Bölüm 46: Kralların Çatışması (2)

avatar
458 5

Kötü Adamın Hayatta Kalma Rehberi - Bölüm 46: Kralların Çatışması (2)


---

Danny’nin ortaya çıkışı assolistin sahneye çıkması gibi dikkat çekiciydi. Sürüklenerek götürülen yaban domuzları fazla dikkat çekiyordu.

 

Dael çabucak Danny’nin yanına gitti ve ona bir şeyler söyledi. Danny masumca gülümsedikten sonra yaban domuzlarını işaret etti. Dael gülümsedi ve Danny’nin omzuna iki kez vurdu. Ardından kampın merkezine götürüldü.

 

Mihael bunlara dikkat etmedi.

 

Hemen bir toplantı yaptı ve verilen görevden bahsetti. İnsanların dehşete düşmesi için sadece birkaç cümle yeterliydi.

 

Moraller birden yere çakıldı.

 

Savaş.

 

Ölümün kol gezdiği yerdi.

 

Ölümün nefes almaktan bile normal olduğu yerdi.

 

Neyse ki kral olmak konusunda deneyim kazanmış olan Mihael çabucak adamlarının korkusunu savaş isteğiyle değiştirdi. Savaşma isteği, güçlenme ve daha da ilerleme isteği onları güçlendirdi. Bunun en büyük nedeni yalnız olmayacaklarını bilmesiydi.

 

Mihael tez vakitte çevreyi inceledi ve saldırı için en uygun bölgeleri belirledi. Bu noktalar onların zayıf noktası olarak sayılacak yerlerdi. Kesinlikle dikkat etmeliydi buralara.

 

Gece devriye gezecek birden fazla takım oluşturdu. Savaşın ne zaman olacağını bilmediklerinden gece boyunca uyanık kalmayı planlıyorlardı. Gece çöktüğünde zifiri karanlık düşman saldırısı için en uygun zamandı.

 

Bu süreçte herkes gözünü dört açmalıydı.

 

Mihael ve Dael bir toplantı yaptılar. Danny’i çağırıp yemek pişirme ve kamp ateşini yakma görevine atadılar. Danny yaban domuzlarının derisini soyup balıkları temizledi. Birkaç kişinin yardımıyla büyük ölçekli on iki kamp ateşi yaktı ve yemekleri pişirmeye başladı.

 

Mihael, Danny’nin ustaca hareketlerini gördükten sonra onun değerini daha da iyi anladı ve sadece onun emrinde çalışacak on kişilik bir takım oluşturdu. Yemek, su ve lojistikten sorumluydular. Gün içerisinde birkaç kez daha toplantı yaptıktan sonra yemekler yendi.

 

Yapılan yemekler o kadar lezzetliydi ki insanların morali yerine geldi. İnsanların Danny’e olan sevgi ve saygıları tavan yapmıştı. Çünkü onlar bir şeyden eminlerdi. Kamptan herhangi biri bunları pişirmeye çalışsaydı ya yakardı ya da tam pişiremezdi.

 

Gece çöktüğünde rahatlamış insanlar kendilerine oturacak yerler buldular ve muhabbet etmeye başladılar. Gece uzundu ve her an bir saldırı gerçekleşebilirdi. Bunun gerginliğini atmak için muhabbet en iyi araçtı.

 

Kahkahalar havada uçuşurken kamp ateşinin cızırtıları duyuldu. Devriye ekipleri vadinin etrafındaki tepelerde ve vadinin iki ucunda gezmekteydi. Korkunun verdiği gerginlik güneşin yükselmesiyle birlikte yerini yavaşça neşeli bir yorgunluğa bıraktı.

 

Aralarında dayanaksız birkaç kişi uyumaya başlamıştı ama çoğunluk hâlâ uyanık ve Mihael’in emirlerini bekliyordu.

 

Mihael güneş ağarırken bile kan çanağı gözleriyle önüne bakıyordu.

 

‘Neler oluyor? Neden Gece Baskını yapmadılar?’

 

Gece baskını yapmamış olmaları onu öfkelendirmemiş aksine rahatlatmıştı.

 

‘Bizim saldıracağımızı düşündüler ve gece saldırmadılar. Yorgunluktan ölüyor olmalılar.’

 

Danny’e baktı ve içinde garip bir his oluştu. Etrafında onlarca insan onunla gülerek konuşuyordu. Onu aşkın saat geçmiş olmasına rağmen sohbet hâlâ canlıydı. Danny’nin adını dahi bilmediği bitkilerle yaptığı çaylar insanların gece boyunca uyanık durmasına imkan vermişti.

 

Bu yüzden ona minnettardı.

 

Onun bu denli yetenekli olduğunu bilmiyordu.

 

‘Balık ve maymunu aynı alanda yarıştıramayız.’

 

İç çekti ve kan çanağına dönmüş gözlerini ovuşturdu. O esnada Danny’nin birkaç kişi ile birlikte oyularak bir bardak haline getirilmiş odunlara çay doldurduğunu gördü. Gece boyunca bu sahne birçok kez tekerrür ettiği için artık alışmıştı.

 

Danny tekrardan devriyedeki arkadaşlara çay götürüyordu.

 

Danny ve iki arkadaşı altı bardak çayı ön taraftaki gözcülere götürdüler. Onlara arkadan bakan Mihael garip duygular içerisinde gözlerini kapattı ve biraz dinlendi. Gerginlik kaybolunca gelen rahatlık uykusunu getiriyordu.

 

Gözlerini kapatıp uyuyacaktı ki tiz bir çığlık yorgunluğunu söküp aldı.

 

Suratındaki ifade değişti ve gözlerini açtı. Kampın ortasında gülümseyerek duran Alex isimli bir Amerikalı’nın büyümüş gözlerle bir yere baktığını gördü.

 

Mihael alelacele kılıcını çekti ve vadinin girişine koştu. Dael insanları düzene sokmaya çalışarak arkasından geldi.

 

Aniden ortaya çıkan yüz kişilik Çinli bir grup onlara son sürat akın ediyordu. Hızları on saniye içerisinde onlarla çarpışacakları anlamına geliyordu.

 

‘Nasıl? Gözcüler ne sikim yapıyordu?’

 

Arkasındaki insanları bağırarak bir araya topladı ve vadinin derinliklerine çekilmeye çalıştı. Bu esnada zihni tam kapasite çalışıyor ve bu ani pusunun nedenini öğrenmeye çalışıyordu. Gözcüleri öyle konumlandırmıştı ki birisi öldürüldüğünde diğerleri onlara haber verebilirdi.

 

Hepsi birbirini görüyor ve haberleşebiliyorlardı.

 

Birbirini takip eden gözcüleri dışarıdan gelen herhangi biri etkisiz hale getiremezdi. Hele öndeki gözcüler özellikle birbirinden ayrıydılar. Onları etkisiz hale getirmek imkansızdı. Aniden ortaya çıkıp onları hazırlıksız yakalayamazlardı.

 

‘Bir saniye…’

 

Aklına gelen korkunç ihtimal başının dönmesine ve yalpalamasına neden oldu. Gözcüler dışarıdan etkisizleştirilemezdi ama aynı şey içeridekiler için geçerli değildi. Dikkati gün boyu aynı seviyede tutmak imkansızdı.

 

Bir yerden sonra dikkat azalır ve yorgunluk baş gösterirdi. Mihael buna rağmen görevlendirdiği kişilerin uyuya kalacaklarını ya da güneş kadar dikkat çeken Çinlilerin görmeyeceklerini düşünmüyordu.

 

Birisi gözcüleri etkisiz hale getirmediyse tabii.

 

‘Ama kim yapmış olabilir ki?’

 

Aklına o kadar güçlü ve zeki birisi gelmedi. Vadinin derinliklerine doğru hareket ederken dahi bunu düşünüyordu.

 

Aniden durakladı.

 

Büyümüş gözlerle yere baktı.

 

‘Danny, seni orospu çocuğu!’

 

Gece boyu herkesin dikkatini dağıtıp, onları rahatlatan çaylar ikram eden Danny – gözcülerin yanına giden tek kişiydi.

 

‘Uyuşturan otlardan katmış olmalı!’

 

Eğer böyle yapmışsa gözcülerin dikkatleri asgari düzeye inmiş olabilir ve Danny gibi birinden gelecek herhangi bir saldırıyı karşılayamamış olabilirlerdi. Özellikle birkaç dakika önce Danny’in iki arkadaşı ile birlikte öndeki gözcülere çay götürmesiyle her şey mantıklı geliyordu.

 

Normalde altı kişiyle aynı anda giden Danny ne hikmetse bu sefer iki kişiyi yanına almıştı.

 

Çinlilerle aralarında yüz metreden fazla olduğundan rahatlardı. Bir süre boyunca bu hızı koruyabilirlerse vadinin ileri taraflarındaki alçak tepelere tırmanabilir ve üstünlük kazanabilirlerdi.

 

Ancak birden yirmi dört savaşçının ortaya çıkması planlarını suya düşürdü. Mihael kaşlarını çatarak durakladı ve Dael’e formasyon kurma emri verdi. Birlik çabucak arka ve ön saf olmak üzere ikiye ayrıldı. Bir kısmı arka taraftakilerle ilgilenirken bir kısmı yollarını kesenlerle ilgilenecekti.

 

“Sen Göksel Kral mısın?”

 

Yirmi dört savaşçı arasından en dikkat çeken yakışıklı gence baktı. Elinde zümrüt yeşili bir savaş yelpazesi vardı. Aynı renkteki cüppesi ve dikkatlice bağlanmış gece siyahı saçları onu bir bilgin gibi gösteriyordu.

 

“Sen Aslan Kral mısın?”

 

Bilgin genç alayla sordu.

 

Yüzündeki gülümseme Mihael’in onu yumruklamak istemesine neden oldu.

 

“Böyle saçmaladığına göre öylesin.”

 

Genç gülümseyerek yelpazesini kaldırdı. Zarif ve çok bilmiş hareketlerini gören Mihael kusmak istedi. Çabucak kılıcını çekti ve arkasındakilere emir verdi.

 

“Endişelenmeyin. Onları yarım saat oyalarsak müttefik birliklerimiz buraya ulaşacaktır. Can havliyle savaşın dostlarım!”

 

Güneş Tanrısı’ndan aldığı otoritesi Güneş Işığı’nı aktifleştirdi. Umudun ve yaşamın simgesi olan şafak ışıkları vücuduna devasa bir güç kattı. İstatistikleri %50 oranında artışa geçmişti. Vücudu güçle dolup taşıyordu.

 

Onun bu özelliğini bilmeyen Göksel Kral değişiklik karşısında biraz şaşırdı ama hemen kendini toparlayıp yelpazesini uzattı.

 

İki tarafta da sadece bir havari vardı.

 

İkisi de kraldı.

 

Emir verdikleri anda iki birlik birbirine girecekti.

 

Mihael bir kaplan gibi gerildi ve yeri tekmeleyerek ileri atıldı. Hayatı boyunca pek çok kavgaya girmişti. Kılıç kullanmakta bir profesyonel olmasa da kasabada verilen temel eğitimi yüksek başarıyla bitirmişti.

 

“Saldırın!”

 

Panik dolu çığlıklar yükselirken iki birlik birbiriyle savaşmaya başladı. Sadece sesler bile insanların yüreğindeki korkuyu tezahür etmeye yeterliydi. Çinliler de dahil olmak üzere kimse ölmek istemiyordu.

 

Onlarca genç kılıçlarıyla şafak ışıklarının altında düşmanlarına saldırdı. Tiz sesler vadide yankılandı ve kanlar bir çiçek misali açtı. Göksel Kral ve Aslan Kral çatışma an itibariyle başlamıştı.

 

Mihael kılıcını savurup bir Çinli’nin kafasını gövdesinden ayırdı. Göksel Kral’ın yelpazesi de aynı anda birinin boğazını kesmişti. Mihael önündeki cılız savaşçıyı tekmeledi ve ona arkadan saldıran başka birine omuz atarak yere devirdi.

 

Gencin arkasından çıkan Bolivyalı bir genç kılıcını yere devrilen gencin boğazına sapladı. Mihael devam etti. Güneş ışıklarıyla yıkanan kılıcı kan tarafından kirletildi. Karşısına çıkan bir gençle defalarca kılıç çarpıştırdıktan sonra beş kişi etrafını kuşattı.

 

Göksel Kral ile karşılaşması planlanan dört kişi de Göksel Kral’ın etrafını sarmıştı.

 

İki tarafta benzer taktiklerle başlamıştı savaşa. Garipti çünkü birbirlerinin düşüncelerini rahatlıkla anlayabiliyor gibilerdi.

 

Çın!

 

Fışş!

 

Pat!

 

Kılıçlar ve vücutlar birbirine çarpıp garip sesler çıkardı. Başta bariz bölge avantajına sahip Aslan Kral yavaşça avantajını kaybetmeye başladı. On dakikanın sonundaysa otoritesi kaybolmaya başladı. Hâlâ öncekinden güçlü olsa da otoritesinden aldığı yüksek dayanıklılığın sonuna gelmişti.

 

Artık yorulmaya başlamıştı.

 

Göksel Kral’da pek farklı değildi.

 

Otoritesi çoğu otorite gibi alan etkiliydi. Beş yarıçapındaki müttefiklerinin görüşlerini güçlendiriyor ve ileri seviyelerde onlarla aynı görüşü paylaşma imkanı veriyordu. Kendisi için çok faydalı olmasa da onu bir lider olarak öne çıkartmaya yarıyordu.

 

Askerleri bu otorite sayesinde düşman kuvvetlerine üstün gelmişti ama onun da bir sınırı vardı. Yeşim İmparator’un gücünü kaldıracak kudrete sahip olmadığından çoktan sınırına dayanmıştı.

 

On dakika bir savaş için kısaydı.

 

Ama buradaki herkes çok acemiydi ve on dakikalık çarpışma onların ölümüne yorulmasına neden olmuştu.

 

Savaş birazdan nihai noktasına erişecek ve her şey iki kralın tepkilerine bağlı olarak değişecekti.

 

 “Geber!”

 

Mihael en sonunda onu kuşatan son askeri de öldürdü ve Göksel Kral’a baktı. Kılıcını ağır biçimde kaldırıp Göksel Kral’ı işaret etti.

 

“Sıradaki sensin.”

 

---






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44539 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr