Bölüm 3: Gelecek Endişesi.

avatar
1176 15

Medeniyetin Yükselişi - Bölüm 3: Gelecek Endişesi.


Yaşlı adamın dediklerini duyduktan sonra Cüneyt, Genetik Optimizasyon Çözeltisine ve teknolojinin nimetlerine gıpta etmeden kendini alamadı.  

 

Saatine baktı ve saat 20:34 olmaktaydı, yani yaklaşık yarım saattir olan muhabbetleri 1 dakika bile zamanı ilerletmemişti. Bu da onu zaman teknolojisinin nimetlerine tekrardan gıpta etmesine neden oldu. 

 

“Zaman artık geliyor, yurda dönmeliyim” dedi ve yola çıktı. Önce Kadıköy rıhtıma gidip oradan Altunizade otobüslerine binmeyi planlıyordu. Fakat yola çıktıktan sonra çok geçmeden neredeyse hiç yorulmadığını, hatta vücudunun yürümek ve spor yapmak için can attığını gördü.  

 

“Yoksa bugün yürüyerek mi gitsem?” diyerek düşündü. KYK yurtlarının son giriş saatleri 23:00 idi. Halen 2.5 saati vardı ve yol da tam olarak uzak değildi.  

 

Kuş uçuşu mesafe her ne kadar 5 kilometre bile olmasa da İstanbulda iki yakın mesafe arasında yol yok ise eğer, bu mesafe katlanarak artardı. Bu nedenle ara sokakları çok iyi bilmediğin yerlere kesinlikle yürüyerek gitmemelisin. 

 

Cüneyt hafif tempolu yürüyüşünü zamanla hızlanarak sanki sabah sporu yapıyormuş gibi hızlanarak artırdı ve nihayetinde komando yürüyüşü gibi hızlandı. Fakat ne bir yorgunluk  gösteriyor, ne de herhangi bir şekilde nefes nefese kalıyordu. Böylelikle tam 35 dakika sonra yurta dönmeyi başardı. 

 

Kendisi 6’şar kişilik odalarda kalıyordu. Oda arkadaşları çeşitli üniversitelerde okuyordu, çeşitli nedenlerden dolayı onlarla birebir dostluk kurmamıştı. Görünüşe göre onların gözünde tam bir köylü davaro idi. Hakikaten de bunu söylemek mümkündü. Giydiği kıyafetler her ne kadar köylülerinki gibi olmasa da estetikten uzak ucuz kıyafetlerdi. Ayrıca bir takım kıyafeti birden fazla gün de giyiyordu. 

 

Bu meşhur Japon animelerinden pokemon gibiydi. 500 bölüm aynı kıyafeti giyen kahramanlar gibiydi. Tabi bu üniversiteli bir genç için ölümcül bir durumdu. Genelde gençler kendilerine adeta kadınların bakım yaptığı gibi bakım yapar, her gün farklı kıyafetler giyer ve konuştukları mevzuların yüzde 90 ı kadınlarla olan ilişkilerden oluşurdu.  

 

Bu idealist ve ülkesinin geleceği hakkında endişelenip elini taşın altına koymayı gözden çıkarmış bir genç için kabul edilemez bir durumdu. Cüneyt böyle hissetmekteydi. Bu nedenle dönem başladığından beridir kendi yurt arkadaşlarıyla tam manası ile bir kere bile oturup muhabbet etmiş değildi. Onların kendi aralarında konuşmalarını bile hiç dinlemezdi. 

*** 

 

 

Yurta döndükten sonra aşırı bir yorgunluk ve halsizlik hisseden Cüneyt çok geçmeden kıyafetlerini değiştirip yatağına yattı. 

*** 

 

Sabah saat 5:30 da her zamankinden 2 saat erken uyanan Cüneyt, aşırı derecede aç ve susuz hissetmekteydi. Dahası yattığı yerdeki bir şeyler onu uykuda rahatsız etmiş ve erkenden uyanmasına da sebep olmuştu. Gözünü açtığında daha günün doğmasına epey olmasına rağmen şafak ışıkları sayesinde ve birazda keskin gözleriyle neler olup bittiğini anladı.  

 

Yatağında her yerde çeşitli kıllar ve siyah renkli kirler mevcuttu. Cüneyt salon erkekleri gibi kılsız birisi değildi. Kendisi Anadolunun bağrından kopmuş bir genç olmasından ötürü gövdesinde, bacaklarında ve olması gerekenden fazla olan yerlerinde kıllar vardı. Bu normal bir durumdu ancak sırtında çıkan kıllar biraz gereksizdi. 

 

Dün kullandığı genetik solüsyondan ötürü vücudu bu kılların gereksiz olduğuna karar vermiş ve fazla enerji harcamamak adına kökten olayı çözmüştü. Sonuçta insanlar artık doğa ile doğrudan maruz kalmıyor, arada kıyafetleri giyiyordu. Genetik solüsyon olaibldiğince kaliteli bir üründü ve vücudu onu kullandıktan sonra neyin gerekli neyin gereksiz olduğunu çok iyi anlıyordu.  

 

İkinci durum ise vücudunda gerçekleşen değişimlerdi. Eskiden vücudu her ne kadar şekle girmemiş olsa da herhangi bir şekile de benzemiyordu. Standart bir Türk genci gibiydi, ne kiloluydu, ne kalıplı. Ancak şimdi vücudu daha zarif hale gelmiş, kollarında fazladan olan ve esneklik veren yağlar yerini sağlam kaslara ve sanki spor yapıyormuş gibi şekle girmişti. 

 

Öte yandan yataktan kalktığında ranzanın daha aşağıda olduğunu görmüş, bu da onun boyunun uzaması anlamına geliyordu. Sonuçta önceki hali 178cm iken şimdi kabaca söylemek gerekirse en az 185 vardı. Tabi bu onun fikriydi, henüz ölçmemişti.  

 

“Bu durum oldukça can sıkıcı..” gelecekte meydana gelecek sorunları düşününce baş ağrısı hissetmeye başlamıştı. Sonuçta bir gecede neredeyse 10cm uzamak insanların gözlerinden kaçmazdı.  

“Tabi ya teknoloji kulesi” birden dün gece yaşadıklarını hatırladı, her ne kadar gördüğü şeyler genetik çözeltinin sonucu olsa da o zihninin derinliklerinde yer alan kuleyi kendi gözüyle görmediği sürece rahat etmeyecekti.  

 

Zihnini odakladığında zihninin derinliklerinde yer alan tanıdık yerleri ve yaşlı adamın ortaya çıktığı yeri gördü ve sonunda ferahladı, hemen dışarı çıktı ve yatağını toparlamaya karar verdi, ancak tam da o esnada sanki yıllardır yemek yememiş gibi karın açlığı çekiyordu. 

 

“Grrrr”  

 

Midesinin protestolarını gören Cüneyt öncelikle kendine ait dolaba gitti ve 1.5 litrelik hazır içme suyunu aldı, bir dikişte içtikten sonra halen susuz hissediyordu bu nedenle odadaki damacanaya gitti ve sessiz bir şekilde şişeye su basmaya başladı. 

 

İstanbulda çeşmeden su içmek ile kanser challenge yapmak neredeyse bir görülüyordu. Burada yaşayan halk neredeyse 50 yıldır artık çeşmeden su içilmemesi gerektiğini anlamıştı. Bu nedenle küçük-büyük su şirketleri, damacana dan su satan servisler olabildiğince gelişmişti. Fakat 17 milyonun yaşadığı bir yerde taşıma su ile değirmeni döndürmeyi çalışmak, işi kökten çözmeye odaklanmamak... Cüneytin buna diyebilecek bir sözü yoktu. Onun tek yapması gereken karnını hızlı bir şekilde doyurmaktı.  

 

Neyse ki dolabında acil durumlar için her zaman sakladığı yiyecekler mevcuttu. Her ne kadar sağlıklı olmasa da Burçak bisküvilerden almıştı. Hem doyurucuydu hem de diğer besinlere göre olabildiğince fiyat/performans lideriydi.  

 

3 lü paketi açtı ve sanki görmemiş gibi ağzına doldurmaya başladı. Bu onun yemeyi bilmemesinden dolayı değildi, adeta içgüdüleri onu ele geçirmişti. Çok geçmeden 3 paket Burçak bisküviyi yedikten sonra şişe dolusu suyu içti ve halen karnının en azından biraz bastırmasını beklerken tam tersi olduğunu gördü.  

 

3 paket yemekten sonra açlığı daha da şiddetlenmiş, yediği şeyler sanki hiç midesine gitmeden doğrudan enerjiye dönüşmüş gibiydi. Bu kötü haberdi çünkü başka yiyecek bir şeyi yoktu ve kahvaltı yapması için en erken 2 saat beklemeliydi.  

 

“Bu kötü.. Eğer porsiyonum böyle artmışsa ay sonunu getiremem.. Acil bir çözüm bulmalıyım!” dedi içinden.  

 

Çok geçmeden açlığını bastırıp bir şekilde kıyafetlerini giydikten sonra 2012 model olan Asus N53SV model i7 2670QM, GT540M ekran kartına sahip yılların bilgisayarını aldı ve odadan çıktı. Yurttan çıktığı sürece yiyecek bir şey bulabileceği yerler mevcuttu. En azından simit vs. Alır yerdi.  

Bilgisayarı yanına almasının sebebi açlığına çare bulmak için düşündüğü bir şeydi. 

 

Her ne kadar öyle görünmese de Cüneyt’in beyni sanki çok çekirdekli işlemciler gibi düşünmeye başlamıştı. Aynı anda neredeyse iradesini teslim olan açlığıyla yüzleşirken bir taraftan da para kazanmanın yollarını arıyordu.  

 

Bu düşüncelerin sonucu vardığı toplam sonuç, Soft to Hard tekniğiydi.  

 

Endüstriyel gelişimini her ne kadar tamamlamamış bir ülkede yaşıyor olsa da Cüneyt, bacasız fabrika olan yazılım sektörünü ve bu sektörün getirebileceği şeyleri çok iyi biliyordu.  

 

Bir bilgisayar ve bir internet sayesinde istediği gibi para kazanabilecek bir uygulama geliştirmeyi planlıyordu. İlk olarak düşündüğü şey ise belki de kullandığı telefondan ötürüdür Android sistem hızlandırma ve optimize etme programı idi. Her ne kadar yazılım dilleri hakkında tek bir kelime bilmese de kendisinin de aç olduğu gibi beyninin de bilgi öğrenmek için aç olduğunu görüyordu.  

 

Henüz test etmiş olmasa da o emindi ki şu an önüne ne gelirse gelsin tek bakışta anlayacağına emindi. Bu sallamasyon bir şey değildi, daha doğrusu beyninin gelişmesiyle gelen bir özgüvendi.  

*** 

 

Çok geçmeden bir simitçi buldu ve tamı tamına 25 simit yedikten sonra artık açlık hissetmemeye başladı. Fakat simit parası öderken sanki evladını yitirmiş gibi hissetti. Sonuçta fakir birisiydi ve harcadığı para günlük 10 tl ve en fazla onun 3 katı kadardı. Fakat sadece karnını doyurmak için bile tanesi  1.75 tl olan 25 tane simit yemişti. Üstüne az önce yediği Burçak bisküviyi de eklerse sadece sabah kahvaltısı için 50 TL harcamıştı.  

 

Üstelik daha güneş doğmamıştı ve normal öğün saatleri gelmemişti bile. Bu nedenle acilen hayatta kalmasına yardımcı olabilecek geliri elde etmeyi planlıyordu. 

 

Çok geçmeden Üsküdar sahile gelen Cüneyt, buradaki uzun koşu parkında biraz antreman yapmayı hedefiyordu. Çünkü daha okul açılmamış ve istese de gidebileceği bir yer yoktu. Bütün bunları düşündükçe aşırı derecede nefret ve sinirle doluyordu. 

 

Nasıl olabiliridi de bir üniversite açılır, kendi yurdu olmaz, kendi koşu parkı olmaz, kendi öğrencilerine hizmet verebileceği bir büyük 7/24 açık olabilecek kafeteryası olmaz idi?  

 

Türkiyeyi anlamak gerçekten zordu. İstanbulda bir ‘Bina’ sı olan üniversite kurabiliyordu. Kimse öğrencilerin nerede kalacağını, ne sporu yapacağını, ne kendini geliştireceğini düşünmüyordu.  

 

Rant ve rantçılık, kısa yoldan para kazanma, dolandırıcılık adeta ülke insanın gündelik yaşam tarzı olmuştu. Cüneyt iyi biliyordu, eğer medeniyeti toplu bir şekilde yükseltmek gerekirse her bir vatandaşın seviyesi artırılmalıydı. Eski nesle sahip olanların bu trene binemeyeceği aşikar idi.  

 

“Bütün bunlar değişmeli!” dedi uzun bir düşüncenin ardından.. 

 

Bölüm Sonu 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44403 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr