Bölüm 2: Kralların Yolu

avatar
290 1

Kralların Yolu - Bölüm 2: Kralların Yolu



Zephyr gözlerini zorlukla açabildi.

 

Gözü alabildiğince uzanan kumların üzerinde acımasız bir tiran asılıydı. Tüm öfkesini parlak bir ışıkla kusuyor ve kumların üzerindeki olmayan yaşama eziyet ediyordu. Güneş! Zephyr ilk defa güneşten böylesine nefret ediyordu.

 

Arcania’nın iklimi sıcaktı ve güneş önemli bir yere sahipti. Soylu ailelerin armalarında ve mühürlerin de güneş vardı. Kraliyetin muhafızları Güneş Muhafızları adını almıştı. Ancak şu anda öyle sıcak, öyle parlak ve öyle bunaltıcıydı ki Zephyr küfür etmek istedi.

 

“Burası da neresi?”

 

Gökteki güneş hâlâ kıtada olduğunu gösteriyordu. Üstelik her şey aynı hissettiriyordu, tek fark gözü alabildiğince uzanan, sonsuzmuş gibi gözüken kum okyanusuydu.

 

“Auroran İmparatorluğu’nun kalıntılarında olabilir miyim?”

 

Auroran İmparatorluğu, yüzyıllar önce tüm kıtada hüküm sürmüş devasa bir imparatorluktu. Bin yıllık tarihinde her yıl daha da gelişmiş ve güçlenmişti. Yıkılışından beri asırlar geçmiş olmasına rağmen heybetine yaklaşabilen olmamıştı.

 

Kıtadaki yedi krallıkta onun artıklarıydı. Arcania bile zamanında Auroran İmparatorluğu’nun küçük bir soylu ailesiydi.


Auroran yıkıldıktan sonra herkes gibi fırsatını kovalamış ve asırlar süren büyük bir hanedan kurmayı başarmıştı.

 

Auroran çöktükten sonra tüm toprak çoraklaşmış ve her şey kumların altına gömülmüştü. Şu anda Auroran Çölü girilmesi yasak, dipsiz bir kara delik olarak biliniyordu. Zira kumların büyü gücünü sömürme gibi bir gücü vardı.  

 

Zephyr kumlara ve güneşe baktı, ardından güneşe doğru yürümeye başladı.

 

Farkında olmadan saatler geçti ve gücü yavaş yavaş tükendi. Susamış, acıkmış ve en önemlisi bitkin düşmüştü. Tava da kızartılmayı bekleyen bir yumurta gibiydi.

 

 Zephyr saatler boyunca amaçsızca yürüdü. Bir süreden sonra ayakları kendi kendine hareket etmeye başlamıştı ama neyse ki boşuna gitmemişti.

 

Yüz-yüz elli metre ötede devasa bir heykel vardı, yarısı kumlara gömülmüştü ve kollarında devasa bir taç tutuyordu. Tacın üzerinde altın harflerle ‘Ben krallar kralı…’ yazıyordu. Geri kalanını okuyacak kadar yakın değildi, bu yüzden heykele doğru ilerlemeye başladı.

 

Ama birkaç metre gitmişti ki gözleri karardı, bacaklarındaki tüm güç birden kesildi ve zihni iflas etti.

 

Kumların üzerine serildi.

 

Gözleri kapanmadan önce tacın üzerinde yazan son kelimeleri okuyabildi.

 

‘Ey güçlü olan, arkamda bıraktıklarıma bak ve titre!’

 

Oysa geride yarısı gömülmüş bir heykel ve kum okyanusundan başka bir şey yoktu.

 

---

 

Tekrar gözlerini açtığında koyu mavinin tonlarında, dört metre genişliğinde daire bir platformun üzerinde buldu kendini. İlk başta ne olduğunu anlamadı ama yabancı bir ortamda olduğu için kendini hızlı topladı.

 

“Neredeyim?”

 

Daire platformun önünde siyah bir boşluk vardı. Başka bir platformla aralarında yalnızca üç metrelik bir boşluk olmasına rağmen bu boşluk sonsuz gibi gözüküyordu. Neden bilmiyordu ama şu anki kabiliyetleri ile asla geçemeyeceği bir uçurumla karşı karşıyaymış gibiydi.

 

Kafasını kaldırdı ve etrafı inceledi. Ayaklarının altındaki daire platforma benzer daireler boşlukta yavaşça süzülmekteydi. Hepsi, Zephyr’in yürüyeceği yolu izleyen seyirciler gibiydi.

 

Biraz bakındıktan sonra önünde dört platform olduğunu fark etti. Hepsinin üzerinde bilmediği bir dilde yazan yazılar, ince işlenmiş oymalar ve desenler bulunuyordu. Dört platformun sonunda bitişin belirten devasa bir kapı, onun yanında ise ‘Bilgelik’ ve ‘Güç’ kelimelerinin simgesi olan Güneş ve Ay asılıydı.

 

‘Kralların Yolu!’

 

Birden zihninde bu kelimeler yankılandı.

 

“En güçlü liderlerin kalıntılarını içeren bir yol. Sadece diğerlerine öncülük edebilecek yüreğe ve yeteneğe sahip olanların yürüdüğü yol.”

 

Bir saniye, bu yola adım attığına göre o da mı yetenekliydi?

 

“Ben mi? Susuzluktan dolayı halüsinasyon görüyor olmalıyım. Bu da demek oluyor ki ölümüme ramak kaldı.”

 

Zıng, zıng, zıng!

 

Altındaki platform titremeye başladı. Yerdeki oymalar hafifçe ışıldadı ve ejderha simgeleri etrafta uçuştu. Ardından birleştiler ve Arcania’nın resmi dili olan Arcana’da yazan şu kelimeleri oluşturdular.

 

Kralların Yolu’nda yürümek isteyenlerin deneyip de başaramadıklarına şahit oldum. Kralların Yolu tinseldir. Bu yolda yürümek için kendini zorlayan Kralların Yolu’na adım atamaz. Bu yüzdendir ki; Bazıları ilerler, bazıları izler. Bazıları güçlüdür, bazıları da zayıf. Bazıları taşır, bazıları da düşürür.

 

 Kelimeler tekrardan ejderhalar dönüştüler ve etrafta uçuşmaya başladılar. Tüm cihanı gezmiş bir seyyah gibi dolandıktan sonra tekrardan birleştiler ve bir bütün oluşturdular.

 

Bu sefer bir insan portresi oluşturdular. Yanında ise birkaç cümle ve bir yıldız simgesi vardı.

 

Ben Kralların Yolu’nda yürümeye hak kazanmış, Zarafet Teknokrasi’sinin bu günlere gelmesinin ve tarihe adını yazdırmasının sebebiyim. Öğretilerimi ve gücümü almak istiyorsan değerini kanıtla!

 

Portre de tüm dünyanın yükünü omuzlamışçasına yorgun yaşlı bir adam vardı. Gülümsemesine rağmen yorgun mavi gözleri, buruşmuş derisi ihtişamına leke sürüyordu.

 

Ne değeri? diye içinden geçirirken yeni bir cümle oluştu.

 

Bir kral eyleme geçmez ama sonuçlandırır; prensin yoksun hırstan daha büyük günahı yoktur.

 

Zephyr bu sefer kaşlarını çattı. ‘Yoksun hırs’ derken neyden bahsettiğini biliyordu. Kendisi yıllar boyunca sarayda kalmış olmasına rağmen herhangi bir güç hırsına sahip değildi. Tek amacı saraydan ayrılma zamanı gelene kadar hayatta kalmaktı.

 

Bu nedenle saray da sürekli geri planda kalmış ve adeta bir hayalet olmuştu. Halkın önüne bile yalnızca birkaç defa çıkmış, kendini hayallere ve zevke bırakmıştı.

 

Evet, bir prensin en büyük günahı hırs eksikliğiydi. Sonuçta prens sadece kendisi değildi, onu arkasında takip eden tebaasını da düşünmeliydi.

 

Hırsa sahip olmayan bir prens, kanatları kırılmış akdoğanı andırırdı. Tarih boyunca böyle kişiler prenslerin savaşında açık hedef olmuş, saray da hayatta kalamamışlardı.

 

Zephyr de küçükken pek çok suikast ve ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı ama hepsinden bir şekilde sıyrılmayı başarabilmişti. Şu anda saraydan ayrılmıştı ve krallığın en köşesinde rahat bir hayat onu bekliyordu.

 

Yozlaşma olmasına rağmen yetkililerin ona kötü davranmayacağını biliyordu. İlk amaçları onu kendi taraflarına çekmek olacaktı ve Zephyr de bunu sorun etmeden kabul edecekti.

 

Belki iyi bir yönetici ya da prens olamayacaktı ama en azından bir süre daha hayatta kalacaktı.

 

Bu nedenle pek hırsı yoktu.

 

Tek amacı hayatta kalmaktı, kral olmak veya tarihe geçmek değildi.

 

Çünkü her şey için çok geçti. Artık bunu amaçlamaya ne hakkı, ne de gücü vardı. Saray da geçirdiği süre boyunca kendi hizbini oluşturması gerekiyor ve kendine uygun destekçiler bulması gerekiyordu. Fakat annesinin ölümünden sonra her şeyi salıverip, yalnızca hayatta kalmaya odaklanmıştı. Güçlenmeye değil.

 

Şu anki prens ve prensesler arkasında düklükler ve devasa organizasyon vardı. Onları fonlayacak ve gerektiğinde destekleyecek bağlantıları boldu. Üstelik hepsi çok yetenekliydi. Savaşçı, büyücü ve bilginlerdi.

 

Zephyr ise kırılgan bir vücutla doğmuştu. Savaş sanatları hakkında bilgisi saray da aldığı teorik eğitimden fazlası değildi. Büyücü de olamazdı, zira annesi büyücü değildi. Ondan aldığı tek miras, görünüşüydü.

 

Bilgin olmak ise… Kitap okumak hiç eğlenceli gelmiyordu. Sadece ihtiyacı olan bilgileri elde etmek için kitap okurdu. Onun dışında kitaplara bakmazdı.

 

Yani her şekilde kardeşlerinin gerisindeydi.

 

Daha bugün bir pusuya yakalanmış ve uzak diyarlara sürüklenmişti. Bu dahi kardeşlerinden birisinin diğerlerini elemek için hiçbir şeyden sakınmayacağını gösteriyordu.

 

Suç bende mi? Yoksa bu savaşı daha da kızıştırmak isteyen kardeşlerim de mi? Gerçekten böyle oturmaya devam mı etmeliyim?  Bu düşünce zihninde yer etti. Hayatında ilk defa kendi seçimlerini eleştirel gözle değerlendiriyordu.

 

Böyle devam edersem ilk yılı tamamlayamayacağım. Bölgemi elde etmek için kardeşlerim beni himayesi altına almak ya da öldürmek isteyecek. O zaman geldiğince canımı teslim mi edeceğim? Durum canını sıkmaya başladı.

 

Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı.

 

“Pekala, tarihe geçmek istiyorum.”

 

Kafasını yolun üzerinde ve kenarlarında süzülen dairelere doğru eğdi. Yolun amacını şimdi anlamıştı. En başından beri gideceği yönü göstermek için vardı.

 

 “Lütfen bana rehberlik edin!”

 

Platformlar evet dermişçesine ışıldadı.

 

Bu manzara, bayılmadan önce gördüğü son şeydi.







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44382 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr