Bölüm 26: Namarie

avatar
603 8

Kötü Adamın Hayatta Kalma Rehberi - Bölüm 26: Namarie



---

 

Kayra acı dolu dakikalar geçirmiş Kızıl Tan’ı bir kenara bıraktıktan sonra eşyalarını topladı.

 

Birkaç soru daha sorduktan sonra Yüce Kral ve diğerleri hakkında bazı bilgiler elde edebilmişti. Elde  

 

‘Aydın Rüya ve takımı yakında beni bulacaktır.’

 

Aydın Rüya, Yüce Kral’ın emrindeki on iki takımı kaptanından biriydi. Sponsoru ve zekası yüzünden on iki takım kaptanı arasında da öne çıkıyordu.

 

Yüce Kral’ın dört dükünden biriydi.

 

Rüya Takımı olarak da bilinen 12. takımın her bir üyesi Yüce Kral tarafından özenle yetiştirilmiş kişilerdi.

 

Bu ikili dışında on üye daha vardı ve her birisi en azından onlar kadar yetenekliydi.

 

Ve her birisinin kendi sponsoru vardı.

 

‘Bu büyük bir sıkıntı.’

 

Ancak asıl endişelendiği kişiler takım değildi.

 

‘Aydın Rüya denilen herif.’

 

Ondan çok daha güçlü birine benziyordu. Yetenek, sponsor, deneyim ve imkan konusunda onunla yarışamazdı. Onda takımyıldızı yoktu, yetenek konusunda belki bir şansı olabilirdi ama sponsoru olmadığından büyük ihtimalle ondan gerideydi.

 

Zira sponsoru çok yakından tanıdığı tarihsel bir figürdü.

 

Aydın Rüyaların Fatihi.

 

‘Diğer adıyla Fatih Sultan Mehmet… Ama neden dünyadan bir insan takımyıldızı olarak yer alıyor? Hm? Dünya’da büyük şöhreti olan figürler takımyıldızı olarak cisimleşmiş olabilir mi?’

 

Aklına gelen tek cevap buydu.

 

‘Bunu sonra düşünmem daha iyi olur. Takımyıldızından da büyük bir sıkıntı varsa o da zekasıdır. Normal insanlar geri çekilme düşüncesinden ölesiye nefret ederler. Ancak Aydın Rüya duruma göre hareket eden birisi. Bu da tuzaklarıma ve provokasyonlarıma düşmeyeceği anlamına geliyor.’

 

Zeki olması kötü olsa da iyi yanları da yok değildi.

 

‘Bu aptallar gibi savaşmak yerine konuşarak ya da takas yaparak anlaşabiliriz.’

 

Zeki insanlarla savaşmak aptallarla savaşmak kadar yorucu değildi. Onları tuzağa çekmek veya yönlendirmek zor olsa da aptalca hareket etmeyeceklerinden hareketlerini tahmin etmek zor değildi.

 

Kayra sırt çantasını topladıktan sonra hemen buradan uzaklaşmayı düşündü. Sabah Rüzgarı’ndan aldığı bilgilerden de #13 Numaralı kasabayı işgal etmek için hazırlıklara başlanmıştı. Aydın Rüya’nın bizzat yönettiği bir operasyondu ve Sabah Rüzgarı oraya ‘tohum’ ekeceklerini söylemişti.

 

Tohumun ne olduğunu sorduğundaysa bilmediğini sadece onu takip etmesinin emredildiğini söylemişti.

 

Büyülü Mavi Gözler sayesinde eskisi ile kıyaslanamayacak bir görüşe sahipti. Sabah Rüzgarı konuşurken beden dilinde yalan söylediğine dair herhangi bir işaret ortaya çıkmamıştı. Bu yüzden doğru olduğu varsayılabilirdi.

 

Kayra ikisine başka bir şey söylemedi. Çantasını topladıktan sonra yerdeki kılıç ve mızrağı da almayı unutmadı.

 

Onun ne yaptığını gören Sabah Rüzgarı öfkeden deliye dönecekti neredeyse. Ancak Kayra’nın önceden yaptıkları aklına gelince öfkesini içinde tuttu. Gerçekten çok korkmuşa benziyordu.

 

Sonuçta geçen süre dakikalar olsa da Kızıl Tan yara bere içinde kalmıştı. On parmağının dokuzu kırılmıştı. Sağ elindeki yarıklar öyle büyüktü ki her an kan kaybederek ölüme bir adım yaklaşıyordu. Çok sayıda kan damarı ve doku parçalara ayrılmıştı. İksirlerin desteğiyle bile iyileşmesi uzun zaman alacaktı.

 

Fiziksel yaralar sıkıntıydı ama Sabah Rüzgarı’nın asıl korkusu Kızıl Tan’ın tüm savaşma isteğini kaybetmiş gibi görünen gözleriydi.

 

Sadece birkaç saat Kayra ile dolaşmış olmasına rağmen bu hale gelmişti. Kayra merhametli davranmayıp gerçek bir işkence yapsaydı nasıl olurdu?

 

Ürpermeden edemedi.

 

Şanslı mı şanssız mı olduğunu bilemedi.

 

Kızıl Tan gibi işkence de görebilirdi ya da şimdi ki kırık bir kolla soruları da cevaplayabilirdi.

 

Kendisi fiziksel acı çekmemiş olsa da duyguları karman çormandı. Ağlamaktan gözlerinin altı şişmişti. Kayra’nın kırdığı her parmak onun hatasıydı. Kızıl Tan’ın bu durumda olması da onun hatasıydı. Bugün yaşanan her şey onun hatasıydı!

 

Hatasından ders alıp daha da iyisini yapmak istiyordu ancak Kızıl Tan’ın yaşayıp yaşamayacağı bilinmiyordu. En fazla on dakika içinde kan kaybından ölecekti.

 

Bu sürede diğerleri gelebilecek miydi ki?

 

“Merak etme. Gelecekler.”

 

Kayra kırmızı mızrağı çantasının kollarına asarken arkasını döndü ve kafasını kaldırıp Karlı Dağlar’ın kubbesine baktı. Kuşlar kötü bir şeyle karşılaşmışçasına yuvalarını terk edip gökyüzüne uçmuştu.

 

“Karlı Dağlar’ın hayvanları biraz gariptir. Oradaki canavarlara aşina olduklarından onların hareketlerini umursamazlar. En tepedeki yaratık hareket etmediği sürece kuşları hareket ettiremezler. Üç seçenek var. İlki ya en tepedeki kar yaratığı harekete geçti – ki öyleyse geçmiş olsun. Gelen her neyse doğrudan bu tarafa geliyor. Kan kokusunu alırsa kendinize mezar beğenecek vaktiniz olmaz.”

 

Çantasından bir bandaj çıkardı ve Kızıl Tan’ın yanına çöktü. Sabah Rüzgarı gariptir ki bu sefer karşı çıkmadı. Onunla göz göze gelmekten bile korkuyormuşçasına kafasını eğdi ve bakmaktan kaçındı.

 

“İkinci seçenek dağın diğer tarafından bazı canavarlar Kemikbaşlı Kurt Bölgesi’ne geçmek istiyor. Kuşların hareket etmesine neden olacak kadar büyük olduğunu göz önünde bulundurursak ya küçük bir sürü ya da alfa kurt büyüklüğünde bir canavar.”

 

Bandajı koluna sertçe bağlayarak kan akışını kesti.

 

“Üçüncü seçenekse birden fazla insanın hareket halinde olması. Karlı Dağlar’dan Kemikbaşlı Kurtların bölgesine girecek kadar yürek yemiş insanlar olduğunu düşünmüyorum. Bu yüzden yalnızca sizin grubunuz olabilir.”

 

Kalktı ve gitmek için hazırlandı.

 

“Endişelenmene gerek yok. Birkaç dakikaya buradalar. Kızıl Tan’ın kesilen damarlarını iyileştirmek için acele etmelerini söyle. Kan akışını kestim ama kolaylıkla kangren olabilir. Buna dikkat etmeyi unutmayın. Yaptığım şey onu iyileştirmek değil, sadece arkadaşların gelene kadar ölmemesini sağladım.”

 

O anda aklına bir şey gelmiş gibi diğer elindeki kılıca baktı.

 

“Kınını ver.”

 

Sabah Rüzgarı’na uzandı ve belindeki kını almak için uzandı. Bu kalitede bir kılıcın kendine özgü kını olmak zorundaydı. Normal kılıçların kınını kullanırsa ya kın parçalanır ya da kılıç zarar görürdü. Üstelik yanında başka kın yoktu.

 

Bu kılıcı da kınsız taşıyamazdı.

 

Serbest kalan kılıç rahatlıkla vücudundan bir yeri keserdi.  

 

Sabah Rüzgarı usulca kalçasını çevirdi Kayra’nın kına temas etmesini bekledi.

 

Kayra kına temas ettiği anda.

 

Vooş!

 

Katırt!

 

Splash!

 

“Ahhhh!”

 

Giydiği savaş pantolonun uyluk kısmını küçük bir hançer deldi. Sabah Rüzgarı öyle bir çığlık attı ki Kayra kulaklarının sızladığını hissetti.

 

“Gerçekten kemerine hançer sakladığını fark etmeyeceğimi mi sandın?”

 

Kayra parmaklarıyla tuttuğu mini hançeri tamamen ete kulpu görünmeye kadar gömdü. Sabah Rüzgarı acıya alıştıktan sonra elini çekti ve gülümseyerek çantasından kanla dolu bir şişe çıkardı.  

 

“Irh…”

 

Sabah Rüzgarı’nın yüzü çektiği acılardan dolayı ekşimişti. İçinde tek bir umut vardı ki Rüya Takımı bu herifi öldürsün.

 

Kayra’nın çıkardığı şişeyi gördü.

 

Bu adamın elinden hayır çıkmayacağı gibi çıkardığı her şey onlar için felaketti.

 

Hayırlı bir şey olması imkansızdı.

 

Kırmızı renkli bir sıvıyla doluydu.

 

“O da ne?”

 

“Ufak bir hediye!”

 

Şişenin kapağını açtı ve bir kısmını Kızıl Tan’ın üzerine döktü. Kızıl Tan o sırada ölümün eşiğindeydi. Kayra’nın bir şey döktüğünü bilmesine rağmen düşüneceği son şey buydu.

 

Sabah Rüzgarı sıranın ona geldiğini görünce dişlerini sıktı. Ne olduğunu bilmediğinden o sıvıdan korkuyordu ama daha da korktuğu bir şey vardı.

 

Daha fazla acı çekmek.

 

‘Ne kadar da zayıfım.’

 

Şişedeki sıvı başından aşağı dökülürken bir şelalenin altındaymış gibi hissetti. Suyun her bir damlası bir kayanın ağırlığını taşıyordu. Vücudunu dövüyordu ama karşı duracak gücü yoktu.

 

‘Kan mı?’

 

Dudağına damlayan bir damla kanı emince insan kanından daha yoğun olduğunu fark etti. Üstelik verdiği demirimsi tat daha acıydı.

 

‘Neden bize kan…’

 

O düşüncelerle boğuşurken Kayra şişeyi kapattı ve yere atıp üzerine bastı. Artık ihtiyacı olan her şey tamamdı. Rüya Takımı’nın tahmini geliş zamanına az kalmıştı.

 

“Namarie dostlar.”

 

Veda ettikten sonra tereddüt etmeden Karlı Dağlar’ın diğer tarafına koşmaya başladı. Kırmızı mızrak süt beyazı karların üzerinde dikkat çekiyordu. Belindeki silahlardan bahsetmeye gerek dahi yoktu.

 

Sabah Rüzgarı onun mutlu mutlu gidişini ekşiyen ifadesiyle izledi.

 

Kayra ufukta kaybolmaya başlamıştı ki arkasında adım sesleri duydu. Kafasını zorla çevirdiğinde iki kadının endişeli yüzlerle onlara koştuğunu gördü.

 

Rüya Takımı sonunda hedefine varmıştı.

 

Sabah Rüzgarı yaşadıklarının bir kabus olduğuna inanarak geriye devrildi. Edilen duygusal işkence onu bitirmişti. Uyumak için can atıyordu.

 

Gerisini onlara bırakabilirdi.

 

Gözlerini kapattığında bir saniye geçmeden uyuya kaldı.

 

“Kaptan onları takip edelim mi?”

 

İki kadının Sabah Rüzgarı ve Kızıl Tan’ın vücudunu incelemesini izleyen uzun saçlı bir genç adam yanındaki kaptana sordu.

 

Kaptan diye hitap edilen kişi Kayra’nın gittiği yöne baktıktan sonra kaşlarını çattı ve derin bir nefes aldı.

 

“Eğer takip edersek coğrafi avantajını kullanıp sizi teker teker öldürecek.”

 

“O zaman seninle birlikte gidelim.”

 

“Diğerlerini tek bırakamayız.”

 

 Sonuçta düşman aptal değildi. En iyi savaşçılar onu korumaya gidince birkaç basit hamleyle grubun geri kalanını gafil avlayabilirdi.

 

“Karlı Dağlar çok geniş ve tek kişi için çok fazla manevra yeri mevcut. İçindeki tehlikelerden bahsetmeye gerek dahi yok. Çok sayıda özgün canavar türü var ve pusu için mükemmel. Yüce Kral dahi orada hayatta kalamaz.”

 

“Fazla abartmıyor musun?”

 

Uzun saçlı genç yüzünü büzerek sordu. Bu herif dört dükten biri olmasına rağmen çok korkaktı. Karşılarında sadece bir kişi vardı ama o hale olasılıklardan bahsediyordu. Oysa sadece birkaç saatte yakalayabilecekleri ufak bir avdı.

 

“Ölürsek ya da ağır yaralanırsak her şey sonlanır.”

 

“Öyle olsa bile kaçmasına izin vermek doğru bir karar mı?”

 

Kaptan Kayra’nın gittiği yönden kafasını çevirdi ve Kızıl Tan’ın kanlı bedenine baktı. Ondan bir yaş büyük olsa da çocukça davranmış ve verilen tüm emirleri görmezden gelmişti. Sabah Rüzgarı’ndan bahsetmek bile istemiyordu.

 

“Tilkinin dönüp dolaşıp döneceği yer kürkçü dükkanıdır.”

 

Uzun saçlı genç onun ne dediğini anlamamışçasına omuz silkti ve diğerlerine eşlik etti. Kızıl Tan ve Sabah Rüzgarı acıdan bayıldıkları için onları taşıma görevi dört kişi arasında paylaştırılacaktı.

 

Kaptan düşünceli gözlerle Kızıl Tan’ın yanına gitti. Omuzundan başlayıp orta parmağının ucuna kadar uzanan spiral kesiğe baktı. Oldukça derin ve çok sayıda damarı parçalamıştı. Bu yarayı iyileştirmenin beş bin karma puanından az olmayacağı kesindi.

 

“Bir gün dayanacak hale getirebilir miyiz?”

 

Kızıl Tan’ın yaralarını stabil hale getirmekle uğraşan Beyaz Yılan lakaplı kıza baktı.

 

Beyaz Yılan’ın alnında beyaz renkli minik bir yılan işareti vardı. Gümüşümsü beyaz saçları omuzlarına dökülüyordu. Gözleri bir çift zümrüt gibi saf ve parlaktı. Vücudundan insanı kendine çeken tıbbi kokuya karşı koymak çok zordu.

 

Uzaktan bakınca bir dünyalı olduğuna inanmak imkansızdı.

 

Takımyıldızlarının lütfunu alan kişiler değişim geçirirdi. Genellikle ne tür değişim yaşadıklarını ancak bir süre geçtikten sonra fark edebilirlerdi. Zira değişimler çok nadiren fiziksel olurdu.

 

Kan Tanrısı gibi acımasız bir mitolojik figürün vasisi olurlarsa kana susamış bir canavar dönüşebilirlerdi.

 

Veya Umay Ana gibi güzel mitolojik figürlerden birinin vasisi olursa güzelleşebilirdi.

 

Aydın Rüya, Aydınlatılmış Rüyaların Fatihi’nin vasisi olduğunda duygularını daha kolay dizginleyebilir hale gelmiş, büyük resmi çabucak görebilecek kadar da ileri görüşlü olmuştu.

 

Ancak onun yaşadıkları psikolojik ve duygusal değişimlerdi.

 

Beyaz Yılan gibi değişimler tam değişimler çok nadir görünürdü.

 

Kutlu Hekimlerin Koruyucusu, Tıp Tanrısı Akbüke.

 

Bir mitolojik Türk tıp tanrısıydı. Normal de asasının tek bir dokunuşu ile tüm yaraları iyileştirebileceği söylenirdi ama efsaneleri çok az biliniyordu. Bu yüzden otoritesi o kadar da güçlü değildi.

 

 Beyaz Yılan lakaplı kız kanlı ellerini kıyafetlerine sildi ve gülümseyerek kaptana baktı.

 

“Kaptan, Yılanın Ölümsüzlüğü’nü kullansam dahi en fazla on iki saat dayanabilir. Kızıl Tan’ın sefalik ve bazilik venleri tamamen parçalara ayrılmış. Damarları tekrar bağlamak için ‘Lütuf’a ihtiyaç duyacağız."

 

“Alternatifimiz var mı?”

 

“Hayır. Bu bile onu kurtaramayabilir. Hayatının geri kalanını sakat olarak geçirme ihtimali var.”

 

“Anlıyorum.”

 

Kaptan kafasını Kızıl Tan’dan çekti ve ufka doğru baktı. Kayra’nın kurnaz olduğunu biliyordu ama bu kadar kurnaz olduğunu bilmiyordu. Planını şimdi anlamıştı.

 

‘Kızıl Tan’ı iyileştirmek için şimdi harekete geçeriz ya da onu kovalarız ve Kızıl Tan’ın durumunu daha da kötüleştiririz. Üstelik Sabah Rüzgarı’nı hayatta bırakarak bize bir çıkış yolu bıraktı.’

 

Böylece onu takip etmek ve intikam almak zorunda olmayacaklardı.

 

Dışarıdan bakınca basitmiş gibi görünebilirdi ama rakibi iyi anlamak gerekirdi. Sonuçta bin bir çeşit insan türü vardı. Acımasız biri onları görmezden gelir ve Kayra’yı takip edebilirdi.

 

Ama karşı taraf takip etmeyeceğinden emin gibiydi.

 

‘Sabah Rüzgarı ya da Kızıl Tan benim hakkımda birkaç bilgi çıtlatmış olmalı.’

 

Gözleri Kızıl Tan’ın parmaklarına düştü.

 

‘İşkence mi gördüler?’

 

Kafasını salladı. Kızıl Tan’ın fiziksel işkenceye o kadar kolay yenilmeyeceğini biliyordu. Dişini sıkar ve ölümü göz ardı ederek onlar gelene kadar dayanmaya çalışırdı.

 

‘Sabah Rüzgarı mıydı?’

 

Kafasını Sabah Rüzgarı’nın dizine çevirdiğinde derin bir yara gördü. Ancak yara çok geniş değildi, bu da tek seferde sokulduğu anlamına geliyordu.

 

Üstelik Sabah Rüzgarı gibi gururlu biri fiziksel işkenceye kaybetmezdi.

 

‘Duygularını kullanmış olabilir. Ama nasıl? Onun yerinde olsaydım ne yapardım?’

 

Elini çenesine attı ve durum değerlendirmesi yaptı. Zaman kısıtlıydı ve elinde çok az veri vardı. Düşmandan bilgi almak için işkenceye başvurması gerekiyordu. Ne yapmalıydı?

 

Birkaç saniye sonra gözleri birden parladı.

 

‘Yerinde olsaydım birine eziyet çektirir, diğerine bir şey yapmaz – ipleri onun eline verirdim. Böylece iğleri elinde tutan kişi değişir ve suçlu karşı taraf olurdu. Sanki kendi seçimiymiş gibi vicdanını harekete geçirir ve…’  

 

İstediği bilgiye kolaylıkla ulaşabilirdi.

 

‘Gereğinden daha acımasız. Benden sadece bir yaş küçük olduğuna inanamıyorum. Yüce Kral’dan sonra başka bir baş belası daha çıktı.’

 

Onu ne olursa olsun öldürmeliydi.

 

“Kaptan bir sıkıntımız var.”

 

Bu esnada Beyaz Yılan kaptanın pantolunu çekiştirdi. Kaptan soğuk gözlerle ona baktı ve diyeceği şeyi dinledi.

 

“Kızıl Tan’ın yaralarına bir canavarın kanı temas etmiş. En kısa zamanda Lütufla birleştirmeksek ölümü kesinleşecek.”

 

Canavarın kanını tanımlayacak uzmanlığa sahip olmasa da canavarların mikrop yuvası olduğunu biliyordu. Tıbbi uzmanlığı yoktu, sadece bir doktorun kızıydı. Ancak böyle bir dünya da onun gibi birini bulmak çok zordu.

 

Sadece Yılanın Ölümsüzlüğü bile değerini kanıtlamaya yeterliydi.

 

“Kan mı?”

 

Kaptanın gözlerindeki bakış yerini meraka bıraktı. Kızıl Tan’ın omzundaki nispeten daha koyu kana baktı ve parmağını daldırdı. Bir tutam aldıktan sonra diline değdirdi.

 

[Zehir Direnci devreye girdi.]

 

[B+ Seviye Alfa Kurt Kanı nötrleniyor…]

 

“B+ Seviye Alfa Kurt mu? Alfa kurt kanı... Kızıl Gözlü Gri Kurt... Kemikbaşlı Kurt Kabilesi! SİKTİR!”

 

Kaptan bir an şaşırsa da yüzündeki ifadenin yerini dehşete bırakması sadece yarım saniye aldı.

 

“HEMEN BURAYI TERK EDİYORUZ!”

 

Kaptanın bağırması herkesi sarssa da herkesi sarsan başka bir olay daha gerçekleşti.  

 

Kemikbaşlı Kurt bölgesinin iç kesimlerinden geniş bir toz bulutu yükseldi.

 

Gelenler…

 

Kızıl Gözlü Gri Kurt Kabilesi’nin yeminli düşmanı Kemikbaşlı Kurt Kabilesi’ydi.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44512 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr