Bölüm 105: Yolculuk (2)

avatar
292 4

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 105: Yolculuk (2)


Kök Limanı, adanın aydınlık tarafında bulunan ve akademiler daha kurulmadan önce inşa edilmiş olan bir limandı. Söylentilere göre büyücü tarihinde çıkan birçok savaşta liman oldukça zarar görmüş ve harap edilmişti ama hâlâ ayakta durmaya edebiliyordu.

Bu kadar acı çekmiş olmasına rağmen köklü oluşu da kendisine ismini kazandırmıştı. İlk başlarda bir ismi bile yoktu çünkü pek fazla liman kurulmamıştı o zamanlarda.

Elbette belli bir zamanın ardından liman geliştirilmiş ve kurulan akademilerin de yaptığı anlaşmalar sayesinde daha güvenli bir hâle getirilip görüntüsü de uygun bir şekilde değiştirilmişti.

Limana gelen gemilerin çoğunluğu krallıktan akademilere giden mallar ile doluydu. Öte yandan yolcu gemileri pek fazla görülen, alışageldik sahnelerden sayılmazdı.

“Geldik!”

Orta yaşlı adamın bağırışı, herkesin hazır ola geçmesi için yetmişti. Yolcular bulundukları arabanın içindeki bavullarını alıp arabadan sırayla inmeye başladılar.

“Hoot!”

An, arabadan indiği anda Alastair’in omzundan ayrılıp gökyüzüne doğru yükseldi ve arabadaki kısıtlanmış hissiyatından kurtularak özgürlüğün tadını doyasıya çıkarmaya başladı.

Alastair ona gülümserken gerindi ve merakla etrafına bakınmaya başladı. Şu ankinin aksine, önceki seferinde direkt olarak arabaya bindirilip akademiye götürülmüş ve kendisine inceleme fırsatı verilmemişti.

Adanın farklı yerlerinden gelmiş seyyar satıcılar yere örtülerini sermişlerdi veya yanlarında taşıdıkları küçük stantlarını kurmuşlardı. Hepsi eşyalarını dizmiş, satabilecekleri potansiyel müşterilerin üzerinde gözlerini gezdiriyorlardı.

Buna ek olarak birkaç küçük boyutta işletme de görmüştü: giyim, yiyecek, han ve restoran…

‘Düşündüğüm kadar büyük ve muazzam değil ama güzel gözüküyor.’

“Yolcu gemisi geldi!”

Genç bir adamın yaptığı bu duyurunun hemen ardından inceleme işini bir kenara bıraktı ve sıraya girip gökyüzünde An’ı aradı.

An, hiçbir sıkıntısı olmayan, refaha ermiş yaşlı bir adam gibi özgürlüğünün tadını çıkarıyor ve uçuşunu durmadan devam ediyor, hiçbir şeyi umursamıyordu.

Alastair’in kafasını iki yana salladı, onu biraz kıskanıyordu. Alastair gökyüzüne bakmaya devam ederken aralarındaki bağa odaklandı ve büyü enerjisiyle aralarındaki bağa dokunup kolunu kaldırdı.

Yanına gelmesi için işaret ediyordu.

An keskin bir dönüş yaptı ve zarif bir şekilde Alastair’in koluna kondu. Yavaşça omzuna ilerledi ve ardından kafasını Alastair’e çevirip onu inceledi bir süre. Ardından da sıradaki diğer insanları izledi. Aynı şekilde onlar da onu izliyordu. Hemen gözlerini Alastair’e çevirdi ve ona daha da yaklaşmaya çalıştı.

Alastair bavulunu kısa süreliğine yere koymak için eğildi ama gördüğü sahneyle kaşları çatıldı.

Endişe ve korkuyla bir şekilde etrafına bakıp duran genç bir, orta yaşlı bir kadın ile heyecanlı bir şekilde konuşuyorlardı ancak sesleri kendisinin duyabileceği kadar yüksek değildi ve dudak okuma konusunda da hiç yeteneği yoktu.

İç cebinden biletini çıkarırken gözlerini ikilinin üzerinden çekti ancak dikkat çekmemeye çalışarak ikiliyi izlemeye devam etti.

Genç adam, orta yaşlı kadının kendisine verdiği küçük paketin ardından endişesini korumaya devam ederek ayrıldı ve işletmelerin arasında girip insan selinin arasında gözden kayboldu.

Alastair gözlerini kısarak adamın gittiği yöne baktı bir süre. Ne olduğunu anlamamıştı. Çevresini de inceledikten sonra onların normal bir şekilde günlerine devam ettiklerini gördü. Kendisinin şahit olduğu sahneyi fark etmemiş gibi görünüyorlardı.

‘İçimde kötü bir his var,’ diye düşündü, huzursuzluk kalbinin ağırlaşmasına sebep oldu. İçgüdülerinin doğruluğuna güvenmek isterse adada büyük şeylerin olacağı kesin gibiydi.

Büyük ya da küçük…

Lakin elinde hiçbir kanıt olmadan da direkt olarak olaya atlamak gibi bir niyeti de yoktu. Minik tatilinden sonra akademiye ulaştığında yayılan dedikoduları dinleyerek bir şeyler olup olmadığını öğrenebilirdi.

Kendisinden birkaç yaş büyük olduğunu düşündüğü kadının bilet kontrolünün ardından sıra kendisine geldi. Bu da kendisinin düşüncelerinden sıyrılmasında yardımcı oldu.

Biletlerin kontrolünden sorumlu adam önündeki çocuğun omzuna konmuş olan Yıldızkanat Baykuş’a bir bakış attı, “Dur! Canavar satımı için onay belgeleri gerekmektedir.”

An, adamın dedikleriyle anında tüylerini kabartıp agresif bir şekilde kanatlarını çırpmaya başladı. Adamın dediklerini kendisini sinirlendirmek için yeterli olmuştu.

Alastair açıklamada bulunacaktı ama An’ın anında tepki göstermesi, kendisini bunu yapmaktan alıkoydu. An’ın tüylerini okşayıp başını sıvazlayarak onu sakinleştirmeye çalıştı.

“Belgeler!” diyerek diretmeye devam etti adam, baykuşun tavırlarını tamamen göz ardı etti. “Belgeler yoksa, burada kalır!”

Alastair kendisine açıklama izni verilmemesine sinir oldu ama bir şey demedi, sadece elindeki onaylanmış biletini uzattı ve adamın tepkisin bekledi.

Adam bileti aldıktan sonra mühre baktı ve ardından arka tarafındaki akademi tarafından verilen izin bölümünü okudu. Çocuğun evcil hayvan yoldaşlığına izne sahip olduğunu anladı.

Çocuğun biletini yarıya bölerek geri verdi ve başını mahcubiyetle eğer onlara geçiş izni verdi ama özür dilemedi çünkü işini yapıyordu. Bu kadarının yeteceğini düşünüyordu.

Alastair başını iki yana sallayıp derin bir nefes aldı ve sessizce biletinin üzerindeki numaranın bulunduğu odasına yöneldi. Akademi için gelişinde bindiği gemiye benzediğinden dolayı odaların yerini bulma konusunda bir sıkıntı yaşamadı.

Odasına yerleşti ve yapacağı yolculuğun tadını çıkarmaya çalıştı.

---

Parlaya, Şafak Krallığı’nın güney tarafında yer alan bir liman şehriydi. Deniz ürünleri, denizcilik ve düzenlenen deniz gezileriyle ünlü olan şehrin göz kamaştırıcı güzelliği herkesin aklını başından almak için yeterdi.

Ellerindeki balık dolu kasaları taşıyan insanlar, gemilerin bakımıyla görevli olan çalışanlar ve oyun oynayıp oradan oraya koşan çocukların çıkardıkları gürültülü ses, karmaşanın hâkim olduğu ortamın görüntüsü oldukça göz açıcı ve yürek ısıtan, aynı zaman da rahatsız bir görüntüydü.

Etrafına bakarken akademinin rekabet dolu ortamından biraz olsun uzaklaştığı için mutluydu. Akademinin sert ve ciddi ortamının yarattığı zihinsel kuşatmadan dolayı kendisini hiç dinlemeden koştuğu bir maratonun ortasındaymış gibi hissediyordu.

Bir şikâyeti yoktu ancak bu hoşnut olduğu anlamına da gelmiyordu.

Alastair bir süre daha etrafındaki karmaşayı izledikten sonra şaşkın bakışlarıyla etrafını izleyip anlamaya çalışan omzundaki An ile şehir meydanına doğru ilerlemek için yürümeye başladı.

Parlaya şehrinin canlılığına mest olurken Alastair düşünmeye başladı. Daha önce şehre birkaç kere indiğini hatırlıyordu ama Parlaya kadar canlı ve tıkır tıkır işlemekte olan bir insan kalabalığı gördüğünü düşünmüyordu.

An kadar olmasa da onun da biraz kafası karışık durumdaydı.

Alastair’in en son yaptığı şehir gezisi, babasının birkaç görüşme yapması gerektiğinden dolayıydı. Kendisi yanında sadece etrafı görmek ve babasının görüştüğü kişilerle tanışmak için gitmişti.

‘Şu an ne durumdalar acaba?’ diye düşündü ancak uzun sürmedi.

O zamanlar oldukça güzeldi. Babasını o anlardan çıkarıp tamamen yok saydığında, gerçekten çok daha keyifli bir anı haline geliyordu.

Alastair gülümsedi ama aklına gelen soruyla birlikte kaşları çatıldı.

‘Pekâlâ, şehir meydanına nasıl gideceğim peki?’

Etrafına bakındı ve sorabileceği birilerini aradı ama herkesin kendi işiyle meşgul olmasından dolayı kimseye soru sormayacağını hissetti. Belki birinin mola vereceğini düşünerek beklemeyi düşündü ama etrafına bakındığında kimsenin öyle bir durumda olmadığını fark etti.

Alastair rahatsız olmuş bir şekilde dişlerini sıkarak rastgele bir sokağa girdi ve oradan ilerlemeye başladı.

İlla birilerini bulabilirdi. Buna inanıyordu.

Alastair, Parlaya’nın uç kesimlerindeydi ve bu, onun insanların en çok çalıştığı bölgelerden birinde olduğuna işaretti. Parlaya’nın uç kesimleri daima çalışan bölgesiydi. Herkes bir şekilde bir şeylerle meşgul ediyordu kendisini.

Alastair ilerlemeye devam etti ve yarım saatlik aralıksız gezintinin ardından nihayetinde devriye gezen bir şövalyeyle karşılaştı. Hızlıca onun yanına ilerledi.

“Affedersiniz, bir sorum olacaktı da.”

Şövalye döndü ve kendisine seslenen çocuğa baktı. Çocuk, omzundaki renkli gözlü baykuş ve elindeki bavuluyla oldukça ilginç bir görüntü oluşturmuştu ancak anında çocuğun kimliğini anlayabilmişti.

Böylesine bir canavarı yanında taşıması büyücü olduğu anlamına geliyordu. Nazik olmak zorundaydı ve elinden geldiğince de yardım etmeliydi.

“Tabii ki de!” diyerek cevapladı aşırı bir istekle.

“Şehir meydanına nasıl ulaşabilirim? Yetişmem gerek---?”

“HEY! YAKALAYIN ŞU HIRSIZI!”

Alastair sözleri, kendilerine doğru koşan yaşıt bir çocuk ve kendisinden birkaç yaş büyük bir çocuğun kovalamacası tarafından kesildi.

Çocuk kıvrak bir hareketle sokakta bir o yana bir bu yana koşuyor ve büyük çocuğun kendisine yetişmesine engel oluyordu. Çocuk en sonunda çevik bir hareketle, önlerine çıkan at arabasının altından kayarak geçmiş ve büyük çocuğu arkasında bırakarak gözünün önünde kaybolarak kayıplara karıştı.

Kovalamacayı izlerken Alastair yanında şövalyenin çocuğun peşinden koştuğunu fark etmemişti bile. Fark ettiğinde de derin bir nefes aldı, tekrar başkasına soru sorması gerektiği için başını iki yana salladı. Oflayarak yeni birini aramaya koyuldu.

“Hey! Du-dur! Lüt-lütfen!”

Alastair durdu ve sesin geldiği yöne döndü. Büyük çocuğa baktı, o da ona bakıyordu. Alastair seslendiği kişinin kendisi olduğundan emin olmak için eliyle kendisini işaret etti.

“Ev-evet… Evet, sen…” diyebildi sonunda aldığı derin solukların arasında.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44472 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr