32. Bölüm - Ölümsüz Mirası (2) [Düzenlendi]

avatar
1973 20

Ejdertanrı Efsanesi - 32. Bölüm - Ölümsüz Mirası (2) [Düzenlendi]


Unutanlar için küçük bir bilgi. [Gyakusatsu] ateş yazıt olan kılıç. [Heiwa] ise su yazıtı olan kılıç.
***


Satou’nun sesini duyan kapı kısa bir titremenin ardından açıldı. Kapının içerisi full karanlıktı ve ürpertici bir aura yayılıyordu dışarıya doğru. Satou istemsizce yutkundu ve içeri girdi.

 

İçeri girmesinin hemen ardından kapı kapandı.

 

O anda Satou adeta bir yere ışınlanıyormuş gibi hissetti. Ancak bir şey değişmiş gibi görünmüyordu. O sırada her yerden bir ses yankılandı.

 

“İlk test. Mirasıma sahip olacak kişi en azından bir kaç yüksek kademe vahşi canavar öldürebilmeli.”

 

Satou bunu duyunca testin oldukça kolay olduğunu hissetti. Gücüyle bir kaç yüksek kademe vahşi canavarı öldürmek sadece biraz vakit alırdı. Fakat Satou'nun bilmediği şey, Ölümsüzün bir kaç diye bahsettiği vahşi canavarların saçma derecede fazla olduğuydu.


Ancak ses, Satou’yu umursamıyordu. Sakince konuşmasını bitirdiği anda karşısında çeşitli canavarlar ortaya çıkmaya başladı. Ancak bu canavarların hiçbiri yaşamıyordu. Üzerlerinden uğursuz bir ölüm manası yayılıyordu. Hatta bazı canavarların kemikleri gözüküyordu. Ürpertici bir manzaraydı.

 

Ancak Satou normal bir insan gibi korkmak veya tedirgin olmak yerine tıpkı vahşi kanasusamış antik bir ejderha gibi heyecanlandı. Hızla yüzüğünden ikili kılıçlarını çıkardı.

 

Ardından karşısındakinin tehlikesini bildiğinden kılıçlarını ejder manasıyla kapladı. Hatta normalde kullanmadığı kılıçların üzerindeki yazıtları da ejder manası ile aktif etti. Yazıtlar anında etki göstererek kaplı ejder manasının haricinde [Heiwa], dondurucu bir buz ile kaplandı. [Gyakusatsu] ise turuncu renkli bir alevle kaplandı.

 

Satou ona doğru koşmakta olan canavarlara sırıtarak baktı, üzerlerine koşmaya başladı.

 

Satou koşmaya başladıktan kısa bir süre geçtiği gibi aralarında kaplana benzeyen bir canavar onun bacağına atıldı. Ancak kafasının ortasına [Gyakusatsu]’yu yedi. Kafası ortadan ikiye ayrıldı ve yanmaya başladı. Bunun ardından, hızla bütün etleri sanki yanıcı bir maddeye atılan ateşmişçesine yanmaya başladı. Tabii Satou aynı anda üç yüzden fazla canavarla birden savaştığından bunları göremiyordu. Savaş oldukça şiddetli geçiyordu.

 

Satou’nun giysilerinin üst kısmı tamamen yırtılmıştı ve şu an vücuduna hasar alıyordu. Ancak her saldıranı öldüremese bile ağır yaralıyordu Satou.

 

 

Aradan bilinmeyen bir zaman geçti. Etrafta sanki geniş bir katliam olmuşçasına bir sürü canavar cesedi vardı. Bazıları kül olmuş, bazıları, donmuş bazıları ise paramparça olmuştu. Satou’nun ise her yeri kan ile kaplanmış, antik bir kan ejderhası gibi görünüyordu. Ellerinde tuttuğu kılıçlarda da artık mana kalmamıştı. Ancak yine de katliamdan çıktığını belli edercesine yazıtlarında kızıl birer ışıltı vardı.

 

O sırada her taraftan yayılan antik ses tekrar duydu.

 

“İlk testi geçmeyi başardın bücür! Fena değilmişsin gibi. Ancak benim varisimden beklediğim sadece fiziken güçlü olması değil...”

 

Satou, üçüncü cümlenin yarısını duyduğu sırada bilinci yavaşça kararmaya başladı ve ceset parçalarının arasına düşüp bayıldı.

 

 

Satou gözlerini Black klanındaki yatağında açtı. Tavana boş boş baktı Satou . Rose de tam yanında yatıyordu. Satou geldiğinden beri ona bakmış gibiydi. Satou, sanki o kadar uzun süre uyumuştu ki Rose en sonunda pes edip onun yanında uyumuş gibi duruyordu. En azından Rose’un uykulu yüzünden onu çıkartmış idi.

 

Daha demin yüzden fazla canavarla savaştığını hatırlıyordu. Ne ara evine geldiğini veya burada neler olduğunu anlayamıyordu. En son ses ona bir şeyler söylemişti. Ancak bir türlü hatırlayamıyordu.

 

O sırada Rose gözlerini açtı. Satou’nun uyanmış ve ona şaşkın şaşkın baktığını görünce yüzü kızardı ve adeta gökyüzüne bir kuş gibi fırlarcasına hemen yataktan kalktı. Ardından direkt özür diledi.

 

“Ö-özür dilerim genç efendi.”

 

Satou bunu duyduğunda oldukça şaşırdı. En son Satou, Rose ile tam olarak sevgili olmasalar bile açıkça birbirlerine aşklarını ifade etmişlerdi. O zaman Rose neden tekrar genç efendi demeye başlamıştı?

 

Satou, bu olayı kendince sorgularken dalgınca ayağa kalkmaya çalıştığı an yere kapaklandı.

 

Satou şaşırdı. En yorgun olduğu zamanlarda bile bu kadar güçsüz hissetmemişti. Sanki… Sanki gelişim yapmaya başlamadan önceki hali gibiydi! 

 

Düşündüğünün olmasından korkan Satou, hemen çekirdeğini hissetmeye çalıştı. Ancak çekirdeği bırakın ejder manasını bile hissedemedi. Bir kez daha denedi. Ancak sonuç hüsrandı. Tekrar ve tekrar denedi. Ancak yine de sonuç değişmedi. Satou'nun her deneyişinde yüzü daha da soldu ve gözleri doldu. Her şeyini kaybettiğine inanamıyordu.

 

Ne olduğunu az çok tahmin edebiliyordu. Ancak bunu kabullenemiyordu. Nasıl olabilirdi? Nasıl bir anda her şeyini kaybedebilirdi? Nasıl!?

 

Satou’nun bu halini gören Rose’un da gözleri doldu. Sakatlığın bilinen hiçbir tedavisi yoktu. Olsa bile de bu Black Klanını bırakın sıradan bir İmparatorluğun bile karşılayamayacağı kadar değerli olurdu. Bu nedenle çoğu gelişimci için sakatlık ölümden beter bir durumdu. Rose ister istemez genç efendisi için üzülmüştü.

 

Satou’nun aklında o anda bir şüphe belirdi. Gereksiz duygulara birden bire kapılmıştı. Üstelik bu garip durumu hiç düşünmeden. Bu asla onun yapacağı bir şey değildi!

 

Duygularını zorla bastırdı. Ardından yavaşça ayağa kalktı. Gözlerindeki yaşlar kurumuştu. Yüzünde ise çok ciddi bir ifade vardı. Rose çok ciddi bir şekilde sordu.

 

“Rose… Şu an hangi yıldayız?”

 

Satou’nun aniden değişen tavrı ile sordu soru Rose biraz korkuttu. Ancak gene de cevap vermemezlik etmedi.

 

“Genç efendi. Şu anda *barış çağının bininci yılının üçüncü ayının beşinci günündeyiz.”

 

Satou derince bir oh çekti. Bu tarih tamda Satou’nun [Antik Ejder Taşı]'nı bulmaya gittiği tarihti. Şu an o sesin oluşturduğu bir dünyada olduğuna emin oldu. Ancak sesin burada yapmasını istediği neydi ki bu sakat haliyle?

 

Satou ne kadar düşünürse düşünsün aklına bir şey gelmedi. Düşüncelerini bir şekilde toparlamaya çalıştı. Ancak yaşadığı o kötü hissin üzerinden bir yük kalkmış gibi oldu. Bu nedenle rahat bir nefes verdi ve endişeli ve korkmuş gözlerle ona bakan Rose baktı. Satou’nun yüzünde nazik bir ifade belirdi. 

 

Bu durumum tamamen bir illüzyon olduğunu bilse de Rose bakarken içindeki özlem duygusu kabardı. Bu nedenle ona sıkıca sarıldı. Daha doğrusu sarılmaya çalıştı. Vücudunun güçsüzlüğünden dolayı Rose'a yaklaşırken tekrar düşüşe geçti.



Tabii bu sefer ilk seferki gibi direkt yere düşmedi. Rose hızlı bir hareketle Satou’nun düşmesini engelledi.

 

Rose, Satou’nun bu hallerinden dolayı daha da endişelendiğinden, endişeli bir şekilde sordu.

 

“Genç efendi neler oluyor? İyi misiniz?”

 

Satou, Rose’un kucağına düşmüş bir haldeyken sadece kafasıyla onayladı ve kısık bir sesle konuştu.

 

“İyiyim. Sadece… Biraz böyle kalsak olur mu?”

 

Rose’un yüzü kızarsa da karşı çıkmadı. Satou’nun neden böyle bir anda garip davranmaya başladığı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Ancak böyle kalmak ona iyi gelecekse neden karşı çıksın ki?

 

 

Tüm bunlar olurken Katliam Ormanında, garip kapının önünde Yuzuru, sıkıntılı bir ifadeyle bekliyordu. Nedenini bilmiyordu. Ancak kölelik mühründen gelen bağlantıdan dolayı ruhundan gelen bir his, Satou’nun tehlikede olduğunu söylüyordu. 

 

Endişeli bir şekilde Yuzuru, kapının önünde beklerken ormanın içinden güçlü bir kaç adım atma sesleri gelmeye başladı. Hemen oturduğu kayadan kalktı. Bu adımlar insan adımları değil canavar adımlarıydı. Hemen savaş pozisyonu aldı ve çıkacak canavarı beklemeye başladı.


***
*: Nihil'de bilinen 3 çağ vardır. Bunlar sırasıyla Antik Çağ, Kaos Çağı ve Barış Çağı'dır.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr