2. Bölüm - Antik Ejder Taşı [DÜZENLENDİ]

avatar
3305 30

Ejdertanrı Efsanesi - 2. Bölüm - Antik Ejder Taşı [DÜZENLENDİ]


Bir saatin ardından Black klanınından on yapılı adam ve bir çocuk çıktı.

 

Bu çocuk tabi ki de Satou Black'ti.

 

Satou heyecanlı ve meraklı bir şekilde babası Jun'nun kendisi seçtiği korumalarla altlarındaki atlarla birlikte şehirden ayrıldı. Satou zihnindeki bütün düşüncelerden kendini arındırıp sadece hissettiği garip hisse kendini odakladı. İlerledikçe hissettiği his güçleniyordu. His güçlendikçe daha da heyecanlanıyordu.

 

Bir saatlik yürüyüşün ardından grup bir mağarayla karşılaştı.

 

Mağara baya geniş ve derindi. O kadar geniş ve derindi ki bir ejderha rahatlıkla oraya sığabilirdi. Satou mağaraya girmeden önce on korumaya da burada beklemelerini emretti.

 

Mağaraya ilk girdiğinde çok garip bir aura hissetti. Aura çok mistikti ama aynı zamanda sanki canlı gibiydi. Ve garip bir şekilde bu auranın Satou'ya karşı yakınlığı varmış gibiydi. Satou'da bu auraya karşı garip bir yakınlık hissediyordu.

 

Mağarada ilerledikten sonra karşısına birden mağarayla birleşmiş odaya benzer bir alan çıktı. Alana adım attığı anda etraftaki meşaleler birden alev aldı. Satou bir anlığına şaşırsa da fazla umursamadan alanı incelemeye başladı.

 

Alan da nerede ise hiçbir şey yoktu. Alanda olan tek şey kanatlarını ve ağzını açmış sanki gerçekmiş gibi duran bir Wyrm heykeliydi. Heykelin altında ise kadim bir dilde yazı vardı.

 

"Tantum autem lapis quem homo est lapis electus de potestate uoluntatis sicut remouere wyrm." (Sadece taşın seçtiği kişi Wyrm'ın ağzından taşı alabilir.)

 

Ama tüm bunların arasında ilgi çekici olan şey Wyrm’in ağzında olan tuhaf taştı. Taş simsiyahtı. Taş o kadar siyahtı ki Satou taşa bakınca sanki içine doğru çekiliyormuş gibi hissetti.

 

Biraz daha etrafa bakıp Wyrm heykelinden başka bir şey olmadığına emin olduktan sonra yavaş ve sakin adımlarla heykele doğru yürümeye başladı. Heykele yaklaştıkça birden üzerinde baskı hissetmeye başladı. İlk başta bu baskı kuş tüyü kadar hafifken ilerledikçe baskı artıyordu.

 

...

 

Yarım saatin ardından mağaranın dışında;

 

Mağara'nın dışında bekleyen korumalar birbirleri ile konuşuyordu.

 

Siyah saçlı ela gözlere sahip genç bir koruma sordu.

 

"Yarım saat oldu. Gidip bakmalı mıyız?"

 

Korumaların lideri gibi görünen orta yaşlı olduğunu belli eden ağırmış saçlarına rağmen oldukça sağlıklı duran adam bu öneriyi reddetti.

 

"Önemli bir şey olsa sesini duyardık. Hem ayrıca efendimiz, genç efendi ne derse yapmamızı söyledi. Beklemek zorundayız."

 

O sırada taş odada Satou ile heykel arasında beş adımlık bir mesafe vardı. Satou'nun üzerinde şu an neredeyse beş yüz kilogramlık bir baskı vardı.

 

Satou yarım saatte adım attıkça fark etti ki her adım attığında mevcut baskının iki katını hissediyordu. Yani tahminine göre sıradaki adımda 1 tonluk baskı hissedecekti. Bu nedenle de çekiniyordu.

 

Kısa bir süre düşündükten sonra riskli olacağını bildiği halde bir adım daha attı.

 

Tam o anda inanılması güç bir olay oldu.

 

Hissettiği tüm baskı ortadan kalktı.

 

Satou daha baskının gittiğine sevinemeden siyah taşın etrafını korkutucu bir enerji sarmaladı. Enerji ne manaya benziyordu ne de auraya bambaşka bir şeydi. Bu enerji o kadar dehşetengizdi ki insanı iliklerine kadar titretebilecek cinstendi. Taşın yaydığı tuhaf enerji yüzüne Satou hareket etmeyi bırak mimiklerini bile oynatamıyordu. Taş mor bir enerji ile parlarken inanılmaz bir hızla fırlayıp Satou'nun içine girdi.

 

Satou ilk kemiklerinin kırıldığını hissetti. Hemen ardından kalp atışının yavaşladığını sonra ise bilincini kaybetti.

 

Satou bilincini kaybettiği sırada ise siyah taş Satou'nun vücuduyla birleşiyordu. Birleşme esnasında Satou'nun vücudu olağanüstü bir şekilde değişim geçiriyordu. Önce organları hemen ardından kemikleri sonra da kasları ve derisi değişim geçirdi. Aynı zamanda sırtında iki adet kemik çıkıntısı oluştu. Ardından o iki kemik çıkıntısını kaslar sardı. Bunun arkasından siyah renkte deri geldi. Deri de kaplandıktan sonra bu çıkıntılar, korkutucu birer ejderha kanadına dönüşmüştü. Tüm bunları anlatması basitte olsa eğer bunlar olurken Satou uyanık olsaydı yaşadığı acıdan dolayı tekrar bayılırdı.

 

...

 

Satou'nun zihninde;

 

Satou kafasını tutarak ayağa kalktı. Etrafına bakarken nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Satou'nun aklından geçenleri duymuşçasına bunu kalın bir erkek sesi yanıtladı.

 

"Şu an kendi zihninin içindesin çocuk."

 

Satou sesin dediğine şaşırdı ama aynı zamanda kafası da karıştı. Madem burası kendi zihniydi o zaman bu ses burada ne arıyordu? Satou konuşmayı denedi. Ama konuşamadı. O yüzden bu sesin aklını okuyabildiğini düşünerek düşünceler aracılığıyla sormayı denedi.

 

'Madem burası kendi zihnimin içi o zaman sen burada ne arıyorsun?'

 

Ses zihninden geçirdiği gibi yanıtladı.

 

"Çocuk ben, senin aldığın o taştaki kalan ruh ve irade kırıntısıyım. Sen taşla birleşince bende hafıza sarayına girdim."

 

Satou içten içe şaşırsa ve hafiften korksa da sakince sordu.

 

'Taş mı? O zaman beni çağıran sen miydin?'

 

Sesten anında cevap geldi.

 

"Hayır, çocuk hem zaten istesem bile birisini çağırmam. Ben sadece senin aldığın taşın içinde kalmış küçük bir ruh kırıntısıyım."

 

'Peki bu taş tam olarak ne? Ona sanki çok yakınmışım gibi hissediyorum. Hem ayrıca adın ne? Birilerine sen, sen diye seslenmekten hoşlanmıyorum.'

 

Ses hafifçe iç çekti. Ardından Satou'ya açıklamaya başladı.

 

"O taş Antik Ejder Taşı olarak bilinir. Birden fazla özelliği olmasına rağmen en bilinen özelliği seçtiği sahibin bedenini dönüştürüp güçlendirmesidir. Aynı zamanda taşın kendisinin sahip olduğu bir teknik olan Ejdertanrı'nın Yükselişi gelişim tekniğini kullanabilmeni sağlar. Muhtemelen şu an zihninde bu tip bir bilgi hissetmiyor olabilirsin. Ama şu an taş hem zihnine tekniğin bilgilerini yüklüyor hem de vücudunu güçlendirip evrimleştiriyor."

 

Satou sesin söyledikleriyle taşın özelliklerini az çok anlasa ve şaşırıp biraz da korkasa da hala aklına takılan bir soru vardı.

 

'Tamam anladım sanırım. Ama hala kim olduğunu söylemedin ?'

 

Ses gizemli bir şekilde güldü.

 

"Zamanında çoğu isimle anıldım. Tanrı Katleden, İblis Lord ve daha niceleri... Aradan kim bilir kaç bin yıl geçti... Adımı sormuştun değil mi çocuk? Adım Damon, Üçüncü Ejdertanrı Damon!"

 

YN: Milyonlarca yıl geçti be reis adını hatırlayan sayılı kimseler kaldı :(

 

 

O sırada Ay ve Güneş şehrinin meydanında;

 

Ay ve Güneş Şehrinin meydanı olarak belirlenen bölgenin ortasında devasa büyüklükte bir ağaç vardı.

 

Ağacın kalın bir gövdesi, kalın dalları ve bembeyaz yaprakları vardı. Bu ağacın adı Günışığı ağacıydı. Bu ağaca Günışığı denmesinin nedeni diğer ağaçlardan ayıran özelliğiydi. Bu ağacın sabahları güneş çıktığı vakitler nedendir bilinmez yaprakları günün diğer saatlerine nazaran daha parlak olurdu.

 

Şu anda ise bu Günışığı ağacına Çim gibi yeşil saçları, deniz mavisi gözleriyle tanrıçaları kıskandıracak güzellikte genç bir kız hayranlıkla bakıyordu. Bu güzel genç kız tabi ki de Satou'nun hizmetçisi Rose'du.

 

Rose hafta da bir gün nedendir bilinmez kendisine yakın hissettiği bu ağacı görmeye gelirdi. Bugünde, bir istisna yoktu.

 

Bu sırada ise meydanın oradan beyaz cübbeli iki kişi yürüyordu. Biri yirmi, yirmi bir yaşlarında genç gözüken birisi iken diğeri orta yaşlarda bir adamdı. Genç adam beyaz saçlarla, sarı gözlerle yakışıklı bir yüze, ortalama bir vücuda sahipti. Yanındaki adam ise gri saçlarla, ela gözlerle ortalama yüze, yapılı ve uzun bir vücuda sahipti.

 

Bu iki genç adam ve orta yaşlı adamı görenler aralarında sessizce fısıldaşıyorlardı.

 

"Bak! Bu White klanının genç efendisi değil mi?"

 

"Evet o. Geçen gün bir arkadaşımdan duydum. Bu genç efendi bir hafta önce bir kızı istemiş. Kız gelmeyi reddedince önce kızın bütün ailesini yok etmiş. Sonra ise o kıza herkesin önünde tecavüz edip öldürmüş."

 

"Ne! Şehir Lordu ne bok yiyordu peki tüm bunlar olurken!?"

 

"*iç çeker* Karşısında şehirdeki iki büyük klandan birisi olunca ne yapabilir ki?"

 

İnsanlar kendi aralarında konuşurken beyaz cübbeli genç onları duymuyormuşçasına yoluna devam ediyordu. Yürürken de yüzünde kibir dolu bir ifade ile etrafına bakınıyordu. O anda gözüne doğa tanrıçası kadar güzel bir kız takıldı. Bu kız tabi ki de Rose'du.

 

Beyaz cübbeli genç Rose baştan aşağı süzdü. O anda yüzünde şehvetli bir ifade belirdi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44355 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr