Bölüm 106 - Endişe

avatar
401 0

Ejdertanrı Efsanesi - Bölüm 106 - Endişe


Elisa güçsüzlüğüne lanet ederken, ilk kez bu kadar zayıf olduğunu hissediyordu. Tüm bu olanlara şahit olmuştu. Usta aleminde olduğundan görüşü sıradan bir insanla kıyaslanamazdı.


Özellikle de Satou’nun çukura batışını…


“SATOUUUU!”


Ne yapacağını bilemediğinden ilk aklına geleni yaptı ve bağırdı. Belki ortaya çıkacağını umarak. Fakat sese karşılık gelmedi. Bunun yerine ona doğru uçan bir cisim gördü. Hızdan dolayı ilk başta kim olduğunu tanıyamasa da ardından hemen yanındaki tepeye çakılınca kim olduğunu farkına varabildi.


“Ralph…”


Önündeki kardeşi olduğunu blimesine rağmen harekete geçip geçmeme arasında tereddüt etti. O… tanıdığı kardeşi değildi. Bunu biliyordu. Bu kesindi.


Elini ona uzattı. Fakat harekete geçip geçmeme konusunda tereddüdü sürüyordu.


‘O, Ejder Avcıları Tarikatı tarafından beyni yıkanmış… Yine de beni tanıyabildi.’


Duyguları karman çorman olmasına karşın yinede birkaç adım yaklaşmayı denedi. Fakat kısa sürede yalpalaması bir oldu.


Bacakları yorgunluktan titriyordu. Vücudunda gram mana kalmamıştı.


‘Güçsüzlükten nefret ediyorum. Sadece bir büyü yapmama rağmen böylesine manamın tükenmesi… Zayıfım… Tekrar zayıfım… Hiçbir şey yapamayacak kadar zayıf ve aciz… Kurtaramadım. Satou’ya ayak bağı olmak dışında bir işe de yaramadım…’


Düşünceleri devam ederken yere çöktü. Yine de o bunu düşünmeden hafifçe titreyen ellerine baktı.


‘Bir öğretmen olarak öğrencimi koruyamıyorsam- Hayır. Bir kadın olarak, sevdiğim birini dahi korumaktan acizim. Eğer böyle aciz olacaksam bunca zaman… Alev büyüsünü kavramaya çalışmamın anlamı ne ki?’


Bunca zamandır gücüyle yer edinmiş, tehlikeli yerlere dahi gücüyle atılan Elisa için bu büyük bir darbeydi. Onun için büyük olan bir imparatorluk olan Tigris İmparatorluğundan kaçabilmişti. Kendi başına bu yolda yürümüş, sadece sayılı kişilere güvenmişti ve şu ana kadar çoğunlukla kendi gücünü kullanmıştı.


Şimdiyse acizdi.


Kendi kendine güçlenmeye ant içerken O anda gökten gelen yoğun bir baskı hissetti ve şaşkınlıkla kafasını yukarı kaldırdı. Hissettiği aura tehditkâr bir his uyandırmasına rağmen sadece bir anlığına da olsa Satou’nun olduğunu umdu.


Fakat gerçeklik ona sert bir duvar gibi çarptı.


Önündeki adam kırmızı yıldırımları aşmış ve meydan okumasını tamamlamış Mars’tan başkası değildi. Yüzünde bir sırıtış vardı. Vücuduysa sanki hiçbir şey olmamış biri hoş bir altın ışıltıyla parlıyordu.


“Haha! O lanet olası Ejderha yüzünden ölüyordum. Bunu tekrar yapmak isterim. Eee… O Ejderha ve veledi nerede?”


Etrafına bakınca baygın Ralph ile şaşkına dönmüş Elisa’yı gördü ve kaşlarını çattı.


“Bu biraz sıkıntı olacak sanırım… Neyse doktor yeni denek arıyordu. En azından bunu götürebilirim değil mi?”


Ona bakarken yüzünde bir gülümseme vardı. Fakat bu gülümseme Elisa’yı ister istemez rahatsız etti.


Yine de ne yazık ki kaçmak için tüm manasını tüketmişti ki denese bile Mars’a karşı bir şansının olmadığını biliyordu.


Şu an istemese de kaderini kabullenmek zorundaydı. Onu bekleyen kaderin trajikliğini bilemeden çoktan kaderine razı gelmişti.



Tüm bunlar olurken Rose ve Hana Black Krallığı’nın başkenti olacak olan şehre doğru ilerliyordu. Daha en az bir haftalık daha yolları vardı. Şu anda arabada ilerlemekteydiler.


İkili arasında garip bir sessizlik vardı. Birlikte yolculuk etseler de iki tarafta konuşmamıştı. Bunun sebebi güvensizlik değil, daha çok konuşacak bir şey bulamamalarıydı. Rose her ne kadar Roselia ve Satou da bunu aşmış olsa da hala oldukça utangaç bir kızdı. Hana ise…


O buzdan yapılmış gibiydi. Yaklaşması imkansız gibi duruyordu. Onunla yaşıt olmasına rağmen dokunulamayacak biriymiş gibi hissettiriyordu. Hatta öyle ki tehditkar aurası sayesinde ona sarkmaya çalışan insanları kendinden direkt itiyordu.


Fakat yol boyunca konuşmamak Rose’un en sonunda canını sıktı ve zorlukla da olsa konuştu.


“Na… Nasılsın?”


İçten içe böyle salakça bir soru sorduğu için bir anlığına yüzünü kapamak istese de kendini tuttu. Hana ise o sırada kendi düşünceleri içindeyken duyduğu sesle şaşırıp Rose’a döndü.


“İyiyim. Sen?”


Rose cevap vermeden önce dışarıya küçük bir bakış attı. Daha yolları vardı. Fakat dışarıdaki manzara oldukça güzelken bakmamak elde değildi. Ardından cevap vermeden önce ne demesi gerektiğini düşündü. İyi olduğu pekte söylenemezdi.


“Mutsuzum, endişeliyim ve de korkuyorum.”


Attığı bakıştan sonra Hana’ya geri bakarken yüzünde garip bir ifade vardı. Hana ise anlamamıştı.


“Neden ki?”


Rose genelde neşeli bir profil çizen bir kız olduğundan bu oldukça garipti. Bu yüzden ne olduğunu anlayamamıştı.


Ona bakarken, bir elf kadar güzel Rose ise hafiften gözleri dolmaya başlarken: “Elisa… Onda gözü var. Bizi sırf o yüzden bıraktığı bariz. Onu elde etme arzusu yüzünden gönderdi. Takip edebilmek için. Peki ya onun için bizi bırakır mı? Endişeleniyorum eğer beni bırakırsa ne yaparım?” dedi.


Hana ise cevap vermedi. En başında bu duruma karşı küçük bir küçümsemeyle bakmaması elde değildi. Evet, Satou güçlüydü. Hatta bilinen gördüğü en güçlü kişilerden birisiydi. Fakat bu yüzden başka birini onunla paylaşmayı kabul etmesi… Pek mümkün değildi.


Yine de evet ona bir hayranlık duyuyordu. Fakat bu hayranlık güçlü olduğundan dolayı gelen bir hayranlıktı.


Hana onun her an dökülmek üzere duran gözyaşlarını fark ettiğinde ne diyeceği konusunda emin olamadı. Genelde gerçekleri vurmaktan çekinmeyen birisi olarak buna cevap verme konusunda gerçekten tereddüt etti.


Onun bu tereddüdü sürerken Rose dertlerini anlatmaya devam etti. Uzun zamandır içinde tuttuklarını bu sessiz cehennem pekiştirmiş olmalıydı.


“Ben… Bilemiyorum. Seviyorum, onu çok seviyorum ama ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. Korkuyorum ya o kadın için kendini ölüme sürüklerse? Düşüncesi bile beni korkutuyor…”


Hafifçe titrerken gözlerindeki inciler sonunda bir bir dökülmeye başladı. Hana ise cebinden bir mendil parçası çıkarıp ona uzatırken cevapladı.


“Eğer sen onu bu halinle kabul etmişsen, o seni bırakmaz. Onu bekleyen insanları biliyor olmalı. Seni, Roselia’yı, ailesini. Benim tanıdığım Satou Black’in öyle biri olduğu bariz. Sizi sevdiğini ve sevdikleri için ne kadar sert mücadele edebileceğini o akademi maçında gördük.”


O anda verebileceği en uygun cevap buydu. Ne kadar tatmin edici bir cevap olduğuna emin olamasa da üzülmemesini umdu. Hana’ya göre onun gibi tatlı birine üzülmek yakışmıyordu.


Bunun üstüne Rose, mendili kabul ederken yüzünde küçük bir gülümseme belirdi.


“Sanırım haklısın. Ne zaman bize sırt çevirdiğini gördüm ki? Yine de… Korkmamak elde değil. Satou birlikte olduğu insanlara değer veren birisi. Anlık bir ilişkisi dahi olsa bırakmayan birisi. Bu huyunun onun sonunu getirmesinden korkuyorum.”


Rose bunu söylerken biraz daha rahatlamış gibi hissetti.


“Her neyse… Yine de teşekkür ederim. Bir süre konuşmayınca içimdeki bu düşünceler katlanılmaz hale gelmişti.”


Bunu dedikten sonra Hana’ya sıkıca sarılırken Hana ne tepki vereceğini bilemedi.


‘Çok yakın!’


İnsanlarla fiziksel temasa alışık olmayan Hana donakaldı. Fakat Rose bunu fark etmedi.


Tam ondan ayrıldığındaysa Rose’un içine kötü bir his doğdu. Yine de bunu kendi endişelerine bağlayıp fazla üstüne gitmemeye karar verdi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44445 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr