Bölüm 94: Paisley Hakkında

avatar
317 4

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 94: Paisley Hakkında


Konuşmalarının ardından iki hafta geçti ancak Alastair’e herhangi bir haber yollanmamış, göreve çıkacağı takım ile ilgili en küçüğünden dahi bilgi verilmemiş ve Paisley onu tamamen karanlıkta bırakmıştı.

Bazı günler yemekhanede karşılaştıkları olurdu ancak bu iki hafta içerisinde Paisley, Alastair’in görüş açısına hiç girmemişti ve bu Alastair’in içine bir kurt düşürmüştü.

Zihni, Paisley’nin görüntüleriyle doldu ve onun hakkında düşünmeye başladı. Çalışma masasındaki defterini kapattı, kalemlerini de masasının üstündeki tahtadan oyulma kalemliğe koydu ve odaklandı.

Paisley’nin tanıştıkları ilk andan beri becerikli olarak sayabileceği bir oyunbaz olduğunun farkına varmıştı ancak kendisi için sökmezdi bu fakat başkalarını rahatça oynatabileceğini düşünüyordu.

Belki ilerde kendisini bile bir tuzağa düşürebilirdi ancak bunun hakkında kendine güveniyordu Alastair. Öyle bir şeyin yaşanmasına izin verecek değildi, her daim tetikteydi ve bekliyordu ne de olsa.

Paisley, güzellik konusunda soylu ailelerin bakımlı kızlarıyla yarışabilecek doğal bir güzellik taşıyordu. Hatta kendisinin doğuştan bir soylu olduğunu da düşünebilirdi çünkü kendisinin görüntüsünde en ufak bir kusur dahi görmemişti.

En azından vücudunu görebildiği kısmından çıkardığı sonuca göre böyle olduğunu düşünüyordu.

Etrafındaki insanların ilgisini çekmek konusunda hiç zorlanmayan biriydi ve bunun gelecekte daha da mükemmel olacağını düşünüyordu.

Ne zaman kendisini görse etrafında birçok kişinin kendisine baktığını fark etmişti, onun hakkında konuşuluyordu ve bu konuşmaların birçoğu kıskançlıkla doluydu ancak bazı şaşkınlık ve hayret dolu konuşmalar da bulunuyordu.

Paisley’nin ölümcül ancak tatlı olan gülümsemesi oldukça şahane bir manzaraydı. Bunu itiraf ediyordu.

Altuni rengi sarı saçları gün ışığını anında üzerine çekiyor ve göz alıcı bir parlaklıkla ışıldıyordu ve gökyüzünün yumuşak bulutlarını taşıdığı mavi gözleri oldukça göz alıcıydı, aynı zamanda da sevimliydi. Suratına tam oturan küçük bir burnu vardı, biraz büyük olsaydı kesinlikle güzelliğinden puan kaybedeceğini düşünüyordu Alastair. Bir de kirazların rengini ellerinden alan kırmızı dudakları vardı, küçüklerdi ve insanın bakışlarının anında oraya çekilmesine sebep oluyordu.

Babasının dedikleri aklına geldi. “Ne çok güzel olan birine ne de çok çirkin olan birine güveneceksin.”

Alastair gülümsedi, soğuktu ve uğursuzdu. Paisley’nin yanında olması kendisinin oldukça işe yarıyordu ve onun, diğer ikamet alanında tanıştıklarının aksine ortadan kaybolmamış oluşu oldukça iyiydi.

Eğer kaybolmuş olsaydı kesinlikle tanımadığı insanlarla birlikte göreve çıkmak zorunda kalacaktı ve aynı zamanda büyü kristali konusunda da oldukça kötü durumda olacaktı.

Onun etrafında dolaşmasına izin vermek kesinlikle işine yarıyordu ve onun bir andan ortadan kaybolmasını istemiyordu ancak kendisine fazla da yakınlaştırmamak için net bir çaba gösterecekti elbette.

Paisley’nin oyunlarından birine düşüp kendisini perişan etmek istemiyordu. O kadar salak değildi veya kendisine o derecede de borçlu değildi.

“Önemli birini kaybetmek aptallık olur,” diye yorumda bulundu Alastair ve gözlerini pencereye çevirdi.

Öğlen vaktiydi ve yurdun yakınındaki banklarda oturan diğer adayların konuşma seslerini duyabiliyordu.

Fakat Paisley’nin iç yüzünün bilincindeydi.

Mavi gözlerindeki saklı ölümcül parıltı bir anlığına dahi sönmüyordu, aksine gittikçe daha da artıyordu. Kiraz dudaklarından akan bal tadındaki sözlerin cazibesini birçok kez görmüştü ve kendisinin şu anki iyi durumunun da bundan kaynaklandığını görebiliyordu ancak ağzından çıkan o sözlerin kaynatıldığı zehir dolu kazandan haberdardı.

Hareketleri de bunlara uygun olacak şekilde zarif ve narindi ama usta bir katilin sessiz adımlarının kusursuzluğuyla dolu olup ölümcül birer hançerden farksızlardı.

Kendisinin de öyle olduğunu düşündü ancak emin olamadı. Kendisini tam olarak nasıl tanımlayacağı konusunda biraz kararsız kalmıştı ancak Paisley’e saygı duymaya başlayabileceğini fark etti.

Paisley oldukça tehlikeliydi ama kendisinin sahip olduğu eğitim ve yaşanmışlık tecrübesini elinde bulundurmuyordu. Bu da Paisley’nin elinden kaçamayacağını düşünmesini sağlıyordu.

Paisley Baxter güzel ve ölümcül bir müttefik olarak yerini almıştı Alastair’in gözlerinde.

Tap! Tap!

Çalınan kapıyla birlikte düşünce seansı da sonlanıp kendisinin gerçek dünyaya dönmesine sebep oldu.

Sandalyesinden kalktı, gerindi ve ardından derin bir nefes alarak kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açtığında uzunca bir süredir görmediği bir sima kendisini karşıladı.

Boyu kendisinden birkaç santim kısaydı ancak ilk baştaki kilolarını kaybederek fiziğini düzeltmişti.

Kan kızılı kıvırcık saçlarının yanlarını tamamen kazıtmış ve genel olarak saçını kısa tutmayı tercih etmişti. Bu sayede de çimen rengindeki bıkkınlıkla bakan yeşil gözlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştı.

Karşısındaki, ikamet alanında Paisley’nin etrafında olanlardan Jonah idi.

Üstündeki eskimiş deri zırh ve sırtındaki kılıç ile her an kendisine saldıracakmış gibi duruyordu çocuk.

“Hazırlan ve on dakika içinde görev binasına gel,” dedi ve başka bir şey söylemeden ayrıldı.

Alastair’in ikametgâh alanındaki öğrenciler ile alakalı hiçbir bilgisi yoktu ve şu an onlar hakkında bilgi edinmesinin iyi olduğunu düşünmeye başlamıştı.

Kendisini büyücülük yoluna öylesine adamıştı ki dış dünyayla olan alakasının tamamen kesilmiş olduğunun farkına vardı ve bunu bir şekilde dengelemesi gerektiğine karar verdi o anda.

Dolabının önüne geçti ve üstünü değiştirmeye başladı. Görevin ne olduğu hakkında bir bilgisi bulunmamaktaydı ama herhangi bir savaş anında kendisini kısıtlayacak derecede kalın bir şeyler giymek istemiyordu.

Kendisini soğuktan korumaya çalışmasında bir sıkıntı yoktu ama aşırı kalın giyinirse kendisini yavaşlatmış olacaktı ve arkada kalıp ölüme terk edilen biri olmak gibi bir arzuyu hiç de içinde barındırmıyordu.

Bu düşünceyi takip ederek beyaz, keten bir gömlek ve kalın bir pantolon giyinmeyi tercih etti. Ayakkabılarını da akademide kullandıklarının aksine, dizlerine kadar gelen kahverengi deri bir çizmeyle değiştirmişti. Üstüne de pamuklu bir ceket giydi.

Akademi, kış ayının gelmesiyle birlikte adayların işlerini kolaylaştıracak bazı atılımlarda bulunmuştu elbette.

Bunların ilki, kendilerini büyü enerjisi aracılığıyla sıcak tutacak kalın bir cübbe vermeleri olmuştu ancak akademi bunları 30 büyü kristali aracılığıyla satıyordu ve bazı öğrenciler için sıkıntılı bir durumdu bu.

Cübbe, içindeki özel bir büyü kristali aracılığıyla giyeni sıcak tutabiliyordu. Kış ayının vazgeçilmezi gibi bir şeydi.

Alastair bunlardan birini anında almıştı ama ilk defa kullanacaktı.

Cübbenin tasarımı, akademideki kullanılanın tamamen aynısıydı.

Cübbeyi çıkardı ve çalışma masasının üstüne astı, ardından da dolabına tekrar döndü ve kılıcını aldı yanına. Yayını almayı da düşünmüştü ilk başta ama sahip olduğu büyüyü düşününce buna pek de gerek kalmayacağının farkına vardı.

Kılıcını kınıyla birlikte yatağın üzerine koyduktan sonra ceketini çıkardı, fark etmeden direkt üstüne geçirmişti. Deri zırhını direkt olarak kıyafetinin üstüne giyindi, öteki türlü yaptığında kendisini rahatsız hissediyordu. Sonrasında da ceketini dolabına astı, pek de işe yaramayacağını fark etti.

Aynadaki kendisine kısa bir bakış attı. Yeterince hazır olduğunu düşünüyordu ve görev esnasında karşılaşacakları tehlikelere karşı yeterli gibiydi.

Cübbesini giyip kılıcını da sırtına astıktan sonra pencereye ilerledi ve aralarındaki bağa odaklanarak An’a çağrıda bulundu.

“Hoot!”

Kısa bir süre sonra An gösterişli bir hareketle içeri girdi ve çalışma masasının üzerine kondu. Renkli gözleri Alastair’in üzerinde gezdikten sonra başını sağa yatık bir şekilde ona bakmayı sürdürdü.

“Dışarı çıkacağız,” dedi ve ardından odadan çıkmak için adımını attı.

Aynı anda An da onunu omzuna kondu ve heyecanlı bir şekilde Alastair’in başına sürtünüp durdu

Oldukça tatlı bir görüntü oluşturmuşlardı.

---

Akademinin satmış olduğu kalın cübbelerden almış olan Paisley, belinde asılı olan biri uzun biri kısa kılıçlarını beline asmıştı. Bir savaş anası gibi duruyordu.

Üstündeki yepyeni deri zırhı, diğerlerinin arasında oldukça dikkat çekiyordu ve güzelliğiyle birlikte oldukça yırtıcı bir cazibeye sahipti.

Bir erkeğin, katili olmasını istediği figürü oluşturuyordu: güzel, tatlı ve yırtıcı bir ölümcüllük.

Gözleri çökük, hayaleti andıran figürü olan çocuk etrafına kısa bir bakış attı ve takımının gelecek diğer üyesini görmeye çalıştı ama başarısızlıkla sonuçlanınca geri grubunun yanına döndü.

Onun geri dönüşünü gördüğünde Jonah sinirli bir ifadeyle kaşlarını çattı ve dişlerini gıcırdattı.

“Bu çocuğun bizi bekletmeye ne hakkı var?”

Valentine cevap vermemiş ve bıçaklarını temizlemeye başlamıştı.

Valentine’nın davranışını gören Jonah beklentiyle bakışlarını Paisley’e çevirdi ama onun da dikkatinin başka bir yerde olduğunu görünce içindeki alev daha da yükseldi.

Alastair’in, Paisley’nin dikkatini daima tamamıyla üstüne almış olmasından dolayı kendisi onun gözünde arka plana atılıp duruyordu ve bu, kendisinin gururuna bir zedelenme, bir kırılma hissiyatı olarak geri dönüyordu.

Jonah, Alastair’i ilk gördüğü andan beri ona kin beslemeye başlamıştı.

Nedeni oldukça belliydi: onda olmayan her şeyin başkasında olması.

Kendisine kıyasla Alastair yakışıklıydı, yetenekliydi ve gayet de şanslıydı. Alastair’in başarılarının farkındaydı.

Jonah sınavda başarısız olmuştu ve dersler konusunda da baya tökezlemişti ancak sonrasında toparlamayı da becerebilmişti. Çelik gibi sinirleri ve bükülmeyen iradesi sayesinde şu anki bulunduğu konuma gelebilmişti. Yoksa çok önceden köpekbalıklarına yem olan küçük balıklardan bir farkı kalmayacaktı.

Jonah kararlıydı!

Bu görev kendisinin Paisley’nin gözüne girebilmesi için en büyük şansı olacaktı ve bunu boşa harcayacak da değildi.

“Geliyor,” diye belirtti Lennon kahverengi gözlerindeki saflıkla.

Yepyeni, hiç kullanılmamış olduğu gayet açık olan deri zırhı ve kalın cübbesine eşlik eden göz alıcı kılıcıyla birlikte Paisley gibi savaşa hazırdı.

“Aramıza hoş geldin, zaten herkesin kim olduğunu biliyorsundur. O yüzden hemen görevi anlatmaya başlayayım ve sonrasında da yola çıkalım.”

Alastair herkese bir baş selamı vermiş ve ardından Paisley’e vermişti dikkatini.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44462 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr