Bölüm 26 : Her şey hazır, ilerle!

avatar
989 7

Medeniyetin Yükselişi - Bölüm 26 : Her şey hazır, ilerle!


Göztepe Medikal Park hastanesi Cüneyt’in evine nispeten yakındı, bu nedenle herhangi bir vasıta kullanmadan 40 dakikalık bir yürüme mesafesiyle ulaştı Cüneyt hastaneye.  



Ardından Mustafa Topal adına aldığı randevü ve birazda oyunculukla hemen doktor Ateş’in yanına yönlendirildi. Daha sonrası ise halden ve az biraz paradan anlayan doktor Ateş sayesinde hemen Aslı’nın kaldırıldığı odanın karşısındaki odaya geldi.  



Cüneyt’in gün aşırı hastanede kalmaya niyeti yoktu, ama burada en azından Aslı’yı görmek istiyordu. Fakat Aslı’nın annesi ve küçük kız kardeşi özel odanın içindelerdi. Onların uzaklaşmasını gün boyu bekledi. 



Annesi ve kardeşi ihtiyaç gereği odadan ayrıldığında Aslı’nın odasına giren Cüneyt, hasta yatakta gözleri kapalı hafif solgun görünümlü Aslı’ya baktı. 



Hasta kıyafetleri giymişti ve kolları alçıdaydı Aslının, onun dışında yüzünde herhangi bir yara izi yoktu. Bu nokta her ne kadar Cüneyt için önemli olmasa da güzelliğine önem veren kadınlar için önemliydi.  



“Yaşlı adam, sen Aslı’nın vücudunu medikal olarak tarayabilir misin?” diye birden aklına geldi Cüneyt’in. 



Cüneyt’in Aslı ile ilişkisini bilen yaşlı adam beklenenin aksine Cüneyt’i geri çevirmedi ve “Onu inceledim, herhangi bir hayati tehlikesi yok, fakat beyin travması geçirmiş, üstelik omuriliğinde şişlikler var, bu nedenle sinir sistemi henüz toparlanmadığı için uyanamıyor” dedi yaşlı adam. 



“Bunun bir tedavisi var mı?” dedi Cüneyt endişe ile.  



“Bir noktaya kadar iyileşirse kendiliğinden uyanır, eğer senin verdiğin egzersizleri rehabilitasyon niyetiyle yaparsa bir sorunu kalmaz merak etme” dedi yaşlı adam. 



Yaşlı adama güveni tamdı Cüneyt’in. O nedenle derin bir rahatlama hissetti.  



Son bir kez Aslı’ya baktı ve ona “Üzülme, eninde sonunda bütün bunlar geçici, benimle karşılaştığın an kaderin değişti bundan sonra bana aitsin” dedi. Her ne kadar estetikten uzak cümleler olsa da Cüneyt’in gerçekten hissettikleri bunlardı. Derya ve diğerleri için ise çoktan yabancılaştırma politikası izleme kararı almıştı. 



 

*** 



Hastaneden ayrılan Cüneyt, biraz rahatlamıştı. Fakat içinde bir hüzün de mevcuttu. Yakın arkadaşım diyebileceği kimse olmadığından derdini paylaşacağı kimsesi de yoktu. Bu nedenle olayları hep içine atıyordu ve biraz sıkılmıştı açıkçası.  



Kendi toplumda her zaman gözden ırak topluluktu, kendine güveni olmadığından yaşıtlarıyla hiç ilişki de kurmamıştı. Şimdi ise yaşlı adamın teknoloji kulesine sahipti ve cebinde normalde ömrü boyunca kazanamayacağı paralar vardı. 



Fakat içinde bir boşluk vardı. Bu boşluğun sebebi akranlarının olmaması ve hayatı tekdüzen yaşamasıydı. 

Kısaca yalnızlıktı. 



“Genç adam, vakit erkenken içinde bulunduğun duruma alışmalısın. İleride yapmak istediğin şeylerle başkalarıyla yol ayrımına girmek istemiyorsan yalnızlığa alışmalısın. Fakat sana tavsiyem kendin gibi düşünen birkaç yol arkadaşı edinmen, yoksa daha uzun yıllar yaşayacak olan sen zorluk çekersin” dedi yaşlı adam. Yaşlı adam bir akıllı yaşam formuydu, hisleri vardı ve yalnızlığı biliyordu. Fakat bir görevi olduğundan bu görevi icra etmek için bir hedefi vardı. 

Cüneyt’in de bu geçen zamanda hedefleri vardı fakat büyük işlere kalkışmamıştı henüz ve herşek çok hızlı ilerliyordu. 



Bir sigara daha çıkarıp içine çektikten sonra etrafı inceleyen Cüneyt rahatlamıştı. İnsanların koşturarak metroya, otobüslere ve sağa sola gitmesini inceleyip durdu. 



Hayat uyku saatlerini çıktığın vakit teorik olarak efektif kullanabileceğin 20 yıl kadardı. Fakat buna rağmen insanlar sürekli bir çaba içerisindeydiler. Kimilerinin hayalleri vardı, kimilerinin sadece bugünü. 



Kısacık karıncalar bile bir görev uğruna yaşıyorlardı. Her ne kadar ne yaptıklarının farkında olmasalarda onlar da çabalıyordu. 



Cüneyt kalabalığı izledikçe etrafın gerçekten de ne kadar kalabalık olduğunu fark etti. İstanbulun kaldıracağı 7-8 milyon iken şimdilerde bu sayı 20’ye yaklaşmıştı. Ülkedeki diğer gelişmiş iller bile 5 milyon barajını aşmıştı.  

Rahatlığı ile bilinen İzmir bile çok sayıda göçler sağ olsun artık eskisi kadar ilgi çekici bir yer değildi. Toplumsal düzen sarsılmaya başlanmıştı. 



Başkent Ankara ise imkansızlıklara rağmen zorunlu olarak geliştirilmiş, her taraf şehirleşmiş ve kalabalıklaşmıştı. 

Diğer iller bu gelişmiş şehirlere kıyasla köy gibiydiler. 



Aslen İzmirli olan fakat anne ve baba İç Anadoluya yerleşip  orada yetişen Cüneyt bile kaldığı yer ile şehir içinin arasında bir fark görememişti. Sadece daha büyük köydü. 



Bunları düşündüğünde Cüneyt, şirketi esas olarak Hatay’a kurmaya niyetlendi. 



Hem denize de yakındı. 



Cüneyt’in planlarına göre su arıtma tesisi kuracaktı, böylelikle içilebilir suyu elde etmekten ziyade suyun içinde bulunan madenler onun ilgisini çekiyordu. Bu Cüneyt’in maden eksikliği ve ilerde geliştireceği teknolojiler için nadir dünya elementleri olarak bilinen elementleri elde edebileceği bir yöntemdi. 



Öteki türlü çoğu element Çin tarafından satılıyordu ve herhangi bir ters durumda ortada kalabilirdin. 



Oysa deniz suyunda var olan madenlerin haddi hesabı yoktu. Sarı kek olarak bilinen uranyum madeni bile deniz suyunda hayli çok miktarda vardı. Diğer elementlerden rubidyum ve neodmiyum gibi manyetik alan oluşturma elementleri suda belirli bir oranda çözülmüşlerdi. Eğer günde 100000metreküp su arıtabilirse Cüneyt, bu elementlerden tonlarca elde edebilirdi. 



Üstelik demir ve alüminyum gibi elementlerin miktarı deniz suyunda hayli fazlaydı. Altın bile vardı su da. Tabi çok az oranda.  



Ancak o çok az oran grafin nano tüp su arıtma modeliyle çok ama çok miktara sahip olacaktı.  



Düşünsenize İstanbulun su tüketimi günlük 2.5 milyon metreküp kadardı. Cüneyt’in yapacağı arıtma cihazının boyutu kabaca 100 metre karelik bir alana sahipti ve bundan 25 tanesi İstanbulun suyunu karşılayabilirdi. Eğer bu işletmeyi kullanabilirse hem su satabilir, hem de gerekli olan elementleri rahatlıkla karşılayabilirdi. 



Fakat her şey göründüğü kadar kolay değildi. Mesela sarı kek mevzusu basit bir mesele değildi. Dünya, su arıtma sonucu uranyum elde edebilen Cüneyt’i öğrenirse onu bitirirlerdi. Hele ki Türkiye ortamında fişini ilk çeken Türklerin kendisi olurdu. 



Bu nedenle Hataydaki su arıtma tesisi gizli yürütülmeliydi. En azından bir süreye kadar. 



İkinci plana göre Kayseri, Gaziantep gibi endüstriyel bir iç şehirde önce teknoloji geliştirip gerekli olan yapılanmayı başlatmayı planlıyordu. 



*** 



Ertesi gün erken saatte okula gelen Cüneyt, okulu bitirmek için verdiği dilekçe sayesinde sınavlara erkenden katılma hakkına sahipti. Bu nedenle sınavlara girip geçmesi gerekiyordu. 



Neyse ki fakülteden hocaların yardımı ile bir sınıfta gözetmenlerin huzurunda teorik dersleri bir çırpıda geçti, ardından uygulama derslerini de geçti ve artık üniversite ile ders ilişkisi kalmamıştı. 



Fakat diplomayı, Rektör Murat’ın ricası üzerine 2 yıl sonra alacaktı. Kalan bu 2 yıl okula gelsin gelmesin fark etmeyecek, derslerden geçmiş sayılacaktı. 



Üniversite kapısına geldiği an Cüneyt, bir an düşündü, acaba renkli bir yaşam sürmeli miydim diye? 



Fakat çok geçmeden yapacaklarını hatırladı ve kafasını sallayıp evinin yolunu tuttu. 



Ancak o bilmiyordu ki uzaktan birisi onun gidişini seyrediyordu. 



Derya, Cüneyt’in bu süre zarfında kendisinden bilerek uzaklaştırdığını hissetmişti. Sebebini tam olarak bilmese de en azından üne kavuşup kendini kaybetmesinden olmadığını biliyordu.  



Bu durum Derya’yı üzüyordu dense yeriydi, fakat o bile kendinden emin değildi içindeki bu boşluk hissinin neden olduğundan. 



“Kaderde karşılaşmak var ise bir gün mutlaka karşılaşırız” dedi hafiften. 



 

Bölüm Sonu. 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44404 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr