Bölüm 1: Melankolik Satranç Oyunu

avatar
369 2

Kralların Yolu - Bölüm 1: Melankolik Satranç Oyunu


 

Zorba Kral Arcturus yatağa düştükten sonra prensler ve soylular arasındaki savaşlar kızışmıştı. Taht üzerinde hakkı olan prensler ve prensesler arasındaki savaş soyluların kutuplaşmasına, on üç veliaht arasından birisini seçmeye zorlamasına neden olmuştu.

 

En sonunda Doğu, Batı, Kuzey, Güney ve Merkez soylular olarak beş gruba ayrıldılar. Doğu Soyluları 1. Prens II. Arcturus’u, Batı Soyluları 3. Prenses Elena’yı, Kuzey Soyluları 2. Prens Arthur’u, Güney Soyluları 7. Prens Tarquin’i ve Merkez soyluları ise 12. Prens Alexander’ı desteklemeye karar verdi.

 

Beş grup arasındaki savaş her geçen gün şiddetlenirken Fare yılı 1331. Yıl da Zorba Kral I. Arcturus halkın karşısına çıktı ve veliahtlar arasındaki savaşı resmi olarak kabul ettiğini dile getirdi.

 

On üç veliaht, Arcania’nın yirmi üç vilayetinden birisini kura ile seçecek ve vilayetin başına geçecekti. İki yılın ardından en çok gelişen bölgenin lorduna ‘varis’ unvanı verilecek ve kral tahtı varise bırakacaktı.

 

Kralın duyurusunun ardından güç dengeleri değişti. Kura çekimine birkaç gün kala çoktan adaylar belirlenmişti.

 

1. Prens II. Arcturus ve 3. Prenses Elena baş adaylarken beş hizibin desteklediği diğer prensler onları ardından takip etti.

 

Bu savaşta kimsenin umursamadığı 13. Prens Zephyr her zamanki gibi soylular ve prensler tarafından dışlandı. Böyle olması normaldi. Sonuçta kim herhangi bir politik gücü ya da savaş kabiliyeti olmayan birini umursardı ki?

 

On altı yaşında desteği olmayan bir prens olarak her zamanki gibi kısa çöpü çekmişti.

 

Kuralar açıklandı ve Twilight Vilayeti’nin valisi olarak atandı.

 

Atanan valiler kuradan sonra ertesi gün lalaları ve bir takım kraliyet şövalyesi ile başkentten ayrıldı.

 

“Lanet olsun! Kesinlikle hile yaptılar.” 13. Prens Zephyr’in lalası Santis Kontu Alan Santis kaşlarını çatarak sövdü.

 

Soylular arasında ün yapmış biri olarak içeride dönen olaylardan haberdardı. Prensler arasındaki savaş yalnızca soylu haneler arasında değil, sarayda da kutuplaşmalara neden olmuştu. Memurların tarafını tuttukları prens için el altından bazı işler çevirdiği kesindi.

 

“Kont Alan, lütfen kendinize hakim olun.”

 

Kont Alan’ın karşısında oturan yakışıklı genç sakin bir ses tonuyla konuştu. Saray da uzun zaman geçirmiş herkes gibi o da bunu bekliyordu ama bu kadar ileri gideceklerini düşünmemişti. Bu işi kim ayarladıysa prensler arasındaki savaştan sağ çıkmasını istemiyordu.

 

Twilight Vilayeti yalnızca krallığın en kuzeyinde değildi. Aynı zaman da başkente en uzak şehirdi. On üç vilayet arasında kesinlikle en çok dezavantaja sahip bölgeydi. Zira hem yoksulluk, hem de yozlaşma, hem de haydut ve canavar sorunuyla baş ediyorlardı.

 

“Prensim, endişe etmeyin. Elbette bunun üstesinden gelecek ve emeklerinizin karşılığını alacaksınız.”

 

Prens doğduğunda Alan, on üçüncü cariye tarafından kont unvanı ile ödüllendirilmişti. Bu saf iyi niyet değildi tabii, Alan’dan 13. Prens için koruma ve öğretmen olmasını istemişti.

 

O gün bugündür, kraliçe öldükten sonraki 15 yıl boyunca Zephyr ile beraberdi.

 

“O zamana kadar yaşayacağımdan emin değilim. Kardeşlerim beni öldürmek ve elimde olan çorak topraklara el koymak için ellerinden geleni ardına koymayacaklar.”

 

“Öldürmeyen her darbe sizi saflaştırır prensim. Her şeyi kesebilen ve her darbeye rağmen kırılmayan bir kılıç olana kadar dayanmalısınız.”

 

“İlk darbe geldi zaten. Konvoyu durdurun. İkiztepe Vadisi’ne geldik.”

 

Kont Alan tekrar kaşlarını çattı. Zarif kırışıklarla dolu yüzü birden çarpıtılmıştı. Sessizce bir nefes verdi ve pencereye tıklattı. Aracın eskortluk eden şövalyelerden birisi yaklaştı.

 

“İsteğiniz nedir?”

 

“Hemen konvoyu durdurun ve savunma pozisyonuna geçin. Büyük ihtimalle çapraz ateşe maruz kalacağız.”

 

“Affedersiniz?”

 

Şövalye kaşlarını çatmıştı. Kont Alan’ın söylediklerine inanmamış gibiydi. Dudakları alayca büküldü ve kendinden emin bir şekilde, “Tüm saygımla söylemek isterim ki kraliyet konvoyu kraliyet şövalyelerince korunuyor. Bu kıtada böyle bir konvoya saldırmaya çalışacak bir haydut ya da organizasyon bulunamaz, kont.” dedi.

 

Zephyr emirlerin sorgulanmasından hoşlanmadığını belirterek, “Yalnızca sana söyleneni yap.” diye ekledi. “Görevin bu, değil mi?”

 

Şövalyenin gülümsemesi düştü ve öfkeli gözlerle Zephyr’e baktı ama bir şey söylemedi. Arkasını döndü ve “Konvoyu durdurun ve savunma pozisyonuna geçin!’” diye bağırdı.

 

“Başka bir isteğiniz var mı?”

 

“Birkaç adamı keşif için dağa gönderirmiş gibi yap ama birkaç dakikanın ardından geri dönsünler. Bu sırada düşmanlar çoktan saldırmış olacaktır. Öncelikle sağdaki dağı halledin, ardından solu halledin ve yolumuzdaki düşmanları halledin. Okçulara öncülük vermeyi unutmayın. Ah, ayrıca bir şey daha isteyeceğim.”

 

Şövalye neler olduğunu anlamamıştı. Düşündüğü tek şey prensin roman yazması gerektiğiydi. Hayal gücü kesinlikle eşsizdi.  

 

Prensin kadınlar arasında popüler olduğunu duymuştu ve şimdi nedenini öğrenmişti.

 

Ama o da emir kuluydu. Bakması gereken bir ailesi vardı. Risk alamazdı ve prensin emirlerini reddedemezdi.

 

Bu yüzden emirleri yerine getirdi.

 

On saniye sonra birkaç şövalye dağı araştırmaya gitti. Ayrıca prensin son isteğini de yerine getirdi. Geriye yalnızca konvoyu koruyan sekiz şövalye ve arabanın konvoydaki diğer arabalarda bulunan hizmetçiler kaldı.

 

Şövalyeler ağaçların arasında kaybolduktan birkaç saniye sonra bir şey güneşi perdeledi. Oklar! İki taraftan gelen oklar büyü gücüyle doluydu. Şövalyelerden ikisi tepki bile veremeden kirpiye döndü. Geri kalanları zamanında tepki verip sadece birkaç sıyrıkla kurtulmayı başardı.

 

Prensin arabası ise sapasağlamdı. Kont Alan’ın Ateş Çemberi isimli savunma büyüsü sayesinde oklar arabaya temas edemeden bir ateş çemberine takılmış ve bir tur dönüp geldiği yere iade edilmişti.

 

Bu Kont Alan’ın kraliyet hazinesinden başarıları sayesinde aldığı bir mühürlü büyüydü. Şu anki gücü nedeniyle sadece birkaç kez kullanabilecek olmasına rağmen yirmiden fazla oku geldikleri yönde göndermişti.

 

Oklar ağaçların arasında gizlenen figürlere saplanınca inleme sesleri duyuldu. Şövalyeler suikastçıları  tespit ettiği anda saldırıya geçtiler. Hemen hemen hepsi sağ taraftaki dağa akın etti. Onlara öncülük eden kişi daha önceden Zephyr’i küçümseyen eskort şövalyeydi.

 

Şimdi kelimeler anlam kazanmıştı.

 

Şövalyelerin saldırmayı hedeflediği bölgede yirmi kişiden oluşan bir takım ağaçların dallarına pineklemişti. Şövalyelerin tereddüt etmeden onlara koştuğunu görünce hepsi panikledi. Bir şeyler çok yanlış ilerliyordu. Profesyonel oldukları için prensi korumak en büyük görevleriydi ama düşündüklerinin aksine umarsızca onlara saldırıyorlardı.

 

“Pusu başarısız! Geri çekiliyoruz!”

 

Suikastçıların lideri şövalyelerin ormana girdiğini anladığında tereddüt etmeden geri çekilme emrini verdi. Pusu başarısız olmuştu. Şimdi her şey yolu kesen muharebe takımına kalmıştı.

 

Suikastçılar tek kaçış rotalarını kullanarak geri çekilmeye başladılar. Hiçbiri yakın mesafede usta değildi, kraliyet şövalyeleri gibi güçlü kimseler ile yakın mesafe savaşına girmek intihar demekti. Neyse ki hepsi çevikti. Bu mesafeyi korurlarsa başarıyla kaçabilirlerdi.

 

Ama tam o anda, suikastçıların liderinin suratına bir tekme indi. Beyaz maskesi birden parçalara ayrıldı ve burnu içeri göçtü. Ağacın tepesinden genç bir şövalye indi ve belindeki kılıcını savurdu. Suikastçıların lideri tepki veremeden kafası gövdesine veda etti.

 

“Nasıl?!”

 

Diğer suikastçılar dört bir yana dağılmayı denedi ancak dört tarafta bir tane şövalye vardı.

 

Kapana kısılmışlardı.

 

Kraliyet şövalyeleri sadece dört kişi olmasına rağmen özel eğitimlerden geçmiş profesyonel katillerdi. Suikastçılerde kendi alanlarında uzmandı ama yakın mesafe tavuktan farksızlardı. Haliyle karşı şövalyeleri geçemediler ve destek birliklerine yakalandılar. Savaş yalnızca on saniye sürdü. Bu on saniye de bir esir dışında herkes katledildi.

 

Şövalyeler tekrar harekete geçti.

 

Geniş bir açıyla karşı dağa geçtiler ve dağdan inen suikastçıları gafil avladılar. Ama buna rağmen bir kısmı prensin aracına ulaşmayı başarmıştı.

 

Araca ulaşmayı başaranlar arasında bir kişi büyük dikkat çekiyordu. Bu¸ yayının köşelerinde keskin bıçaklar bulunduran yaşlı bir adamdı.

 

“Sıkıntı büyük! Bir uzmanları var!”

 

Yaşlı adam üzerine gelen şövalyelerden ustaca kaçtı ve prensin konutuyla arasında bir engel bırakmadı. Buna rağmen yüzündeki ifade asla değişmedi. 

 

Kirişini gerdi ve okunu bıraktı. Bu kadar yakından Kont Alan bile yalnızca kendini koruyabilirdi. İkinci bir kişiye gücü yetmezdi.

 

Patlar!

 

Ok araca çarptığında araç bir balon gibi patladı. Tahta parçaları etrafa saçıldı ve toz her yeri kapladı.

 

“Hm?”

 

Yaşlı adam geri çekilmeden önce patlayan arabanın son parçalarına ve tozların arasında beliren figüre baktı. Kont Alan tek başınaydı. Patlamanın etkisi ve okun gücüne rağmen yalnızca birkaç sıyrık almıştı.

 

“Prens nerede?”

 

Yaşlı adam gerilerken bağırdı ama Kont Alan bir cevap alamadı. Aldığı tek şey güneş gibi parlayan bir ateş okuydu.

 

“Ne cüretle! Ne cüretle!”

 

Kont Alan öfkeden kudurmuş gibiydi. Tereddüt etmeden büyülerini oluşturdu. Temel büyüler bile onun elinde yıkıcı etkiye sahipti. Ateş okları etrafta dans etti ve yağmur gibi yağmaya başladı. Şövalyeleri oyalayan suikastçılar delik deşik oldu.

 

Yaşlı adam bile zor zamanlar yaşadı. Birkaç oku atlatmasına rağmen arkasından yediği darbe sendelemesine neden oldu. Bu süre birkaç şövalyenin onu yere devirmesi için yeterliydi. Eskort şövalyeler çevik bir hareketle onu yere devirdi ve hızlıca etkisiz hale getirdiler.

 

Yalnızca yaşlı adam hayatta kalmıştı. Sağ da yirmi, sol da yirmi olmak üzere toplam kırk suikastçı tespit edilmişti. Bunların otuz sekizi oldukları yerde infaz edilmiş, ikisi esir alınmıştı.

 

“Yaşlı adamı hayatta bırakın, diğerini ise sorguladıktan sonra infaz edin.” Zephyr miğferi çıkarttı ve yanındaki şövalyeye geri verdi, “Yaşlı adam işimize yarayabilir. Diğerini ise acısız bir ölüme kavuşturun.”

 

“Prens Zephyr! İyi misiniz?” Kont Alan endişeyle prensin yorgun figürüne koştu. Prens dik durmaya çalışmasına rağmen kaskatı kesilmişti. Kolundan akan kana bakılırsa bir ok onu sıyırmıştı.

 

Prens doğdu doğalı savaş sanatlarına yatkın değildi. Bu yüzden aşırı narin bir vücuda sahipti.

 

Zephyr, Kont Alan’ı rahatlatmak için gülümsedi ve yardımını reddetmedi. Kendini ona yasladı ve derin bir nefes verdi ve, “Karşı tarafı şüphelendirmeden saldırın. At arabalarını yem olarak kullanmaktan çekinmeyin.” dedi. 

 

 “Anlaşıldı, efendim!”

 

Şövalyeler emirleri alınca harekete geçti.

 

---

 

Hiçbir şey ani ve önceden kestirilemez hareketten daha korkutucu değildi. Bu nedenle insanlar doğal afetler ve fırtınalardan korkardı. Ne zaman vuracaklarını bilmezlerdi. Bir tanesi ortaya çıkınca diğeri korkuyla beklenirdi. Derecesi daha az olmak üzere önceden kestirilemeyen pusuların etkisi de böyleydi.

 

Saldırı gücü bile gizlilik kadar önemli değildi. Pusuların gücü kestirilemez ve ani olmasından geliyordu.

 

Ancak önceden tahmin edilirse önlem alınabilir ve tüm avantajını kaybederdi.

 

Şövalyeler arabaları yem olarak kullandı ve suikastçıların aklını karıştırdı. Neden bu araçlar buradaydı? Pusu başarısız mı olmuştu? Suikastçıların saldırıları etkisiz miydi? Bu sorular onların bir anlığına tereddüt etmesine neden oldu.

 

Bir anlık tereddüt aynı zamanda sıradaki hamleyi kaçırmalarına neden oldu. Ele geçirilen suikastçının iradesiz olması büyük şanstı. Gizlenmiş saldırganların yerini bildikleri için avantaj şövalyelere geçmişti. Tümseklerin ve birikintilerin ardında saklanmış saldırganlar gafil avlanmıştı ve yalnızca dakikalar içinde liderleri dışında hepsi katledilmişti.

 

“Prensim, liderleri burada!”

 

Şövalyelerin kaptanı Roguelin Pers, derin kılıç yaraları ile dolu bir adamı çorba içen Zephyr’in huzuruna getirdi.

 

Adam, yakın muharebe suikastçılarının lideriydi. Aynı zamanda bu pusuyu yöneten beyindi. Kırklı yaşlarda, her yönüyle sıradan hatlara sahip bir Arcani’ydi.

 

“Sorguladınız mı?”

 

“Hayır prensim, size söylemek istediği bir şey olduğunu söyledi. Ayrıca liderin kim olduğunu göstermem gerekiyordu. Yani…”

 

“Tamam. Yeterli.”

 

Zephyr karşısındaki adama baktı. Kılıç yaralarının ve ezilmiş uzuvların iğrençliği midesini bulandırıyordu ama dayanmayı başardı. Derin bir nefes aldı ve olabildiğince soğukkanlı bir yüzle sordu.

 

“Arkanda kim var?”

 

Adam derin nefesler almaya başladı. Büyü gücü mühürlenmese Zephyr endişelenebilirdi ama şu anda endişelenmesi için bir sebep yoktu. Ortam güvenliydi.

 

“Sizinle tanışmak büyük bir onur, ekselansları. Ben Safir Gölge, Gölge Tarikatı’nın genç tarikat lideriyim. Sizin gücünüz olabilirim, lütfen beni öldürmeyin.” Adamın gözünden yaşlar akmaya başladı. Şu ana kadar intihar etmemiş olması yaşama çok bağlı olduğunun göstergesiydi.

 

“Saldırının arkasındaki beyni söylersen bir şeyler ayarlayabiliriz.” diye yanıtladı Zephyr. Biraz yumuşamıştı. Adamın intihar etmediğini görünce aklından ‘belki bir fırsat verebilirim‘ düşüncesi geçti.

 

“Emriniz olur ama bu durumda pek bir şey söyleyebileceğimi sanmıyorum. Büyü gücüm büyük zarar gördü, böyle devam ederse sakat kalacağım – ki bu ölümle aynı anlama geliyor.” dedikten sonra durakladı ve umutlu gözlerle prense bakmayı sürdürdü.

 

“Pekala, bırak onu.” Zephyr kaptana emretti.

 

 “Efendim, bunu yapamazsınız!” Roguelin hemen karşı çıktı. “Karşı taraf hareket edemese dahi büyü gücünü kullanırsa size zarar verebilir.”

 

“Diplomasi böyle işler Bay Pers. Taviz vermeden bir şey alamazsın, ayrıca yanımda siz varsınız. Bana ulaşamadan kafasını keseceğinize eminim.” Zephyr kendinden emin bir şekilde konuşuyordu. Meseleleri her zaman böyle halletmişti. “Biz ona hayatını, o da bize düşmanımız hakkında bilgi verecek.”

 

“Ama…” Roguelin hâlâ emin değildi.

 

Zephyr kaşlarını çattı, “Beni ikiletmeyin lütfen, Kaptan Roguelin.”

 

“Evet, efendim.”

 

Roguelin, Safir Gölge’nin büyü gücü üzerindeki kısıtlamaları kaldırdı ve kendisini iyileştirmesine izin verdi.

 

“Ancak her şeye rağmen uzuvlarını iyileştirmene izin vermeyeceğim. Buna kalkıştığın anda ne pahasına olursa olsun kafanı alacağım.”

 

“Teşekkür ederim, prensim.” Safir Gölge hareket ettirebildiği tek uzvu olan kafasını saygıyla eğdi ve yalnızca birkaç kelime söyledi.

 

“Önemli değil. Bu bir anlaşma sonuçta, şimdi bize kimin arkanda olduğunu söyle.”

 

Safir Gölge’nin gözlerinden bir parıltı geçti. Roguelin’in kılıcı kınından ayrılmıştı ancak çok geçti. O anda adeta zaman durmuş gibiydi. Zephyr’in vücudu kaskatı kesildi. Gözleri büyürken başı dönmeye başladı.

 

“Boşluk Bağlantısı.”

 

Safir Gölge’nin ağzından bu kelimeler çıktığı anda gövdesi ve başı birbirine veda etti. Hiçbir şey olmamış gibi her şey tekrardan hareket etti. Prensin vücudu yere yığılırken Roguelin ona koştu ve düşmeden önce yakaladı.

 

“Prensim!”

 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44377 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr