. Bu elementler sayesinde Dünyadaki bütün üreticiler Çin’e bağımlı hale gelmişti. Çin ise son yıllarda nadir dünya elementleri’nin ihracına kota getirmiş, ileride de yasaklamayı planlıyordu. 



NASA’nın geliştirdiği ultrasonik motorlar nadir elementler içeren basit seviyede motorlardı fakat Cüneyt’in yapmayı düşündüğü motorlar her ne kadar çok fazla özel alaşım ve üretim şekli istese de malzemeler bakımından kolay bulunuyordu. Üstelik NASA’nın ürettiğinden kat kat yüksek seviyedeydi. 



Mesela NASA’nın ay gezgini aracında kullanılan elektrik motorları güç bakımından 400 N/M civarındaydı ve indüksiyon motorlara göre yüzde 50 daha küçüktü. Aynı seviyede indüksiyon motor 200 N/M tork verirdi. 



Cüneyt’in yapmayı planladığı motorlar referans olarak NASA’nınkini verirsek yaklaşık 1200N/M olacaktı. Üstelik ultrasonik motorlar her boyutta üretilebiliyordu. Mesela 2 santimetre küp boyutunda modelleri bile vardı. 



İnsanlığın beklediği bir sonraki endüstriyel devrimin hep ‘Nesnelerin İnterneti’ olduğu düşünülürdü fakat bu yanlış bir inanıştı. ‘Nesnelerin İnterneti’ elbette geleceğe yön verebilecek bir devrimdi fakat endüstrinin temeli bakımından devrimsel bir ilerleme vaat etmiyordu. Var olan endüstrilerin internete geçişini ve dijitalleşmesiyle daha hızlı ve daha güvenli hizmet aktarımı sağlıyordu. 

Oysa beklenen devrimin esas noktası Metalurji bilimiydi. Geçmişten günümüze değişen endüstri ne dersek söylenebilecek pek çok şey vardı fakat bütün bu değişiklerin temelinde yatan sebep malzemelerdi. 



Bir metal, istenilen stres düzeyinde, istenilen yalıtkanlığa sahip ve istenilen dokuda olduğu sürece istediğin ürünü üretmene kolaylık veriyordu.


  

Diğer bir örnek ise plastik sanayi idi. Japon kimyasal devi Sun-Etsu kimyasal şirketinin icadı olan plastik, endüstrinin gelişimde, ürünlerin paketlenmesinde ve daha nice noktalarda kullanılan bir malzemeydi. 



Asitler, bileşikler, alaşımlar ve özel kimyasallar bugünün endüstrisinin temeliydi. 



Bilim adamları uzun süre düşünüyordu, gelecekte insanlığı tam olarak ne geliştirecek diye, sonuç olarak ortak olarak vardıkları sonuç tek bir elementi gösterdi, Karbon! 



Kömürden, kalem ucuna, canlılıktan enerjiye gerekli olan her şeyde Karbon temeldi. 



Elbette karbonun bilinen onlarca allotropu, teoride var olan henüz keşfedilmemiş allotropları vardı. 



Mesela bunlardan birisi Karbon 30’du. Karbon 30, yapılan bilgisayar simülasyonlarında kanıtlanan ve henüz ne amaçla kullanıldığı belli olmayan bir üründü. 



Diğeri ise Grafin olarak bilinen 2 boyutlu Karbon 6 molekülüydü. Bu molekül bal peteği şeklinde sıralanmış özel bir materyaldi. Yüksek elektrik dayanıklılığı sayesinde elektronları depolayabilen bir malzemeydi. Dünyada üretilmiş örnekleri bile vardı. 



Hatta önemli uzay araştırmaları ve bazı nükleer laboratuvarlarda grafin kullanılarak bataryalar ve güneş panelleri yapılmıştı. Yapılan bataryaların en güzel özelliği ise sıradan asit bataryalara göre çok ama çok hızlı şarj ve deşarj olabilmesiydi.  



Mesela sıradan 3000 mAh lityum yada lityum bileşiği asit bataryalar en hızlı şekilde 45 dakikada tam şarj olabiliyordu. Ancak aynı boyutta bir grafin bataryanın depolama kapasitesi neredeyse 5 kat artarak 15.000 mAh oluyor, şarj süresi ise 10 saniye kadar olabiliyordu.  



Yine aynı şekilde karbon nano tüp olarak bilinen özel bir şekliyle güneş panelleri var olan fotovoltaik sistemlerde 30 panel bir yaklaşık 1000 Watt elektrik üretirken eğer karbon nanotüp ile yapılan malzemede 30 panel yaklaşık 10000Watt elektrik üretebiliyordu.  



Üstelik standart güneş panelleri, malzemenin doğası gereği en fazla 5 yıl kullanım ömrüne sahipti. Karbon nanotüpte ise teorik olarak kullanım ömrü 50 bin yıl kadardı. Teorik denmesinin sebebi üretilmiş bir hazır malzeme yoktu. Karbon nanotüpler üretilmişti elbette ama grafin kullanılan allotropları üretilmemişti henüz. 



Grafinin üretimi çok maliyetli ve yüksek teknoloji isteyen bir süreçti. Kısaca paran ve beynin yok ise imkansızdı üretebilmen. 



Öte yandan bu malzemelerin bir çoğu şeffaf idi. Bilim kurgu filmlerinde görünen şeffaf iletişim cihazları, şeffaf televizyonlar, şeffaf telefonlar gibi ürünlerin ana malzemesi grafindi. 



Cüneyt’in üniversiteye gelmesinin iki amacı vardı, bunlardan ilki Prof.Muzaffere söylediği işe alım sınavlarıydı, diğeri ise Marmara Üniversitesinin var olan labaratuvarını kullanarak ultrasonik motorlar üretmek istemesiydi. Kendi de üretebilirdi fakat sipariş edilen malzemelerin gelmesi, ürünleri üretmek gibi süreçler zaman alan süreçlerdi. 



Cüneyt hızlı bir şekilde kendi kalesini kurması gerektiğini düşündü. Üstelik kendi son derece bağlı askerlerini de! 



Şimdilik hesaplarına göre 50 tane farklı çeşit ve boyutta ultrasonik motor üretebilir ise onları kullanarak endüstriyel robot yapabilir ve kendi üretim tezgahını kurabilirdi. Esas amacı buydu. 

Derya’ya yardımı ise onun için çocuk oyuncağıydı. 



“Cüneyt, ultrasonik motorlar teoride henüz? Nasıl yapmayı düşünüyorsun? Var olan malzemeleri kullanalım işte” dedi Tuğçe. Elbette elektrik elektronik mühendisliği öğrencisi olarak eli armut toplayan biri değildi. En azından elektrik motorlarını biliyordu. O da istiyordu ultrasonik olsa kullanmayı. Fakat bildiği kadarıyla yoktu. 



Cüneyt’in bilmesinin sebebi ise Asena’nın yeteneklerini tecrübe ederken bulduğu bir şeydi. ABD’nin Pentagon ve NASA’sı da dahil her sunucuya kolaylıkla girebildi Asena. Oradaki belgelerde bu teknolojinin var olduğunu görmüştü. 



“Motor işini bana bırakın, yazılımı da bana bırakın, bir haftaya hallederim” dedi Cüneyt. O, her ne kadar istemese de JAVA kullanarak kaliteli bir yazılım yazmak istiyordu. 



Derya, Cüneyt’in kendine emin duruşunun ne demek olduğunu biliyordu, bu nedenle “O zaman planları değiştirelim. İki gruba ayrılalım, ilk grup normal ilerlesin, ikinci grupta Cüneyt’in planını uygulayalım, kendimize her zaman bir yedek plan hazırlayalım” dedi. 



*** 



Buğrahan Marmara Üniversitesi Fizik bölümü 4. sınıf öğrencisiydi. Çocukken okuduğu ansiklopediler, daha sonra izlediği bilim adamları sayesinde fizik bilimine olan ilgisi oldukça güçlendi. İleride çok büyük bir bilim adamı olma hayalleri bile kurdu. 



Ona göre Newton, Albert Einstein, Bohr gibi isimler süperstarlardan daha iyiydi ve onun idolleriydi.  



Boş zamanlarında sürekli olarak Discovery Science kanalını izler, sürekli olarak uzayda yapılan keşifleri takip ederdi. 



Lise’de de hayali değişmeyen Buğrahan, üst derece bir şevkle Marmara Üniversitesinin Fizik bölümünü yazdı.  



Okula geldiğinden beri doğa bilimleri esaslı bütün dersleri şevkle takip eden Buğrahan, Profesörlerin de gözde öğrencisi oldu çok geçmeden.  



Fakat okulda okuduğu süre içerisinde ülkenin halini ve sosyal hayatı gördükten sonra son yılını yaşadığı şu günlerde epey sıkıntılı zamanlar geçiriyordu. Fizik bölümünün geleceği çok zordu. 

Bırakın devleti, özel sektörde de iş bulmak çok zordu. İstemediği şeylerle uğraşacak, fazla mesailerle boğuşup asgari ücret alacaktı. Şanslıysa çalıştığı yer ek olarak belki ona yemek parası verecekti. 



Buğrahan zengin bir aileden gelmiyordu. Babası devlet işçisiydi. Bir zamanlar yağlı görünen bir meslekti bu. Şöyle ki 10 sene önce bile 6-7 bin lira aylık alıyordu babası. Üstelik devlette olduğundan ek mesaisi yoktu ve yılda 4 kere ikramiye alıyordu. 



Ailesinin üçüncü ve en küçük kardeşi olan Buğrahan, kendisinden büyük bir abisi ve ablası vardı. Onlar da üniversite okumuşlardı. Abisi bir yolunu bulup devlette işe başlasa da ablası Gıda mühendisliği mezunuydu ve işsizdi. Üniversiteden gelen aykırılık olsa gerek 33 yaşına kadar da evlenmemişti. 



Bu nedenle Buğrahan, mezun olduktan sonra eve, ailesinin yanına yerleşmek istemiyordu. O, bir iş bulup biraz para biriktirip akademik olarak devam edecek parayı kazanmayı hedefliyordu. Bu nedenle son sınıfta okurken diğer arkadaşlarıyla motorsiklet sürücü belgesi, iş sağlığı eğitimi gibi belgeler toplamaya başlamıştı. 



Tam bir umutsuzluktu! 



Fakat yine bir gün dersteyken hocası duyuru yapmış, üniversitenin gururu Cüneyt’in şirketinde çalışacak doğa bilimlerine hakim öğrenciler aradığını duymuştu. 



Buğrahan’nın Cüneyt’e karşı özel bir ilgisi yoktu, fakat ona  büyük bir saygı duyuyordu. Ondan iki yaş küçük olmasına ve garip davranışlarına rağmen Cüneyt ayağa kalkıp yüz yıldır matematik dünyasını tıkayan bir engeli kaldırmıştı. 



“Buğra, sen ne düşünüyorsun? Cüneyt’in şirketi hakkında?” sıra arkadaşı Mustafa, Buğrahanın iyi arkadaşlarından biriydi. O da açıklanan duyurudan sonra heyecanlanmıştı. MotoKurye kariyerinden daha iyiydi bu teklif. 



“Bilemiyorum, ama en azından denemekten zarar gelmez” dedi Buğrahan.  



“Ben de öyle düşünüyorum. Denemekten zarar gelmez” dedi Mustafa. Biraz kilolu ve gözlüklü biriydi. O da Buğrahana benzer bir aile geçmişine sahipti. 



Sınav akşam saat 7 de ortak spor salonunda yapılacaktı. Genelde büyük ortak sınavlar, uzaktan eğitimler yada seçmeli dersler burada sınava girerdi. İçeride çoktan yüzlerce tek kişilik sağ kolu üstünde not alabildiğin sandalyeler vardı.  



Sınava katılımda epey yoğundu. Neredeyse Fen fakültesinin tamamı gelmişti salona. Nereden baksan bak 400 kişi vardı.  



Çok geçmeden gözetmenlerin de eşliğinde herkes yerlerine geçtiler. Sınav kağıtları dağıtılmaya başlandı. 



Birbirine zımbalanmış iki sınav kağıdını eline aldığında Buğrahan’nın merakı arttı ve sorulara şöyle bir göz gezdirdi. 



Göz ucuyla çözemese de içinden yapabileceği sorular olduğunu gördü. Fakat bazı soruları görünce kaşları çatıldı. Soruları ilk okuduğunda pek bir şey anlamamıştı fakat oturup ciddi ciddi çözmeye başladı. 



Sınav süresi 2 saat idi. Süre 10 soru için sorun değil hatta fazla bile görünüyordu. Fakat soruları görenlerin fikri hemen değişti. 



“İsteyen çıkabilir” dedi gözetmenlerden birisi, yarım saatlik süre geçtikten sonra.  



Duyurunun ardından epey bir öğrenci ayağa kalktı ve sınav kağıtlarını teslim edip salondan ayrıldılar. Neredeyse iki yüz kişi sadece bir duyuruyla kalkmış gitmişti. 



Öte yandan kalanların da çoğu cebelleşiyordu ve her an kalkıp gitmeye hazırdı. 



Buğrahan’ın alnından terler akıyor, beyni zorlanıyordu. Sağlam öğrenci geçmişi sağ olsun hemen hemen her konu hakkında bir şeyler hatırlıyordu. Kim bilebilirdi ki sadece 10 soruda üniversitede öğrendiklerinin tamamını kullanacaktı. 



Çok geçmeden 1 saat olmuştu. Buğrahan biraz derin nefes almak için kafasını kaldırdığında arkadaşı Mustafanın da elleriyle şakaklarını okşadığını gördü. Tesadüfen yüz yüze gelen ikiliden Mustafa kafasını salladı ve ben kalkıyorum işareti yaptı.  



Fakat Buğrahan arkadaşının da soruları çözebileceğini düşünüyordu ve ona göz işaretiyle kesinlikle kalkmamasını söyledi. 



Bu noktada sınav salonunda 70 kişi kadar eleman duruyordu.  



Derin nefes alıp tekrardan odaklanan ikili bir meditasyona girdiler. 



2 saat çoktan geçmişti fakat ikili ve onun gibi 10 daha fazla kişi o kadar odaklanmışlardı ki kafalarını kaldıramıyorlardı. 



Aslında sınav süresi 2 saat değil 2.5 saatti. Fakat öğrencilere 2 saat olması söylenmişti. Gözetmenlerde biliyordu bunu. 



Cüneyt salona geldiğinde bu 12 kişiyi gördü. Hafifçe kafasını onaylar şekilde salladıktan sonra baş gözetmenin masasına gitti ve sınav kağıtlarına baktı. 



Hiç şüphe yoktu ki çoğu boş kağıttı. Boş olmayanların çoğu da saçmalıktı. Çok vakit harcamadan Cüneyt göz ucuyla kağıtları bir bir inceledi. 



“Sınav süresi bitmiştir arkadaşlar” dedi gözetmen Cüneyt ile anlaştıktan sonra.  



Meditasyondaki 12 kişi birden rahatladılar ve kendilerine geldiler. Buğrahan da öyleydi. Son ana kadar son soruyu düşünüyordu ve sonunda çözümü yapabilmişti, bu nedenle epey keyifliydi. 

Öte yandan arkadaşı Mustafanın ifadesi tam olarak belli değildi. Sanki sonuçlardan pek memnun değil gibiydi. 



“Nasıl geçti Mustafa?” 



“Çok zorlandım Buğra, kesin emin olduğum sadece iki soru var, diğer beş tanesinden emin değilim. Son üç soruya kalem bile oynatamadım” dedi Mustafa, ardından sordu “ Senin nasıl geçti?” 



“Hiç sorma, hepsini yaptım ama emin olduğum sadece üç tane var” dedi Buğrahan, biraz arkadaşını kırmamak biraz da gerçekleri söyleyerek cevaplandırdı. Kendisi 10 sorudan 7 tanesinden emindi, diğer üç soru gerçekten de zordu ve özel düşünce istiyordu. 



“Hey, bak Cüneyt orada sınav kağıtlarını inceliyor” dedi Mustafa, kafasını kaldırıp podyuma baktığında. Öğretmen masası podyumda yüksek bir yerdeydi, dolayısı ile görünüyordu. 



“Gerçekten de burada, var mısın tanışalım?” dedi Buğrahan. 



“Kim kimden korkar, gidelim”  



… 



Son öğrencilerin kendisine geldiğini hisseden Cüneyt, kafasını kaldırıp öğrencilerle selamlaştı. Basit konuşmanın ardından “Siz sona kadar kalabilen kişilersiniz, sizin kağıtlarınızı önce değerlendiriyim, herkes neler olduğunu bilsin” dedi. 



Diğerleri karşı çıkmadılar.  



Cüneyt eline son kağıtları aldıktan sonra incelemeye başladı. Gerçektende az önceki kağıtlara göre çok farklıydılar. Gereksiz saçmalık olmasa da tam olarak dosdoğru kağıtta yoktu.  



Cüneyt’in hızı epey hızlıydı, çok geçmeden ilk kağıdı okudu. 



“Faruk Çetin 45..” 



“Efe Onay 60..” 



“Sedat Kocaman 75..” 



… 


.. 


“Merve Baş 80...” 


.. 


“Mustafa Toprak 55..” 



“Buğrahan Köroğlu” dedikten sonra Cüneyt kafasını kaldırdı ve kim ola ki diye baktı.  

Öte yandan Buğrahan, kalbi teklemiş bir şekildeydi, Cüneyt’in ifadesini anladıktan sonra arkadaşının beline eliyle vurdu ve onu uyandırdı. 



“Benim” dedi. 



“Tebrikler Buğrahan, 100 aldın. İlk defa gördüm tam puan alan kişi sensin. Mezuniyetin belli olduğunda direkt yıllık 200 bin lirayla işe alındın, gelmek ister misin?” diye sordu. 



Diğerleri bunu duyunca Buğrahanı çok kıskandılar, neredeyse hepsi yumruklarını sıktı. İçlerinden tek kalan not alan Faruk ise pişmanlıktan saçlarını yolar gibi hissediyordu. 



200 bin lira neydi? Aylık olarak en az 15 bin lira garanti paraydı! 



İçinde yaşanılan şu süreçte bu para bir yeni mezunun hayalinde bile yoktu. O derece bir paraydı. 

Öte yandan Buğrahan yerinde donmuş kalmış, kulaklarına inanamıyordu. 



Başarmıştı. 



“Ah, oh, elbette kabul ederim Cüneyt bey” dedi arkadaşının hatırlatıcı yumruğundan sonra. 



“O zaman şimdiden tebrikler aramıza katıldığın için, sadece sen değil, sınavdan 50 ve üzeri not alan herkesi işe alacağım. Eğer puanınız 50 üstüyse yıllık 90, 70 üzeri ise 120, 90 üzeri ise 150 bin liradan işe alımımız olacaktır, isteyen şimdiden kontrat yapabilir” dedi Cüneyt. 



Bunu duyan Faruk dışında diğerleri rahatladılar ve neden dersleri ciddiye almadıklarını sorguladılar. 



“Geçer nottan yüksek alanların ismini Prof. Muzaffere bizzat ileteceğim. Mezuniyetiniz garantilendikten sonra gelmek isteyen olursa hiç çekinmesin” dedi Cüneyt ve sınav kağıtlarını incelemeye devam etti. 



Diğerleri onun bu halini görünce nazikçe onları dışarı davet ettiğini anlayıp dışarı çıktılar. 



Bölüm Sonu. 

 



Not : Parasını yatırıp giremediğim YKS'ye gireceklere başarılar, soruları çözerken benim yerime de çözün. 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44398 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr