Bölüm 114: Sorgulama (1)

avatar
274 4

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 114: Sorgulama (1)


Güvenlik sebeplerinden dolayı grup hemen kiliseye gitmedi, onun yerine kasabanın zindanlarının bulunduğu yer olan kampa götürüldü.

Kamp diye adlandırılan bu yer hem şövalye olmak için aday olan kişilerin eğitimlerinde kullanılıyor hem de diğer şövalye olanların antrenmanlarını yaptığı yer olarak da biliniyordu ancak aynı zamanda da hemen altında zindanları bulunuyordu.

Zindan bölümü, şövalye eğitimlerini tamamlamış olanlar tarafından gözetim altında tutularak korunması sağlanıyordu. Bu gözetimler nöbetlerin devredilmesi şeklinde yapılıyordu.

Kamp, kasabanın duvarlarının hemen dışında bulunan tarım alanlarının biraz ilerisinde bulunuyordu. Etrafı bir metrelik çitlerle ve yarım metrelik demir tel örgülerle kaplıydı ve kampın etrafında ise askerler devriye geziyordu.

Bir kasaba için nispeten güvenli olan zindanlar, şu anki durum düşünüldüğünde pek de işe yarayacak konumda sayılmazdı. Büyücüler rahatlıkla ortalığı ayağa kaldırıp kurtulabilir ve bütün kasabayı yerle bir ederek bütün kasabayı kaosa sürükleyebilirdi.

Ancak bu oldukça zordu çünkü şövalyelerinin sayısı zaten fazlaydı ve bu da iyi bir şekilde hazırlanılması gerektiğine işaret ediyordu. Ek olarak kasabanın büyücü sayısının da az olması gerekiyordu fakat bunun için kişinin bilgi sahibi olması gerekiyordu, bu da zaten caydırıcı etkenlerden biriydi.

Şu an kasabada bulunan dört büyücü göz önünde bulundurulduğunda kasaba gayet de güvenli bir bölge olarak görülebilirdi.

Kasabanın güney tarafında konuşlanmış olan askerler gece vakti olduğundan birçoğu ya kampta bulunan yatakhanelere dinlenmeye ya da ailelerinin yanlarına gitmişti. Nöbet görevleri olanlar yerlerini almıştı bile.

---

Grup yer altında bulunan zindanlara ulaştığında etraflarına kısa bir bakış attılar, sarhoş bir adam rastgele sözcüklere söylüyor ve âşık olduğu kişilerin isimlerini sayıklayıp duruyordu. Bir başkası da tamamen sızıp kalmış ve garip bir pozisyonda rahatsız edici olduğu fazlasıyla belli olan yatakta uyuyordu.

Grup koridorun sonundaki kapıdan da geçince sorgu odası olarak kullanılan yere ulaştılar.

Sorgu odası gayet de eskiydi ve rutubetten dolayı da oldukça berbat kokuyordu, mide bulandırıcı değildi ancak kesinlikle kişinin dışarıdaki havayı özlemesine sebep oluyordu. Aynı zamanda uzun süredir kullanılmamıştı ve bu da hiç temizlenmemiş odanın iğrenç görüntüsüne sebebiyet vermişti.

Kendileri önceden geldiklerini de haber vermemişti, hatta kasaba yerine direkt olarak buraya geldiklerinden dolayı da zamanları olmamıştı. Sadece girdiklerinde askerlerden birine Ellien ve yaşlı kadını buraya çağırmalarını söylemişlerdi.

Meşaleler aracılığıyla aydınlatılan odanın ortasında küçük tahta bir masa ve sandalye bulunmaktaydı.

‘İğrenç!’

Üçünün de aklından aynı anda geçen ortak düşünceydi bu.

George suçlu büyücüyü sandalyeye oturtup sıkıca bağladıktan sonra geri çekildi ve sorgulama sırasında yanlarına bulunacak diğer iki kişiyi bekledi ama düşünceliydi, kaşları hafif çatık durumdaydı.

Hâlâ bilinci yerine gelmemiş adama bakarken kaşları daha da çatıldı, kırışıkları daha da belirgin hâle geldi. Düşünceleri Alastair’in dediklerine takılı kalmış, onları gözden geçirmekteydi ve Alastair’i değerlendirmeye çalışıyordu.

Kendisi gayet de yardımcı olmuştu ama hâlâ onun insan hayatına vermiş olduğu değerin bu kadar da düşük olması ve kayıtsız oluşu kendisini öfkelendirmiş, ona karşı olan nefretinin oluşmasını sağlamıştı.

Nasıl olur da öyle bir cevap verebilirdi ki? Efendisi Blair bir soylu da olsa bu şekilde davranmıyordu ve kendisi iyi biliyordu ki, soyluların acımasızlığı tartışılamaz seviyedeydi.

Lakin Alastair’in göstermiş olduğu tavrı düşününce onun hiç de bir aydınlık büyücüsününkine benzemediğini fark etti. Elbette her büyücü bu şekilde düşünecek değildi ancak yine de bu duruma karşı bir duygu göstereceğinin farkındaydı: hüzün, öfke veya hayal kırıklığı…

Alastair kendisine kayıtsız bir şekilde bakmıştı, üstüne üstlük suçu da kendilerine yüklemişti.

Fakat burada iki masum insanın hayatı söz konusuydu, ne kadar onları kendileri sürüklemiş de olsa Alastair’in bu kadar umursamaz olması kendisinin sinirden küplere binmesine sebep oluyordu.

‘Gözüm üstünde çocuk!’

George, Alastair tehlikeli olduğuna kanaat getirerek efendisi Blair’i korumak için ne gerekiyor yapmaya hazırlandı. Karşısındaki çocuğun onu kötü bir şekilde etkilemesine izin vermeyecekti.

George düşüncelerinin içinde dolaşmaya devam ederken odaya giren Ellien ve onu takip eden yaşlı kadını fark etmemişti bile.

Alastair içeri girenleri gördüğünde gözleri direkt yaşlı kadının üzerinde durdu bir süre ama dikkat çekmemek için bunu kısa tutarak dikkatini bağlı adama çevirdi.

Adamın hâlâ baygın olduğunu ve o kadar taşımaya rağmen düzelememiş olması, Hugh Abesh’in oluşturmuş olduğu büyüyü sorgulamasına sebep oldu.

Büyünün, bu kadar da şiddetli bir strese sebep olacak kadar kuvvetli olacağını şu ana kadar hiç düşünmemişti. Parlaya’da kullandığında bile bu kadar şiddetli bir sonuç almamıştı.

‘Kesinlikle test etmem lazım ama nasıl?’

Alastair düşüncelerine fazla kapılmadan önünde gerçekleşecek olan sorgulamaya odaklandı.

“Bize ne anlatıldığını anlatacak mısınız?” diye sordu Ellien sandalyeye bağlanmış adama gözünün ucuyla bakarken.

“Şöyle ki…” diyerek başladı Blair ve bir çırpıda, eksiksiz bir şekilde her şeyi anlatmaya başladı.

O sırada Alastair’in gözleri yaşlı kadının üzerinde dolaşmaktaydı. Yaşlı kadının gözlerini kısmış bir şekilde sandalyeye bağlanmış adamın üstünde gezdiğini fark etti ve kısa bir an da olsa âdem elmasının hareket ettiğini gördü.

‘Gerçekten de sendin demek!’ diye düşündü Alastair ve ardından bağlı adamın arkasına geçerek önündeki dörtlüyü daha rahat görebileceği bir pozisyona geçti.

Daha Ellien’e yaşlı kadını anlatmamışlardı ve birazdan olacaklarla birlikte muhtemelen büyük bir sorgulama başlayacaktı.

“Yardım eden iki asker için bu iş bittiğinde hak ettikleri cenaze törenini yapmalı ve ailelerine gerekli şekilde yardım etmemiz lazım,” diye karşılık verdi Ellien duyduklarını sindirirken, ses tonu doğal olarak hüzünle ve öfkeyle bezeliydi.

“Ha? B-ben…ben ne---” diye yarım söylenen sözcüklerle birlikte herkes anında adama odaklandı.

Alastair konumundan ayrılarak önceki yerine döndü ve adamın tepkilerini incelemeye başladı.

Adamın bir büyücü oluşu, sahip olduğu büyünün etkilerini en iyi şekilde inceleme fırsatını bahşetmişti kendisine neticede. Bunu değerlendirmemesi saçmalık olurdu.

Adam kendine geldiğinde şiddetli bir baş ağrısı hissetmiş, acıyla inleyerek gözlerini sımsıkı yummuştu. Nerede olduğunu veya nasıl bir durumun içinde olduğundan çok başını çatlatacakmış gibi hissettiren baş ağrısını düşünmekteydi.

‘Ben neredeyim?’ diye bir düşünce geçti, baş ağrısı yüzünden düşünce kurma yetisi bile düzgün işlemiyordu.

En son hatırladığı şey, başının üstündeki eller ve bir anda her şeyin kararmasıyla birlikte gelen kuvvetli acıydı. Sonrasında da zaten etrafı kararmış ve kendisini şu anki hâlinde bulmuştu.

Kafasını kaldırmaya çalıştı ama maalesef ki bunu yapamadı. Gözlerini açmayı denedi ancak meşalelerin ışığı gözlerini aldı ve baş ağrısının kendisine sebep olduğu acının daha da artmasına sebep oldu. Başını eğik tutmaya karar verdi, ardından da nerede olduğunu çözmeye çalıştı.

Topraktan bir zemin, önünde eskimiş bir masanın ayakları ve görebildiği ayaklar…

Adam bunlardan ne çıkarabileceğini bilemiyordu. Gözleri ortamın ışığına alıştıktan sonra güçlükle de olsa yavaşça kafasını kaldırdı.

Gözleri ilk başta yaşlı kadının üstünde durdu ve hemen ağzını açtı ama yanındakilerin varlığını fark ettiği anda geri kapattı. Etrafına hızlıca bir bakış atmayı denedi ancak baş ağrısı ve vücudunun genel olarak ağrı içinde oluşu buna engel oldu ama bulunduğu ortamı geçmek bilmeyen bir acı ritüelinin içinde nihayetinde kavrayabildi.

“Sonunda uyandın!” dedi Blair öfkesini sesine yansıtmaktan çekinmedi. “Şimdi bize her şeyi anlatacaksın.”

Adam cevap vermedi, onun yerine acı içindeki surat ifadesiyle başını eğdi ve öylece bekledi.

“Amacınız ne?” diye sordu Ellien soğuk bir tonda. “Kasabaya saldırarak neyi amaçlıyorsunuz?”

Beklediler, adam yine cevap vermedi ama bu sefer bıyık altından gülümsüyordu. Duruşunu hiç bozmadan onların sorularını dinlemeye devam etti.

Blair bunu gördüğünde sinirlendi ve hiç çekinmeden direkt yumruğunu adamın suratına geçiriverdi. Bu esnada tekrar sorusunu sordu ama yine cevap alamadı.

“Cevap vermedikçe buradan çıkamayacağının farkındasın, değil mi?”

Ellien’in sorusuyla acıya rağmen kahkaha attı adam ve cevapladı, “Sanki cevap vereceksem benim yaşamama izin vereceksiniz! Siz ve sizin gibiler hak ettiğini bulacak!”

Odadaki herkes ses çıkarmadan adamı dinlerken dikkatli bir şekilde ona çevirdiler gözlerini. Her biri ne yapmaları gerektiğini düşünüyordu ancak Alastair adamın görüş mesafesinde olmamaya dikkat ederek sadece gözlemliyordu.

Sonunda konuşmayı tercih ederek sordu, “Soylular yüzünden mi? Daha belirgin söylemek gerekirse…Loer ailesi yüzünden mi?”

Alastair’in ağzından dökülen kelimeler, adamın gülümseyen suratının anında donmasına ve öfkeyle dişlerini sıkmasına sebep oldu.

“Sen! Sen bunu nereden biliyorsun?” diye sordu öfkeyle, parıldayan gözlerini anında Alastair’e çevirmişti.

Aynı şekilde odadaki diğer herkes de ona çevirdi gözlerini. Alastair cevap vermedi ve onun yerine yavaş adımlarla yaşlı kadının yanına doğru ilerledi, yönünü adama çevirdi ve gülümsedi.

“Büyülü Bağ!”

“He-he!”

“Ne halt ettiğini zannediyorsun?”

“Sen…”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44471 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr