Bölüm 106: Yolculuk (3)

avatar
311 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 106: Yolculuk (3)


Genç çocuk ile Alastair arasında bir kafa boyu kadar fark vardı. Ortalama bir fiziğe ve görüntüye sahipti, öne çıkan biri olmadığı belliydi ancak yeşil renginin koyu ve açık tonlarını bir arada bulunduran gözleri anında ilgiyi üzerin çekmeyi başarabiliyordu.

Buğday sarısı saçları omuzlarına dökülecek kadar uzundu ve at kuyruğu şeklinde toparlanmıştı.

Yüzünde, sağ yanağına doğru dökülen bir tutam asi saç bulunuyordu. Sol gözünün hemen altında bulunan iki küçük ben dışında yüzünde hiçbir kusur bulunmuyordu. Kaşları ince ve düz, burnuysa yüzüne uygun şekilde büyüktü ve hafif sivriydi.

Çocuğun giysileri oldukça sadeydi. Düğmesi olmayan siyah renkte ince bir ceket, koyu kahverengi bir pantolon giyiniyordu. Pantolonun uçları kıvrılmıştı, belli ki uzun geliyordu ve kemer takıyordu. Kemer sadeydi ancak yılan derisinden yapılmış olup özel olarak siyaha boyanmıştı. Düz, ceketine uyacak tarzda ayakkabılar giyiyordu.

Göz alıcı yeşil gözlerini önündeki kendinden küçük olduğunu düşündüğü çocuğa dikti.

Çocuk düz bir yüz ifadesiyle aynı şekilde kendisini inceliyor ve etrafında dönen garip olayın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Üstünde gece kırmızısı bir ceket bulunuyordu, düğmelerinin üç tanesi ilikleyip gerisini açık bırakmıştı. Ceket ince değildi ancak boğucu bir kalınlıkta da değil gibi görünüyordu yoksa çocuğunda terden sırılsıklam olabileceğini biliyordu. Altına gökyüzü mavisi bir gömlek vardı, düğmelerinin iki tanesi açıktaydı. Koyu kahverengi pantolonu ve ayakkabısıyla oldukça göze çarpan bir görüntüye sahipti.

Ardından gözleri, çocuğun belindeki büyü enerjisi yayan kitaba takıldı ve sonrasında da omzunda duran, kendisini incelemekle meşgul baykuşa yöneldi bakışları.

Büyülendi, şaşırdı ve kaşları çatıldı.

Karşısındaki çocuğun değil bir Canavar Bilgini çıkmasını, büyücü olmasını bile beklemiyordu ancak yine de bir yoldaşıyla karşılaşmayı başarmıştı.

Çocuğun bavuluna ve defterine de kısa bir bakış attıktan sonra onun limana bugün ulaşmış olan yolcu gemisinden inmiş olduğunu fark etmesi uzun sürmedi.

“Bana yardım edebilir misin?” diye sordu nefesini toparlamasının ardından ve çocuğun konuşmasına izin vermeden hızlıca ekledi. “Karşılığında, makul olduğu sürece tabii, bir isteğini yerine getireceğim, tamam mı? Anlaştık mı?”

Alastair ne diyeceğini bilemedi. Karşısındaki gencin bir anda önüne çıkması ve kendinden yardım istemesi oldukça garibine gitti. Hiç de yardımcı olmak istemiyordu ama bir isteğinin yerine getirilmesi kısmı kendisinin ilgisini oldukça çekmişti.

Hemen atlamaması gerektiğinin bilincinde olarak sordu, “Böyle bir anlaşmayı sunabildiğine göre bunun için bir kanıtın da vardır, değil mi?” Yoksa… Kafana göre laf söylemeyi seven biri misin? Ayrıca farkındaysan daha adını bile söylemedin.”

Genç karşısındaki çocuğun dediklerinde haklılık payını fark etti ve başını sallayarak onayladı.

“Adım Blair Richards,” dedi ve önündeki çocuğun tepkisini yüzündeki kendini beğenmiş gülümsemesiyle izlemeye başladı.

“Umarım yalan söylemiyorsundur.”

Çocuğun tepkisini duyduğunda bütün beklentileri yerle yeksan oldu. Şaşırmasını, kendisiyle tanışabildiği için minnettar olmasını ve kendisinin ayaklarına kapanıp övmesini bekliyordu.

Düz bir surat ifadesiyle başını yana eğip, kendisini baştan aşağıya süzmesinden sonra ağzından soğuk bir tonda üç kelimenin çıkması onun beklentileri arasında hiç de yer almıyordu.

“Tabii ki de hayır! Niye yalan söyleyeyim? Hmph!” deyip arkasını döndü ve bekledi öylece bir süre.

“Ne konuda yardım istiyorsun?” diye sordu Alastair, isteksizdi ve ses tonu da oldukça kayıtsızdı.

“Canavar Bilgini’sin, değil mi? Öylesin! Baykuşunu o çocuğu bulmak için yolla!”

An, karşısındaki gençten çıkan sözleri duyunca kafasını yana eğdi ve sonra da Alastair’e baktı. Alastair başını sallayarak kendisine ona verdiğinde anında omzundan fırladı ve çocuk ile şövalyenin gittiği yöne doğru uçtu.

An, Alastair ile yaşanan kovalamacaya şahit olmuştu ve kimi araması gerektiğini gayet de iyi biliyordu.

Oktan farksız bir şekilde, adeta havayı delip geçerek uçuyor ve renkli gözlerini çeşitli insanların üzerinde gezdiriyordu. Uçarken neredeyse hiç ses çıkarmıyor, adeta bir suikastçı gibi ilerliyordu havada. Liman taraflarına yakın meşgul bir şehir olmasından dolayı yukarı kafasını kaldırıp bakan oluyordu, bu da gayet sıkıntısız bir şekilde ilerlemesine olanak veriyordu.

“Pekâlâ, şimdi ne yapıyoruz?” diye sordu Blair An’ın havalanışına hayranlıkla bakarken. Gözleri hâlâ gökyüzünde, An gözden kayboluncaya kadar onu izlemekle meşguldü.

“Aramızdaki bağ incelmeye başlamadığı sürece An’ı istediğimiz zaman takip edebiliriz.”

“Peki ya bulursa? O zaman ne yapacağız? Sana bir işaret gönderebiliyor mu? Bir işaretiniz var, değil mi?” diyerek sıraladı heyecanla.

Canavar Bilgini olan birini ilk defa görüşü değildi ancak onlardan bir tanesinin yakınında bulunma şerefine ilk defa sahip olabilmişti çünkü genellikle oldukça meşgul oluyorlardı.

Ayrıca nadir olmaları da kendileriyle olan etkileşimini oldukça kısıtlamıştı.

Ve şu an, birinin nasıl çalıştığını görme şansı vardı. Peşinde olduğu çocuğu tamamen unutmuş, kendisine yardım etmekte olan çocuğun işini nasıl yapacağını görmeye adamıştı kendisini.

“Şayet dediğin gibi yakaladı, çocuğu bekleyecektir. Çocuğun bulunduğu yerden ayrılmadığına karar kıldığında bizim yanımıza gelecek ve bize yolu göstererek ona yönlendirecek.”

Görevlerinde bunu defalarca kez yapmışlardı. Malzeme toplama, canavar avlama ve bir keresinde de kaçak bir Acemi Seviye bir büyücü adayını yakalama konusunda hep bu yöntemi kullanmışlar ve gayet de başarılı bir şekilde istenileni yerine getirmişlerdi.

“O zaman şimdi ne yapıyoruz?” diye sordu Blair. Karşısındaki çocuğun nitelikli biri olduğunu sözlerini söyleyiş biçimden anladığında içine su serpilmişti.

“Benim Sarıparıltı’ya giden bir araba veya konvoy bulmam lazım. Onu aramaya gideceğim, senin ne yapacağın da umurumda değil,” diyerek baştan savmaya çalıştı Alastair ve bavulunu alıp şehir meydanını bulma çalışmalarına tekrar döndü.

“He-hey! Beni bekle! Sözümü tutmam lazım! Richards ailesindenim ben! Sözümü tutmazsam ne derler sonra bana!?” diye arkasından bağırarak Alastair ilgisini çekmeye çalıştı ama arkasına dönüp bakmamış olmasıyla birlikte koştu. “Ben de Sarıparıltı’ya gideceğim!”

Alastair’in adımları anında durdu. İnce, siyaha boyadığı kaşlarından teki kalktı. Yüzünde sorgulayan bir ifade belirmişti.

Blair, ilgisini çekebilmiş olduğu için sevindi. Son dediği gerçekti; Alastair’in ilgisini çekebilmek için söylediği bir yalan değildi.

“Senin gibi bir soylunun küçük bir kasabada işi ne?” diye sordu Alastair. Ne kadar bu soruyu sorsa da Richardsların mülklerine ne kadar değer verdiklerinin gayet de farkındaydı.

‘Eğer kendilerinden birini gönderiyorlarsa büyük bir sıkıntı olmalı,’ diye düşündü.

O zaman kadar hiç aklına gelmemişti ama çocuktan büyü dalgalarına odaklandığında onun kendisinden güçlü olduğunu fark etti.

‘Çırak Seviye!’

Şaşırmıştı ama belli etmedi.

“Şey…” diye söze başladı ama devamını getirip getirmeme konusunda kararsız bir ifade yüzündeki yerini aldı.

Karşısındaki çocuğun, kendi aile işlerine burnunu sokması sonucu hem kendisinin azarlanmasıyla hem de çocuğun muhtemelen ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanabilirdi.

Yüzünde gülümsemeyle o sırada aklına geleni anına söyleyiverdi, düşünmemişti bile, “Rutin kontrol! Rutin bir kontrol yapacağım da… Evet, bundan dolayı gidiyorum!”

“Oh, anladım.”

Blair’in beceriksiz gülümsemesi, kendisinin düşüncelerini doğrular nitelikteydi.

Hemen konuyu değiştirmek için teklifini sundu, “İstersen bana yardımının sonucu olarak seni Sarıparıltı’ya bırakabilirim. Zaten konvoy ile gitmeye kalkarsan çok fazla duraklamaya yapacaklardır ve özel arabalar da aşırı pahalı olacaktır. Biz durmadan direkt olarak gideceğiz. Ayrıca yolculuğun çok rahat geçeceğinden de emin olabilirsin.”

“Tabii, oldukça iyi olur aslında. Teklifiniz için teşekkürler!”

Alastair’in cevabını duyduğunda önden ilerleyerek onu kendi at arabasının beklediği yere doğru yönlendirdi. Yol boyunca Alastair ile de konuşmaya çalışıyor ve olabildiğince kendisinin oradaki amacı ile alakalı konudan uzaklaştırmaya çalışıyordu.

Alastair, Richards ailesinin bir üyesinden kendisine olan iyilik borcunu bu şekilde kullanmış olmasından dolayı pek de mutsuz değildi. Ne de olsa karşısındakine etmiş olduğu yardımın sonucunda en fazla birkaç atlın kazanacaktı, belki de bir veya iki büyü kristali.

Bunlar Alastair’in işine yarayacak şeyler değildi.

‘İçimden bir ses, Sarıparıltı’da bir şeylerin doğru olmadığı konusunda fısıldayıp duruyor,’ diye endişe yüklü bir düşünce geçti zihninden. ‘Onların güvenliğini sağlamak içinn küçük bir araştırma yapmaktan zarar gelmez.’

Blair’in hiç durmadan konuştuğu yarım saatlik konuşmanın ardından Blair’in at arabasının bulunduğu yere nihayetinde varabilmişlerdi.

Araba, bir hanın hemen dışındaydı ve endişeyle dolu yüz ifadesiyle kırklı yaşlarında bir adam da hemen dışında bekliyor, siyah renkteki güçlü atın yelesini okşuyordu gergin bir şekilde.

“Hoot!”

Duyulan sesle birlikte Alastair ve Blair aynı anda arkasını döndü.

Blair mutluydu.

“Buldun mu?” diye sordu Alastair ve aldığı cevap belliydi; An’ın onaylayarak başını sallayıp başının etrafında dönmesiydi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44486 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr