Bölüm 39 : Eve Ziyaret (İlk part)

avatar
906 8

Medeniyetin Yükselişi - Bölüm 39 : Eve Ziyaret (İlk part)


Yanına çok fazla şey almayan Cüneyt, vakit akşam saat 6’ya yaklaşırken evden çıktı ve Kayseri Forum AVM’ye gitti. 



Eve gidiyordu ve yoldan gelenin eline bakılırdı. O’da boş gitmemek için bir şeyler almaya gitti. 

1 saat sonra bir çok poşet ile AVM’den ayrılan Cüneyt yola çıkmıştı. 



Her ne kadar 2 saatlik yol dense de aslında yol 3 saatlikti. Çevre yolundan Niğde’ye otoyol vardı ve trafik hesaba katılırsa Kayseri’den Niğde 3 saat sürüyordu.  



Cüneyt’in ailesi Niğde’nin merkez ilçesine bağlı Sazlıca beldesinde oturuyordu. 10 dakikalık bir araba yolu uzaklıktaydı. İlerleyen yıllar, alınan göçler ve gelişen teknoloji sağ olsun eskiden gözden ırak yer şimdi belde olarak kabul ediliyordu. 



Nüfusu 2000 kadar bile yoktu. Sazlıcanın halkı elma, şeker pancarı, buğday gibi ürünler ekerler ve satarlardı. Fakat gelişen zamanla insanlar sadece bunlardan ziyade diğer ürünleri de ekmeye başladılar. Elma üretimi çoğunlukla Isparta tarafına kaymıştı.  



Cüneyt’in ailesi de zamanında buğday ekiyorlardı ve elma bahçeleri vardı. Babası arada bir ayçiçeği de ekerdi. Elma, Armut gibi meyveler zamanında lüks mal olarak görülebilirdi parayla almaya kalktığında. 



2.5 saatlik yolun ardından Cüneyt eve ulaşmıştı. 



Zaman sanki burada durmuş gibiydi. Cüneyt’in anılarında olan yer halen değişmemişti. Etrafta bir küçük şehirleşme olsa da çoğunlukla araziler vardı. Arazilere bağlı evlerde genellikle müstakil evlerdi. 



 

Cüneyt’in evi de müstakil bir evdi. Fakat eski yapım ağaç damdan oluşan bir evdi. Diğerleri çoktan villalara geçmişti. Cüneyt’in esas evi sanki bir bağ evi gibi görünüyordu.  



Saat 10’a yaklaşıyordu ve hava kararmıştı. Etrafta dışarıda duran kimse yoktu. Her ne kadar bahar olsa da Anadolu kentlerinde eğlence hayatı yoktu. 



Cüneyt arabasının amartisörlerinin haykırmasına aldırış etmeden toprak yoldan evine gitti, uzaktan ışıkların yandığını gördü.  



Arabayı park etti ve poşetleri aldıktan sonra birazda heyecanlılıkla evin bahçe kapısından içeri girdi. Evin kapısının önünde dışarı terlikleri, eski ayakkabılar vardı. Cüneyt kendini sakinleştirip zile bastı.



 

“Dingdong” 



Cüneyt’in annesi ve babası televizyonda dizi seyrediyorlarken çay içiyorlardı. Kız kardeşi ise genç kızlığa adım attığından kendi odasında duruyordu. Kapının çaldığını duyunca Cüneyt’in annesi bağırarak “Büşra! Kapıyı aç” diyerek televizyonu izlemeye devam etti. 



“Hayırdır, bu saatte kim ola?” dedi Cüneyt’in babası.  



Büşra Nur Göktürk, öte yandan annesi söylemese bile kapıyı açacaktı, annesinin huyu buydu. Kapı çaldığında sanki sadece kendi duymuş gibi diğerlerine kapının çaldığını söylerdi. 



Dış kapı lambasını açıp kedigözünden dışarı bakan Büşra, kimseyi görmedi, fakat kapıyı yine de açtı. Ardından abisini görünce gözlerine inanamadı ve heyecanlı bir sesle “Abii...” diyerek sarıldı. 

“Küçük prenses” diyerek karşılık verdi Cüneyt. Fakat hemen sonra “ Bir daha sakın dışarıda birini görmediğinde kapıyı açma” diye kızdı. 



“Tamam” diyerek sarılmaya devam etti kız kardeşi. 



“Kim o? Abi mi dedin az evvel?” içeri odadan yılların eskittiği bir kadın çıktı. Kapıdaki izbandut gibi kişinin silüetini görünce şaşırdı fakat Abi diye hitap edince o da heyecanlandı. 



Cüneyt’in annesi daha 45 yaşındaydı, yaşına göreyse oldukça çökmüş görünüyordu. Yıllardır evin ekonomisine katkı için gündelik temizliğe giderdi. Kimyasalları sürekli olarak koklamak onun sağlığını bozmuş, bozulan sağlıkla doktorun verdiği kortizol ilaçlarını kullanmaya başlamıştı. Bunun yan etkisi olarak ise kilo almıştı. 



Cüneyt sesi duyunca içeri odadan çıkan hayatın yorduğu kadına bir baktı ve gözleri doldu. Fakir olduklarından sadece yılda bir kere gelebiliyordu eve. Ara zamanlarda İstanbulda kalıyordu. Devletin yurtları makul fiyattaydı. 



Annesinin kilolu haline rağmen heyecanlı bir şekilde geldiğini görünce onları ne kadar özlediğini hissetti.  



“Oğlum” ağlamaklı bir ifadeyle Cüneyt’e yaklaşan annesi, ellerini açıp Cüneyt’e bağrına basarcasına sarıldı. 



Annesinin göğsüne sarılarak hasret gideren Cüneyt birden “Cüneyt’mi geldi, Büşra gel kızım tut beni” diye ses duydu. Bu babasının sesiydi. Ayağı iyileşiyor olsa da yatalaktı hala. 



“Yerinden kalkma baba, geliyorum” dedi Cüneyt ve ardından içeri girmekte olan Büşra’ya bakarak “Şu çantaları al, dışarıda durmasın” dedi. 



Daha sonra annesiyle 2 dakika kadar sıkısıkıya sarıldıktan sonra “Anne, içeri geçelim” dedi. 



“Tamam yavrum benim” dedi annesi, kendine gelerek. 



İçeri girdiklerinde bir koltuğa yapılmış döşek gördü Cüneyt. Döşekte oturur pozisyonda ayaklarından biri sargıda olan hafif yaşlı bir adam gördü. Tarlada yılların çalışmasını çeken bedeni kararmıştı babasının. Belediye’de işe başlamasından sonra da çevreyle sorumlu olduğundan ve sürekli güneş altında çalışması da tarlada çalışmaktan farksızdı. 



Babası, annesinden 2 yaş daha yüksek olmasına rağmen çökmüş gibiydi. Saçlarının neredeyse tamamı beyazlamış, yüzü kırışmış, bedeniyse zayıflamıştı. Bir deri bir kemik bir haldeydi babası. 

Onun bu halini gören Cüneyt’in içi acıdı. Annesi’ni babasından daha çok severdi ama babasının da onda yeri farklıydı. O, babasına onu büyütüp onu okuttuğu için şükran borçluydu. 



“Baba” diyerek babasının yanına gitti ve sarılmak yerine ellerini tutup öptü. Anadolu’da saygı el öpmeyle olurdu. Annesinin ellerini öpmemişti ama babasının elini öperek saygısını ifade etmişti.



Tabi annesinin ellerini öpmemesi saygısızlığından değil daha çok onunla sarılarak temas edebilecek olduğundan dolayıydı. 



Eskiler böyleydi. İnsanlar çocuklarına onları sevdiklerini göstermemeyi bir halt zannederlerdi. Fakat anneler her zaman farklıydı. Duygusaldılar ve kendilerini tutamazlardı. 



“Ayakta durma Cüneyt’im otur, yorulma sen” dedi annesi kenarda Cüneyt’in babasının ellerini öptüğünü gördükten sonra. 



“Ben iyiyim anne, sen ayakta kalma otur, sen hastasın” dedi Cüneyt, annesinin ellerini tutarak öptü ve koltuğa oturttu. 



“Sen de ayakta kalma Büşra gel yanıma şöyle” dedi Cüneyt. 



Kız kardeşi içe kapanık biriydi. Evde her ne kadar normal davransa da dışarıda ve okulda kimseyle konuşmayan kendine güveni olmayan biriydi. 



Cüneyt tam olarak nedenini anlayabiliyordu.  



“Tamam” diyerek yanına geldi ve oturdu Büşra. 



Cüneyt kardeşinin kafasını tuttu ve alnından öptü. Bu hareket her zaman yaptığı bir şey değildi ama şimdi yapmak istedi. 



Cüneyt babasına baktı ve “Baba, neden hala yatalaksın? Hastaneye gitmediniz mi? Çoktan ayağa kalkman lazımdı?” dedi. 



“Hastaneye gittik, doktor 3 aya geçer dedi” dedi babası. Her ne kadar az ifadeler kullansa da keyfi yerindeydi, fakat eski kafa olduklarından sadece sorulan soruya cevap verdiler. 



Az ve özdü. 



“Sen nasıl oldun anne? Nefes darlığın devam ediyor mu?” dedi annesine bakarak. 



“Ben iyiyim evladım, sen anlat nasıl geçti günlerin? Büyük şehirde yaşamak nasıl? Derslerin iyimi?” dedi Cüneyt’in annesi.  



Açıkçası bu kafada olan kişilere ne sorarsan sor ben iyiyim derlerdi. Bu alışkanlık ve aşırı empatiydi. Karşılarındakileri endişelendirmemek için ölüm döşeğinde olsalar bile iyiyim derlerdi. 



Cüneyt cevaplar karşısında çaresizdi ve kız kardeşi Büşra’ya baktı. 



“Hastaneye bir kere gittiler abi, doktor kontrollere gelin dediler ama gitmediler” dedi Büşra sessiz bir şekilde. 



Fakat babası söylenenleri duymuş ve Büşra’ya kızarak “Kızım burada büyükler konuşurken çok konuşmamalısın” dedi. (Aslında farklı bir ifade yazacaktım da neyse, feministlerden laf işitmemek için..) 



Neler olup bittiğini hemen anlayan Cüneyt “Size demedim mi doktora gidin, hatta en iyi hastane nerdeyse oraya gidin diye? Neden gitmediniz?” dedi Cüneyt. Sinirlenmişti. Ya kemik yanlış kaynasaydı? Ya acil bir şey olsaydı. 



“Evladım doktorlar çok para oluyor. Babanın sigortası özel hastaneleri karşılamıyor” dedi annesi kenardan endişelenerek. Cüneyt’in kızgın halini görünce gözleri doldu ve içinden ‘dağ gibi oldun yavrum’ dedi. 



Hakkaten de Cüneyt’in az önce sinirden öfkeli ifadesi heybetliydi. Bu genetik düzeyde irkilmeydi.  

Babası bile oturduğu yerden irkildi. 



Cüneyt’in boyunun ne kadar uzadığına gelirsek, onlar bilimden pek anlamadıkları için bunun doğal olduklarını düşündüler. Annesinin gözleri tam görmüyordu zaten gözleri de bozuktu.  



“Ben size para göndermedim mi? Onu kullansanıza?” dedi Cüneyt. Teknoloji kulesini aldığı ilk zamanlar 5000 lira para göndermişti. Daha sonra haftada 10’ar 10’ar para gönderdi. Mantıken şimdiye kadar 30-35 bin liraları olması gerekirdi. 



“O para senin çeyizin için evladım. Yarın evlenecen, barklanacan, parayı oraya kullanalım, bizi düşünmene gerek yok” dedi annesi. 



Fakat bu açıklama Cüneyt’in beynine kan sıçramasına neden oldu! 



Bölüm Sonu. 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44405 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr