Bölüm 116: Baskın Basanındır (1)

avatar
276 4

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 116: Baskın Basanındır (1)


George, yüzündeki ekşi ifadeyle kilisenin tören bölümündeki sıralardan birine geçip oturdu. Zihninde bu gece yapacakları eylemlere dair düşünceler fır dönüyor, kendisinin ciddi derecede rahatsız olmasını sağlıyordu.

Al Orman’ın merkezinden geçen yolun yakınlarında kurulu olan kampta ikamet etmekte olan bu iğrenç, suçlu büyücülerin kamplarını basacak ve tamamen bu işi bitirmiş olacaklardı.

Tam olarak düşündüğü buydu ve midesini bulandırmaya yetiyordu.

Edindikleri bilgilere göre büyücüler, Yeraltı Çetesi olarak bilinen ve üyelerinin uzunca bir süredir krallığın aranan kaçak büyücüler listesinin her bölümünde bulunan gruba ait kişilerdi.

Yeraltı Çetesi, birçokları tarafından krallık toprakları içerisinde yapılan yasadışı büyü deneyleri, insan kaçakçılığı ve ada ile krallık arasındaki ulaşımda sahtecilik suçları gibi birçoğunda parmakları bulunan bir gruptu. Lakin ne yazıktır ki kendilerinin tam sayıları, amaçlarının ne olduğu veya toplanma alanlarının nereler olduğu gibi bilgiler hiçbir şekilde bulunamıyordu.

Grup mükemmel bir şekilde saklanmayı becerebiliyordu. Bunlara rağmen şu an onların küçük bir grubunun nerede olduklarını öğrenebilmişlerdi ve bu da onlara bir adım yaklaşabilmiş olmaları anlamına geliyordu.

Oldukça büyük bir gelişme söz konusuydu bu. Nihayetinde şu ana kadar yakalanan büyücülerin hepsi bir şekilde susmayı becerebiliyor veya konuşsalar bile dedikleri harcanan onca emeğin ardından yalandan başka bir şey olmuyordu.

Yeri tespit edilmiş bu büyücü grubunun tam olarak kaç kişiden oluştuğunu dahi öğrenebilmişlerdi. Kampa ait büyücülerin toplam sayısı sekiz idi ve kendileri tarafından üç tanesini etkisiz hâle getirilmişti.

İki tanesi gece vaktinde ormanda savaştıkları kadındı ve diğeri de yaşlı kadın ile alakalı olan bir büyücüydü.

Otuzlu yaşlarındaki bu büyücü, bir gece yaşlı kadının evine girerek oğlunu ve kadını katledip kadının bedenini kullanarak aylarca kasabada kalmış ve casusluk yapmıştı.

George bunu ilk öğrendiğinde ne hissedeceğini bilememişti.

Böyle bir eylem kendilerine ait olan bir toprakta gerçekleştiği için öfkelenmeli miydi yoksa bunu gözden kaçırmış olup iki masum canın ölmesini engelleyemediği için utanmalı mıydı?

O yaşlı kadının oğluyla birlikte gece veya gündüz demeden uğraşarak geçinmeye çalıştığını öğrenmişti kasabadaki diğer insanlardan. Yaşlı kadın ve oğlunun oldukça nazik, neşeli ve şefkatli olduğunu, evin asıl ekmek kazananının ölümünün ardından hiç umutsuzluğa kapılmadan yaşamaya çalıştıklarını da anlatmışlardı kendisine.

George bunu düşünürken vücudundaki bütün kemikler ağrıyordu, hâlâ karanlık büyücülerin nasıl bu kadar gaddar ve acımasız olabileceğini anlayamıyordu.

‘Onları kesinlikle yakalayacağız! Umarım ki o zaman ruhunuz huzura erer.’

Bu bilgiler doğruluğuna ne kadar inanmak istemese de kabullenmişti artık, yine de acıyla kavrulması kendisini öfkelendirmekten başka bir şey yapmıyordu çünkü bu bilgiyi aldıkları kişi de o şeref yoksunu suçlulardan biriydi.

Bu, kendisinin bir yandan da endişelenmesine sebep olacak bir kuşkuyu daha uyandırmıştı. Sebebi de Alastair’in kendisi ve bu bilgileri alış şeklinden dolayıydı.

Onun davranışından, kişiliğinden ve metotlarından hiç hoşlanmamıştı. Kendisinin insan hayatına karşı gösterdiği kayıtsızlık ve cani derecede korkutucu olduğunu düşündüğü bilgi alma yöntemi kendisinin tehlikeli bir büyücü olabileceğine dair net göstergelerdi.

Çocuğun kendisine hiçbir şekilde güvenmiyordu ve Blair’in koruması olarak Alastair’i olabildiğince ondan uzak tutmaya kararlıydı ama onun yaptıklarını iyilik olarak gördüğünden dolayı bu fazlasıyla zorlaşıyordu.

‘Bu görevden sonra bir daha birbirlerini görmeyeceklerdir,’ diyerek kendisini rahatlatmaya çalıştı.

Blair gibi soylu sınıfından birinin, nereden geldiği bilinmeyen ve en ufak güvence dahi vermeyen kişiliğe sahip bir çocukla görüşmesinin kesinlikle kötü etkileri olacaktı ve bundan adı kadar da emin olduğu düşüncesindeydi.

“George!” diye seslenerek içeri girdi Blair.

George oturaktan kalktı ve hafifçe eğilerek selam verdi.

“Efendim, koruyucu zırhınız… Zırhınızı giymeyecek misiniz?” diye sordu endişeli bir tonda George, üstünde günlük kıyafetleriyle dolaşan Blair’i incelemekteydi.

Onun ifadesini gören Blair gülümsedi ve cevapladı, “Kıyafetlerimin altında. Böyle daha rahat geliyor ve bu sayede en azından bir tür gizlilik sağlamış oluyorum. Ne kadar hareket ederken hafif bir rahatsızlık hissetsem de…”

“Diğerleri nerede kaldı?” diye sordu Blair ve bunu sorduğu sırada kürsünün arkasındaki kapı açılmış, içeriden Ellien ile Alastair çıkmıştı.

Alastair üstünde deri zırhını giyinmiş, sırtında sadağı ve yayı ve belinde de kısa kılıcıyla tamamen savaşa hazır durumdaydı. Ellien ise normal, günlük kıyafetleriyle duruyordu.

“Başrahibe Ellien, siz gelmiyor musunuz?” diye sordu Blair kafası karışmış bir şekilde ona bakarken.

“Korkarım ki hayır. Yeraltı Çetesi’nin kasabaya bir saldırı yapma olasılığından şüpheleniyorum. İki gün geçti ama hâlâ adamlarından bir haber alamadılar ve harekete de geçmediler. Belki bir saldırı düzenleyeceklerdir. Köyü koruyabilecek birinin olması iyi olur.”

“Ben de bu yüzden An’ı arkada bırakmayı planlıyorum,” diyerek Ellien’in şüphelerine katıldığını gösterdi.

“Baykuşu bırakmak mı? O bize orada daha çok yardımcı olmaz mı?” diyerek sorularına devam etti Blair. “Sonuçta onları ilk önce uzaktan izlememiz işimize yarayacaktır.”

“Elbette dediğin gibi olması gerçekten işe yarardı ama Ellien’in de yardıma ihtiyacı olacaktır, tek başına toplu bir saldırıya karşı zorlanacaktır nihayetinde.”

Alastair’in dedikleri George ve Blair’in yüzlerini kısa bir süre ekşitmelerine sebep olsa da ikiliye hak vermek zorundalardı. Kasabanın korunması gerekliliğini kesinlikle destekliyorlardı ama bir yandan da o canavarın işe yararlılığını kullanabilmek istiyorlardı.

“Herkes hazır mı o zaman?” diye son bir kez daha soru sordu Blair üstüne binen ve kendisini ezen gerginlikle birlikte.

Alastair ve George başlarını salladı ve akşam vaktinin karanlığında yola çıktılar. Al Orman’ın merkezi birkaç saatlik yoldaydı, yani gece vakit kendilerinin saldırması için gayet de iyi bir zamandı.

---

Alastair derin bir nefes alarak atından indi ve sessiz bir şekilde yutkunarak ilerlemeye başladı. Adımları yavaştı ama güçlüydü, yayını eline almış ve okunu da yerleştirmişti. Herhangi bir sürpriz saldırıya karşılık tamamıyla hazır gibiydi.

Gergin değildi ancak gece vakti olmasından kaynaklanan bir huzursuzluk bulunuyordu içinde. An ile arasındaki bağın zayıflamasından ve ardından tamamen kopmasından beri hissediyordu bunu, sanki elinden en değer verdiği varlığı alınıp koparılmış gibiydi.

“Şahin Göz!”

Yavaşça etrafını taramaya ve uzaklarda bir hareketlilik olup olmadığını anlamaya çalıştı.

Hafif esen rüzgârda usulca sallanan sararmış, yeniden doğuş için ölen yaprakların görüntüsü ölümün sadeliğini ve yaşamın ilk adımlarını hatırlatan çıplak, yapraktan yoksun ağaçların dalları ve gecelerin oyuncusu olan sahnedeki hayvanlar…

Kristal berraklığında bunlara şahit olan Alastair soğuk bir nefes aldı, kesinlikle bir hayvan saldırısına gitmek gibi bir arzusu bulunmuyordu.

Bir kamp ateşi, etrafında biri ve kampın hemen dışında devriye gezmekte olan biri.

Alastair bunları ararken ağaçların arkasında ilerliyor, kendisinin güvende olduğundan emin olduktan sonra etrafını gözlemliyor ve aynı şekilde devam ediyordu.

Birkaç düzine adımın ardından istediğine ulaşmış ve kamp ateşini görebildi, uzaktan oldukça güzel ve davetkâr gözüküyordu. Bunu umursamadı ve kampın çevresinde gezinmesi gereken ve devriye gezmekte olan kişi aradı ela gözleri, bulması da uzun sürmedi.

‘Hadi bakalım!’

Alastair birkaç adım geri çıktı ve bir başka ağacın altına geçip elinde tuttuğu ok ile ağacın gövdesinde vurmaya başladı.

Tok! Tak! Tok! Tak!

Gözleri devriye gezen adamın üstündeydi ve onun, çıkardığı sesi duymasını istiyordu ama aynı zamanda da fazla ses çıkartmamaya özen gösteriyordu.

‘Oh!’

Adam anında sesin geldiği yöne bakıp ayağa kalktı, kılıcını çekmiş ve yavaş adamlarla Alastair’in arkasında saklanmakta olduğu ağaca ilerlemeye başladı ardından da.

Alastair gülümsedi ve aynı yavaş adımlarla başka bir ağaca ilerleyip beklemeye başladı.

“Kim var orada?”

Sesin geldiği yöne ulaştı ancak kimseyi bulamadı. Sadece birkaç gececi hayvanın sesini duyabildi ve gözlerini kıstı bir süre, sonra da normal bir şekilde etrafına bakınmaya devam etti.

‘Sanırım kimse yok,’ deyip rahat bir nefes aldı ve yerine geri dönmek için ilk adımını attı.

Tok! Tak! Tok! Tak!

“Hah?”

Anında adımını geri çekti ve kılıcına daha sıkı sarılarak ilerlemeye başladı. Bu sefer aynı zamanda içinde büyümeye başlayan bir korku vardı. Al Orman’ın tehlikesinin geçmiş olduğunu biliyordu ama içinden bir ses buna güvenmemesi gerektiğini söylüyordu.

Ağaca yaklaştı ve etrafında bir tur attı ama bir şey bulamadı, kafasını kaldırdı ve dallarının arasını görmeye çalıştı ancak başarısız oldu. Kafa karışıklığı ve yükselmeye başlayan öfkesiyle ağaca tekme attı ve burnunu soluyarak devriye görev yerine dönmek için arkasını döndü.

Alastair o sırada ağaçlarının birisin üstünde onu izlemekteydi, geri dönmeye başladığını gördüğünde ise derin bir nefes alıp ağaçtan atladı.

BAM! THUD!

“Hah!”

Adamın üstüne sert ancak isabetli bir atlayış yapıp onu yere serdi. Bir sonraki anda ise hiçbir ses çıkarmasına izin vermeden yayıyla kafasına sert bir darbe vurarak bayılttı.

Oldukça temiz ve hızlı bir iş olmuştu.

‘Hepsi bu kadar salak mı?’ diye bir düşünce belirdi Alastair’in kafasında ama pek de üstünde durmadı.

Adamı bayıltmasının ardından elini kaldırdı ve sağa sola sallayıp işaretini verdi.

Asıl iş yeni başlıyordu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44464 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr