Bölüm 140: Varış

avatar
4700 54

Desolate Era - Bölüm 140: Varış



Bölüm 140: Varış

 

Aslen, Meng Klanı’ndan gelen üç üyenin toplam gücü, ucu ucuna da olsa rakiplerine karşı çıkabilecek düzeydeydi lakin Karejderi Dağı’ndan gelen ikili bütün güçleriyle saldırmaya başladıklarında, üç Meng Klanı üyesi içinden çıkılması zor bir duruma girmişlerdi.

 

“Eğer böyle olacağını bilseydim, Rocky’nin söylediklerini dinlerdim…” Güzeller güzeli, narin görünen kadının suratı solmuştu. Verdiği kararlardan sebep pişmandı. Meng Klanı’ndan gelen bu üçlü, Zifu’ya adım attıktan sonra pratik yapmaya cüret edememişlerdi zira kişi Zifu’nun ortalarına geldiğinde, sahip olduğu temel de sağlam bir sabitliğe ulaşıyordu. Güçlü okulların çoğu bu tür insanları öğrencileri olarak almak istemiyorlardı.

 

Bu yüzden, üçü de Zifu’nun başlarında kalmışlardı. Yolculuğa çıkmadan önce, Meng Roch onlara şunu söylemişti. “Ufak Xin, Zifu Öğrencileri arasında bile sahip olduğumuz güç en alt tabakaya aittir. Eğer uçan büyülü hazineyi sürersek saldırıya uğradığımız takdirde… Hayatımızı kaybedebiliriz. Bu yüzden yürüyerek, dağlardan geçerek, sıradan insanlar gibi yavaş yavaş ilerlememiz gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar bu sebepten yoluculuğumuz uzun sürecek olsa da mesele daha basit olacaktır. Ölümsüzlük yolunda yürüyen ustalar sıradan insanlara karşı saldırmaya yeltenmiyorlar…”

 

“Aptal.” Diğer adam, öfkeyle konuştu. “Yürüyerek mi gideceğiz? Burada bir milyon kilometreden bahsediyoruz yahu! Şehre varana kadar koskoca bir yıl mı harcayacağız yani! Dağlardan ilerleyerek göllerden geçmek mi? Buna razı gelmiyorum. Elimizden geldiğinde hızlı uçarsak birkaç gün içinde şehre ulaşabiliriz. Bu yolculuk esnasında tehlikeyle karşılaşacak kadar şanssız olacağımızı düşünmüyorum.”

 

“Rocky, Meng Jun’un söyledikleri gayet mantıklı. Zaten şurada birkaç günden bahsediyoruz. Sorun çıkmayacaktır.” Meng Xin koskoca bir yılı yürüyerek geçirmek istemiyordu, böylece grup Sakinsu Şehri’ne uçarak ilerlemeye karar vermişti.

 

(Çn: Rocky, orijinal Çince metninde de Rocky olarak geçiyor. Bu yüzden Türkçeye çevirmedim.)

 

Ne yazık ki… Tehlikeyle karşılaşmışlardı. Ölümsüzlük yolunda yürüyen bazı insanlar başlarını eğerek mükemmelliği hedefliyordu, bazıları mücadele ederek güçleniyor ve bazıları da gizli saldırılarla, katliamlara bel bağlıyordu. Sonuçta, gizli saldırılarla katliam yapmak, büyülü hazineleri ele geçirmenin en kolay yoluydu…

 

……….

 

“Kesik.” Birbiri ardına dolanan ipek şeritler, uçan kılıçlara karşı mücadele ediyordu lakin mücadelenin etkisiyle Meng Xin bir ağız dolusu kan tükürmek zorunda kalmıştı. “Ufak Xin!” Yakında duran kaslı Roch, telaşlanıyordu. Dişlerini sıktığında, suratı aniden kızıla dönmüş ve aurası yükselmişti. Önünde süzülen dokuz uçan taş küre hız kazanarak iki beyaz cübbeli adama doğru atılmıştı.

 

“Çabuk kaçın, hemen kaçın!” Roch kükredi.

 

“Rocky!” Xin’in suratı değişmişti. Roch’un gizli sanatları kullanmaya başladığını biliyordu. Bu yolculuğa okullardan birine katılmak için çıkmışlardı ve gizli sanatları kullanmak, kişinin temellerine zarar verdiği için muhtemelen Rocky artık iyi bir okula katılma şansını yitirmişti.

 

“Çabuk, kaçın!” Roch çılgınlığın eşiğindeydi. “Çabuk, kaçın!” Yakındaki yakışıklı genç çoktan bir kızıl bulut hüzmesine dönüşerek kaçmaya başlamıştı. Dişlerini sıkan Xin de onu takip etmeye koyuldu.

 

Bunu gören iki beyaz cübbeli adam kahkaha atmaya başlamıştı. Öylece, kaçabileceklerini mi düşünüyorlardı? Haha, ne hayal ama!

 

Kesik! Kesik!

 

Aniden yerden fırlayan bulanık nesne, yıldırım hızıyla iki beyaz cübbeli adamın kellerine doğru ilerliyordu.

 

“Bu nasıl olur?!” “Nasıl olur…” İki beyaz cübbeli adam şaşırmıştı, sonuna kadar açılan gözlerinde durumu hala daha anlayamadıkları görülebiliyordu. İkili daha önce de bu tarz haydutluk meselelerine bulaşmış kişilerdi doğal olarak tedbiri elden bırakmıyorlardı. Diğerleriyle mücadele ettiklerinde bile etraflarındaki duruma dikkat ediyorlardı lakin, henüz gerçekleşen saldırıdan etrafa herhangi bir element enerjisi saçılmamıştı. Ve buna rağmen, ayaklarının altından uçan bir kılıç fırlamış ve bu kılıç, ikilinin sahip olduğu koruyucu büyülü hazineleri adeta yok saymıştı.

 

 Dört bir yana saçılan kan parçalarında, ufak bir beyaz tonu da yok değildi. Beyaz cübbeli adamlar nihayetinde oracıkta kalakalmış ve öteki dünyaya doğru bir yolculuğa çıkmışlardı…

 

“Geber, geber!” Basit, dediğim dedik Meng Roch, çıldırmanın eşiğindeydi. Telaşla dokuz uçan taş küreyi kontrol ediyordu lakin aniden, önündeki manzaranın şaşırtıcı ambiyansına tanıklık etmişti… Zira iki beyaz cübbeli adam oracıkta, yerde ölü bir şekilde yatıyordu!

 

“Ama… Ama…” Roch yaşananlara inanamıyordu. Kaçmakla meşgul olan Meng Jun’sa başını çevirerek arkasına bakmıştı. Gördüğü manzarada, iki beyaz cübbeli adamın yerde yatan figürleri duruyordu. Ölümsüzlük yoluna adım atmış kişilerden biri olduğu için sahip olduğu görüş, yerdeki kan izlerini görebilecek sevideydi.

 

“Küçük Kardeş Xin!” Jun hemen konuştu. “Dur. Karejderi Dağı’ndan gelen o iki adam öldü.” Xin durmadan edememişti. Başını çeviren genç kadın, daha demin mücadele ettikleri iki adamın ölü bedenlerini görmüştü.

 

“Hadi, gidip bakalım.” Meng Jun konuştu. “Tamam.” Meng Xin dikkati elden bırakmıyordu. İkili son hız ilerleyerek henüz mücadele ettikleri noktaya ulaşmaya koyulmuştu. Şaşkına dönen Roch’un suratına bakıyorlardı. Ardından Jun dayanamadan sordu. “Rocky, neler oldu?”

 

Bang! Aniden gökyüzünden inen alevler, iki Karejderi Dağı üyesini tamamen küle çevirmişti.

 

“Ateş!” Meng Klanı’nın üç üyesi de şaşkına dönmüştü. Dağ ormanından, zar zor seçilebilen bir yaratıkla inen figürü görebiliyorlardı. Yakından baktıklarında figürün aslen zarif, genç bir adama ait olduğunu görmüşlerdi. Yaratık olarak konuştukları varlıksa bembeyaz bir tazıydı.

 

Swoosh! Kürklere bürünmüş genç adam elini savurarak küle dönüşen Karejderi Dağı üyelerinden geriye kalan büyülü hazineleri topladı.

 

“Üstat, hayatımızı kurtarma zahmetine girdiğiniz için size teşekkür ediyorum.” Dürüst, basit görünen Rocky hemen diz çökerek teşekkür etmeye başladı.

 

“Bu kadar resmiyete gerek yok. Bana üstat demenizin de lüzumu yok. Birbirimize, Taoist Dostum diye hitap edebiliriz.” Ning, önünde duran bu genç adamın davranışlarından etkilenmişti. Daha önce, ilahi hissiyle incelediği bu bölgede, Rocky’nin gizli sanatları kullanarak diğer ikiliye kaçmalarını söylediğini görmüştü. Bu durum, Ning’e daha önce hiç görmediği dayısının yaptığı o cesur hareketi hatırlatmıştı.

 

Dayısı da Rocky’den farklı değildi. Eğer o olmasaydı, Ning’in annesi bölgeden kaçamayacak ve Ning bu hayata gözlerini açamayacaktı. Her ne kadar Ning hızlı davranmış ve Şeytandoğrayan Gölge Kılıcı’nı önden yollamış olsa da bu dürüst gören adam gizli sanatları kullanmaya başlamadan önce mücadeleye müdahale edememişti. “Ne yazık…” Ning kendi kendine iç çekti.

 

“Teşekkürler, Taoist dostum.” Beyaz tenli, yakışıklı genç adam, dürüst duran adamı ayağa kaldırdı. “Bizler Meng Klanı’nın üyeleriyiz. Bu gördüğünüz Meng Roch’dur. Onun yanındaki Meng Xin ve bendeniz Meng Jun. Peki ya sizin adınız nedir, Taoist dostum?”

 

“Rocky.” Xin, Roch’un ellerini tutuyor, gözlerindeki yaşlara engel olmakta güçlük çekiyordu. Aynı esnada, genç kadın Ning’e bakmayı da ihmal etmemişti. Ning’e karşı hem merak hem de korku duyuyordu. Ning onayladı. “Adım Ji Ning. Sakinsu Şehri’ne yaptığım yolculukta, şans eseri sizinle karşılaştım.”

 

“Kardeş Ji Ning, sen de mi Sakinsu Şehri’ne gidiyorsun?” Yakışıklı, beyaz tenli çocuk keyiflenmişti. “Biz de Sakinsu Şehri’ne gidiyorduk. Kardeş Ji Ning, bizimle birlikte seyahat etmek ister misin?”

 

Roch ve genç kadın, beklenti dolu gözlerle Ning’e bakıyorlardı. Ning onayladı. “Tamamdır!” Daha önceleri ilahi hissini yaydığında, Roch henüz gizli sanatları kullanmaya başlamıştı. Bu yüzden Ning üçlünün kimliklerini bilmiyordu. İsimlerine bakılırsa üçü de aynı klana aitti ve yaşları da yüksek görünmüyordu.

 

“Tek bir klandan, hepsi aynı yaşta gözüken üç Zifu Öğrencisi…” Ning kendi kendine konuştu. “Ve soyadları da Meng… Elimdeki haritada, Meng Klanı’nda çok sayıda heybetli figürün olduğu yazıyordu.”

 

…….

 

Bu üçlüyle birlikte seyahat etmek istemesinin belki de en büyük nedeni, Ning’in dış dünyayı öğrenmek istiyor oluşuydu. Sonuçta, Ji Klanı’nın dış dünyaya dair sahip olduğu bilgiler çok azdı.

 

“Gel, dostum Ji Ning, şu şarabın tadına bak. Meng Klanımızın özel şaraplarındandır.”

 

“Dostum Ning, gel şu meyveyi tat.”

 

Bulutlu gökyüzünde geniş bir tekne süzülüyordu. Ning ve Meng Klanı üyeleri tekneye kurulmuştu. Önlerinde bir masa, masanın üstünde de şarap ve meyve ikilisinden çok sayıda çeşit bulunuyordu. Ning’in güçlü olduğuna şüphe yoktu ve Meng Klanı üyeleri onunla dost olmak istiyorlardı. Üstelik, Ning’le birlikte seyahat etmek, adeta koruyucu bir ruha sahip olmakla eşdeğerdi.

 

Meng Xin muazzam bir güzellikti. Ji Klanı’nda onun gibi bir güzelliği bulmak mümkün değildi.

 

Meng Roch’sa dürüst ve arkadaşlarını kurtarmak için gizli sanatları kullanmaya cüret edebilen bir insandı. Üçlünün içinde, yalnızca Meng Roch Ning’in gözüne girebilmişti.

 

“Meng Jun’un dedikleri doğru.” Xin başını iki yana sallayarak konuştu. “Doğu Eğri yan oluşumumuz zamanından beri baskı altındadır. Doğu Eğri yan oluşumunun ana soyu bile zar zor geçinebiliyordu. Bizim gibi yan soylardan yetişen insanlarınsa hayatlarına değer bile vermiyorlardı… Gerçekten de bu kadar çabuk Zifu’ya adım atabildiğimiz için şanslıyız. Lakin, üst seviye Ki Arıtıcılığı tekniklerini bulmak? Tamamıyla imkânsız. Diğer Eğriler’in hepsi bizi baskı yaparak Doğu Eğrisi’nin gelişimini engellemeye çalışıyor. Bu yüzden, Zifu’ya adım attığımız gibi Sakinsu Şehri’ne giderek büyük bir okula girmeye karar verdik. Okullardaki testlere girebilirdik lakin ne yazık ki, Rocky çoktan…”

 

Rocky gülümsedi. “Sorun değil. Hayatta olmamız bile büyük bir başarı. Bir kez kullandığım gizli sanatlardan sebep fazla sorun yaşayacağımı sanmıyorum. Ne olursa olsun, Sakinsu Şehri’ne geldik sayılır! Ölümsüzlük yolunda ilerleme fırsatına sahip olacağız.”

 

“Evet, klanı terk ettik.” Jun dişlerini sıktı. “Gelecekte, Kadim Taoist olduğumuz zaman… Hmph. Klandaki o yaşlılar önümüze gelip bize yalvaracaklar.”

 

“Adım adım, sakin sakin ilerleyelim.” Roch ona bir bakış attı. Jun başını kaldırarak iç çekmişti. “Ne yazık ki, çok kötü bir durumdayız. Meng Klanı’ndan geliyor olmamıza rağmen sahip olduğumuz büyülü hazineler daha önce karşılaştığımız Karejderi Dağı üyelerinden bile daha kötüydü.” Jun aniden Ning’e baktı. “Dostum, Ji Ning, sahip olduğun güce diyecek yok! Karejderi Dağı üyelerini, adeta tavuk doğrarmış gibi kesip biçti. Değerli dostum, o adamlardan aldığın büyülü hazineler işine yaramayacaktır. Bu yüzden… Değerli dostum, bize gücümüzü artıracak bir ya da iki büyülü hazine vermeye ne dersin? Bu sayede sana ayak bağı olmayız.”

 

“Sadece bir ya da iki tane istiyorum, çok değil.” Jun Ning’e beklenti dolu gözlerle bakıyordu. Ning’in suratı ekşidi. Bu Meng Jun denen adam… Övgü dolu oyunlarını zaten insanların gözüne sokuyordu ve üstüne şimdi de bu mu çıkmıştı? Ning, Meng Jun’un kesinkes utanmaz ve çıkarcı bir adam olduğunu anlamıştı.

 

“Fazla mal göz çıkarmaz.” Ning Jun’a baktı. “Sakinsu Şehri’ne gidip birkaç tane büyülü hazine takası yapmak istiyordum ancak üstümdeki hazine sayısı bile yeterli değil. Taoist Dostum Meng Jun,bunun yerine bana birkaç tane büyülü hazine vermeye ne dersin?”

 

Meng Jun’un suratı bembeyaz kesilmişti. Dışarıdan gergin görünüyor olsa da içten içe küfürler savuruyordu. “Cimri herif. Geçen sefer, genç efendi Ruxu’yu övdüğümde ondan bir büyülü hazine almayı başarmıştım. Bu Ji Ning’i öveceğim diye o kadar zaman harcadım, kaliteli şarap ikram ettim ancak karşılığında hiçbir şey alamadım. Herifin ne kadar güçlü olduğunu ve hatta Zifu seviye ruh yaratığına bile sahip olduğunu biliyorum ancak acayip cimriymiş!”

 

Ning, Meng Jun’a bakmaya yeltenmiyordu. Üçlüyle seyahat etmesi, hem dış dünyaya dair bilgi dağarcığını geliştirmek, hem de Roch’a karşı hissettiği nazik düşüncelerden sebepti.

 

“Kardeş Ji Ning.” Meng Xin aniden mesafeyi göstererek konuştu. “Bakın, şurası Sakinsu Şehri değil mi?”

 

“Sakinsu Şehri?” Ning başını çevirerek manzaraya baktı.

 

Önlerindeki geniş toprakta devasa, heybetli bir şehir vardı. Çıplak gözle şehrin sınırlarını bile göremiyordunuz. Her ne kadar şehir bin kilometre uzakta olsa da Ning devasa, heybetli şehirden yayılan güç dalgalarını hissedebiliyordu. Evet, güç dalgaları başta zayıf görünüyordu lakin içlerinde saklanan gücün haddi hesabı yoktu.

 

Ning şehirden yayılan baskıyı hissediyordu. Başını kaldırıp şehre bakmaya devam etmişti.

 

“Geldik. Sakinsu Şehri.” Ning’in gözlerinde beklenti dolu birer ifade vardı. “Sakinsu Şehri.” Jun, Roch ve Xin de heyecanlıydı. Geleceğe beklenti dolu gözlerle bakıyorlardı…

 

……….






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr