Bölüm 105 - Kaçış! (3)

avatar
375 0

Ejdertanrı Efsanesi - Bölüm 105 - Kaçış! (3)


“Cornel ne yapıyorsun!?”


Cornel sinirle burnundan ateş soludu. Ateş partikülleri burnundan havaya doğru dağılırken oldukça garip duruyordu.


"Ben de bunu keyfimden yapmıyorum velet!"


Olanları düşünürken alnında kalın çizgiler belirdi.



“Cornel, yardım edebilir misin?”


Damon, içten bir tavırla konuşmasına karşın garip bir meditasyon pozisyonundaydı ve ona bir bakış dahi atmıyordu. Kollarını yukarı doğru kaldırmış, etrafında tanımsız Çin ejderhaları dans ediyordu. Siluetler bir biri ardına süzülürken oldukça mistik bir hava salıyordu.


“Planın ne?”


Cornel her zamanki gibi çekiciyle, bir silahı döverken sordu.


“Oraya çıkıp savaşmak.”


Damon net bir dille cevap verirken gücünü topluyordu.


“Tek başına ikisine yetebileceğini düşünüyorum. Bana ihtiyacın yok değil mi?”


Cornel kılıcını suya batırırken tarafsız bir sesle sordu. Damon ise hemen cevap vermedi. Etrafında dans eden Çin ejderhaları belirgin bir hal almaya başladığı esnada ancak konuşma fırsatı bulabildi.


“Hayır. Bu çekirdek… Ruhumu çok kısıtlıyor. Eğer tamamen yok olmak istemiyorsam ancak belirli bir güç salabilirim. Bu yüzden yardımına ihtiyacım var.”


Cornel duyduğu sevapla derince bir nefes aldı ve burnundan alev parçaları çıkarttı.


“Öyleyse benden ne yapmamı istiyorsun? Gidip daha adam akıllı kütük bile oyamayan bir çocuk için savaşayım mı?”


Alayla cevap verirken, sonunda yaptığı kılıca bir baktı. Normalde yaptığı muntazam kılıçlardan farklı olarak bu seferki biraz yamuktu. Fakat o bunu umursamayıp ruh sarayında kaybolmak üzere bir köşeye fırlatıp tamamen Damon’a döndü.


“Aklında ne var?”


Damon derince iç geçirdi ve bir anlığına da olsa etrafındaki ejderhalar titredi.


“Senden savaşmanı değil de kaçmanı rica ediyorum. Sen de benim gibi ruh olmana karşın gücünün yüzde seksenini sıkıntı yaşamadan kullanabilmelisin değil mi? Engel çıkarsa yok et gitsin. Sadece Satou’yu güvenli bir yere götür. Kalanı ben halledeceğim.”


Cornel, onun dediğini duyunca duraksadı.


“Ne yazık ki o iş öyle yürümüyor.”


Damon şaşırdı.


“Nasıl yani?”


Cornel cevaplamadan önce elinde bir çekiç oluşturdu.


“Bu çekice girdiğimden beri benim de gücüm belirli bir ölçüde kısıtlı. Tam gücümü sadece o kesişme noktasında kullanma fırsatım oldu. Aksi takdirde kullanırsam sadece sıradan bir çekiç ruhu olarak yaşamımı sürdürmem gerekir.”


Damon bunu duyunca kısa bir anlığına umudunun kaybolduğunu hissetti. Fakat sonraki duydukları zihnindeki düşünceleri değiştirdi.


“Yine de bu kadar zayıf birilerinden kaçmak zor olmamalı. Kaçabilirim ama ortalama seninle aynı bir zaman sınırım olur. O zamandan sonra istemesem de ruh sarayına geri dönmem gerek.”


Damon aldığı cevaptan tatmin olarak onayladı.


“Öyleyse dediğin gibi olsun. Ne olursa olsun kaç. O adamı tutma işi bende.”


Cornel iç geçirdi.


“Bu her ne kadar rahatsız edici olsa da… Pekâlâ.”


Böylece gerekli hazırlıklara başladılar.



Cornel aceleyle uçarken, Ralph, Elisa’nın sarılışına sıkıca karşılık vermişti. Gözlerinde anlık olarak duygular beliriyor ama hemen sonra da o duyguları tanımlanamayan bir şey siliyor gibiydi.


Yüzünde ilk başta sevinç, sonra korku en sonunda da acı ibareleri gözüktü. Fakat sonra hepsi birden kayboldu. Garip bir koku almış gibi kokladı.


“Ejder… Ejderha kokusu… Çekil.”


Elisa’yı yana doğru iterken son hızda sıçradı. Elisa’ysa endişeyle çığlık attı.


“Raphael dur! Gitme.”


Elisa’nın duyguları karman çorman olmuştu. Bir yerde daha yeni hislerini açığa kavuşturduğu, kalbinde aşkla yer edinilen biri diğer taraftaysa kardeşi vardı!



Fakat istese de bir şey yapamazdı. Ne yazık ki gücü bu iki canavarın arasına girmeye yetmiyordu. Tek yapabileceği çığlık atıp gelmesini dilemekti.



Ve gelen tepkiyse sadece anlık bir tereddüt oldu.


“Seçeneğim yok. Üzgünüm abla.”


Hırıltılı bir mırıldanışın ardından hızla Cornel’e doğru ilerlemeye başladı. Tek bir sıçrayışla metrelerce yol kat ederken Elisa zar zor görülebilir bir hal almıştı.


En sonunda Elisa tamamen gözden kaybolduğunda kaçmak üzere yola koyulan Cornel’i görebilmişti.


Cornel ise çoktan sesi duymuştu. Satou’ya hemen seslendi.


“Velet, çekici çıkart. Hemen!”


Satou hemen çekici çıkartırken Elisa’ya bir şey olmadığını görüp mutlu oldu. Her ne kadar aralarında mesafe açılmış olsa da Satou ejderha gözü sayesinde net bir şekilde görebiliyordu.


Çekiç ortaya çıktığı gibi Cornel’in alevlerle kaplı eline uçtu.


“Şimdi…”


Cornel etrafına küçük bir bakış attı. Uçurumun tam üstünde uçuyorlardı. Yapabilecekleri oldukça sınırlıydı.


“İki dakika şurada dur.”


Cornel hızla topraktan bir alan yaratıp onu alevden oluşan bir kalkanla kapladı.


“Hiçbir hamle yapma. Duydun mu beni?”


Satou orada uslu uslu oturup iyileşmeye çalışırken başını salladı.


“Dikkatli ol usta.”


İçtenlikle söylerken Cornel’in yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.


“Heh, yeni yetme mi yenecek? Hiç şansı yok.”


Sırf Satou’yu motive etmek için böyle söylese de gözleri Ralph’e bakarken tedirgindi. İlk bakışta direkt sıradan bir insan olmadığını anlamıştı. Üzerinde bir takım modifikasyonlar yapılmıştı. Ölü çağıranların yaptığı yapay insanlara benziyordu.


“Ne çeşit bir yapay insansın sen?”


Cornel çekicini havaya kaldırıp etrafını alevlerle kaplarken sordu. Ralph ise duraksadı.


“Ejderhayı ver. Özgürlük için ejderha gerekli.”


Cornel, Ralph’ın dengesiz aurasına bakarken cevapladı.


“Mümkün değil. Öğrencimizi vermemin hiçbir yolu yok. Fakat istiyorsan ablanı alıp çekip gidebilirsin.”


Satou aceleyle bağırdı.


“Usta neler diyorsun!?”


Fakat Cornel hemen onu susturdu.


“Bu son şansın. Eğer onu alıp gidersen kimse sana karışmaz. Fakat eğer öğrencimize dokunursan… Sana müsamaha gösteremem.”


Uyarı amaçlı bir alev dalgasını Ralph’e fırlattı. Ralph ise basit bir el hareketiyle bu dalgayı dağıttı. Yine de yüzünde tereddütlü bir ifade vardı.


“Hayır, görev… Ama ablam! Kapa çeneni! Hayır! Evet! Durdur şunu! Ahhh!”


Aniden başını tutmaya başladı ve aurası dengesiz bir hal almaya başladı. Mor gözü uğursuz bir şekilde parlarken bir şeyle mücadele ediyor gibiydi.


“Bunu… Çekil lanet olası!”


Vücudundaki aura hızla yükselirken mor damarlar daha da ilerlemeye başladı ve delice kahkaha atmaya başladı.


“Hahaha!”


Ardından arkasında korkunç bir canavar figürü görülebilir oldu. İlk bakışta ejderhaya benziyordu. Fakat ejderha değildi. Ejderhaya benzer uzun bir boynu olan garip bir yaratıktı. Kanatları bir kuzgunun kanatlarını andırıyordu. Kuyruğu ise zehirli bir yılana benziyordu.


Arkasında beliren garip yaratığı görünce Cornel şaşkınlığını gizleyemedi.


“Bunun ölümlü diyarda ne işi var?”


Şaşkınlıkla sorsa da ne yapması gerektiğini biliyordu. Çok geç olmadan arkasında devasa bir keçi silueti belirdi.


“Demircinin Sahası: Ocak Ateşi!”


Anlık olarak etrafı bir alev cehennemine döndü. Fakat hemen bu sanki bir illüzyonmuş gibi ortadan kayboldu ve yerini alevden oluşan devasa bir keçi aldı.


Keçi bir “Gee!” diye bir ses çıkartarak üstüne doğru koşturmaya başladı.


Bunu gören daha doğrusu hisseden Ralph ise neredeyse içgüdüsel bir şekilde üzerinde oluşan garip yaratığı saldı.


Garip yaratık mor enerjiden oluştuğundan hangi elementten olduğunu tanımlamak oldukça güçtü. Hatta bir elemente bağlı mıydı yoksa saf bir enerji formu muydu bilinmezdi. Tek bilinen şey tıpkı gerçek bir canavarmış gibi kükreyerek saldırdığıydı.


Bu ikisi hızla birbirlerine doğru ilerleyip çarpıştığında “TAK!” diye bir ses duyuldu ve boynuzları canavarın içinden geçti.


Canavar acıyla kükredi.


Cornel fırsattan istifade ederek kaçmaya çalıştı fakat Ralph aniden önünde belirdi ve ona doğru bir yumruk savurdu.


“Kimera’nın Nefesi.”


Zar zor ağzından bu ses duyulurken yumruğunda mor bir enerji parladı. Cornel ise bu saldırı atlatmak için sadece çekicini savurdu.


PANG!


Aynı anda ejderhaya benzeyen canavar acıyla kükremesine rağmen keçinin iki boynuzunu tutmuş daha fazla ilerlemesini engelliyordu. Garip bir görüntüydü. Birbirlerine kilitlenmişlerdi.


En azından ilk başta öyle gibiydi. Fakat aniden canavarın ağzından aside benzer bir şey tükürdü ve keçi dağılmaya başladı.


Cornel keçinin dağılışına şaşırırken Ralph’i çoktan havada falso attırarak uzağa fırlatmıştı.


“Bu güç… Gerçekten de onu bulduğunuza inanamıyorum. Yazık…”


Karşısındaki gence acımayla bakarken etrafında bir alan oluştu. Her yer yanmaya başladı!


“Bu işi hızlıca bitirelim olur mu?”


Böylece savaş yepyeni bir boyut kazanmıştı.



“Agh! Püü! Fena değilsin ejderha.”


“Sen de öyle, insan.”


Birbirlerini överlerken savaşmaya devam ediyorlardı. İkisi de tek kılıçlaydı. Görünürde teke tek eşit bir düello gibiydi. Fakat ikisi de çeşitli teknikler kullanıyordu.


“Kara Alev Fırtınası!”


“Karanlık Fısıltı!”


Mars, mevcut tekniğin üstüne yeni teknikler kullanıyordu. Harabe olan şehrin etrafında karga sürüleri görünmeye başlamıştı. Hatta bir karga direkt Mars’ın omzuna konmuştu.


Uzun kılıcı tuttuğu pozisyonu bir meçi tutuyor gibi öne doğru getirirken şehir dağılma belirtileri gösterdiğini fark edince; hafif eğip biraz yukarı kaldırmış ilginç bir pozisyon oluşturmuştu.


Damon ise bu tarz şeylerle uğraşmak yerine klasik teknikleriyle saldırmayı tercih ediyordu.


“Vaktinde senin bilebileceğinin de ötesine hâkim olan bir alev ejderhasıyla dövüşebildiğin için gururlanmalısın.”


Damon kara alevlerle yanan kılıcıyla, Mars’ın kılıcını çarpıştırırken kibirle söylendi.


“Bir ejderha için fazla konuşkansın.”


Mars alay ederek bir tekme savurdu ve tam o esnada kafasına doğru bir şimşek indi.


“AHH!”


Damon ona güldü.


“Teşekkür ederim aptal. Gökler bile benim yanımda anlaşıla- Oh, kahretsin.”


Ona doğru da şiddetli bir yıldırım geliyordu ve aceleyle atlatmazsa ruhu büyük bir hasar alabilirdi.


“Alev Ejderhası!”


O anda etrafı alevden bir zırhla kaplandı. Ardındansa biçimi tamamıyla görünmez bir hal aldı. Alev büyüdü genişledi ve devasa bir alev ejderhası şeklini aldı. Görkemli ejderha öylesine gerçekçiydi ki görünürde vahşi bir ejderhadan farkı yoktu.


Alayla gelen yıldırıma ejderha kükredi.


“GEL!”


GÜM!


Yıldırım direkt indi ve vahşi ejderhayı boynuna kadar tamamen dağıttı. Göbeğinde duran Damon ise herhangi bir zarar görmeden orada duruyordu.


“En iyi hareketin bu mu lan yavşak!? Benim sınavımda az daha beni yok ediyordun sikik!”


Göklere hakaret ederken Mars’a bir pençe savurdu. Mars ise bu deli ejderhaya ne diyeceğini bilemedi. Nasıl bir beyin yoksunu göklere küfretmeye cüret edebilirdi?


Göklerde toplanan bulutlarsa daha da şiddetli sesler çıkartmaya başladı. Yeşil renkte çakan yıldırımlar yavaşla altuni bir hal almaya başladı. Bunu gören Mars’ın gözleri küçüldü.


“S-sen… Sen ne yaptın manyak herif!”


Damon ise pis bir şekilde sırıtıyordu.


“Lan götdeliği! Bu renkte bir yıldırımı ben anca sırtımı kaşımak için kullanırım! Gerçektende çöpsün ha! Boşuna her gelişimci seni sikine bile takmayıp geçip gitmiyor değil mi? Doğruyu söyle hadi!”


Göklere doğru bağırırken bulutlar daha da toplanıyor çakmak üzere olduğu belli olan yıldırımın rengi de değişiyordu.


“KAPA ÇENENİ!”


Mars değişen renkleri görünce rengi solarak aceleyle Damon’a saldırdı. Damon ise alayla güldü.


“Ne oldu lan korktun mu? Benim zamanımda ben direkt kırmızıdan başlıyordum. Haha!”


Yıldırımlar güçlerine göre ayrı renklerde olurdu. Mavinin standart bir yıldırımdan farkı olmadığından Gökler asla mavi kullanmazdı. En düşük kullandığı daima yeşil olurdu. Hemen ardından genelde son saldırıda görülen altın rengi gelirdi. Yedi yıldırım saldırısının sonuncusu olarak yedi yeşil yıldırımın toplamından daha fazla bir güç açığa çıkarırdı.


Kırmızıysa şu ana kadar bilinen Nihil tarihi boyunca hiç duyulmamıştı!


Mars yıldırımları görünce istemsizce korktu ve korktuğu başına hemen geldi. Gökler insafsızca ikisine de aynı türden yıldırım yolladı!


Damon göklerin saldırılarından kaçınmanın imkânsız olduğunu bilmesine rağmen aniden yıldırımla birlikte ortadan kayboldu.


Ne yazık ki Mars onun nereye gittiğine dikkatini veremezdi. Acilen bu saldırıyı atlatması gerekiyordu.


Öfkeyle “Taark'unat: Katliam Şehri” diye bağırırken hemen duruşuna geçti. Yıldırımla yüzleşmek için tüm manasını kılıcına akıttı ve kılıcı korkunç bir ışıltıyla parladı.


Sonundaysa yıldırım ona doğru çarptı.


TAK!


Yıldırımın şiddetiyle birlikte istemsizce titredi. Manasının çoğunu saldırıyı atlatmak için kullanması gerekti.


“Öğk pü!”


Kan kusarken öksürmeye devam etti.


“Lanet olası herif…”


Gökleri kızdıran o herife istemsizce sövdü.


‘Nerede o?’


İlk başta göklerin onu kızarttığını düşünse de gücü ondan fazla olan bir canavarın ölmüş olmasına ihtimal vermedi. Fakat dikkatle baktığında da bir şey bulamadı.


“Neredesin canavar!?”


Mars bağırsa da ilk başta duyulmadı. Fakat hemen ardından arkasından bir adamın sesi duyuldu.


“Buradayım ve üstelik sana da bir hediyem var~!”


Vahşi ejderha, pençelerinden kaçmaya çalışan kırmızı bir yıldırım tutuyordu. Onu her ne kadar yok etmeye çalışsa da ejderhanın pençeleri sürekli yenileniyor ve onu tutuyordu.


Bunu gören Mars yüksek sesle küfretti.


“Hassiktir!”


Damon ise sırıtarak karşılık verdi.


“Yakala!”


Kırmızı yıldırım hızla Mars’a doğru ilerlerken Damon’un yaşamayan tüm soyuna çoktan saydırmaya başlamıştı.



Satou şu an ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Ustaları onun için mücadele ediyordu. Bu kalbini ısıtsa da bir şey yapamamak sinirini bozmuştu.


‘Bir şey yapabilmeliyim… Bir şey…’


İlk başta ne yapması gerektiği üstüne baya bir süre düşünse de öncelikle bu korumadan çıkmak olduğuna karar verip çıkmaya çalıştı.


Fakat çıkamadı. Ne yaparsa yapsın Cornel’in koyduğu bariyeri aşamadı.


O sırada devasa koç, devasa canavarı arkasına almış dengesiz bir insanla mücadele ediyordu.


‘Bu güç… Beklentilerimi aştı. Her ne kadar tek seferde yenebilme imkânım olsa da gücümü fazla harcama lüksüm yok.’


Cornel de zor bir durumdaydı. Her ne kadar şu an yenebilse de vakit geçtikçe gücü azalacak ve en sonunda kendisi de kaybolacaktı.


Kısa bir düşünce sürecinin ardından aşağıya baktı ve ilahi hisleriyle orayı inceledi.


‘Hmm… Alt uzay ha? Sanırım bir şansımız var.’


Etrafında bir kez daha yoğun bir alev dalgası oluşurken saldırmak üzere olan Ralph’i geri itti. Fakat beklenmedik bir şekilde ona saldırmadı.


“Satou beni iyi dinle.”


Satou tüm dikkatini ona verdi.


“Bu yaptığımız hareket yüzünden yaklaşık üç yıl boyunca görüşemeyeceğiz. Bu süreçte elinden geldiğince kendini geliştirmeye bak tamam mı? Merak etme geri döneceğiz.”


Satou şaşkına döndü.


“Nasıl yani? Beni böyle bırakacak mısınız?”


Cornel kafasına çekiç fırlatma dürtüsüne direnerek sabırla açıkladı.


“Hayır aptal. Sadece bir süreliğine görüşemeyeceğiz bu kadar. Sakın bizden başkasını usta olarak kabul etme bu sürede anladın mı? Zaten iki usta bile aşırı sıra dışı bir durumken…”


Satou’nun gözleri dolsa da diyecek sözü yoktu.


“...Her neyse başka da bir şey yok. Asla kendini tehlikeli bir duruma sokma. Geri dönme şansımızı mahvetme. Ah, bu tarz konuşma Damon’dan bana geçti galiba. Her neyse görüşürüz.”


Satou daha ne demek istediğini soracakken, kafasına aniden bir çekiç çarptı ve bayıldı. Bu çekiç tabii ki de Cornel’in çekiciydi. Ardındansa hızla aşağıya doğru düşmeye başladı ve küçük bir parlaklığa dönüşüp uçurumun karanlığına karıştı.


Cornel ise ellerini çatlatır gibi bir hareket yaparken homurdandı.


“Tch, şimdi daha iyi dövüşebilirim. Gitmeden önce sana öğrencime musallat olmanın bedelini göstermeliyim değil mi? Gelişimciler gerçektende uğraştırıcı.”


Ardından gözleri kıpkırmızı bir şekilde parlamaya başladı. O an da Ralph gerçektende kötü vakit geçireceğini hissetti.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44437 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr