Bölüm 51: Kralların Çatışması (7)

avatar
442 4

Kötü Adamın Hayatta Kalma Rehberi - Bölüm 51: Kralların Çatışması (7)


 

“Majesteleri!”

 

Lancelot biraz geçte olsa tepki verebildi. Belindeki gümüş ışıklar yayan kılıcını çekti ve prensesin önüne geçti. Birkaç asker de aynısını yapıp prensesi arkalarına almışlardı. Amaçları, prensesin nerede olduğunu fark ettirmemekti.

 

“İ-İyiyim.”

 

Beatrice, William’ın kollarının arasında olduğunu fark etti ve hemen kendini toparladı. Kalbi yüksek tansiyonlu bir antrenmanı bitirmişçesine gümbür gümbür atıyordu.

 

William kılıcını kınına yerleştirdi ve utanarak ona bakan prensese döndü.

 

“Öyle dik dik bakarsanız utanırım, majesteleri.”

 

“Sen de kimsin?”

 

“William Marfont, küçükken tanışmıştık hatırlamıyor musunuz?”

“Anlıyorum.”

 

Beatrice şoku atlatamamış olacak ki boş boş bakındı. O esnada diğer krallar olay yerine intikal etti. Tek bir okun az kalsın Beatrice’in canını alacağını öğrendiklerin hepsi soğuk terler döktü.

 

“Okçu Kral, Hou Yi olmalı.”

 

Kim olabileceğini tartışırlarken William aniden bu ismi söyledi.

 

Hou Yi, Çin mitolojisinde dokuz güneşi öldüren okçu olarak bilinirdi. Yaratılış efsanesine kadar uzanan antik bir geçmişi vardı. Yaratılış söylencesinin girişi bu söylence içinde geçerli olduğu söylenirdi.

 

Yaratılış söylencesinde Ana Tanrıça Nugua’nın dünyadaki düzeni yeniden kurması gibi Okçu Yi adıyla bilinen Hou Yi de kendi düzenini kurardı. Dünya’yı yok eden dokuz güneşi birer birer avlar ve öldürür. Sonunda hem insani hem de tanrısal özelliklere sahip bir ‘kahraman’ olarak Çin mitolojisinde yerini alırdı.

 

Kesinlikle en güçlü Çin kökenli takımyıldızlarından biriydi.

 

Sadece biraz önce attığı ok bile onun gerçekten Hou Yi’nin varisi olduğunun göstergesiydi.

 

“Bu sonuca nereden vardın?”

 

“Hou Yi, dokuz güneşi öldürecek kudrete sahip bir okçu olarak bilinir. Fark edemeyeceğiz uzaklıktan prensesin tam kalbini hedef alabilecek tek okçu olduğunu düşünüyorum. Şayet, eğer değilse artık rahat gezemeyeceksiniz.”

 

“Hoşuma gitmedi.”

 

“Yapacak bir şey yok.”

 

William, Tancredi’nin hor görüsüne karşı sadece omuz silkti.

 

“Bunu keşfeden sendin. Bir önerin var mı?”

 

Beatrice de dahil olmak üzere birçok kral William’ın ağzından çıkacak sözlere odaklandı. Hem pusuyu hem de Hou Yi’nin saldırısını engellemeyi başarmıştı.

 

Artık herkes onu farklı görüyordu.

 

“Kılıç Kralı Yohei’nin ne kadar güçlü olduğunu bilmiyorum ama kesinlikle görmezden gelinemeyeceğini düşünüyorum. Çinliler size suikast düzenleyerek gururunuzu incitti. Bu yüzden onlara saldırmak için yanıp tutuştuğunuzu hissedebiliyorum.”

  

Kraliyet kanı taşıyan Beatrice’in bu meydan okumayı görmezden gelmesi mümkün değildi. Öyle öfkelenmişti ki şu an bile elleri kıyafetinin kenarlarını parçalarcasına sıkıyordu. Yüzüne yansıtmasa dahi patlamaya hazır volkan gibiydi.

 

Sadece bunu bastırmaya çalışıyordu.

 

Beatrice, William’ın sözlerini duyunca bir an şaşırdı. Duygularını dizginleyebilecek yetenekte olduğunu düşünmesine rağmen William şu anki durumunu anlayabilmişti.

 

Saray da hayatta kalmış biri olarak Beatrice kızgınlığını kontrol etmenin ve duyguları saklamanın önemini biliyordu. Ancak bilmek ile bizzat deneyimlemek çok farklıydı. Duyguların saklaması zor olan şeyler olduğunu öğrenmişti.

 

Çinlilere topyekun saldırmasını önleyen tek şey Hou Yi ve Kılıç Kralı Yohei idi.

 

William prensesin omzuna dokundu ve onu düşünce bataklığından çıkardı. Beatrice ilk defa bir erkeğin ona dokunmasından tiksinmedi.

 

“En büyük sıkıntımız kesinlikle Kılıç Kralı Yohei. Bir köşede bekliyor ve ne zaman saldıracağı belli değil. Kazandık dediğimiz anda da saldırabilir, ilk adımımızı attığımız anda da. Ancak bir şeyden eminiz ki Çinliler bizimle kuşatma savaşına girmek istemiyor. Kuşatma başlamadan önce işimizi bitirip en büyük rakiplerini elemeyi planlıyorlar.”

 

Krallar kafalarını salladılar. William’ın söylediklerinin hiçbiri yanlış değildi ama zaten bunları düşünmüşlerdi.

 

“Durumu göz önüne aldığımızda üç seçenek var. İlk seçenek geri çekilmek. Yir Bayırları’ndan vaz geçip daha az dezavantajı olan bir bölgeyi ele geçirebiliriz. Tabii bunun için birçok bölgeden vazgeçmek zorunda kalabiliriz. Aramızdan sadece bir kral bölgenin sahibi olur.”

 

Herkes aynı anda kafasını olumsuz anlamda salladılar. Bu mücadelenin sonunda kesinlikle Yir Bayırları’nı ele geçirmek zorundalardı ve bunu Çinliler bölgeyi ele geçirmeden yapmalılardı.

 

Krallar kendi bölgelerine sahip olmak varken neden tanımadıkları birinin emrine gireceklerdi ki? Her biri yalnızca kendi çıkarlarını umursayan kişilerdi. Öyle olmasalardı neden ittifaka katılsınlardı ki? Sonuçta tek başlarına da bir bölgeyi işgal etme ihtimalleri vardı.

 

“İkinci seçenek ise topyekun saldırıp zafer kazanmak. Kılıç Kralı Yohei’nin kurduğu tuzağı bilerek görmezden gelir ve Çinlilerle çarpışırız. Ardından arkasındaki müttefikimiz harekete geçer ve durumu eşitlememize neden olur. Büyük ihtimalle Pirus Zaferi olur ama bölgeyi fethetmemizi engelleyecek düşman kalmaz.”

 

William iki taraf arasında dövüş gücü üstünlüğünün Avrupa İttifakı’na olduğunu biliyor gibiydi. Eh, çok da yanlış sayılmazdı. Çinliler her ne kadar dövüş sanatları bakımından dünyanın en ileri gelen ülkesi olsa da böyle bir savaşta dövüş sanatları pek bir anlam ifade etmezdi.

 

Avrupa İttifakı’nın gelişmiş ekipmanları ve disiplini ile birlikte rakibi yok edebilirlerdi ama kazanacakları kaybedeceklerinin yanında bir hiç olurdu. Bu yüzden Beatrice Pirus Zaferi’nden kaçınmak istiyordu.

 

Bugün hayatta kalmak için yarını feda etmek istemiyordu.

 

“Üçüncü yolumuz ise sorunu kökünden halletmek.”

 

“Kökünden mi?”

 

“Evet.”

 

“Bunu nasıl yapacağız?”

 

Krallar merakla William’a baktılar. Üçüncü cevap sorunu kökünden çözecekmiş gibi bir hissiyat oluşturuyordu.

 

William çadırın ortasındaki simgelere baktı ve Kılıç Kralı Yohei’i temsil eden çakıl taşına dokundu. Diğerleri ile aynı olmasına rağmen masadaki yeri kazanan ya da kaybedeni belirleyecek kadar önemliydi.

 

“Bunun için Kılıç Kralı Yohei’nin ne istediğini anlamamız gerekiyor. Hadi biraz beyin fırtınası yapalım. Yir Bayırları’nı isteme amacımız nedir? Herkesin aklında stratejik üstünlük kelimeleri canlanmıştır. Peki ya stratejik üstünlüğün en büyük faydası nedir? Evet, doğru cevap; bölge ve çevre kontrolünü sağlamasıdır.”

 

Sadece yedi bölge vardı ve sadece yedi kral o bölgeleri işgal edebilecekti.  Oysa otuzdan fazla kral hâlâ ayaktaydı ve sürekli çatışıyordu.

 

Sadece Yir Bayırları’nın önünde yirmiden fazla kral iki bölgeye ayrılmış, savaşın kan kokan rüzgarlarını selamlıyordu.

 

Yir Bayırları çevredeki bölgeleri kontrol etmek için mükemmel bir coğrafyaya sahipti. Kuşatılması zordu, konumu mükemmeldi. Dört Mevsim Ovası’da dahil olmak üzere her yere kolaylıkla ulaşabilirlerdi.

 

İttifakta ona yakın kral vardı ve birkaç tanesi aynı millete mensuptu. Aralarındaki antlaşmaya göre tüm bölgeleri yedi farklı ülke için ayıracaklardı. Yir Bayırları ise buranın merkezi olacaktı.

 

“Kılıç Kralı Yohei’ye onların yanına çekecek ne olabilir ki?”

 

Beatrice elini çenesine koydu ve düşünmeye başladı.

 

“Cevap oldukça basit.”

 

William gülümsedi ve Kılıç Kralı’nı temsil eden taşı havaya attı.

 

“Güven.”

 

“Güven?”

 

“Evet, güven. Oldukça şaşırtıcı geliyor olabilir ama Çinliler ile bir Japon olan Yohei’nin aynı tarafta olması aralarında bir güven bağlantısı olduğunu gösteriyor. Güven, iki tarafta birbirinden bir çıkar sağladığı sürece geçerliliğini korur. Yani, Yohei’yi tarafımıza çekmek istiyorsak güvenini kazanmalıyız. Bunun en iyi yolu da Çinlilerin verdiğinden daha fazlasını vermek.”

 

William, Kılıç Kralı’nı simgeleyen taş ile Çinlileri temsil eden taşı aldı ve yan yana yerleştirdi.

 

“Eğer onlardan daha iyi bir teklifle gider ve yanlış tarafta olduğunu hissettirebilirsek Yohei’yi tarafımıza çekebilir ya da savaşın dışında bırakabiliriz. Burada önemli olan samimiyetimizi hissettirmek.”

 

“Söylemesi kolay ama yapması çok zor. Japonlar gururlu ve sadıktır. Başkalarına kolay kolay ihanet etmezler.”

 

“Eğer Çinliler işleri bittikten sonra Yohei’yi öldürmeye karar vermişse Yohei yanlış tarafta olduğunu hissedecektir. Bir nebze de olsa güvenini kazanmak – hayır, onu yavaşlatmak bile bize büyük bir avantaj sağlayacak.”

 

“Bunu nasıl yapacağız?”

 

Beatrice merakla sordu.

 

William gülümseyerek Kılıç Kralı’nı Avrupa İttifakı’nı temsil eden taşın yanına koydu.

 

“Diplomasi ile.”

 

---

 

Herkes nasıl elde edeceğini bilmeden bir şeyler ister ve bu durumun ilginç bir şekilde hiç kimse istediğine ulaşmanın yolunu bilmez.

 

Ama Kılıç Kralı olarak da bilinen Yohei tam olarak ne istediğini ve diğerlerinin ne yapabileceğini biliyordu. Bu yüzden gelecek her şeye karşı hazırlıklıydı.

 

Çatışma ve savaş genelinde sevimsiz duygular uyandıran olgulardır. Böylesine sevimsiz bir durumdan kaçınmak isteyenler, karşılığını aynı biçimde alabileceklerini düşünerek çevrelerinde bulunanlara kibar ve uzlaşmacı davranmaya çalışır.

 

Tabii, milliyetçiliğin doruk noktasında olduğu bu dönem de Japonlar diğer ülkelerin çok gerisindeydi. Bunun nedeni güçsüz olmaları ya da içlerinden kral çıkaramamaları değildi.

 

Veba Kraliçesi’nin kurduğu isyankar grup dışında hemen hemen her Japonun, Kılıç Kralı Yohei’nin emrinde olmasıydı.

 

Her kralın sadece 124 kişi seçebildiği bir savaş alanındaysa bu bariz bir dezavantajdı. Japonlar hem yalnız kalmıştı hem de sayıca çok azlardı.

 

Karşısında Göksel Kral gibi bir askeri deha, Kan Kraliçesi gibi yetenekli bir taktisyen ve kendi alanlarında öne çıkan pek çok kral olduğundan Yohei kendini ve Japon halkını kurtarmak istiyorsa başkaları ile işbirliği yapmalıydı.

 

Bunu anladığında o gün yaptığı ilk iş Çinlilerin beyni olarak da bilinen Göksel Kral’a iyi niye elçileri göndermekti. Ardından Japonların hayatta kalma arzusunu dile getirip dezavantaj da olduğunu vurgulayarak antlaşma masasına oturmuştu.

 

Bir saatlik müzakerenin ardından Kılıç Kralı Yohei’nin destek kuvvet olarak duracağı ve Çinliler her zor duruma düştüğünde tereddüt etmeden savaş alanında destek olacağı kararlaştırılmıştı. Bunun karşılığında yedi bölge ele geçirilirse bir bölge Kılıç Kralı’na verilecekti.

 

Yohei aptal değildi.

 

Çinlilerin tamamen avantaj da olduğunu biliyordu. Ne kadar çabalarsa çabalasın, ne kadar yardımcı olursa olsun onlara bir bölge verilmeyecekti.

 

Çünkü ana koşul belliydi.

 

Yedi bölge ele geçirilirse.

 

Çinliler en başından beri yedi bölge ele geçirme amacında değildi. Sadece bunu amaçlıyormuş gibi davranıp diğerlerinin gözünü korkutuyorlardı.

 

Yohei bunun en başından beri farkındaydı ve bunu bilerek masaya oturmuştu. En başından beri amacı Çinlilerden bir bölge almak değildi. Amacı çok daha farklıydı.

 

“Ne düşünüyorlar?”

Böyle olsa bile Avrupa İttifakı’ndan gelen elçilerin onlarla anlaşmak istemesini beklememişti. Şu anda gizliliğe o kadar önem veriyorlardı ki ne kamp ateşi yakılmış ne de kamp kurulmuştu. Yohei, tüm dezavantajlarına rağmen Avrupa İttifakı’nı pusuya düşürmeye kararlıydı.

 

Ancak Avrupalı kralların bunu fark edip onu tehdit edeceğini nereden bilebilirdi ki? Üstelik karşı taraf onun amacını öyle iyi biliyordu ki tehdit edilince Yohei’nin pek bir seçeneği kalmamıştı.

 

“Pusuyu öğrendikleri için tüm avantajımızı kaybettik. Onlara arkadan saldırıp da gafil avlayamayız artık. Yerimizi bildiklerine göre önlem almak konusunda sorun çekmeyeceklerdir. Her ne kadar birliklerini bölmek zorunda kalsalar – Çinlileri yenemeseler de kendileriyle birlikte götürebilirler.”

 

Yohei başının ağrıdığını hissetti.

 

“Bu da isterseler bizi çok zorlanmadan öldürebilecekleri anlamına geliyor.”

 

Yohei’nin umursadığı şey kral olmak ya da bölge işgal etmek değildi.

 

Umursadığı onu takip etmekte kararlı olan yoldaşlarını güvenlice evlerine döndürmekti. Çinlilerin emrindeymiş gibi durmasının nedeni de buydu. Tüm dezavantajlara rağmen bunu sürdürmesinin nedeni.

 

Niyetini çok iyi gizlediğini düşünüyordu. Çinlilerle masaya oturduğunda tek amacı bölge edinmek ve kral olarak kalmakmış gibi hareket etmiş, hırslarını göstermiş ve Çinlilere güveniyormuş izlemini vermişti.

 

Göksel Kral, Mızrak Kralı, Ejder Kral gibi zeki figürler dahi onu yakından görmelerine rağmen düşüncelerini kestirememişti.

 

Avrupa İttifakı’ndaki sadece hareketlerini gözlemleyerek bunu tahmin etmiş olması inanılmazdı.

 

“İki seçeneğim var. Birincisi Avrupa İttifakı’nın karşısında Çinlilerin yanında olup küçükte olsa kazanma şansı. İkincisi Avrupa İttifakı’nın tarafında olup Çinlilerin rakibi olmak. Birincisi, Çinlilerin zaferi ile sonuçlanacağı kesin. Ama bizler kesinlikle kaybedeceğiz. İkincisinde Avrupa İttifakı kazansa ya da kaybetse de oradan uzaklaşacağım için beni ilgilendirmeyecek. Ama Çinlilere karşı çıktığım için büyük ihtimalle intikamlarının hedefi olacağız.”

 

Sonunda her şey iki seçeneğe daralmıştı. Ya Çinlilerin tarafında olup kazansa da kaybedecekti. Ya da Avrupa İttifakı’nı dinleyecek, savaşın dışında kalacak ve bugünü zarar almadan atlatacaktı.

 

Hangisini seçerse seçsin kayba uğruyordu.

 

Yohei biraz düşünürken Avrupalıların kampında hareketlenmeler olduğunu fark etti. Kazanlar toplanmış askerler oturdukları yerden kalkıp vücutlarını esnetmeye başlamıştı. Çok geçmeden iki tarafın birbirine saldıracağını anlamıştı.

 

Seçim zamanı gelmişti.

 

“Bunun arkasındaki beyni bulup öldüreceğim!”

 

Yohei katanasını çekti ve çalılıklarda dahi olmak üzere pek çok yere gizlenmiş yoldaşlarına seslendi. Kararını vermişti.

 

-.-.-.-.


Olayı anlamayanlar veya takip edemeyenler için basitçe özetleyecek olursam; Yohei kendi amacını gizleyip Çinlileri kullanma niyetindeyken başka birisi onun zayıf noktasını keşfedip Çinlileri kullanmasının arkasındaki sebebi öğreniyor. 


Sebep ise kişisel çıkar değil de yoldaşlarını sınav boyunca hayatta tutmaktı. Bu yüzden Çinlilerle işbirliği yapmış ve tehlikeli olsa da Avrupa İttifakı'nı pusuya düşürmeyi kabul etmişti. 


Ancak şimdi Avrupa İttifakı asıl amacının bölge ele geçirmek olmadığını, yoldaşlarını korumayı hedeflediğini anladığında onu tehdit ediyor. 'Bize zarar verirsen seni de kendimizle beraber götürürüz.' En sonunda Yohei fark ediyor ki düşman onun hangisi seçeceğinden emindi ve onu bir seçim yapmaya zorluyordu. 


Ufak hayatta kalma ihtimali olsa da uçurumdan atlayacak mıydı yoksa teslim mi olacaktı?


 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44530 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr