Bölüm 95: Keskin Kızılkurt

avatar
307 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 95: Keskin Kızılkurt


“Almayı planladığımız görev Profesör Lona’nın malzeme toplama görevi. Gayet basit ve güzel de büyü kristali ödemesi yapıyor. Ayrıca gerekli olmayan ama bulunursa da güzel bir büyü kristali ödemesi yapacağını açıklayan bir ek görevi de bulunuyor. Önceden de belirttiğim gibi zorunlu değil.”

“Pekâlâ,” diye cevapladı herkes hep bir ağızdan, sanki önceden çalışmış bir koroyu andırmışlardı.

“Profesörün toplamamızı istediği malzeme tam olarak ne peki?” diye sordu Alastair, grupta alınması planlanan görev hakkında bilgisi hiç bulunmayan tek kişiydi.

“O zaman kesinlikle ek görevi de yapmamız gerekiyor,” diyerek ikilinin konuşmasına heyecanla atladı Jonah, ağzından çıkanlar Lennon ve Valentine tarafından da desteklenerek onaylanmıştı.

Gözleri kendinden emin bir şekilde parıldıyordu ve parıltı yüzünde gülümseme olarak somutlaşmış hâldeydi.

Öte yandan Alastair’in kaşları duyduklarıyla hafif çatıldı.

Kendisine sağlanması gereken yüklü kaynağın sağlayıcısı olmadığından iksir ustası olma hayalinden vazgeçmiş olabilirdi ancak bir Canavar Bilgini olarak bazı bitkilerin ne işe yaradığı konusunda biraz bilgi birikimine sahipti.

“Zümrüt Çiçeği, ormanın derinliklerde bulunup fazla güneş alan yerlerde bulunuyordu ve bu gayet de tehlikeli bir yolculuk olacak anlamına gerekiyor. Tek başına giden biri için zaten yeterince tehlike oluştururken…” deyip endişelerini belirtti Alastair ve gözlerini ek görevi onaylayan üçlüye döndü, grubu test etmeye çalışıyordu. “Yoncayı aramaya çıkmak oldukça fazla probleme sebep olacaktır. Özellikle de kış mevsiminin tam ortasındayken… Çiçeği bulmaya çalışırken zaten işimiz başımızdan aşkın olacak ve zorlanacağız, bu yüzden yoncayı tamamen göz ardı etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Alastair’in dedikleri gayet de mantıklıydı ve bu, Paisley’nin de aklından geçmişti ama bulundukları durumda her türlü fırsata sıkı sıkıya tutunup ilerlemek zorunda olduklarından bu ek görevin de yapılması gerektiğini hissediyordu.

Özellikle de Jonah’ın içi içini yiyor, Paisley’i etkilemek için görevin kabul edilmesi için uğraşacaktı.

“Acemi 2. Seviye olan beş büyücünün kolayca halledebileceği bir şey! Eğer kendine güvenmeyi beceremiyorsan ne diye bizimle göreve katılmayı kabul ettin ki?”

Sözler, Alastair’in yüzüne sinsi bir gülümseme konmasını sağladı ve dikkatini de anında Jonah’a vermesini sağladı.

“Teknik olarak bizler hâlâ birer adayız, 1. Seviye Büyücü olana kadar da öyle kalacağız. Yani...” dedikten sonra gülümsedi, bu gerçeği herkes biliyordu ancak büyücü adayları bu ayrımdan hiç hoşlanmazdı ve Jonah da onlardan biriydi. “Lâkin… Eğer isterseniz… Tabii ki de hemen geri dönebilirim.”

Jonah, onun ağzından çıkanları dinlerken dişlerini sıktı. Karşısındaki çocuğun ne tür bir koza sahip olduğunu bilmiyordu çünkü hiç onu araştırmamıştı ve söylediklerinin ne kadarının gerçek olduğunu bilebilecek durumda olmamasını sağlamıştı bu da.

Alastair’in yaptığı blöfün gerçekliği kendisini içten içe yemeye başladı. Emin olamıyordu ve bu tiksinç bir durumdu, bir daha bu duruma düşmemek için hazırlıklı olmak için kendisine bir uyarıda bulundu.

Alastair’in yüzündeki gülümseme hâlâ korunuyordu.

Onların çocuksu tavırlarına bakarken Paisley derin bir nefes aldı, bıkkınlık damarlarında kan gibi akmaya başlamıştı bile.

“Lütfen anlaşmazlıklarımızı bir kenara bırakalım, tamam mı?” diyerek ikilinin olası çatışmasını önlemeye çalıştı ve ardından devam etti. “Alastair’in dediklerinde haklılık payı olduğunu belirtmeden geçmeyeceğim çünkü ben de onunla aynı düşünceye sahiptim ama aynı zamanda Jonah, senin de dediğine katılıyorum; Acemi 2. Seviye olan beş adayız ve bir keşif erine sahibiz.”

Paisley bu dedikleriyle arabuluculuk yapmaya çalışırken gözlerini ikilinin üzerinden ayırmıyor, onların birbirini kışkırtacak ve dağılmalarına sebep olacak bir davranışta bulunmayacaklarından emin olmaya çalışıyordu.

Jonah her an bir kavgaya sebep olabilecek gibi dururken Alastair sakince duruyor, yüzündeki sinir bozucu gülümsemesiyle karşısındaki Jonah’a bakıyordu.

Paisley, Alastair’e döndü. “Senin sayende bizi rahatsız edebilecek pek bir şey olmayacaktır, sadece kış soğuğundan muzdarip olacağız o kadar. O yüzden vaktimiz olursa eğer, işte o zaman ek görevi de yapacağız.”

Jonah, kendisine hak verilip isteğinin yerine getirileceğini duymasıyla yüzüne pişkin bir gülümseme kondururken Alastair derin bir nefes aldı ve gözlerini devirmekten başka bir şey yapmadı.

Aralarındaki bu küçük çatışmanın bittiğini kanaat getirdikten sonra Paisley aralarından ayrıldı ve görevi almak için resepsiyondaki kadın ile konuşmaya gitti. Çok uzun sürmeden geri grubunun yanına döndü.

“Ve şu an görev resmi olarak bizim elimizde,” diyerek bilgilendirmede bulundu Paisley. “Yola çıksak iyi olur.”

Beş kişilik grup, Paisley’nin önderliğinde görev binasından ayrıldı ve kapıya doğru ilerlemeye başladı.

Herhangi bir binek kullanabilecek durumda değildiler çünkü hiçbiri ekstra büyü kristali ortaya koyup görevden alacakları büyü kristallerinin miktarının azalmasını istemiyordu. Ayrıca görevin malzeme toplama olmasından dolayı da böyle bir şeye gerek duymuyorlardı.

Kış ayında kendilerine gereken atlar akademi tarafından yetiştirilip belli bir ücret karşılığında öğrencilerin kullanımına açılıyordu ancak bu durumdan her aday faydalanamıyordu.

“Nerede senin şu tavuğun?” diye sordu Jonah kapıya ulaştıklarında. Alastair’in keşif eri olarak seçilmesini sağlayan canavarı görmek istiyordu ancak bunu belli etmemek için aşağılama yöntemini seçti.

Alastair ondan tarafa bakış atmadan gökyüzüne baktı ve ardından tiz bir ıslık çaldı.

“Hoot!”

Islığın hemen ardından haşmetli ve göz alıcı görüntüsüyle ortaya çıkan An, kendi çığlığı ile karşılık verdi Alastair’e. Alastair’in omzuna konmadan önce etraflarında zarafetle süzüldü ve onları inceledi.

“Vaov!”

“Harika görünüyor!”

“…”

Valentine ve Lennon’ın ağzından çıkan şaşırma nidaları ve övgüler Jonah’ın sinirden köpürmesine yol açtı ama soğukkanlılığını koruyup düz bir ifade ile Yıldızkanat Baykuş’una dikti gözlerini bir süre.

---

Güneş, grubun yolculukları sırasında hızlı bir şekilde batıya doğru ilerlemiş ve zamanlarının ellerinin arasından su gibi akıp gitmesini sağlamıştı.

Öğlen vaktinde, güneş en tepede olduğu vakitte akademiden ayrılmışlardı ama neredeyse akşam olmasına rağmen görevleri konusunda en küçüğünden dahi olsa da bir ilerlemeye kaydedememişlerdi.

Yonca konusundaysa hiç şanslı değillerdi.

Alastair keşif eri görevini gayet iyi bir şekilde yerine getiriyor, grubun tehlikeli ve güçlü canavarlardan kaçınmasını sağlayarak hayatta kalma ihtimallerini olabildiğince yüksek tutmaya gayret gösteriyordu.

“Lütfen… Lütfen dinlenelim!” Kaç saattir yoldayız ve ben artık acıkmaya başladım!” diye yakındı Lennon, nefes nefese kalmıştı ve yüzünde acıyla bezeli bir yorgunluk bulunuyordu.

Bunun duymasının ardından Paisley diğerlerine döndü ve hepsinin ona katıldığını belirtmesiyle kamp kurabilecekleri bir alan aramaya başladılar.

Bir buçuk saatlik arayışlarının ardından grup, yeterince iyi olduğunu düşündükleri bir yer bulabilmişlerdi ancak duydukları kanat çırpma sesleri hepsinin dikkatlerinin dağılmasına sebep olmuştu.

“Hoot! Hoot!”

Grup, An’ın endişeyle ve korkuyla kendilerine doğru gelip etraflarında süzülmesiyle aynı endişeyi hissetmeye başladılar ve savaş pozisyonuna geçtiler.

“RRAAAAA!”

Hemen ardından da An’ın endişeyle kendilerine gelişlerinin sebebini öğrenmiş oldular: Keskin Kızılkurt.

Alastair canavarın kükreyişini duyduğu anda tanıdı ve kılıcının kabzasını sıkı bir şekilde kavrayarak derin bir nefes aldı.

Keskin Kızılkurt oldukça vahşi bir canavardı ve bulundukları bölgeyi korumak için her şeylerini ortaya koymaktan da çekinmezlerdi.

İsmindeki keskin sıfatı, dişlerinin ve pençelerinin bir Kaya Boğası’nın derisini bile kolayca parçalayabilecek kapasitede olmasından dolayı elde etmişti.

Önlerinde bir anda üç tane kurt belirdi, hepsinin de boyu ortalama bir buçuk metre civarındaydı. Rakiplerinin kanlarıyla bulanmış gibi görünen ürkütücü kürkleri korkutucu gözüküyor, gruptakilerin yutkunmasına sebep oluyordu. Akşam olmaya yakın bir zaman olmasıyla birlikte kararan havada parlayan koyu kırmızı gözleri terörize eden bir iştahla parıldıyordu.

“Elinizden geldiğince kendinizi onlardan uzak tutun, onları yakınlaştırmayın. Eğer kanınızın kokusunu alırlarsa hepimizin işi biter,” diye aceleyle uyardı Alastair önündeki kurtlardan gözlerini ayırmazken. “Ve göz temasını da korumaya devam edin! Korktuğunuzu gösterirseniz yine işiniz biter.”

‘Hay şansımıza!’ diye sövmeyi de ihmal etmedi Alastair, hiç mutlu değildi. Önündeki durum, kendisinin içinde bulunmaktan kaçınmak istediği kötü senaryolardandı ve yaşanıyordu.

“Hrr!” “Rawr!” “Hrrr!”

Kurtlar hemen saldırıya geçmedi, onun yerine etraflarında daire çizmeye başladılar ve bu durumlarını daha da kötüleştirdi.

Alastair etrafına hızlı bir bakış attı, An’ı göremedi. Bu kaşlarının çatılmasına sebep oldu ama bir şey demedi çünkü onun da bu tür durumlarla karşılaşmadığının farkındaydı.

An tecrübesizdi ve bu da kendisinin daha avcı kimliğini oluşturmamış olmasından kaynaklanıyordu.

En azından Alastair böyle düşünüyordu.

“Ne yapacağız?” diye sordu Jonah, gözleri etrafında daire çizen kurtlardan ayırmazken.

“Kızılkurtlar grup halinde saldırırlar ve kurbanlarını tamamen parçalara ayırana kadar da durmazlar. Gözlerini onlardan ayırmayın sakın! Biri atlarsa diğerleri de atlayacaktır! O yüzden elinizden geldiğince arada kalmamaya çalışın Ondan sonra onlara, kendilerini toparlama vakti vermeden kendimiz saldıracağız. Yoksa…”

Alastair devamını getirmedi, cümlesinin devamı gayet açıktı: diğerleri için canlı yem olup ölmek.

“Raawr!”

Vahşi ve öfkeli bir kükreme işaret görevini üstlenerek üç kurdun da hedeflerini seçmesini sağlayıp üstlerine atlamasını sağladı.

Grup o anda telaş ve korku içinde çil yavruları gibi dağıldı ve farklı yerlere giderek kurtlardan uzaklaşmaya çalıştı.

Bu, bulanabilecekleri en berbat durumdu. Ayrı kalmak güçlerinin büyük ölçüde azalması demekti ve gruptakiler Acemi 2. Seviye büyücü olarak bireysel anlamda güçlü sayılmazlardı.

Ve bu durumdan en şanssız çıkanı da Alastair olmuştu.

“Siktir!” diye kendini tutamadan lanetler savurdu ve var gücüyle koşmaya başladı.

“Atik Adım!”

Bacak kasları hafifçe sızlamaya ve karıncalanmaya başladı ancak his sadece bir saniye sürdü, ardından da rahatladı. Bacaklarının güçlendiğini hisseden Alastair’in adımları daha da hızlandı.

Büyüye alışması oldukça sinir bozucu olmuştu çünkü adımlarını kontrol altına alması gerekiyordu yoksa fazladan bir harekette bulunup kendisinin kötü bir sonuç ile karşılaşmasına sebep oluyordu.

Kaç kere serçe parmağını masanın köşesine vurduğu aklına gelince vücudu titredi.

Arkasındaki kurtlar vahşiydi ve öldürme niyetlerini kör ve sağır biri bile görebilir, duyabilirdi.

Alastair yeni edindiği hızıyla kaçmaya çalışırken An ile aralarındaki bağa odaklandı.

“Hrrr!” “Rawwr!”

Kurtların hırıltılarla karışık kükremeleri kalbinin yerinden çıkıp gidecekmişçesine atmasına sebep oluyordu. Kalp atışları, davul sesinden farksızdı ve rahatça biri dışarıdan duyabilirdi.

Korku vardı ama aynı zamanda garip bir heyecan da hissedilebiliyordu fakat korku daha ağır basıyordu.

Alastair, büyünün sayesinde kendisinin hızlanmasını sağlasa da arkasında bulunun kurtlar ile aralarındaki farkı açamadığının farkındaydı, onlar da oldukça hızlıydı ve eşit sayılırlardı fakat bir süre daha koşmaya devam ederlerse muhtemelen kendisine yetişip onu parçalara ayıracaktı.

Alastair’in alnında soğuk terler birikmeye başladı, rahatsız edici bir soğukluk da ona eşlik ediyordu ve kendisinin iğrenmesine sebep oluyordu.

Ölüm…

Hor gördüğü illet fenomen kendisini bulup köşeye sıkıştırmış gibi görünüyordu.

“Ölmek planlarım arasında yok!” diye bağırdı öfkeyle.

Koşu sırasında Alastair ağaçların arasında ani dönüşler yapıyor ve kurtların hızının kesilmesini sağlamaya çalışıyordu ama kardan dolayı bunun pek de bir etkisi olamıyordu çünkü kendisi de adımlarını zar zor atabiliyordu.

Kurtların onu yakalaması an meselesiydi ve büyünün ne kadar devam edeceğine dair en ufak fikri bile yoktu şu an. Takibini yapmayı unutmuştu! En başından beri öyle bir lükse de sahip olamamıştı.

“HOOT!”

Duyduğu sesin kaynağı hemen önündeydi. Alastair oraya baktı ve An’ın kanatlarının parlamaya başladığını fark etti, kendilerinin üstüne doğru atılmıştı o da.

Olacakların farkına varan Alastair gözlerini kapatıp kör bir şekilde koşmaya devam etti ancak ayağı takıldı ve yerde taklalar atmaya başladı.

“HOOT!”

Kurtlar bunu fırsat bilip avlarının üstlerine atlayacaklardı ki duydukları ses ile dikkatleri dağıldı, adımlarını durdurup kendilerine doğru dalışa geçen canavara baktılar fakat bununla birlikte acı dolu bir hata yapmışlardı.

VUM!

Bir anda etrafları aydınlanmış ve koyu kırmızı gözleri artık hiçbir şeyi göremez olmuş, karanlığa gömülmüşlerdi.

Alastair bunu fırsat bilerek hemen yerinden kalktı ve karın arasında kalan kılıcını alıp saldırıya geçti ancak önündeki kurtların bir anda kendisine dönmesiyle gözleri sonuna kadar açıldı.

Burunlarının keskinliği övülesiydi ve Alastair bunu unutmuştu!

“Uçan Büyülü Ok!”

Havada şeffaf, gri renkte saf büyü enerjisinden bir ok oluşmaya başladı, görüntüsünün sıradan bir oktan farkı yoktu ancak ucu oldukça keskin gözüküyordu.

Alastair’in el işaretiyle ok direkt olarak kurda fırladı!

Wheew!

Büyülü ok, kurdun kanlanmış gözlerinden birinin içinden geçti ve kafasının diğer tarafından çıkarak üstündeki kanla karların arasına saplandı.

Kurt acısız bir şekilde aniden öldü.

“Auuu!”

Diğer kurt, yoldaşının ölümünü akan kanının kokusuyla hissetti ve ulumaya başladı. Sonrasında da hiç vakit kaybetmeden Alastair’in üstüne atıldı ancak görüşü kısıtlı olduğundan dolayı hareketleri çarpıktı ve öncekine göre daha yavaştı.

Kurt, yoldaşının ölümüyle hüzünlenmişti ve sinirlenmişti de.

“HOOT!”

Bir çığlıkla ileri atıldı An ve çevik bir hareketle pençelerini kurdun burnuna geçirdi, şiddetli bir şekilde kurdun kan kaybetmesine sebep olurken aynı zamanda hareketlerini de durdurdu.

Alastair gördüğü açığı hemen kullandı ve aynı büyüyü bir deha kullanarak aynı şekilde onu da öldürdü.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44486 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr