Bölüm 43: Karadiş Kabilesi

avatar
5235 73

Desolate Era - Bölüm 43: Karadiş Kabilesi



Bölüm 43: Karadiş Kabilesi

 

Issız vahşi arazide, üç siyah yaratık son hızda ilerliyordu. Ning ve diğerlerinin suratlarında keyifli ifadeler yer etmişti. Nihayetinde Doğuetek Bataklığı’nın sınırlarını geçerek Batı Vilayet Şehri’ne yaklaşıyorlardı.

 

“Genç efendi.” Güz Yaprağı konuştu.

 

“Hm?” Ji Ning ona bir bakış atmıştı.

 

Güz Yaprağı hemen konuşmaya başladı: “Yılankanadı Gölü’ne giderken Bahar Çimeni’nin kabilesinden, Karadiş Kabilesi’nden geçeceğiz. Onu ziyaret etmeye ne diyorsunuz? Görüşmeyeli uzun zaman oldu, çok özledim.”

 

“Bahar Çimeni mi?” Ning şaşırmıştı, içten içe kendisi de genç kadını özlüyordu. Güz Yaprağı ve Bahar Çimeni doğduğu günden beri onun yanında yetişen kimselerdi. Adeta gerçek ablalarından farksızdı. Aslen, ondan ayrılmak istememesine rağmen aynı zamanda Bahar Çimeni’nin üzülmesine gönlü el vermediği için babasıyla gitmesine izin vermişti. Şimdi Bahar Çimeni’nin bahsi açılınca Ning heyecan ve beklenti dolu bir duygu seline kollarını açmıştı.

 

“Tamamdır. Ziyaret edelim.”

 

“Teşekkürler genç efendi.” Güz Yaprağı hemen minnetini dile getirmişti.

 

“Ben de gitmek istiyorum.” Ning gülümsediği gibi yaratığın başına bir şaplak geçirmiş ve siyah yaratık hafifçe yönünü değiştirmişti.

 

Her ne kadar teoride Yılankanadı Gölü’ne giderken Karadiş Kabilesi’nden geçecek olsalar da biraz dolanmaları gerekiyordu.

 

—————–

 

Dağ tepesinin hemen yanında yer alan mağaranın önünde ahşaptan çitler yer alıyordu. Mağaraya asılmış zırhların yanında ağaçlarda duran yaratık kürkleri de seçilebiliyordu. Üstü çıplak kaslı adamlar oracıkta oturup yaratık eti pişirirken muhabbete tutuşmuştu.

 

Mağaranın girişinde on siyah zırhlı koruma duruyordu.

 

“Birileri geliyor.” Siyah zırhlı korumalardan biri seslenmiş ve et kızartmakla meşgul olan adamlar başlarını çevirip mesafeye bakmıştı. Heriflerin arasında oturan çıplak göğüslü adam doğrulup hafiften suratını ekşiterek mesafeye dalmıştı.

 

 Mesafedeki figürler son hızda dağ ormanını geçiyordu. Figürlerin üç siyah yaratığa bindiğini gördükleri gibi rahatlamışlardı.

 

Çıplak göğüslü adamın suratı hemen değişmiş ve adam bağırarak konuşmuştu: “Genç efendi geliyor, hala niye dikiliyorsunuz? Çabuk çabuk çabuk, hepiniz kalkın!” Lafını bitirdiği gibi ileriye atılmış ve mağara girişinde tek dizine çökerek saygıyla konuşmuştu. “Genç efendi!”

 

Çıplak göğüslü diğer adamlar ve siyah zırhlı korumalar da diz çöküp seslenmeye koyulmuştu: “Genç efendi.”

 

“Kalkın.” Zıplayan Ning, yaratıktan inmiş ve gülümseyerek korumaların liderine doğru bir bakış atmıştı: “Daha önce tanıştık mı?” Daha demin rozetini çıkarmayı düşünüyordu

 

“Bendeniz Wuzhan, o şerefe erişmiş bir askerinizim.” Kahramansı figürün suratında bir yara izi yer alıyordu ve herifin vücudu da bir hayli güçlü duruyordu. “Genç efendi, geçmişte Dokuzdiş Savaşçıları’yla yaptığınız antrenman mücadelelerinden birine katılmıştım. Bu yüzden sizi görür görmez tanıdım. Arkanızda duran Güz Yaprağı Hanımı da tanıyorum genç efendi.”

 

Ning gülümsedi.

 

Demek herifin onu tanıması bu sebepten dolayıydı. Geçmişte, sürekli Dokuzdiş Savaşçıları’yla karşılaştığı için savaşçıların çoğu onu tanıyordu. Şehir dışında görev yapanlardan birine rastlaması çok da şaşılacak bir durum değildi.

 

“Sana bir şey soracağım.” dedi Ning: “Mesele Yılankanadı Gölü’yle ilgili. Gel, içeride konuşalım.”

 

“Tamam.” Kaptan Wuzhuan hemen konuştu: “Genç efendi, bu taraftan.”

 

Wuzhan, Ning’i geniş bir taş odaya yönlendirmişti.

 

“Kısa zaman önce, Yılankanadı bize yakın bir bölgede terör estirdi. Biz bile canımızı zor kurtardık.” Wuzhan bir kahkaha savurdu. O esnada diğer korumalardan biri meyve dolu bir tabak getirip masaya koymuştu. Ning meyvelerden birini alıp iki kez ısırdıktan sonra konuştu: “Sizin bölgenize bile geldi demek?”

 

“Hayır, eğer gelmiş olsaydı muhtemelen hiçbirimiz şu an yaşıyor olmazdık.” Wuzhan başını iki yana salladı: “Yine de o esnada korkmadan edememiştik. Yılankanadı’nın önünde siyah zırhlı korumalar olarak gerçekten bir şey yapma yeteneğine sahip olamıyoruz. Her ne kadar felaketten kurtulmayı başarsak da çoğu kabile bizim kadar şanslı değildi. Başlarına gelen şeyi yalnızca ‘perişanlık’ kelimesi açıklayabilir! Zamanında Yılankanadı’nın Ji Klanı’mız tarafından avlanacağını düşünüyorduk ancak ne yazık ki…”

 

Ning başıyla onayladı.

 

Nihayetinde meseleye Zehir Tepesi müdahale etmiş ve Ji Klanı’yla yaptıkları konuşmalardan sonra sonuç olarak Yılankanadı yüz yıl boyunca göle hapsedilmişti.

 

“Yılankanadı gölden çıktı mı hiç?” Ning konuştu: “Ayrıca yaratık nerede duruyor? Gölün dibinde mi yoksa ortasındaki adada mı?”

 

“Tabii ki dibinde yaşıyor.” Wuzhan hemen cevapladı: “Adada yaşamaya nasıl cüret edebilir ki? Ji Klanı’mızın hamle yapacağından korkuyor.”

 

“Gölün dibinde mi?” Ning düşündü.

 

Görünüşe göre Yılankanadı’nı öldürmesi kolay olmayacaktı.

 

“Wuzhan.” Ning sordu; “Karadiş Kabilesi’ni biliyor musun?”

 

“Karadiş Kabilesi mi?” Wuzhan başıyla onayladı. “Tabii ki biliyorum. Karadiş Kabilesi’nin lideri gerçekten yetenekli bir adam. Yeni bir kabile kurabildiğine göre zaten sıradan biri olmasına imkân yok. Ne yazık ki, Yılankanadı’nın terör estirdiği kabileler içerisinde Karadiş Kabilesi de yer alıyor.”

 

“Ne!” Ning’in suratı anında değişmiş, kalbi teklemişti.

 

Yoksa…

 

Bildiklerine göre, Yılankanadı ona saldırmadan önce çoktan ufak bir kabileyi yok etmişti. Yok ettiği kabilede tek bir insanı bile sağ bırakmamıştı! Nihayetinde, cesetlerin dikkatle incelenmesinin ardından katilin Yılankanadı olduğu anlaşılmıştı.

 

“Karadiş Kabilesi hala duruyor mu?” Ning alelacele sordu.

 

“Evet.” Wuzhan başıyla onayladı. “Bu sefer Yılankanadı birçok yerde terör estirdi. Kabilelere gidip katliam yapıyor ve geri dönüyordu! Herkesi öldürmeye çalışmamıştı! Sonuçta, bütün bir kabileyi katletmesi için zamana ihtiyacı olacaktı ve bu da Ji Klanı’mızın Xiantian ustalarına ona ulaşmalar için yeterli zamanı verecekti lakin her ne kadar Karadiş Kabilesi ortadan kaldırılmamış olsa da, kabile üyelerinin yarıdan fazlası hayatını kaybetti. Gerçekten korkunç bir olaydı…”

 

“Yarıdan fazlası mı?” Ning dişlerini sıkmaya başlamıştı.

 

“Bahar Çimeni’ni tanıyor musun?” diye hemen sordu Ning: “Özel hizmetçim, Bahar Çimeni. Hala hayatta mı?”

 

“Bahar Çimeni mi?” Wuzhan’ın aklı karışmıştı: “Bahar Çimeni’ni tanıyorum. İki özel hizmetçiniz var genç efendi. Yoksa Bahar Çimeni artık sizi takip etmiyor mu?”

 

Ning, Bahar Çimeni’ni özgür bırakmış olsa da meseleden çoğu kişinin haberi yoktu.

 

“Hayır, onu özgür bıraktm. Kendisi Karadiş Kabilesi’ni kuran adamın kızıymış.” Ning konuştu.

 

“Bu konuyla ilgili bir bilgim yok.” Wuzhan başını iki yana salladı: “Her ne kadar Karadiş’i görmüş olsam da kızıyla ilgili bir şey bilmiyorum.”

 

Ning derin bir nefes çekti.

 

Endişe!

 

Kaygı!

 

Karadiş Kabilesi’ndeki insanların yarıdan fazlası ölmüştü. Belki de Bahar Çimeni de ölenler arasındaydı…

 

“Kesinlikle, kesinlikle hayatta olması lazım.” Ning dişlerini sıkıp hemen odayı terk etmişti.

 

Dışarıda, Güz Yaprağı ve Mowu diğer siyah korumalarla birlikte kızarmış et yiyerek keyif çatıyorlardı.

 

“Genç efendi.” Güz Yaprağı ve Mowu aynı anda Ning’e bakmıştı.

 

“Gidiyoruz.” Ning konuştu.

 

Güz Yaprağı ve Mowu’nun aklı karışmıştı zira bu kadar acele etmelerine ne gerek vardı? Yine de efendilerinin kararını sorgulamaya cesaret edemiyorlardı. Bu yüzden hemen ayağa fırlayıp siyah yaratıklara doğru yürümeye başlamışlardı.

 

“Karadiş Kabilesi’ne…” Ning’in suratında çirkin bir ifade görünüyordu. Yaratığın beline bir tekme savurduğu gibi yaratık koşmaya başlamıştı.

 

Üç siyah yaratık çabucak mesafedeki dağ ormanlarına doğru atılmıştı.

 

“Kaptan, ne oldu?” Siyah zırhlı korumalar yaşananlara anlam veremiyordu. Wuzhan  ise odadan çıktığı gibi mesafeye dalmış, suratı ekşimişti.

 

“Bahar Çimeni? Karadiş’in kızı?”

 

————————–

 

Ning’in kalbi endişeyle doluydu. Her ne kadar Güz Yaprağı ve Bahar Çimeni resmiyette onun hizmetçileri olsalar da genç adama göre iki kadın ablalarından farksızdı. Hala daha gençken kitapları işaret edip onlara sorular sorduğunu hatırlıyordu.

 

“Olamaz.”

 

“Ölmüş olamaz.” Ning endişe içerisindeydi.

 

“Genç efendi.” Güz Yaprağı konuştu. “Ne oldu?” Genç efendisinin suratındaki ifadeden yolunda gitmeyen bir şey olduğunu anlamıştı. Ayrıca ilk defa genç efendisinin suratında böylesine bir öfkeli ifade görüyordu.

 

 Ning bağırdı: “Karadiş Kabilesi Yılankanadı tarafından saldırıya uğramış, kabile üyelerinin yarıdan fazlası katledilmiş.”

 

“Ah?!” Güz Yaprağı şoke olmuştu: “O zaman Bahar Çimeni…”

 

“Gidince öğreneceğiz.” Ning soğuk bir ses tonuyla cevapladı.

 

Swoosh! Swoosh! Swoosh!

 

Üç siyah yaratık son hızda ilerliyordu. Güneş batmaya başladığı esnada yaratıklarda dağ ormanına ulaşmışlardı. Ning uzaktan kabileyi görmeye başlamıştı.

 

“Durun.” Ning seslendi.

 

Yaratıklar hemen durmuştu.

 

“Genç efendi?” Güz Yaprağı’nın suratı endişeden sebep kıpkırmızı kesilmişti.

 

“Şuraya gidelim.” Ning mesafeyi gösterdi. Uzaktan, düzinelerce adamın ağaç kestiğini görebiliyordu. Muhtemelen adamlar yakacak odun toplamak için ağaç kesiyorlardı.

 

Karadiş Kabilesi’nin üyeleri olsalar gerek. Onlara sorarsak meseleyi öğrenebiliriz.” Ning lafını bitirir bitirmez yaratığı kabile üyelerine doğru yöneltmiş, Güz Yaprağı ve Mowu da arkasından takip etmeye başlamıştı.

 

Çok geçmeden…

 

Ning ağaç kesen adamların yanına ulaştı. Heriflerin hepsi onlara doğru gelen üçlüyü görünce sabrelerini, mızraklarını ve kılıçlarını çekmişti.

 

“Size bir şey soracağım.” Elini havaya savuran Ning üzerinde “Ji” yazan rozetini çıkardı.

 

“Ji Klanı mı?”

 

Kabile üyeleri şaşkına dönmüştü.

 

“Kabilenizde Bahar Çimeni diye biri var mı? Kendisi kabile liderinizin kızıdır.” Ning konuştu.

 

“Liderin kızı mı?” Tek gözlü bir adam hemen cevaplamıştı: “Karadiş Kabilesi’nde Bahar Çimeni diye biri yoktur. Liderimizin kızının adı Miwa’dır!”

 

Ning şaşırmış ve hemen konuşmuştu: “Doğru ya, adı Miwa’ydı. Hala hayatta mı?”

 

“Öldü.”

 

“Miwa öldü.” Kabile üyeleri tek bir ağızdan cevapladı.

 

Ning’in suratı hemen değişmiş ve yanında duran Güz Yaprağı’nın suratı da bembeyaz kesilmişti. Genç kadının vücudu titremeye başladığı gibi kadın yere yığılmıştı. Mowu çabucak yaratıktan zıplayarak Güz Yaprağı’nı yakaladı. Güz Yaprağı’nın suratında renk namına tek bir şey bile görünmüyordu. Çoktan göz yaşları akmaya başlamıştı.

 

“Nasıl öldü?” Ning bağırdı: “Yılankanadı mı öldürdü?”

 

“Yılankanadı kabilemizdeki çoğu kişiyi öldürdü. Liderin oğullarından biri bile yaratığa can verdi.” Tek gözlü adam konuştu: “Bazıları direkt saldırılardan sebep öldü bazıları donarak, bazılarıysa etrafa saçılan taşlardan sebep…lakin donanlar hemen ölmemişti. Zaman geçtikten sonra yaraları iltihaplandığı için hasta düştüler. Çoğu ilk başlarda dayanmayı başarmıştı ancak nihayetinde ölmekten başka çareleri kalmamıştı. Miwa da aynı şekilde hastalıktan sebep ölenlerden biriydi.”

 

“Bahar Çimeni!” Güz Yaprağı acı dolu bir çığlık attı.

 

Ning’in suratında çirkin bir ifade belirmiş ve öfke dolu düşüncelerinden sebep etrafa yayılan zihin dalgaları ağaçların titremesine sebep olmuştu.

 

“Yılankanadı!” Ning dişlerini sıkarak kükredi: “Ben Ji Ning, seni öldüreceğime yemin ediyorum! Seni öldürmeden rahat uyuyamayacağım!”

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44349 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr