Bölüm 10: Kardeş Ziyareti

avatar
230 1

Kralların Yolu - Bölüm 10: Kardeş Ziyareti


---

 

Güneş tekrar yükseldiğinde birden kampta davullar patlak verdi ve askerlerin korkuyla yerinden sıçramasına neden oldu.

 

“Neler oluyor?”

 

Askerler kulak yırtan davul sesinden dolayı paniklemişti. Bir şeyler mi oluyordu? Düşmanlar mı saldırmıştı? 

 

“Bölük sıraya geç!”

 

Güneş daha yeni yükseliyordu. Leo, antrenman kıyafetlerini giymiş bir şekilde kışlada geziyordu. Tokmağı her davula vurduğuna çıkan zihin sarsan ses insanın vücudunu ürpertiyor ve oldukça rahatsız ediyordu.

 

“Neler oluyor lan?!”

 

Roalt panikle kışladan dışarı fırladı. Kampa düşmanların fırladığını düşündüğünden hızlıca giyinmiş ve her an savaşmaya hazır duruma gelmişti.

 

Ancak dışarıda yalnızca Leo’nun durduğunu görünce rahat bir nefes aldı ve istemeden de olsa hayal kırıklığına uğradı. Prensin eğitimlere bugün başlayacaklarını söylediğini hatırladı. Şimdi sıcak yatağından çıkmaya zorlanmıştı.

 

“Çabuk sıraya geçin!”

 

Tıkırt! Tıkırt!

 

Adım! Adım!

 

Ayak sesleri kışlada yankılandı. Korku ve panikle yatağından fırlayan askerler üstünkörü giydiği kıyafetleriyle birlikte talim alanında sıraya dizildiler.

 

Leo onlara baktı.

 

“Bugünden itibaren prensin özel eğitimine tabi tutulacaksınız. Oldukça yeni fikirler ile geldiğini kabul etmeliyim.”

 

Prensten aldığı yığınla talimat vardı. Formasyonlar, dövüş sanatı, kılıç sanatı ve subaylara empoze edilecek bilgiler de dahil olmak üzere yaklaşık yüz sayfalık bir kılavuz almıştı. Prensin bunları nasıl bildiğini ya da neden böyle garip şeyler yaptırdığını sorgulamakla uğraşmadı. 


Ona öğretilen ilk şey emirleri sorgulamadan yerine getirmekti.

 

“Herkes silahlarıyla koşuya başlasın.”

 

---

 

---

 

 Leo’yu emirlere boğduktan sonra Zephyr onu şaşkına çeviren bir haber aldı. Büyük kardeşi Louis onu ziyarete geliyordu. Üstelik çoktan vilayet sınırları içerisine girmişti.

 

9. Prens Louis de Arcania, krallığın kuzey bölgesine gönderilen prenslerden birisiydi. Sorumlusu olduğu vilayet Twilight’tan pekte uzakta olmayan Goldflaw Vilayeti’ydi.

 

Goldflaw vilayeti krallığın kuzeyinde yer alan en önemli ticaret bölgelerinden biriydi. Ekonomi ve para konusunda yeteneği olan Louis için mükemmel bir ‘şanstı’. Şansa bak ki tam da ihtiyacı olduğu şeylere sahip bir vilayete atanmıştı.

 

“Sebepleri neymiş?”

 

Zephyr şakaklarını ovuştururken karşısındaki hizmetçiye sordu.

 

“Hasta ziyareti efendim. Karşılama hazırlamamızı ister misiniz?” 

 

Zephyr hizmetçiye bir süre baktıktan sonra acıyla iç çekti, “Olabildiğince bonkör olun. Saraydaki tüm adamlarımıza bir süre ‘normal’ rolü yapmalarını söyle. Ayrıca ağzı gevşek birkaç hizmetçi bul bana.”

 

Louis’in gelmesi büyük sorundu. Öyle ki her şeyi mahvetme potansiyeline sahipti. Ancak bu, aynı zamanda büyük bir fırsattı. Eğer işleri doğru yürütebilirse Louis’i haber yaymak için kullanabilirdi.

 

Hizmetçi emirleri aldıktan sonra hafifçe eğildi ve Zephyr’i bir başına bıraktı. Zephyr kafasını sandalyeye yasladı ve gözlerini kapattı.

 

Louis’in Arthur’un yancısı olduğunu biliyordu. Ayrıca çok zeki bir adamdı, sadece yirmi yaşında olmasına rağmen sınırsız denebilecek bir fon kaynağı yaratmıştı kendine. Paranın üstünlüğüne inanıyor ve bunu sonuna kadar savunuyordu.

 

Hazine Bakanı’ndan bile övgüler almış bir şahıstı.

 

“Umalım da her şey düzgün ilerlesin.”

 

Zephyr tüm gizli çalışanlarına ulak aracılığıyla emirlerini iletti ve aptalca politikalar ile şehrin durumunu bilerek kötüleştirdi. Zorlukla kazandığı güvenin böyle salak saçma bir şey yüzünden boşa gitmesi kalbini burkuyordu ama biliyordu ki birazcık bile potansiyeli olursa ilk öldürülecek kişi o olurdu.

 

Bir prensi öldürmek çok büyük bir suçtu. Prensler Savaşı’nda dahi prensler ve prensesler açıkça birbirini katledemezdi. Bu yüzden her şey başkasının eli aracılığıyla yapılır, ölümler gölge arkasından halledilirdi.

 

Fakat buna rağmen MİT tarafından araştırma yürütülür ve suçlu bulunurdu. Suçlu bulunursa prenslik statüsü elinden alınır ve sakatlanırdı. En kötü ihtimalle zindana atılır ya da idam edilirdi.

 

Bu nedenle Zephyr zayıf olursa öldürülmeyecek ve kendi haline bırakılacaktı. O küçük bir oyuncuydu ama oyunun tamamında birbirinden güçlü on iki halef daha vardı. Zephyr’i tehlike arz etmezken öldürmek büyük sorundu. Zira diğerleri bunu araştırabilir ve olayın detaylarını bulabilirdi.

 

Ancak Zephyr güçlenirse başka birisi illa harekete geçecekti. Bunu açık ya da kapalı yoldan yaparsa yapsın, her şekilde ucu sahibine dokunacaktı.

 

Zephyr bunu bildiği için kendini zayıf göstermek konusunda kararlıydı. Halkın bir süre acı çekmesi de sorun değildi.

 

Halkın mı canın mı,

Hangisi daha önemli?

 

Birden zihninde bu dizeler belirdi. Sanki ona bir şey anlatmak istiyordu. Ancak Zephyr kararlıydı. Şu anlık canı kıyaslanamayacak kadar değerliydi.

 

En azından bir süre…

 

Halkı onun için bir şeyler yaptıktan sonra buna karar verebilirdi.

 

Tıkırt, tıkırt, tıkırt!

 

Atların yere vuran ayaklarından çıkan sesler konağın çevresinde yankılandı. Dört muhafız arabasının öncülük ettiği yedi arabalık konvoy konağın girişinden içeri girdi.

 

Konvoy küçük bir daire çizdikten sonra binanın girişinin önünde durdu.

 

Bir muhafız indi ve kraliyet aracının kapısını açtı. İçeriden uzun boylu yakışıklı bir adam çıktı. Hafif kırmızıya çalan göz rengi ve parlak sarı saçlarıyla övgüye değer bir tipi vardı. Vücudu sağlıklı beslenmenin ve savaş eğitiminin verdiği şekille birlikte oldukça sağlam gözüküyordu. Gözleri bir yıldız kadar parlak, bir göl kadar durgun ve bir okyanus kadar engindi.

 

Louis.

 

Prensler ve prensesler arasında büyük ihtimalle en zengini oydu. Merkez Bankası müdürünün yeğeniydi ve Engin Gökler Tüccarlar Birliği’nin sahibinin torunuydu. Annesi Engin Gökler Tüccarlar Birliği, Arcania’daki en büyük tüccar birliğiydi. Gaz lambasından silah ticaretine kadar Ticaret Bakanlığı’ndan sonra gelirdi.

 

Bazı alanlarda onlardan güçlü olduğu bile söylenebilirdi.

 

Uzun sürenin ardından tekrar kardeşini gören Zephyr aptal gülümsemesini gösterdi ve Louis’e yaklaştı.

 

“Twilight’a hoş geldin ağabey. Yolculuk nasıldı?”

 

Louis arabanın içine bir bakış attıktan sonra Zephyr’e döndü, “Hoş buldum kardeşim. Biraz sorunlu olsa da gayet rahat geçti. Ancak bazı ‘yerlerde’ çıkan otlar bana engel oldu. Onları temizlemek biraz uzun sürdü.”

 

Dedikten sonra arkasındaki muhafıza döndü.

 

“Kardeşime hazırladığım hediyeyi çıkarın!”

 

 “Emredersiniz,” arkasındaki altın zırhlı muhafız döndü ve konvoydaki bir araçtan dikdörtgen bir kutu çıkardı.

 

Kutu bulunması zor mor rengindeydi. Başka krallıklardan ithal edilen Mor Güllü Akçaağaç’tan yapılmıştı. Üzerindeki küçük gül desenleri ve hafif gül kokusu insanı mest ediyordu.

 

Bu kutu yüzlerce altın değerindeydi.

 

Muhafız kutuyu Louis’e uzattı. Louis kutuya baktı ve Zephyr’in yüzünde oluşan aptal gülümsemeye baktı.

 

Mor Güllü Akçaağaç uzak bir ülkeden ithal edilen önemli bir süs eşyasıydı. Asilzadelerin en büyük arzularından birisi Mor Güllü Akçaağaç’tan yapılan mobilyalar – süsler kullanmaktı. Nedeni ise bu ağacın her parçası insan vücuduna faydalı özel kokular yaymasıydı.

 

‘Aramızdaki farka bak ve konumunun farkına var. Senin için elde etmesi imkansız olan Mor Güllü Akçaağaç benim için istediğim zaman hediye edebileceğim bir takıdan farksız! İçinde küçük bir hediyem daha var.’

 

İçinden Zephyr’i küçümsese de yüzündeki gülümsemeyi düşürmedi. Nazik bir şekilde kutuyu aldıktan sonra Zephyr’e uzattı.

 

“Vücudunun gün geçtikçe zayıfladığını duydum kardeşim. Mor Güllü Akçaağaç’ın vücuduna iyi geleceğini düşündüğüm için hediyenin kutusunu bundan yapılmasını istedim.”

 

“Çok teşekkür ederim Ağabey!”

 

Zephyr mutlu bir şekilde kutuyu almaya uzandı. Tam alacaktı ki vücudu beklenmedik bir şekilde uyarılar verdi.

 

Bir şey var, Louis gülümsemesine rağmen gülümsemesi farklı hissettiriyordu. Ne olduğunu bilmiyordu ama sezgileri delicesine çığlık atıyordu.

 

“Umarım işine yarar kardeşim.”

 

Louis Zephyr’in gözlerinde farklı duyguların nüksettiğini görünce birden kutuyu onun kollarına bıraktı. Mor Güllü Akçaağaç’ın bir diğer özelliği de saçma derecede ağır olmasıydı. Bu yüzden savaşçıların eğitiminde de kullanılırlardı.

 

On beş santim genişliğinde ve bir metre uzunluğunda büyük bir kutuydu. Haliyle rahatlıkla yüz kilodan fazlaydı ağırlığı. Louis mana kullanabildiğinden bu kadar ağırlık onun için sorun değildi ama aynısı Zephyr için geçerli değildi.

 

Narin ve kırılgan kolları kutunun altında kaldığı anda dengesini kaybetti ve üzerine düştü.

 

“Siktir!” diye küfür etti Leo, en başından beri Zephyr’in arkasında duruyordu. Zephyr’in kutuyu aldığı gibi düştüğünü fark edince çabucak kutuyu tekmeledi ve Zephyr’i ensesinden tutarak düşmesini engelledi.

 

Boom!

 

Kutu yere düştü ve tozları havaya kaldırdı. Zephyr havaya kalkan tozlara baktıktan sonra kollarını ovuşturdu. Eğer Leo zamanında harekete geçmeseydi büyük ihtimalle kolları ağırlığın altında ezilecekti.

 

Vücudunu bir ürperti sardı ve kardeşinin yüzündeki kafa karışıklığına baktı.

 

Alan daha önce onu diğer prenslere karşı uyarmış olmasına rağmen böyle alçakça bir tuzak beklemiyordu. En başından beri Louis’in kötü amellerle geldiğini biliyordu. Ancak amellerinin şehirle ilgili olduğunu düşündüğü için şehri korumak adına çalışmıştı.

 

Dolayısıyla dikkati elden bırakmıştı!

 

“Kardeşim, iyi misin? Özür dilerim.”

 

Louis birden Zephyr’i desteklemek için öne çıktı. Yüzünde endişeli bir ifadeyle ustalıkla yaklaştı. Slang! Leo kılıcını kınından çıktı ve Louis’in önüne geçti.

 

“Lütfen uzak durun!”

 

“Kim olduğunu sanıyorsun sen!” Louis’in arkasındaki muhafızların kaptanı kılıcını kınından çekti ve korkutucu bir aura yaymaya başladı.

 

Her an bir savaş başlayabilirdi.

 

“Bir kaptan olman sana karşı koyamayacağım anlamına gelmiyor.”

 

“Neden denemiyoruz?”

 

Karşısındaki adam kendisinden daha güçlü olmasına rağmen Leo durmadı. İnatla gözlerini dikti ve her an saldıracakmışçasına vücudunu gerdi.

 

Ortamın kızıştığını gören Louis bir anlığına istemsizce gülümsedi ama hemen eski endişeli tavrını takındı.

 

“Kardeşim seni düşünmediğim için üzgünüm. Vücudunun çok güçsüz olduğunu tamamen unutmuşum. Hey sen! Muhafızıma sataşmak yerine prensine yardım etsen!” diye çıkıştı Louis.

 

Önünde duran Zephyr dalgınlığından uyandı ve buzu andıran bakışlarıyla Louis’e baktı. Ardından nazikçe gülümsedi ve kollarını silkeledi.

 

“Olur öyle şeyler kardeşim. Muhafız Leo, ağabeyimin cömert hediyesini taşımama yardım et. Hizmetçiler, ağabeyime odasını gösterin. Evindeymiş gibi hisset lütfen Ağabey.”

 

Sakin olması gerekiyordu. Böyle ufak bir saldırıya rağmen harekete geçerse başı çok ağrırdı. Ayrıca burada yapacağı her şey Arthur’un kulağına gidecekti. Bu yüzden ekstra dikkatli olmalıydı.

 

Louis’in yüzündeki gülümseme bir anlığına çarpıklaştı. Ancak gülümsemesini tekrardan kazandı ve alçakgönüllü bir edayla “Özür dilerim,” dedi. Hareketleri öyle ustacaydı ki bilerek yaptığına inanmak güçtü.

 

Leo diyecek bir şey bulamadı. Sadece homurdandı ve yerdeki kutuyu tek eliyle kaldırdı.

 

“Rahatına bak lütfen, Ağabey.” dedikten sonra Zephyr bir hizmetçiyi görevlendirdi ve konağa çekildi.

 

  O gittikten sonra Louis kafasını onun yanına gönderilen hizmetçiye çevirdi.

 

“Sia bir değişiklik var mı?”

 

Kod Adı Sia, Prens Arthur tarafından yetiştirilmiş özel casus biriminin üyelerindendi. Kuralar çekilmeden önce Kylo’nun yardımıyla konağa yerleştirilmiş bir casustu. Görevi prensi gözlemlemek ve her hareketini bildirmekti.

 

Sia, nazikçe eğildi ve prensi selamladı. Dışarıda olsa dahi prensin hizmetçisi görevini üstlenmek zorundaydı.

 

“Efendim, içerideki casuslarımızdan bir çoğu yakalandı ancak prenste bir değişim yok. Hâlâ aynı aptal.”

 

“Kaynak güvenilir mi? Casusların yakalandığını rapor etmiştin.”

 

“Casusları yakalayan Kont Santis’ti. Prens, kont olmadan işe yaramaz bir et torbası. Ayrıca en yakındaki casuslarımız hâlâ gizleniyor. Prens ise hâlâ aynı aptal. Kont Santis olmadan bir şey beceremeyecek kadar zayıf. Kont buradan ayrılmadan önce konak fazlasıyla hareketliydi ama o gittikten sonra pek bir şey olmadı.”

 

“Anlıyorum.”

 

Louis çenesini okşadıktan sonra nazik gülümsemesini takındı.

 

“Bayan Sia lütfen bize rehberlik edin.”

 

  “Evet, majesteleri.”

 

Kadın hizmetçi istifini bozmadan nazikçe eğildi ve önden buyurmaları için kolunu kaldırdı.

 

Kura çekildiği andan hemen sonra prens buraya bir casus ekibi göndermiş ve Kylo’nun yardımıyla gizlenmelerini sağlamıştı. Kimlikleri, isimleri ve varlıkları tamamıyla sahteydi. Sia adı ise kadının istihbarat birimindeki kimliğiydi.

 

Düşmanın zayıf taraflarını araştırmak, hamlelerini bildirmek, gerektiğinde harekete geçmek; bunlar casusun görevleriydi. Sia bunun için özel eğitim almıştı. Suikast, zehirleme ve manipülasyon konuları uzmanlık alanıydı. Onun yanında kılık değiştirme sanatından bahsetmek hakaret sayılırdı.

 

Ancak Tanrılar bile hata yapardı. Umursamazlığından dolayı arkasında küçük bir iz bırakmıştı. O iz ise bazı kişileri şüphelendirmiş ve geçmişi araştırma düşüncesine itmişti.

 

‘Burada bir şeyler dönüyor...’

 

Louis, Sia’nın dediklerine rağmen hâlâ pek çok şüpheye sahipti. 

 

Alan Santis. Basit bir konttan fazlası değildi. Yönetim konusunda başarılı olsa da bu kadar vahşice davranamazdı.


Bir şeyleri gözden kaçırıyordu.

 

‘Neyi kaçırıyorum?’

 

Malikaneye bakarken puslu bir ormana bakıyor gibiydi.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44382 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr