Bölüm 50: Kralların Çatışması (6)

avatar
428 3

Kötü Adamın Hayatta Kalma Rehberi - Bölüm 50: Kralların Çatışması (6)




Pek çok kral gibi Ejder Kral Xiang Yu da Yüce Kral’ın diğer takımları tarafından saldırıya uğramıştı. Üstelik en güçlü savaşçı olarak görüldüğü için birden fazla takım kaptanıyla aynı anda savaşıyordu. Yeraltı Şeytanı ve Kara Çiçek ile savaşıyordu.

 

Ama garip bir şekilde ikisi ile de kolaylıkla başa çıkabiliyordu. Her ne kadar Yeraltı Şeytanı ve Kara Çiçek saçma derece de güçlü olsa da Xiang Yu küçüklüğünden beri tapınakta dövüş sanatları eğitimi görüyordu.

 

Üstelik buranın mana sistemini kavradıktan sonra ustalarından miras aldığı meditasyon teknikleriyle birleştirmiş ve sahte bir Mana Yetiştirme Tekniği elde etmişti.

 

Şu anda ona sadece Kader Kraliçesi ve Yüce Kral karşı koyabilirdi.

 

Kargısı saniyeler içerisinde defalarca havayı deldi. Yeraltı Şeytanı’nın devasa palası bile onun arkasındaki kuvvete karşı duramadı.

 

Bitkilerin dize ulaştığı küçük bir çayırda bir çiçek kadar zarif bir genç ile iki kalıplı adam birbirini öldürmek için çatışmaya devam ediyordu. Yeraltı Şeytanı ve zarif genç pek çok kombinasyonla kargı kullanan kalıplı adamı öldürmeye çalışsalar da güçleri hemen hemen aynı seviyedeydi.

 

Bu yüzden Yeraltı Şeytanı çok geçmeden geri çekilme kararı aldı.

 

Kara Çiçek ve Şeytan Takımı ani bir atağın ardından Kurak Bataklığa doğru çekilmeye başladı. Xiang Yu onları kovalamak yerine askerlerini topladı ve dağlara çekildi.

 

İlk iki gün krallar birbiriyle topyekun savaşmak yerine müttefikler bulmaya ve çevreyi incelemeye koyuldu.

 

Üçüncü gün geldiğinde ise tüm kralların önünde bir pencere belirdi.

 

[Ana Senaryo Görevi: Yedi Kral Yedi Bölge]

 

[Belirtilen yedi bölgeden en az bir tanesini fethet ve orayı üç gün boyunca savun.]

 

[Bölgeyi elinizde tuttuğunuz her gün +300 Kral Puanı kazanacaksınız.]

 

Krallar ve kraliçeler gerçek savaşın şimdi başladığını o anda anlamıştı. Her ne kadar bazı kayıplar olsa da ölümler o kadar fazla değildi.

 

Ancak şimdi ittifaklar oluşturulmuş ve ana senaryo görevi ortaya çıkmıştı.

 

İngiliz-Alman-İtalyan ve Fransızlardan oluşan Avrupa İttifakı bin kişiyi aşkın ordusu ile birlikte stratejik olarak en üstün bölge olan Yir Bayırı’nı ele geçirmeyi hedefliyordu. Yir Bayırları, kırk beş derecelik bir açıya sahip yüz metre yüksekliğinde bir tepeydi.

 

Birkaç kilometrelik platonun ardından Dört Mevsim Ovaları, önünde Kurak Bataklık ve daha pek çok bölgeyle bağlantılıydı. Burayı ele geçirmek oldukça tehlikeli olsa da geçiren kişi stratejik olarak büyük bir avantaja olacaktı.

 

Hem gizli saldırı yeme ihtimalleri sıfırlanacak. Yükseklik farkından kaynaklanan kontrol avantajı vardı. Üstelik bayırdan aşağıya saldıracakları için saldıranlara karşı hız ve güç avantajları da olacaktı.

 

Bu yüzden Avrupa İttifakı’nın lideri olarak görülen Kan Kraliçesi Beatrice, ilk savaşın Yir Bayırları’nın önündeki Kurak Bataklığı geçtikleri anda yüksek ihtimalle Çinlilerle olacağını tahmin etmişti.

 

Kurak Bataklığın çıkışında, Yir Bayırları’nın hemen önündeki düzlükte iki birlik konuşlanmış birbirinin hareketini izliyordu.

 

“Çinliler bizden önce vardı.”

 

Komuta çadırında Savaşçı Kral Alexander, Çinlileri temsil eden küçük taş parçasını işaret ederek Beatrice’e baktı.

“Hemen savaşırsak üstünlüğü kısa sürede kaybedeceğiz. Savaşmak bir kenara sadece Kurak Bataklığı geçmek askerlerimizi ciddi mana da yordu. Bu yüzden geri çekilmeyi ve Yir Bayırları’ndan vaz geçmeyi öneriyorum.”

 

Alexander bir Fransızdı. İyi eğitimli iki profesörün çocuğu olduğu için ortalama bir insandan daha keskin zekaya sahipti. Sadece bir bakışla bile Çinlilerin avantajlı olduğunu anlayabiliyordu.

 

Her ne kadar sayı ve kral sayısı bakımından dezavantaj da olsalar da Ejder Kralı, Mızrak Kralı, Göksel Kral gibi üst sıralardaki figürlere sahiplerdi.

 

Alexander da bunu bildiği için kesinlikle saldırmamaları gerektiğini düşünüyordu.

 

“Sen ne düşünüyorsun Joseph?”

 

Beatrice elini çenesine koydu ve çadırın karanlık bölgesinde sakince onları dinleyen Propaganda Kralı Joseph’e sordu.

 

Alman asıllı olan Joseph, insanları manipüle etmesi ve ordusunun ona tamamen güvenmesi ile Propaganda Kralı unvanını almıştı. Zekası insanları anlaması ve onları yönlendirmesine imkan tanıyordu.

 

Bu bir beceriden daha çok içgüdüydü.

 

Joseph kafasını kaldırdı ve sakin gözlerle Alexander’a baktı.

 

“Sör Alexander’a katılıyorum. Burada savaşırsak ve kaybedersek arkamızdaki Kurak Bataklık yüzünden kaçamayacağız.”

 

“Anlıyorum.”

 

Beatrice, Çinlileri temsil eden taşlara baktıktan sonra masanın üzerine konulmuş taşlardan bir tanesini aldı ve Çinlilerin arkasındaki Yir Bayırları’na yerleştirdi.

 

“Bu da kim?”

 

Yeni konulan taş şüphesiz ki bir kralı temsil ediyordu ama içeridekiler bu kişinin kim olduğunu anlayamadı. Yanlış bilmiyorlarsa Avrupa’dan sadece on kral çıkmıştı ve bu Asya’dan çıkan kral sayısı ile hemen hemen aynıydı.

 

“Süvari Kral Yadean. Afrika asıllı bir Amerikan. Orduma katılma izni karşılığında bize arkadan destek verecek.”

 

“Bize ihanet etmeyeceğine emin miyiz?”

 

“Hiçbir şeyden emin olamayız. Ancak bildiğim bir şey varsa Çinlilerden bizden daha fazla nefret ettiğidir.”

 

Ölü Kral Tancredi kaşlarını çatarak Süvari Kral’ı simgeleyen taşa baktı. Kötü bir şey hissediyormuş gibi kaşlarını çatmıştı.

 

Beatrice ona bir kez daha bakmadan ittifakı temsil eden taşla birlikte Çinlileri temsil eden taşı ilerletti. Yavaşça ilerleyen taşlar ortada çarpıştı ve o esnada Süvari Kral’ı temsil eden taşı da Çinlilerin arkasına sürdü.

 

Böylelikle arkadan ve önden kıskaç saldırısı başlamıştı.

 

“Bu planı uygulayacağız ve Çinlileri olabildiğince katledeceğiz. Durumdan faydalanmak isteyenler konusunda endişelenmeyin. Çünkü güvenilir bir arkadaşım bizim için onlarla ilgilenecektir.”

 

Tancredi hâlâ ikna olmamış gibi taşlara bir süre baktı ama insanların ona baktığını hissedince kafa sallamakla yetindi. Eğer muhalif olmaya devam ederse İtalyanlar ittifaktan dışlanacaktı.

 

“Benim için sıkıntı yok.”

 

“Pekala o zaman, bir saat sonra Büyük Frederick’in dediği gibi ilk saldırıyı başlatıyoruz.”

 

Sakin sesi içerideki on kadar krala güven verdi.

 

Beatrice, kendine karşı gelen herkesi katlettiği için Kan Kraliçesi unvanını alsa da onun yanındakileri ödüllendirecek kadar yüce gönüllüydü. Bu yüzden buradaki tüm krallar ihanet etmedikleri sürece en yüksek çıkarı elde edebileceklerini biliyorlardı.

 

Sıra taktiklere geldiğindeyse çadırın girişi birden açıldı ve sarı saçlı bir İngiliz beyefendisi nefes nefese içeri girdi. Göğüs kaslarını açıkta bırakmış, altın sarısı saçları terden dolayı yüzüne yapışmıştı. Beatrice bir kontun oğlu olan gence baktı.

 

“Önemli bir toplantının ortasındayız, ölmek istemiyorsan kaybol.”

 

Rahatsız edilmekten hoşlanan biri değildi. Özellikle diğer ülkelerin krallarının önünde saygısızca çadıra dalmasıı açıkça saygısızlıktı.

 

“Majesteleri, Kılıç Kralı Yohei’nin yüz elli kişilik birliğinin bizden dört yüz metre ötede saklandığını fark ettik.”

 

Biraz önce gıcık olanlar gencin ağzından çıkanları duyunca dehşetle yerlerinden sıçradılar.

 

“Pusu mu?”

 

Propaganda Kralı Joseph merakla içeri giren gence baktı.

 

“Öyle düşünüyorum.”

 

Genç göğsünü tutarak nefeslendi ve çökmemek için elini masaya dayadı. Beatrice, Joseph ve daha nicelerinin gözü önünde olmak onu geriyor gibiydi.

 

“Senin adın neydi?”

 

Sakin ve meraklı bir ses.

 

Beatrice ilk defa gence dikkat etti.

 

---

 

Diğer krallar çadırı terk edince Beatrice ve biraz önce haber veren genç beyefendi kaldı.

 

“Adın neydi?”

 

“William, majesteleri.”

 

“William, Kılıç Kralı Yohei’nin bizden sadece dört yüz metre ötede beklediğini söylemiştin. Bunu nasıl öğrendiğini söyleyebilir misin?”

 

Beatrice bakışlarını William’ın belindeki kılıçlara çevirdi. Böyle iyi kılıca sahip bir askerinin olduğunu bilmiyordu. Açıkçası, William gibi bir figüranın böyle iyi kılıçlara sahip olabileceğini de düşünmüyordu.

 

Açıkçası belindeki kılıç Ekskalibur’dan sadece bir seviye aşağıdaydı. Lancelot’un kılıçları ile aynı kalitedeydi.  

 

“Söylemesi biraz utanç verici.”

 

William utanarak nasıl öğrendiğini dile getirdi.

 

Beatrice’in yüzünde garip bir ifade oluştu.

 

“Yani oldukça kötü… neyse, burası önemsiz. Birkaç kişiyi dediklerini teyit etmek için görevlendirdim. Bu sürede dinlenebilirsin. Eğer söylediklerin doğruysa seni ödüllendireceğime emin olabilirsin.”

 

“Minnettarım.”

 

 “Çıkabilirsin.”

 

William saygıyla çadırdan ayrıldıktan bir süre sonra da Beatrice çadırdan ayrılıp Çinlilerin kurduğu kampa baktı.

 

Aralarında bir kilometreden biraz fazla mesafe vardı ama her şey çok netti. Onları ciddiye bile almadıklarını görmek Beatrice’in gururunu incitti. Çinliler, kazanlarını kurmuş ve içeceklerini çıkarmıştı.

 

Gizli saldırı yapmak da namümkündü – onları izleyen birkaç gözcü olduğuna emindi.

 

“En az kayıpla ayrılmak istiyorsam her bir detayı gözden geçirmeliyim.”

 

Önemli olan savaşmak ya da bölgeyi fethetmek değildi. Önemli olan en az hasarla bölgeyi fethetmekti. Çünkü biliyordu ki gölgelerde duran birkaç avcı başkalarının birbirini yemesini izliyordu.

 

En kritik anda ortaya çıkıp en büyük kârı sağlayacaklardı.

 

Neyse ki önceden önlem almıştı.

 

“Çinliler bizi kışkırtıyor. Bu da onların bizi yerimizden ayırmaya çalıştıkları anlamına geliyor. Kamptan ayrılır ve Çinlilerin üzerine akın edersek, sağ kanadımız açıkta kalacağı için sürpriz saldırılara karşı savunmasız olacağız.”

 

“Ama sağ kanadımızı korumaya odaklanırsak ön saflar zayıflayacak. Zayıflamış ön saflar Çinlilerin işine gelir.”

 

Çok sıkıntılı bir durumdu. Beatrice, ne kadar düşünürse düşünsün aklına mantıklı bir plan gelmedi. Aklına gelen tek seçenek Alexander ve diğerlerinin de önerdiği geri çekilmeydi. Ancak bu andan sonra geri çekilirse insanlar onun hakkında ne düşünürdü?

 

Ona güvenen kişilerin yüzüne nasıl bakabilirdi?

 

“Xiang Yu, Cao Dai, Zhou Fang. Birebir mücadele de Xiang Yu benden daha yetenekli ama sadece bu. Lu Bu’nun havarisi olsa da tek becerisi göğüs göğüse savaşmak. Zhou Fang ise birden fazla kişiyle dövüşmekte yetenekli. Yanlış hatırlamıyorsam Pekin’in Zhou Klanı’ndan geliyor… Son derece gururlu ve küstah. Cao Dai ise…”

 

Aralarında en tehlikeli bulduğu kişi oydu. Bu savaş becerilerinden kaynaklı bir tehlike değildi. Tehlike, onun stratejik dehasından kaynaklanıyordu. Beatrice savaş alanına önce varmalarının ve Yohei ile anlaşıp pusu kurma fikrinin sebebinin o olduğunu hissediyordu.

 

“Kesinlikle öldürülmesi gereken biri.”

 

Kararı buydu.

 

“Majesteleri, Kılıç Kralı Yohei’nin bizden beş yüz metre ötede yüz elli kişilik birliğiyle saklandığını doğruladık. Lütfen sıradaki emirleri iletin.”

 

Lancelot yanına geldi ve gözcülerin bulduğu bilgileri onunla paylaştı. Beatrice uzaklara baktı ve derin bir nefes aldı. Esen rüzgar erimiş altın benzeri saçlarının dalgalanmasına neden oldu. Güneş ışığı tenine vuruyor ve güzelliğine güzellik katıyordu.

 

Güneş aşağıya düşmesine rağmen hâlâ…

 

“Ne?!”

 

Güneş aşağıya mı düşüyordu?

 

Beatrice olduğu yerde dona kaldı. Ne vücudu ne de manası bir milim hareket edemedi. Vücudu emirlerini dinlemeyi reddediyordu.

 

Normal insanlardan çok daha akıllı ve keskindi. Özellikle içgüdüleri onun bu zamana kadar hayatta kalabilmesinin asıl nedeniydi. İçgüdüleri ona kaçınmazsa öleceğini söylüyordu.

 

Bölgede ne bir engel ne de korunmasına yardımcı olacak bir yapı vardı. Düşen güneşin bir ok olduğunu fark etmesi sadece bir saniyesini aldı.

 

Ama bu sürede ok çoktan kalbine doğru ilerliyordu.

 

Sadece on metre uzaktaydı.

 

Rüzgar kesinlikle zayıf değildi ama bu ok rüzgardan etkilenmemişçesine kalbine inmeye devam ediyordu.

 

Lancelot daha olayların farkına varamadan bir ok prensesin kalbine doğru indi. Beatrice korkudan kaskatı kesilmiş bedenini çaresizce hareket ettirmeye çalışırken bu anı bekliyormuşçasına ortaya çıkan yakışıklı genç prensesi kucaklayıp kılıcını savurmuştu.

 

Çın!

 

Yakışıklı gencin kılıcı okun yönünü değiştirdi ve çok uzakta olmayan bir çocuğa saplanmasına neden oldu.

 

Ancak bunu umursayacak zamanı yoktu.

 

Genç gözlerini kaldırdı ve beş yüz metre ötede bir ağacın tepesindeki okçuya soğukça baktı. Dudaklarını sanki bir şey söylüyormuşçasına oynattı. Onlara bakan okçu soğuk soğuk gülümsedikten sonra ağaçtan atlayıp kayboldu.

 

Her şey bir saniye içerisinde olmuştu. 








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44530 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr