Bölüm 27: Jorah

avatar
420 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 27: Jorah


Yüzünde gülümsemesiyle mutluluk yayan Küçük Alastair çabuk adımlarıyla malikânenin girişine kadar ilerledi.

Küçük Alastair girişe yaklaştığında kapı görevlilerinden biri yukarıya işaret vererek kapıyı açtırdılar. Kendilerine doğru yürüyen çocuğa baş selamı vermişler ve saygıyla başlarını eğik bir şekilde tutmaya devam etmişlerdi.

Küçük Alastair bu duruma gülümseyerek karşılık vermiş ve adımlarını daha da hızlandırmıştı.

Küçük Alastair'in istediği gibi malikânenin dışına çıkabilme izni vardı. Bu kulağa oldukça sorumsuzmuş gibi gelse bile kapı bekçileri onu rahatça görebiliyor ve üstüne üstlük bir şövalye daha onu uzaktan izliyordu.

Alastair'i rahatsız etmeden ve kendilerini fark ettirmeden onun güvende olduğundan emin oluyorlardı.

Eğer şövalyeler bu görev sırasında gözlerini kapatıp umursamazlarsa sonları oldukça acı verici ve düşünülemeyecek bir hâl alacaktı.

Alastair'in babası hata kabul etmeyen ve olabildiğince kusursuz olunması konusuna yüksek derecede önem veren biriydi.

Küçük Alastair'in hayatı bu şövalyelerin hayatı ile karşılaştırıldığında daha ağır basıyordu önem açısından.

Bu şartın var oluşuna rağmen şövalyeler aslında Alastair'in kaybolmasını pek de umursuyor sayılmazlardı.

En azından birçoğunun görüşü ve düşünceleri bu yöndeydi. Sözde bu durum kabul edilmiş ama uygulamaya dökümünün konusunda gereken önem gösterilmemişti. Bununla birlikte Alastair'in babasının davranışları şövalyelerin çoğu üzerinde büyük bir baskıya sebep olmuyordu.

Hâlâ umursamaz bir şekilde davranabiliyorlardı.

Bir diğer etken ise Alastair'in başına hâlâ bir şey gelmemiş oluşuydu. Bu onların rahat olmaları ve kaygısız durumlarını daha da yükseltiyordu.

Alastair'in farkında olmadığı arkasını kollayan şövalye olmasaydı, muhtemelen büyük bir sıkıntı yaşanacağı kesindi.

Yapılan bu anlaşmanın kendi tarafına sadık kalan kişi Alastair idi.

Evden fazla uzaklaşmamaya özen göstererek uzaklaşmıyor ve şövalyelerin kendisini rahatça görüp fark edebileceği mesafeyi korumaya çalışıyordu ama bu, aynı zaman onun hayvan besliyor olduğuna dair gerçeği saklamasına biraz zorluk katıyordu.

Babasının bu konudaki sert yaklaşımından dolayı bunu bir sır olarak saklamaya gayret ediyordu kendi çabalarıyla.

Fakat, başarılı olup olmadığı konusunda bir bilgisi yoktu.

Küçük Alastair yüzündeki gülümsemesiyle çakıl taşlarıyla süslenmiş patika boyunca ilerlemeye devam etti. Çeşmeye yaklaştığında hayranlıkla bir süre bakıp inceledi.

'Çok güzel!' diye düşündü saf bir mutlulukla.

Sonrasında çeşmedeki suya elini daldırmış, ellerindeki tozu toprağı tamamen yıkamıştı. Ellerini temizlemeyi hallettikten sonra, merdivenlere yönelmişti. Merdivenleri arşınlarken ellerini üstüne sürterek kurutmaya çalışıyordu.

Küçük Alastair içeriye adım attığı anda içinde kendisini rahatsız eden bir his oluşmuştu. İçindeki kötü his sebebiyle ürkek bir ceylan gibi başını kaldırmış ve içerideki merdivenin üstünde babasını görmüştü.

Babasını görmüş olmasıyla birlikte içindeki korku hissiyatı daha da büyümeye ve yüzündeki mutluluklar saçan gülümsemesi yavaşça solmaya başlamıştı.

Kalbi hızlanarak daha şiddetli bir şekilde çarpmaya başlamıştı.

Babasından korkuyordu. Hem de ölesiye korkuyor ve onun yakınında bulunmak istemiyordu. Dışarıya çıkma sebebi de buydu Alastair'in. Babasından olabildiğince uzak kalmak ve onun gözünün önünde bulunmak istemiyordu. Babası dehşetin ta kendisi gibiydi ve Küçük Alastair'in gözünde uyku öncesi masallarındaki kötü kişiydi.

Babası Alastair'in onun bir dağ sanmasını düşündürecek kadar uzundu. Ayrıca oldukça sağlıklıydı. Alastair bir kere bile görememişti ve iri bir yapısı bulunuyordu her gün yapıyor olduğu antrenmanların sayesinde.

Bundan dolayı Alastair babasının bir yürüyen dağ olduğunu düşünüyordu.

Babasının etrafına yaydığı yıldırıcı ve dehşet veren baskısı ona bakarken korkutmuştu.

Başına bir şeyler geleceğine dair işaret gibiydi.

Babasının bir kere bile gülümsediğini görmemişti. Hep düz bir ifadesi ve korkutucu görüntüsü aklına geliyordu babası hakkında.

Alastair’in saçlarını ve gözlerini kimden aldığı belliydi. Alastair’e kıyasla kısa tutmuş, özenle taramıştı. Sakalları günlük bakımıyla düzgün bir şekilde tutulmuştu.

Ela gözleri soğuktu. İnsanların ruhunu dahi titretebilen gözleri korkutucuydu. Bakışlarının yarattığı baskıyı kolayca birini ezebilirdi.

Gözlerinin kemikleri bile titreten soğukluğu ve suratındaki ifadesizlikle kendisine bakan kimsenin yutkunmasına ve hemen başını çevirmesine sebep oluyordu.

Soğuk buz parçalarını gözlerinde barındıran ela gözlerini, dışardan yeni gelmiş olan oğlunun yüzüne dikmiş ve bir süre öyle kalmıştı.

Kafasını iki yana sallayıp homurdanmış ve arkasını dönüp adımlarını atmıştı.

"Alastair Somnus Fae," dedi duygudan yoksun sesiyle. "Çalışma odasına. Beni takip et."

Ses tonundan bir duygu çıkarılamıyor olsa bile, verilen emir aşikârdı ve uyulması isteniyordu.

Küçük Alastair hissettiği korku ve endişeyle yutkunup korkuyla titredi. Hemen babasının dediğini yaparak merdivenleri hızla çıkmış, söylendiği gibi babasını takip etmişti.

Genç Alastair ve yargıç da arkalarından takip ederek merdivenleri çıkıyor ve yaşanacakları bekliyorlardı.

Alastair neler olduğunu biliyordu ama yanındaki yargıç rolündeki adam konuda bir şey bilmiyordu ve bundan dolayı onun gri gözleri merakla parıldıyordu.

Alastair nasıl unutabilirdi ki, hayatını mahvedecek ilk adımları?

"Ah, gittikçe daha heyecanlı bir hâl alıyor! Çok güzel!" diye heyecanını vurguladı adam, gizlemeye bile uğraşmayarak.

'Garip,' diye düşündü Alastair ama fazla üstünde durmamayı tercih etti.

Dik duruşundan ödün vermeyerek hakimiyetini ve baskınlığını yansıtan Jorah koridor boyunca ilerlemiş ve sonunda geldiğinde oğluna bir bakış atıp derin bir nefes almıştı.

Kafasını hayal kırıklığıyla iki yana sallayarak önündeki kapıyı açtı.

Oda gayet büyük ve ferah bir alana sahipti ama bu odada kullanılan renk tonu bunu alıp götürüyor ve kişinin ruhunu daraltıyordu. Karanlık, cansız ve ruhsuz odanın kişi üstündeki yarattığı baskı karşı konulamaz bir korkuya ve rahatsız edici bir hissiyata yol açıyordu.

Odanın barut rengi duvarları insanın ruhundan parçalar alıp götürüyor ve içindeki rahatsızlık hissinin artmasında yardımcı oluyor, odada fazla durmak istenmemesine yol açıyordu.

Kapıdan girildiği anda kişi ilk karşılayan şey karaciğer rengindeki uzun çalışma masasıydı. Masanın ön tarafında iki katlı küçük bir kitap rafı için alan yapılmıştı. Masanın yan taraflarında bulunan rafların içerisine bir kuşun kanadını andıran birer çizim yapılmıştı. Sağ tarafta bulunan rafta bir kuşun sağ kanadı, sol tarafta ise sol kanadı çizilmiş ve ayrı bir bütün oluşturulmaya çalışılmıştı.

Masanın diğer tarafında ise iki tane çekmece ve altında da dikdörtgen şeklinde boş bir alan bulunuyordu. Masanın üstü oldukça temiz ve düzenliydi. Sağ tarafta belgeler, tam ortada defterler ve onların yanında da farklı birkaç belge daha duruyordu. Ayrıca sol tarafta masaya bağlı ikili bir şamdan bulunuyordu.

Masanın arka tarafındaki duvarda, duvarın tamamını kaplayan bir tablo bulunuyordu. Tablo bir savaş alanı resmetmişti. Kanlar, insanlar, kullanılan her bir silah ve binekler oldukça detaylıydı.

Masanın ön tarafında iki tane sandalye bulunuyordu. Sandalyelerin ikisi de boz kahverengindeydi, sırt kısmı ve oturma kısmı oldukça rahat bir deriyle kaplanmıştı.

Sağ taraftaki duvarda ise, krallığın bir haritası bulunuyordu ve üstünde birkaç yere farklı renklerde iğneler batırılmıştı. Sol taraftaysa içinde bolca kitabın bulunduğu, duvara sabitlenmiş dört katlı rafa sahip bir kitaplık ve onun altında da içinde buzların arasında konmuş alkollü içeceklerin bulunduğu gri renkte bir masa bulunuyordu.

Küçük Alastair içeri girince sesli bir şekilde yutkundu, çünkü babası kendisiyle değil konuşmak istemek, kendisine gözünün ucuyla bile bakmazdı çoğu zaman. Babasının yerine annesiyle vakit geçirmeyi tercih ediyordu ama onunla da son zamanlarda vakit geçiremiyordu hastalanmış olduğu için.

"Alastair," dedi Jorah, düz ve ruhsuz çıkan sesiyle. "Bu yıl 6 yaşına gireceksin, değil mi?"

Küçük Alastair konuşma cesaretini kendinde bulamamıştı ve onun yerine, cevap olarak başını tereddütle sallamayı seçmiş, ela gözlerini de babasının ela gözlerine dikmişti.

"Yarından itibaren dışarı çıkmanı yasaklıyorum," dedi bir çırpıda ve ardından masanın üzerindeki kâğıtlardan birini çıkartıp incelemeye başlamıştı. "Artık, çalışma zamanın geldi. Sana verilecek günlük kitaplara çalışacak, onlar hakkında özetler çıkaracaksın. Her hafta sonu, seni test edeceğim. V--"

"Ama bu haksızlık!" diye itiraz etti dehşete düşmüş ses tonuyla sesini yükselterek.

Jorah derin bir nefes aldı ve can alıcı, soğuk gözlerini oğluna dikti. Kalçasını dayadığı çalışma masasından kalktı ve dehşete düşmüş olan oğlunun önüne gelip eğildi.

Ve bir tokat sesi duyuldu.

Attığı tokadın gücü yüzünden Küçük Alastair kendini yerde bulurken gözleri sulanmaya ve boğazında hıçkırıklar birer birer yükselip düğümlenmeye başlamıştı.

Bir sonraki anda gözündeki yaşlar dökülmeye başlamıştı ama ses çıkarmamak için direniyordu. Yoksa babasından azar işitecekti.

En azından Alastair bu şekilde düşünüyordu.

"Bir daha bana sesini yükseltme," diye uyardı oğlunu sakin bir ses tonuyla. "Eğer anneni görmek istiyorsan dediğim gibi sana denilenleri yapacak ve hafta sonu yapacağım sınavlardan geçer not alacaksın. Bu arada odan da değişecek ve artık tek başına kalacaksın. Bu da kuzeninle ayrılacaksın demek oluyor."

Gözü yaşlı oğlunun önüne masanın üzerinden aldığı kâğıdı koyduktan sonra adımlarını kapıya yöneltti ama hemen çıkmadı, bekledi.

"Çalışmaya başlasan iyi edersin."

Ardından çıktı ve arkasında içinde yavaşça öfke biriktirmeye başlayan gözü yaşlı bir çocuk bıraktı.

Yargıç önündekilere şahit olurken elinde olmadan kaşlarının kalkmasına ve yüzünde bir gülümsemenin oluşmasına izin vermişti. Yanındaki çocuğun anılarından zevk almaya başlamıştı.

"En azından yılın babası ödülünün kime gitmeyeceği konusunda ortak fikre sahip olduğumuz birini bulmuş olduk."






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44473 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr