Bölüm 96: Kamp ve Buluş

avatar
328 4

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 96: Kamp ve Buluş


Alastair’den ayrılmak zorunda kalan diğer dörtlü hızlı adımlarla arkalarına dahi bakmadan koşmaya başlamışlardı ancak hâlâ arkalarındaki kurdun kendilerini yakalayabileceği durumdaydılar.

Jonah kendilerinin şanslı olduğunu düşünüyordu. Dört kişiydiler ve arkalarında sadece bir kurt vardı, Alastair ise iki kurdu kendine çekmişti. Jonah içinde yükselen tatmin duygusuyla gizliden gizliye gülümsedi.

Valentine! Lennon! Kurt üstümüze atladığında onu geriye savurun!”

Grubun arkasında kalan ikili birbirlerine baktı, ikisinin de gözleri büyük bir endişeye ve ondan da güçlü olan duyguya ev sahipliği yapmaktaydı: korku.

“Valentine yakın dövüş için uygun değil!” dedi Jonah, ardından hızını azalttı ve Lennon’un yanında yerini aldı. “Biz hallederiz!”

Paisley bir şey demedi sadece başıyla onayladı, şu anki durumda olabildiğince iyi bir şekilde dayanmaları gerekiyordu.

Dörtlü yorgunluğun sinsi pençelerinin kendilerini bulduğunu hissetmeye başladı ve nereye gittikleri konusunda da fikirleri yoktu. Tamamen kör bir şekilde koşuyorlardı kaçabilmek için.

“Şimdi!” diye bağırdı John.

John ve Lennon anında arkalarını döndü, kılıçlarını çekti ve kurda yöneldiler. Bununla birlikte kurt da anında üstlerine atladı, vahşi ve çıldırmış gibi görünüyordu.

Cling! Tang! Tang!

Kurdun pençeleri kılıçlar tarafından karşılanmıştı. İlk başta ikili kılıçlarını kaybedecek gibi olsa da bir süre dayanabilmişler, sadece biraz geriye itilmekle sonuçlanmıştı ancak bir saniyelik bir sürenin ardından işler değişmişti.

“Ah!” diye çığlık attı Lennon. Kurdun uyguladığı baskın güce karşı gelememiş, dengesini kaybederek yere düşmüştü.

“Raar!”

Kurt güçlü bir şekilde kükredi, boşta kalan bir pençesini zaman kaybetmeden Jonah’a savurdu.

BOOM!

Bir anda ortaya çıkan bir kürenin patlamasıyla birlikte kurdun sağ tarafı kanlar içinde kalmıştı ancak hâlâ saldırmaya devam ediyordu, sadece daha sinirli ve ölümcül bir hâl almıştı.

Jonah derin bir nefes aldı, kılıcının kabzasından yavaşça elini çekti. Bunu yapmasının hemen ardından inanılmaz bir ağırlık bindi sol eline fakat direndi, ardından aynı küreden oluşmasını sağladı.

“İnfilak Küresi!”

Sağ elinin üstünde beliren küreyi direkt olarak suratına bakan kurda savurdu.

BOOM!

Aynı şekilde bir güçlü patlama daha oluştu ve kurdun bütünüyle mağlubiyete uğratılmasıyla sonuçlandı.

Jonah nefes nefese kalmıştı, sol bileğinin ağrısını ve parmaklarının sızlayışı kendisinin acı içinde nefes almasına sebep oluyordu ancak Paisley’nin önünde gülümsemeye çalıştı.

Grup nefeslerini düzeltmeye çalıştı, bir anda ortaya çıkan bu heyecanlı olay kendilerinin ritminin bozulmasına sebep olmuştu.

“Alastair,” dedi Valentine endişeyle, kurdun ölüsüne bakarak devam etti. “İki kurt da onun ardından gitti.”

Paisley dişlerini sıktı, bunu o anda fark edememişti ve şimdi endişelenmeye başlamıştı. Grubundan birinin ilk görevde ölmesi hiç de iyi bir görüntü olmayacaktı, özellikle de çizmeye çalıştığı imaj için.

“Ayrıldığımız noktaya geri dö---”

“HOOT!”

Paisley’nin sözü, tanıdık bir baykuşun rahatlatıcı sesiyle kesildi ve ardından da tanıdık bir yüz belirdi.

“Acele edin! Eğer uzaklaşmazsak Kızılkurtlar bizim peşimizden gelecek!”

Gruptan kimse ona karşı çıkmadı. Alastair’in takip ederek olay yerinden hızlıca uzaklaşmakla uğraştılar.

---

Üç saatlik dolaşmanın ardından kendilerinin yeterince uzakta olduğunu düşündüler ve hızlıca kamp için uygun bir yer aramaya başladılar. Bulmaları da kısa sürdü, etrafları ağaçlar ve çalılar ile kaplıydı.

Yıldızlarla dolu gecenin parıltısı altında kurulan kamp oldukça iç açıcıydı, sanki gençlerin heyecan için yaptıkları orman kampıymış gibiydi. Oldukça sıcak ve sakindi.

Kurulan beş çadırın merkezindeki kamp ateşinden yükselen çatırtı seslerinin eşliğinde sakince yemeklerini yiyorlar, bugün yaşadıkları heyecan dolu anları akıllarında tekrar ve tekrar oynatıp duruyorlardı.

Beklenmedik bir saldırıya uğramışlar ve müthiş bir korkunun içlerinde dolanmasına izin vermişlerdi.

“Alastair, sen o iki kurttan nasıl kurtuldun?” diye sordu Lennon, gözleri merakla sonuna kadar açılmıştı. Yaşadıkları dünyada bulunmaması gereken bir masumluk vardı yüzünde.

Herkesin ilgisi Alastair’e yöneldi.

“An,” diye seslendir ve omzuna konan baykuşa baktı bir süre, başını okşadı ve ardından geri gönderdi. “Onun sayesinde.”

Alastair fazla ayrıntıya girmeden üstünkörü bir şekilde durumu açıkladı, hepsi onu övmüştü ancak Jonah öyle değildi.

Jonah onun övgü alıp el üstünde tutulmasından nefret etti ama elinden gelen bir şey yoktu. Çaresiz bir şekilde uygun zamanı kollamaktan başka yapabileceği bir şeyi yoktu. Pes etmeden Alastair’in düşebileceği o zamanı bekleyecekti.

Gecenin ilerleyen saatleri sakindi ama soğuktu. Grubun üyeleri çadırlara geçme zamanının geldiğine karar vererek çekildi ama öncesinde Paisley Valentine’ı durdurdu.

“Sen bu gecenin nöbetçisi olacaksın.”

Başka bir söz söylenmedi, Valentine’ın da karşı çıkması için bir olanak yoktu çünkü kaçış sırasında savaşma eyleminde bulunmayan tek kişi oydu. Yani en dingin olanı oydu.

“An da nöbet tutuyor olacak,” diyerek gerin bir şekilde kamp ateşinin yanında duran Valentine’a seslendi, yüzündeki rahatlayışı görmüştü ve ardından da kendi çadırına çekildi.

Yere sermiş olduğu kalın örtü ve çadırın kalın malzemesi sayesinde içerisi gayet sıcaktı, Alastair’in rahatlamasını sağlamıştı.

İçerisi biraz genişti ama yine de akademideki odasında bulunmayı tercih ederdi.

Alastair üstündeki kalın kıyafetleri çıkardı ve yatağının üstünde oturur pozisyonda gözlerini kapattı.

Bugün kullanmış olduğu iki büyü yüzünden sahip olduğu büyü enerjisi rezervinin yarısında çoğu gitmişti ve bu ona rezervini nasıl kullanması gerektiğine dair kabaca bir fikir vermişti.

Akademinin büyü alanında yaptığı pratiklerde büyü enerjisi rezervine hiç dikkat etmemişti, onun yerine sadece onları nasıl kullanması gerektiğine dair çalışmalarda bulunmuştu.

Alastair dikkatini buralardan uzaklaştırmış ve kızılkurtları düşünmeye başlamıştı.

Derilerinin ve pençelerinin malzeme olarak değerli bir materyal olduğunun farkındaydı ve onları alamıyor oluşu, içinin sızlamasına sebep olmuştu ancak onları alamayacağının da farkındaydı. En azından eğer bütün bir sürüyü ortadan kaldırmadığı sürece böyle bir şey yapamazdı.

Bu şekilde bir süre daha düşündükten sonra yattı ve gözlerini kapattı.

---

Sabahın erken saatlerinde kalkan Alastair gözlerini ovalayarak dışarı çıktı ve etrafında kısa bir göz derdi.

Valentine hâlâ yanmakta olan kamp ateşinin yanında yorgun gözleriyle görevlerine devam ediyordu. Paisley ve Jonah ise hâlâ ortalıkta yokmuş gibi görünüyordu.

“Hoot!”

Alastair kafasını duyduğu yere çevirdi ve kendisine doğru yaklaşan baykuşun omzuna konup başını kendisine sürtüşünü izledi.

“Aferin!” diyerek aynı şekilde başını okşayarak karşılık verdi.

“Uyanmışsın!” diye el salladı Valentine.

Alastair baş selamı verdikten sonra yanmaya devam eden ateşin yanına oturdu ve etrafını incelemeye başladı.

Bembeyaz karın ortasında bulunan güneş alan bir açıklıkta bulunuyordular. Etrafları, gövdeleri kalın ve güçlü görünen ağaçlarla sarılmıştı ve hâlâ bir hayvanın kendilerinin üstlerine atlamayıp saldırmadıklarını da göz önünde bulundurunca gayet güvenli bir ortamda olduklarına işaret ediyordu.

Alastair kafasını kaldırdı ve gözlerini fazla acıtmasa da hâlâ parıltısını taşımaya devam eden ateşli güneşe çevirdi.

Alastair’in kaşları kalktı ve gülümsedi.

“Diğerlerini uyandır. Burası çiçeği bulabilme ihtimalimizin olduğu yer.”

Valentine itiraz etmedi ki böyle bir hâli de varmış gibi gözükmüyordu. Çadırlara gitti ve diğerlerini istendiği gibi uyandırdı.

20 dakikalık bir sürenin ardından diğerleri hazır bir şekilde çadırlarından çıkmıştı ve gözlerinde uykunun getirdiği mahmurluğun cılız ışıkları vardı.

“Burası güneş alıyor,” dedi ve gökyüzünü işaret etti Alastair ikiliye.

İkilinin bir an kaşları çatılmış olsa bile Paisley’nin gözlerindeki ışıltı daha da aydınlandı ve gülümsedi.

“Pekâlâ, o zaman yemeğimizden sonra aramaya koyuluruz,” dedi Paisley ve Jonah’a dönüp işaret etti. “Valentine bütün gece ayakta kalıp nöbet tuttuğu için dinlenmeye çadırlarına geçecek. Bu yüzden Jonah ve Lennon siz başında durun ve onun nöbetini devralıp kamp alanının güvenliğini sağlayın. Ben ve Alastair de bitkileri bulup getireceğiz.”

“Ama…” diye ağzı açıldı ama Paisley’nin aksini istemeyen sert bakışlarına karşılık dişlerini sıkıp homurdanarak istenileni kabul etti.

Yarım saatlik bir yemek yeme seansının ardından Alastair ve Paisley hazır bir şekilde kamplarının bulunduğu bölgeden ayrılmış ve bitkiyi aramak için yola çıkmıştı.

“Baykuş bitki konusunda yardım edemez mi?”

“Sanırım edebilirdi ama bitkiyi daha önce görmedi ve görmüş olsa bile…” deyip ayaklarının altındaki karı işaret etti ve devam etti acı gülümsemeyle. “Bitkinin daha önce kokusunu alması lazım. Sonuçta toprağa kök salan bir bitkiden bahsediyoruz. Karın altından bir tanesini bile bulabilirsek o zaman dediğini teste tabi tutabiliriz.”

Alastair’in açıklaması hayal kırıklığıyla dudak büzmesine sebep olmuş olsa bile bu yüz ifadesini pek de tutmadı. Aksine görevini yüksek bir umutla tutunmayı tercih etti.

Bir süre daha ilerlemelerinin sonucunda güneş alan başka bir açıklık daha buldular ve ellerine aldıkları küçük kürekleriyle karı küremeye ve çiçeği aramaya başladılar.

Bir saatlik bir sürecin ardından, ikili nefes nefese kalmış bir şekilde tamamıyla küremiş oldukları, yeşil çimenin rahatça görülebildiği alana baktılar.

Zümrüt Çiçekleri oradaydı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44466 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr