Bölüm 104 - Kaçış! (2)

avatar
366 0

Ejdertanrı Efsanesi - Bölüm 104 - Kaçış! (2)


Mars ve Elisa neler olduğunu anlayamazken Satou’nun arkasındaki iki varlığı görünce ikisinin de nefesi kesildi.


Bu varlıklardan birisi korkunç bir ejder insan siluetindeydi. Ejderha insan silueti ilk bakışta Satou’nun ejderha formuna oldukça benziyordu. Fakat kuşkusuz aralarında oldukça büyük farklar da vardı.


Öncelikle ondan gelen baskı Mars’ı gerçekten de denk biriyle dövüşüyormuş gibi hissettirdi. Hatta ondan üst bile olabilirdi ki bu onun duygularının alarm vermesini açıklıyordu.


Geri kalansa tamamen dış özelliklerden ibaretti. Pulları, Satou’nun pullarından daha koyuydu. Kanatları daha pürüzsüz ve görkemli, bakışlarından sızan enerji çok daha ölümcüldü.


Bunların dışında işin birde somut olmayan formu vardı tabii ki. Vücudundan yayılan Satou’nunkinden farklı olarak ölüm aurası değil, Damon’un niyetlerini ifade edercesine saf bir öldürme arzusu ve yanan bir alev misali şiddetli bir auraydı. Sanki etrafındaki her şeyi yakıp kül edecek gibi hissettiriyordu.


Diğeriyse daha önceden de görülen, korkunç bir alev ifritine benzeyen bir keçiydi. Etrafında alevler dans ediyordu. Magmayla akan elinde bir çekiç tutuyor, tehditkâr bir şekilde Mars’a bakıyordu. Aurası kesinlikle ejderha adamla yaraşır nitelikte olsa da tür olarak ikisi de apayrıydı.


Ejderhanın aurası kadar vahşi değildi. Tam aksine gayet akıcı ve huzur dolu bir aurası vardı. Fakat bu sakin auraya dikkatli bakıldığında sayısız ölüm emri vermiş bir generalin soğukluğu hissedilebilirdi. Sakin ve ölümcül... Tam olarak Cornel’in aurasının tanımı buydu.


“Damon, Cornel. Sonunda!”


Satou onları gördüğü gibi rahatladı. Artık endişelenmesine gerek yoktu. O anda Damon gözlerden kayboldu ve hemen Mars’ın önünde belirdi.


“Sen kim, hangi sıfatla öğrencimize dokunmaya cüret edersin?”


Damon hırıltıyla konuşarak Mars’ı boynundan tutup yukarı kaldırdı. Mars, ilk kez böylesine güçle boğazı sıkıldığını hissetse de hala deli gibiydi.


“Tch, haha! Çok iddialısın ejderha adam. Demek bu melezin ustası sensin. Peki ya ne olmuş? Hiçbir şey göklerden üstün değildir. Sen bile! Eğer beni sınanmanın ortasında öldürürsen felaketi sende üstüne çekeceksin. Ayrıca…”


Aniden Damon’u tekmeledi ve boğazını bırakmasına sebebiyet verdi.


“İstesen de beni yakalayamazsın. Gücümüz seninle eşit. Aynı zamanda diğer elemanla da.”


Cornel’e göz ucuyla baktıktan sonra tekrar Damon’a döndü. Cornel görmezden gelinmekten hoşlanmasa da bu aslında onun için en iyi fırsattı.


‘Yemi yuttu. Çocuğu alıp kaçıyorum. Plandaki gibi. Burası sende.’


‘Bana bırak!’


“Muhahahaha! Komiksin insan. Gerçekten sana gücümüzün eşit olduğunu düşündüren de nedir?”


O anda baskısı katlanarak arttı. Öyle bir arttı ki kısa bir anlığına gökten toplanmakta olan bulutlar dahi titredi.


Bunu gören Mars’ın gözleri küçüldü.


“Vay canına…”


Satou ise o sırada hayranlıkla Damon’a bakıyordu. Onu ilk kez iş başına görüyordu ve etkilenmişti. Tam o anda Cornel kocaman kollarıyla Satou’yu ve Elisa’yı yakaladı. Beklentinin aksine magmadan yapılmış gibi görünen kolu yakmak yerine, şömine ateşi karşısında oturuyormuş gibi tatlı bir sıcaklık bırakıyordu.


“Sıkı tutunun.”


Satou bunu duyunca gözleri fal taşı gibi açıldı.


“Gidiyor muyuz? Ama-”


Cornel lafını kesti.


‘Damon ve benim buradaki herkesi yenecek gücümüz olsa da bunun karşılığında ödeyeceğimiz bedele değmez. Bazı zamanlar geri çekilmek gerekir. Şimdi kapa çeneni ve uygun anı bekle.’


Cornel azarlarken Satou sessizleşti. Onun haklı olduğunu biliyordu ama gururuna yediremiyordu.


Yine de gururunu görmezden gelmeliydi.


Bunlar olurken Elisa ne yapabileceğini düşünüyordu.


‘Bu iş kontrolden çıktı. Ne yapabilirim? Herkes gücümün kat ve kat üstünde! Düşün, düşün…’


Fakat ne kadar düşünürse düşünsün aklına bir şey gelmedi. Birkaç büyü bilse de onları tek seferde uygulayacak yetişim seviyesine sahip değildi ki uygulasa bile etkisi olup olmayacağı meçhuldü.


Kendini ilk kez böylesine zayıf hissediyordu.


O sırada Damon sonunda saldırısını yaptı. Vücudu alevlerle kaplanırken dişleri turuncu bir enerjiyle kaplandı ve Mars’a atıldı.


“ANTİK EJDER PENÇESİ!”


Büyük bir pençe saldırısı yaparken enerji pençesinden çıktı ve kocaman bir pençe saldırısı şeklinde Mars’a ilerlemeye başladı.


İlk başta görünüşü tıpkı Satou’nun kullandığı basit enerji saldırısı gibi gözükse de asıl görkemi ilerledikçe açığa çıktı. Arkasından sanki sayısız ejderha geliyor gibi hissettiriyordu. Koskocaman bir sürü ejderha Mars’a doğru hızla ilerlemekte gibiydi.


Mars tüm bu savaş boyunca ilk kez ölüm korkusunu ensesinde hissetti. Bu yüzden de hemen uzun zamandır antrenman yaptığı zamanlar dışında kullanmadığı kozunu oynamaya karar verdi.


“Kasırga Alanı! Taark'unat: Katliam Şehri!”


Kılıçlarından normal görüneni yere atarken, siyah metale sahip olanı iki eliyle tutup, omzuna doğru getirdi. Kılıcın, bıçak tarafı hafifçe aşağıya bakıyordu.


Bununla birlikte etrafından korkunç bir baskı yayılmaya başladı. Sanki birden bambaşka birine dönmüş gibiydi. Vücudundan tıpkı elinde tuttuğu kılıç kadar keskin bir aura yayılmaya başladı ve arkasında harabe bir şehir görüntüsü belirdi.


“Bunu koz olarak saklıyordum ama… Sen istedin.”


Tüm bu şehir belirirken doğal olarak kullandığı kasırga alanı da Damon’u çevrelemişti. Fakat Damon’u kıstıramadan sadece küçük bir homurdanmayla tüm alan dağıldı.


“Hmph! İyi deneme velet. Fakat unutma. Bir alan tekniği sadece kendisiyle denk birisine karşı iş yapar.”


O anda daha yeni oluşmuş alan sanki hiç olmamış gibi parçalara ayrıldı. Fakat Mars buna dikkat etmiyordu. Dikkat etme lüksü yoktu. Çünkü saldırıyı kafa kafaya karşılayacaktı. Kılıcın kara metali daha da kararırken, uğursuz bir kızıl ışıltı etrafını sardı.


Ve sonunda tam çarpışacakları esnada kılıçla kendini savundu.


DİNG! BOOM!


Büyük bir patlama oldu.


Satou ve Elisa dikkatle sonucu beklerken Conrel uygun anı bekliyordu. Damon’un onu öldürecek kadar güç salmasının zor olduğunu biliyordu.


Ve tam da bildiği gibi oldu.


Toz dağıldığında Mars neredeyse hiçbir şey yokmuş gibi duruyordu. Yüzünde çılgınca bir gülümseme vardı.


“Haha! Bu teknikle yenilmem imkansız. Gel ve ısır beni!”


Damon homurdanarak birkaç pençe saldırısı daha yaptı. Bu pençeler de tıpkı önceki gibi sayısız görkemli ejderhaların imgelerini içeriyordu.


Fakat bu sefer Mars saldırılara kafa atmak yerine incelikle savuşturdu. Hamleleri kesin ve cüretkârdı. En ufak hata payınca göğsüne çarpabilirdi. Fakat kendine ve daha da önemlisi tekniğin hareketlerine güveni tamdı.


Duruşları tekrar ederken, havada bacaklarının genişliğini biraz genişletti ve havayı tekmeleyerek sıçradı!


Ona doğru gelen Mars’ı görünce Damon homurdandı ve ellerinde birer kılıç belirdi.


“Oynamak istediğin gibi oynayalım. Alevler önümde boyun eğin. Süzülen Anka.”


Kanatlarıyla birlikte kılıçlarda alev alırken sanki serbest dalış yapıyormuş gibi garip bir pozisyonda saldırıya geçti ve çarpıştılar.


GÜM!


Tüm bunlar olurken Cornel uygun fırsatı bulduğunu anlayıp hızla harekete geçti. Tabii Mars, Damon’la tüm gücüyle ölümüne kapışırken onları fark etmesinin hiçbir yolu yoktu.


Damon’da tamda bunu tahmin ederek planı kurmuştu ki başarılıydı.


Ne yazık ki kimsenin hesap etmediği bir ayrıntı vardı.


Ralph, onların hareketini görünce hızla takibe koyuldu. Gözleri Elisa’dan bir kez olsun ayrılmamıştı ve Cornel’in yakalayışını gördüğü an takibe koyuldu.


Cornel, onu fark ettiğinde ne yapacağını çoktan düşünmüştü. Önce adama baktı. Ardından Elisa’ya küçük bir bakış attı.


“Bazen fedakârlıklar yapılmalı…”


Onun için öncelik Satou’ydu. Ne de olsa şu an bir çeşit bağlılık vardı aralarında. Eğer bir sorun olursa bu onu da etkilerdi. Zaten tam da bu yüzden burada bulunuyordu. Bu yüzdende…


“Hey genç adam!”


Ralph hareket etmeyi durdurup Cornel’e bakmaya başladı.


“Senin derdin Satou’yla değil. Yanılıyor muyum?”


Ralph kafasını onaylar bir şekilde salladı ve Elisa’yı işaret etti.


“Elisa… Elisa abla…”


O anda hem Elisa hem de Satou şaşkına döndü.


“Abla mı?”


“Elisa o… Aradığın kardeşin mi?”


Aslında birçok açıdan mantıklıydı. Fakat yine de garip gelmişti. Onları bulmasını beklemiyordu.


“Sen… Raphael!? Bu sen misin? Sana ne yaptılar? Yaşlı keçi çabuk beni yere indir!”


Satou, Elisa’nın dolmaya başlayan gözlerini görünce ne yapması gerektiğini bilemedi. Cornel ise çoktan yapacaklarını planlamıştı.


Elisa’yı yavaşça yere indirdi. Ralph de hemen peşinden aşağı indi ve Elisa’ya doğru adım adım ilerlemeye başladı. İçindeki ruhun son kalıntısı ona ulaşmaya çalışıyor gibiydi.


Adım adım birbirlerine ilerlerken atmosfer gittikçe garipleşip, gergin bir hal alıyordu. O sırada arkada deliler gibi savaşan iki canavar ve gökyüzünden gelen ilahi yıldırımların yere çarpış sesleri de bu gerginliğe ayrı bir heyecan katıyordu.


Ve sonunda Ralph miğferini çıkarttığında Satou daha da dumura uğrarken Elisa’nın gözleri doldu.


“Raphael… Sana, sana naptılar böyle!?”


Gördükleri şey gerçektende acınasıydı. Görünüşü eskiden tıpkı Satou’nun kopyası gibiydi. Aynı yüz hatları, benzer çehreyi veriyorlardı. Fakat bu gencin suratında çeşitli damarlar çıkmıştı. O yakışıklılık tarihe gömülmüş gibiydi. Boynundan, sol gözüne kadar ulaşan mor renkteki damarlar ona ürkütücü bir görüntü katıyordu. Göz akı tamamen kararmış, gözüyse mor renk almıştı. Diğer gözüyse tıpkı Satou gibi siyahtı.


Gördükleri Satou da biraz tiksinti ve bolca şaşkınlık hissettirirken Elisa hızla Raphael’e koşup ona sıkıca sarıldı.


Cornel fırsatın ayağına geldiğini fark edip Satou’yu bir kez daha yakaladı ve Satou daha ne olduğunu bile anlamadan hızla uçmaya başladılar.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44433 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr