Bölüm 38: Göletin Yanında “Tao”yu Kavramak

avatar
5285 68

Desolate Era - Bölüm 38: Göletin Yanında “Tao”yu Kavramak



Bölüm 38: Göletin Yanında “Tao”yu Kavramak

 

 Ji Ning, ‘Dünyayla Bir’ ayak oyunu tekniğini kullanarak son hızında, adeta bir rüzgâr edasıyla koşuyordu. Doğuetek Bataklığı’nı terk ettikten sonra kaçmaya devam etmiş ve aşağı yukarı dağ ormanlarının içine bin kilometre kadar girdikten sonra duraksamıştı. Aslında, şimdiye kadar Güneş çoktan batmıştı lakin doğu ufku hala kızıl olduğundan yeryüzünü kısmen aydınlatıyordu.

 

“Whew!” Ning alnındaki terleri sildi.

 

“İlk önce suda üç yüz kilometre koştum, ardından karada bin kilometre daha… Üstelik, son hızımda koşuyordum. Daha önce böyle bir şey yaptığımı sanmıyorum. Yine de koşudan sonra terleyeceğimi düşünmemiştim.” Ning genelde terlemeden Doğuetek Bataklığı’nda bin kilometre boyunca koşabiliyordu ancak bu sefer, elinden geleni ardına koymamıştı.

 

Yorgun hisseden genç adam yürümeye koyuldu. Önünde ufak bir gölet ve göletin yüzeyinde de nilüferler görülüyordu. Çiçeklerde çamurdan herhangi bir iz yoktu ve parlak bir şekilde oracıkta süzülüyorlardı. Nilüferlerden yayılan keyifli koku Ning’in burnuna ulaştığında, yorgun genç adam gülümseyerek göletin kenarına kurulmuştu.

 

“Sanırım atlatmayı başardım.” Ning eliyle bambu şişesini çıkarmış ve şişenin içindeki sudan iki yudum almıştı.

 

“Acaba ufak yeşil yılan ne yaptı.” Ning iç geçirdi. “Ufak yılancık, umarım beni suçlamazsın. Elimden bir şey gelmiyor zira daha Xiantian’a ulaşamadım.”

 

“Xiantian!”

 

Sadece bu kelime bile Ning’i endişelendirmeye yetiyordu.

 

Habistanrı Vücut Geliştirme Teknikleri’nin en güçlüsü olan Dokuz Gökler’in Parlakızıl Diyagramı’nın heybetine diyecek bir şey yoktu ancak meselede ustalaşmak gerçekten zordu. Güçlü bir ruhu olmasına rağmen Ning bile limitlerini aşmayı başaramıyordu. “Yin ve Yang’ı bir araya getir, Ateş ve Su’yu birleştir.” Bunu nasıl yapacaktı ki?

 

“Bir üst seviyeye geçmek için ne yapmalıyım?” Ning acı acı düşünmeye başladı.

 

Hu!

 

Nazik bir meltem yanaklarını okşamıştı. Serin, yaz meltemleri insanı rahatlatıyordu. Meltem göletteki nilüferleri de hafiften titretmişti. Bazı nilüferler etraflarında dört dönüyor, bazıları da diğer bölgelere ayrılıyordu.

 

[Gölgerüzgarı Adımları]’nda “Dünyayla Bir” seviyesine adım atan Ning zihnen rüzgarla bir olabiliyordu. Rüzgâr nilüferi teğet geçtiğinde açıkça hissettiği üzere….

 

“Huh?” aniden Ning’in suratında merak dolu bir ifade belirmişti. “Rüzgâr nilüfere değdiğinde, çiçek hem sağa hem sola dönüyor!”

 

O esnada Ning’in aklındaki bulmacalar yavaştan çözülmeye başlamıştı.

 

“Eğer rüzgarla savrulan şey bir yaprak olsaydı, ritim olmaksızın havaya öylece savrulurdu!”

 

“Eğer rüzgâr ufak bir ağaca çarpsaydı, ağaç yalnıza soldan sağa sallanırdı! Bunun sebebi ufak ağacın geniş yaprakları olmaması…”

 

“Ancak nilüfer rüzgarla birleştiğinde, çiçeğin yaprakları sağa sola saçılıp gücü dengelemeyi başarabiliyor.”

 

Başını kaldıran Ning gökyüzüne baktı. Hava tam olarak kararmış değildi ancak yine de ay kendini hafiften göstermeye başlamıştı. “Altın Karga [Güneş] batar ve Ay Tavşanı [Ay] doğar!”

 

“Sola, sağa!”

 

“Gün ve gece. Gün olmasaydı gece de olmazdı!” Ning kendi kendine konuşuyordu. “Karanlığın ortasında, bir demet ışık bile akılalmaz derecede parlaktır! Nilüfer yapraklarının sola ve sağa dönerek yaptığı hamleler, rüzgârın etkisini sönümleyerek çiçeğin hareketsiz kalmasını sağlıyor.”

 

Ning gözlerini kapattı.

 

Ruhu çoktan “Dünyayla Bir”di ve rüzgârın yanında, göletteki nilüferlerle de bir olmuştu.

 

Olağanüstü bir prensibin, içinde kadim sırların barındığı, sonsuz evrenin yattığı bir şeyi… Tao’yu hissetmeye başlamıştı! Rüzgârın kendisi bir Tao parçasıydı ve Tao ise sınırsız, bilinemez bir kavramdı lakin rüzgâr nilüfere estiğinde… Ning nilüfer yapraklarından geçen Tao gölgesini fark etmişti. Tao’nun hareketlerini ve asıl varlığını hissetmeyi başarmıştı!

 

Ning oracıkta bağdaş kurmuş ve daha demin hissettiği “Tao” ipucunu düşünmeye, kavramaya başlamıştı.

 

—————————

 

Tao’yu kavramak kişinin yalnızca umut edebileceği bir olaydı.

 

O esnada ruhu, düşünceleri, etrafı ve hissettiği her şeyi birleştirerek Tao’nun gölgesine zar zor da olsa dokunmayı başarmıştı lakin Tao’ya dokunmak için… Gerekli olan ilk koşul kişinin “Dünyayla Bir” olmasıydı. Kişi yalnızca zihnini dünyayla birleştirebildiği takdirde Ebedi Tao’ya dokunmayı başarabilirdi.

 

“Huahuahua…” Hafif bir su dalgası ufak dereden çimlere doğru akıyordu.

 

“Gugugu!”

 

Ning sessizleşmiş, koca orman kurbağa sesleriyle kaplanmıştı.

 

Yavaş yavaş….

 

Işık hüzmeleri bağdaş kurmuş vaziyette oturan Ning’i kuşatmaya başladı. İlk başlarda, suya benzyen ışık hüzmeleri belirmiş ve bahsi geçen bu ışıklar devasa nilüfer çiçeklerine dönüşerek genç adamın etrafını kuşatmıştı. Birbiri ardına su nilüferleri Ning’in etrafını çevreliyor ve nazik meltemin eşliğinde çiçek açıyorlardı.

 

Hemen ardından, ateşli ışık hüzmeleri de belirmeye başlamış, ateş nilüferlerine dönüşmüşlerdi. Devasa ateş nilüferleri de genç adamın vücudunu çevrelemeye koyulmuştu.

 

İki farklı nilüfer katmanı…

 

İlk katmanda su nilüferleri, ikinci katmandaysa ateş nilüferleri… Her iki katmanda da tam olarak üç nilüfer vardı.

 

“Hu!” ateş ve su birleşmiş, aniden mekânı bir rüzgar dalgası kaplamıştı.

 

Huahuahua….

 

İki nilüfer katmanı arasında yoktan var olan rüzgâr parçaları dikkat çekiyordu. Katmanlar yavaşça dönmeye başlamıştı. Su nilüferleri sola dönüyorken, üst katmanda bulunan ateş nilüferleri sağa dönüyordu! İki farklı katman, iki farklı yöne dönüyordu… Yavaş yavaş, ağır ağır, ilerlemeye devam ediyorlardı lakin Ning’in bu konuya bir müdahalesi yoktu zira yaşananlar tamamen doğanın kontrolündeydi.

 

“Swoosh!” Gri kürklü bir kurt aniden ormandan atılmış, yeşim gözleri mesafedeki kürklü çocuğa odaklanmıştı. Yine de gencin etrafını çevreleyen metrelerce uzunluktaki nilüfer çiçekleri kurdun kafasını karıştırmıştı. Düşük bir zekaya sahip bir canlıydı lakin içgüdüleri ona ateş ve su nilüferlerinin bu dünyanın birer parçası olduğunu söylüyordu, yani onlara özel bir tedbir almasına gerek yoktu…

 

Gri kurt dişlerini gösterip gence bakmaya başlamıştı.

 

Yaratık bir hayli acıkmıştı!

 

Kürklere bürünen çocuk oracıkta hareket etmeksizin adeta uykuya dalmışçasına oturuyordu. Kesinlikle tepki verecek bir halde değildi. Üstelik gencin derisi o kadar zarif ve yumuşak görünüyordu ki, kurt ağzından akan salyalara hâkim olamamıştı.

 

Durum böyle olunca yaratık daha fazla dayanamayıp ileri atılmıştı!

 

Swoosh! Gri kurt son hızda ileriye atılmış, dişlerini çıkararak genci ısırmaya hazırlanmıştı ancak nilüferlere iki metrelik bir mesafeye ulaştığında…

 

Boom!

 

İki katmanın oluşturduğu rüzgârın akılalmaz gücüyle karşılaşmıştı. O esnada, göz açıp kapayıncaya dek parçalara ayrılan kurdun kanı, toprağa ve havaya saçılmış, yaratık ne olduğunu bile anlayamadan öteki dünyayı boylamıştı…

 

——————————–

 

Gece…

 

Demirağaç Zhan ve Bi’an Kaplanı namı diğer siyahlı adam daha önce çıkardıkları Buz Arısı’nı takip ederek ormanda ilerliyorlardı.

 

Buz Arısı adı üzerinde arıdan başka bir şey değildi. Devasa bir uçan yaratığı bırakın, Yabaniyaratık da sayılmazdı. Yani aletin ne kadar yavaş olduğu gayet açıktı! Ning’in on’da bir hızına bile sahip değildi.

 

“Velet cidden iyi koşuyormuş.” Demirağaç Zhan’in suratında çirkin bir ifade vardı. “Doğuetek Bataklığı’nı terk ettikten sonra durmadan kaçtı herhalde…”

 

Siyahlı adam konuştu “Usta, Buz Arısı’nın hızı ona meydan okuyabilecek düzeyde değil. Eğer o Ji veledi durmadan koşmaya devam ederse muhtemelen Ji Klanı’nın Vilayetleri’ne varana dek onu yakalamamız mümkün olmaz…”

 

“Ji Klanı’nın Vilayetleri mi?” Demirağaç Zhan başını iki yana salladı. “Çok uzak. Doğuetek Bataklığı zaten Ji Klanı’nın sınırlarında yer alıyor. Buradan şehre kadar tek seferde koşmak? O veledin böyle bir şey yapabileceğini düşünmüyorum.” her ne kadar ağzı bunları söylemiş olsa da Zhan’in kalbi endişe içerisindeydi. Eğer Ning varını yoğunu ortaya koyup Beş Vilayet’e kaçmayı başarmışsa, Zhan’in onu yakalamasına da imkân kalmayacaktı.

 

“Yavaş yavaş takip edeceğiz.”

 

Demirağaç Zhan konuştu. “Buzçiçeği Sıvısı dokunduğu her yere özel bir aroma bırakır. Genelde aroma üç gün boyunca dayanabiliyor. Biz bu kokuyu alamıyoruz ancak Buz Arısı alabiliyor. O velet Vilayetler’e kaçmadığı sürece kesinkes ölecek!”

 

“Aynen öyle, ölecek.” dedi siyahlı adam.

 

“Her şeyi berbat etti ve ondan sebep gelecekte ciddi bir sorunla karşılaşacağım.” Demirağaç Zhan Mavi Gökyılanı’nın dış dünyada maceralara atıldığını, Boşluk Zıplaması’nı kullanarak akılalmaz derecede güçlenip Zifu’ya adım attıktan sonra kendisini öldürmeye geleceğini hayal ediyordu… Bu sebeple korkmadan edememiş ve aynı zamanda Ning’e olan nefreti de artmıştı. “Ellerimle derisini yüzüp tendonlarını parçalamazsam rahat uyuyamayacağım!”

 

“Doğru! Derisini soyun, tendonlarını koparın!” siyahlı adam da dişlerini sıkıyordu.

 

———————–

 

Altın Karga [Güneş] başını kaldırıp doğu ufkuna oturmaya başlamıştı. Şafak vaktiydi…

 

Demirağaç Zhan ve emrindeki Bi’an Kaplanı yavaş takiplerine devam ediyorlardı. O kadar uzun bir zamandır takibe koyulmuşlardı ki, artık sabredecek halleri kalmamıştı. Ji veledi gerçekten fazla dikkatliydi. Doğuetek Bataklığı’nı terk ettikten sonra en azından bin kilometre daha kaçmıştı.

 

Bin kilometre ilerleyen Buz Arısı da artık çok yorulmuştu ancak yaratık mutant olduğu için pek de sıkıntı çekmiyordu.

 

“Efendim.” siyahlı adamın gözleri parıldamış ve hemen elini ileriye uzatmıştı.

 

“Huh?” Yorgun Zhan başını çevirip herifin gösterdiği yere baktı. Manzara, göletin kenarına kurulmuş genç insan figürünü görmüştü. Durum böyle olunca onun da gözleri parlamaya başlamıştı.

 

Dudaklarını yalayan Zhan zihinden: “Gidip bakalım.”

 

Efendi ve ruh yaratığı arasında, mesafe fazla uzun olmadığı sürece zihin iletişimi kurulabiliyordu. Bu iletişimi sürdürebileceği mesafeyse… Kişinin ve yaratığın ruh güçlerine bağlıydı. Genel bağlamda, Xiantian yaşam formu ve ruh yaratığı zihin iletişimini koparmak istemiyorlarsa 10 metreden fazla birbirlerinden uzaklaşmıyordu.

 

İkili dikkatle ileri atılmış, ses çıkarmamaya uğraşmıştı.

 

Gerçi ses çıkaracak olsalar bile Zhan meseleden korkuyor değildi. Sonuçta kendisi, üst seviye bir Xiantian ustasıydı. Tam gaz koştuğunda Ning’den bile daha hızlıydı ve üstelik üstünde “ilahi Hareket Mührü” ve diğer sıradan mühürleri bulunduruyordu. Uzun lafın kısası, Ning’in kaçmasına izin vermeyecekti.

 

“Salak çocuk. Ne kadar dikkat edersem edeyim yine de ses çıkarıyorum ancak beni duymuyor. Habistanrı Vücut Geliştirmecisi olduğuna göre duyularının da sağlam olması gerekmiyor muydu? Hmph, tecrübesiz velet. Muhtemelen uyuya kalmıştır.” Zhan soğuk bir kahkaha attı. “Daha iyi ya, işimi kolaylaştırır. Aksi takdirde İlahi Hareket Mührü’nü harcamak zorunda kalacaktım.”

 

Demirağaç Zhan ve siyahlı adam ilerlemeye devam ediyorlardı.

 

Yavaş yavaş…

 

Göletin kenarındaki insan figürünü daha iyi görmeye başlamışlardı.

 

“Ne?” ikili şaşkına dönmüştü.

 

Bunun sebebi çoktan gökyüzüne fırlayan Güneş’in ışıkları altında, o devasa su ve ateş nilüferlerinin yarı şeffaf görünüyor olmasıydı. Sonuçta, bu nilüferler gerçek nilüferler değildi. Dünya’nın enerjisinden sebep ortaya çıkan varlıklardı. Güneş ışıkları altında hemencecik şeffaf birer hale bürünmüşlerdi.

 

İki nilüfer katmanı ters yönlere doğru yavaşça dönüyor ve aralarında garip bir ritim yakalıyorlardı. İki katmanın hemen ortasında duran Ning bağdaş kurmuş bir vaziyetteydi.

 

“Ne… Bu ne böyle?” Zhan tecrübeli olsa da daha önce böyle bir şey görmemişti. “Yoksa bunu iç enerjisini kullanarak mı yapıyor?”

 

“Neyse fark etmez, Xiantian’a adım atmış olsa bile bana kıyasla bir çömezden farksız değil. Muhtemelen üstünde büyülü hazine de yoktur.” Zhan’in suratında keskin bir ifade belirdi.

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44355 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr