Bölüm 34: Haraç

avatar
5475 71

Desolate Era - Bölüm 34: Haraç



Bölüm 34: Haraç

 

Detaylı işlemeler ve kaliteli dikişlere sahip kürkler, Güz Yaprağı’nın vücudunu sarıyor ve genç kadına kahramansı bir görünüş kazandırıyordu. Oracıkta, Metaltaşı Kabilesi’nin dışında dikilip mesafeyi izliyordu.

 

Figürü, kabile gençlerinin dikkatini çekiyordu. Güz Yaprağı Metaltaşı Kabilesi’ne adım attığı günden itibaren kabilenin en güzel kadını olduğuna kimsenin şüphesi yoktu… Birbiri ardına cesaretlerini toplayan gençler onunla konuşmaya çalışmış lakin bir tanesi bile onun ilgisini çekmeyi başaramamıştı.

 

“Güz Yaprağı Hanım genç efendisini bekliyor, değil mi?”

 

“Evet. Dala Amca döndükten sonra ondan genç efendinin akılalmaz bir güce sahip olduğunu öğrendim. Demirağaç klanına ait yüzden fazla Mavi Koruma genç efendi tarafından katledilmiş!”

 

“Yalnızca öyle güçlü bir efendi, Güz Yaprağı’nın güzelliğine layık olabilir.”

 

“Yabaniyaratıklar’dan birine denk gelmesi ne kadar yazık! Muhtemelen, o genç efendi Yabaniyaratık’ın saldırılarından kurtulamayacaktır. Yabaniyaratıklar sinirlendiklerine ortalığı dağıtıyorlar. Bahsi geçen o yaratık anında her yeri dondurmuştu. Dala Amca ve diğerleri şans eseri önceden kaçtıkları için kurtulmayı başarmışlar. Eğer genç efendi öldüyse, Güz Yaprağı Hanım’ın evlenmek için bir başkasını bulması gerekecek!”

 

Kabile gençleri kapının yanındaki konumlarında kendi aralarında konuşuyordu. Onlara göre,Güz Yaprağı gibi bir kadın efsanevi tanrıçaları andırıyordu… Güz Yaprağı’na kıyasla, kabiledeki diğer kadınların güzelliklerinden bahsetmeye bile gerek yoktu.

 

—————————-

 

Oracıkta dikilen Güz Yaprağı, uzaktaki ormanı izliyordu.

 

Bekliyordu… Hayatındaki en önemli adamı bekliyordu.

 

“Güz Yaprağı.” kabilenin ön tarafına güçlü bir adam atıldı. Bu kaslı herif diğer hizmetçi, Mowu’dan başkası değildi: “Biraz dinlensen iyi olur. Genç efendi geldiğinde, kapıdaki korumalar onu karşılayacaktır.”

 

“Hayır.” Güz Yaprağı başını iki yana salladı.

 

Mowu Güz Yaprağı’na bir bakış atmış, ardından yanındaki ahşaplardan birine kurulmuştu. Onun da kaşları endişeden sebep çatılmıştı. Dala Amca döndükten sonra, Ji Ning’in Yabaniyaratık olan Suyun Gergedan Kralı’yla mücadele etmeye başladığını öğrenmişlerdi. Mücadelenin nasıl sonlandığını ise bilen herhangi biri yoktu. Her ne kadar kalbinde genç efendinin sapasağlam geri dönmesini istiyor olsa da mantığı ona… Genç efendinin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu söylüyordu!

 

Bunun asıl sebebi Dala Amca’nın ve diğerlerinin kabileye ulaşmak için iki gün harcamış olmalarıydı.

 

Genç efendi Ning’in hızı göz önünde bulundurulduğunda, eğer hayattaysa Metaltaşı Kabilesi’ne ulaşmak için yarım güne bile ihtiyacı olmazdı. Mantıken, Dala Amca ve diğerlerinden önce kabileye ulaşmış olması gerekiyordu! Ancak Dala Amca ve diğerleri kabileye ulaşalı iki gün geçmesine rağmen Ning hala dönmemişti.

 

“Eğer genç efendi öldüyse… Güz Yaprağı ve ben de muhtemelen öleceğiz.” Mowu sessizce söylendi.

 

Eğer efendileri ölmüşse, nasıl olur da onun hizmetçileri olarak yaşamaya devam edebilirlerdi?

 

Ji Klanı gibi yerel hükümdarların sıkı kuralları mevcuttu.

 

“Huh?” Mowu bir anda gözlerini açıp kapadı. Uzaktan, belli belirsiz de olsa tanıdık bir figür görmüştü… Bu figür genç efendiye aitti!

 

“Genç efendi!” Güz Yaprağı çoktan koşmaya başlamıştı.

 

“Genç efendi?”

 

“Güz Yaprağı Hanım koşuyor.”

 

“Şuraya bak, orada biri var sanırım. Yoksa o figür Güz Yaprağı Hanım’ın beklediği genç efendinin figürü mü?” Kabile kapısında duran gençler fısıldaşmaya başlamış ve bazıları da içeriye koşmaya koyulmuştu.

 

—————————–

 

Güz Yaprağı kürklere bürünmüş, gülümseyen adamın yürüyüşünü izliyordu. Geçirdiği iki günde sürekli korkusunu, endişesini ve düşüncelerini bastırıyordu ve şimdi yaşadığı onca duygu göz yaşlarının akmasına sebep olmuştu.

 

“Genç efendi.” Güz Yaprağı, Ning’e baktı: “Ben, ben…”

 

“Hey, döndüm.” sahip olduğu akılalmaz görüş menzilinden dolayı Ning uzaktan Dala Amca’nın ve tek kollu adamın ona doğru yürüdüğünü görmüştü. Gülümsemesine engel olamayan genç adam konuştu: “Demek Dala çoktan geri dönmüş. Sana Suyun Gergedan Kralı’yla mücadele ettiğimi o mu söyledi? Birkaç gün dışarıda kaldım diye bu kadar endişelendin mi yani?”

 

Güz Yaprağı göz yaşlarını tutmak için elinden geleni yapıyordu.

 

“Burada sadece Suyun Gergedan Kralı’ndan bahsediyoruz. Genç efendine kıyasla, o yaratığın adını bile ağzına almana gerek yok.” Ning ona göz kırpmış ve heyecanını belli etmişti.

 

Güz Yaprağı şaşkına dönmüştü: “Genç efendi, Yabaniyaratık’ı öldürdünüz mü?”

 

“Evet.” Ning keyifle başını öne salladı.

 

“Wow, Yabaniyaratık. Genç efendi, bir Yabaniyaratık öldürmüşsünüz.” Güz Yaprağı heyecanlanmadan edememişti: “Genç efendi, daha on bir yaşında olmanıza rağmen böyle bir başarı göstermeniz... Bu…” kişisel hizmetçi olduğundan Güz Yaprağı’nın hayatı Ning’in etrafına geçiyordu. Çoğu zaman onun yanında durduğu için Ning’i en önemli aile üyesi olarak görüyordu. Doğal olarak Ji Ning’in artık Yabaniyaratıklar’ı öldürebilecek güce sahip olması onu da heyecanlandırmıştı.

 

Ji Ning hemen sesini alçalttı: “Kimseye söyleme.”

 

“Tamam, tamam.” Güz Yaprağı başını öne salladı.

 

“Hadi, Metaltaşı Kabilesi’ne bir göz atalım.” dedi Ning. Geçirdiği son birkaç günde Ning sürekli dağ ormanlarında takılmış ve yaptığı mücadeleleri gözden geçirmişti. Aynı zamanda bu mücadelelerde yaptığı hataların da farkına varmıştı. Kullandığı iki kılıç tekniği konusunda derin bir düşünce dalaşına girdikten sonra seviyesi de ilerlemişti.

 

Ning, Güz Yaprağı’yla birlikte Metaltaşı Kabilesi’nin kapısına doğru ilerlemeye koyuldu.

 

Dala Amca ve bir grup kabile üyesi oracıkta hemen ileri atılarak onları karşıladı. Kabile üyelerinin önünde beyaz saçlı, yaşlı bir adam duruyordu. Yarı kel olan adam saygıyla eğilerek konuştu: “Bendeniz Metaltaşı Kabilesi’nden Tyson, sizlere kabile üyelerimi ardı ardına kurtardığınız için teşekkür ediyorum heybetli genç efendi. Metaltaşı Kabilemiz size sonsuza dek minnettar kalacaktır… Bizde sizin dönmenizi bekliyorduk.”

 

Ning gülümsedikten sonra onayladı: “Metaltaşı Kabilenizde bir süre kalacağım. Ayrıca ‘kurtarmak’ demene gerek yoktu, sadece oradan geçiyordum o kadar. Ayrıca… Şimdilik rahatsız edilmek istemiyorum. “

 

“Anlaşılmıştır.” Yarı kel adam onayladı.

 

“Dala.” Ning bakışlarını çevirdi.

 

Uzun, ayıya benzeyen Dala Amca hemen öne atılmış, heyecanını gizlemeyi başaramamıştı: “Genç efendi, döndüğünüzü görünce ben…”

 

“Sorun yok.” Ning gülümsedi: “Doğuetek Bataklığı’nda bir ay boyunca bana yardımcı oldun. Metaltaşı Kabilesi’ne geri dönünce sana sağlam bir ödül vereceğimi söylemiştim. Şunu al bakalım.” lafını bitirir bitirmez elinde üç yaratıkbaşı kadar altın belirmişti. Ona doğru atılan ve her biri onar kilo olan altınları yakalayan Dala Amca şaşkına dönmüştü.

 

Ardından, altınları gören diğer kabile gençleri kıskançlık dolu gözlerle adamı izlemeye koyulmuştu.

 

“Gidelim.” Ning, Mowu ve Güz Yaprağı ikilisine baktıktan sonra Metaltaşı Kabilesi’ne doğru yürümeye başladı.

 

İstediği takdirde, Ning adama daha değerli bir hediye verebilirdi ancak bin kişilik ufak bir kabile olan Metaltaşı Kabilesi’nde değerli eşyalar yarardan çok zarar getirebilirdi!

 

Metaltaşı Kabilesi’nde…

 

“Genç efendi.” Güz Yaprağı, Ning’e biraz meyve şarabı doldurmuş, ardından ona meyve ikram etmişti: “Mowu ve ben bir aydır bu kabilede kalıyoruz. Buraya geldikten hemen sonra Ji Klanı’mızla bağlantıya geçtik.”

 

“Tamam.” Ning onayladı.

 

Maceraya çıktığı günden beri her ay bölgeye dağılan Ji Klanı üyelerini bulup onlara haber vermesi gerekiyordu.

 

“Bu mektup Batı Vilayet Şehri’nden geldi.” Güz Yaprağı kollarından bir parşömen çıkardı.

 

Ning kâğıdı almış ve sarı parşömeni açtığı gibi gülümsemişti. Elinde tuttuğu kâğıt bizzat annesinin ona yazdığı bir mektuptu! Mektupta fazla bir şey yazmıyordu, genel olarak annesinin endişe dolu sözlerini kapsıyordu ancak ölüm-kalım mücadelelerinden geçen Ning için bu sözler paha biçilemezdi. Genç adamın kalbi hemen ısınmıştı.

 

“Yeter, Güz Yaprağı. Görünüşe göre dinlenmeyeli baya olmuş. Gidip biraz dinlen.” dedi Ning.

 

“Yorgun değilim.” Güz Yaprağı hemen cevaplamıştı.

 

“Git dedim.” Ning talimat verdi.

 

Güz Yaprağı başını eğip itaatkâr bir şekilde kendi odasına çekilmişti.

 

———————–

 

Zaman akıp geçmişti. Her on günde bir, Ning Doğuetek Bataklığı’na gidiyordu. Yine de zamanının büyük bir kısmını Metaltaşı Kabilesi’nde, kılıç tekniklerini çalışarak geçiriyordu. Göz açıp kapayıncaya dek bir aydan fazla bir süre geçmişti.

 

Ning bu esnada evinin dış balkonunda oturuyor, bambu kadehine doldurduğu meyve şarabından yudumlar alıyordu. “Her ne kadar Batı Vilayet Şehri büyük olsa da rahatlık bakımından bu ufak kabilelerle kıyaslanabilecek gibi değil.”

 

Gün batımında dinleniyor, gün doğumunda yola koyuluyordu.

 

Metaltaşı Kabilesi kendi içinde koca bir aile gibiydi. Herkes birbirine yardım ediyor ve çoğu da birbirini kardeş gibi görüyordu.

 

“Çabuk, çabuk, çabuk.”

 

“Herkes geri gitsin.”

 

“Çabuk, her şeyi toparlayın.”

 

Aniden, normalde huzurlu olan kabile karışmıştı. Bu durum balkonunda oturan Ning’i şaşırtmıştı. Hemen balkondan atlayıp, koşan gençlerden birini yakaladı. “Sen.”

 

“Genç efendi.” onu tutanın Ning olduğunu gören genç hemen saygıyla konuştu.

 

“Neler oluyor?” diye sordu Ning. “Kabile niye bir anda karıştı? Daha demin mızrak çalışmıyor muydunuz? Niye durdunuz?”

 

“Karadağ Kabilesi’nden geliyorlar!” dedi genç aceleyle, “Karadağ Kabilesi’ndeki insanlar kürk almak için buraya geliyor. Kabiledeki kaliteli kürkleri saklamamız lazım, yoksa eğer Karadağ Kabilesi kürkleri bulursa hemen elimizden alır. Böylesine bir şeyin yaşanmasını istemeyiz. Genç efendi, bir an önce gitmem lazım...”

 

Durumu anlayan Ning başıyla onayladı: “Hadi git.”

 

Güz Yaprağı da olayı binanın önünden izliyordu. Demeden edememişti: “Karadağ Kabilesi on binlerce üyeye sahip büyük kabileler arasındadır. Her yıl, küçük kabilelerden haraç kesiyorlar.”

 

“Hmph.” Ning’in suratı ekşidi: “Bu bölge Ji Klanı’na aittir! Yalnızca Ji Klanı’mız vergi alma hakkına sahiptir. Eğer Karadağ Kabilesi küçük kabilelerden haraç kesiyorsa, bu ne anlama geliyor biliyor musun!?”

 

 Ji Klanı, sınırlarında yer alan her kabileden vergi alıyordu.

 

Aynı esnada, Ji Klanı’nın kendisi de Büyük Xia Hanedanlığı’na ait olduğu için toplanan vergilerin büyük bir kısmı Hanedanlığa gidiyordu!

 

“Prensipte, bu yaptıkları yanlış.” Güz Yaprağı başını iki yana salladı: “Ancak bu ufak kabilelerin karşı çıkmaya gücü nasıl yetebilir ki? Eğer reddederlerse Karadağ Kabilesi kolayca onları yok edip köle niyetine satabilir.”

 

Ning iç geçirdi.

 

Doğru ya…

 

Bölgede bir sürü kabile olduğu için Ji Klanı’nın kabileler arasındaki her olayı takip etmesi mümkün değildi. Bu yüzden kabilelerin çoğunu kendi haline bırakıyorlardı. Sadece Ji Klanı değil… Devasa bir alana hükmeden Büyük Xia Hanedanlığı’nın bile rahat bir politikası vardı. Ji Klanı ve Demirağaç Klanı da savaş halinde değil miydi? Bir gücün bölgesi ne kadar fazla genişlerse, o bölgeyi yönetmek de bir o kadar zorlaşıyordu!

 

“Geliyorlar.” Güz Yaprağı söylendi: “Karadağ Kabilesi’ne ait adamlar geliyor.”

 

Ning de bir bakış savurmuştu. Uzaktan yarı zırhlı, kürklere bürünmüş kabile üyeleri her araziye adeta kendi bölgeleriymiş gibi bakıyordu. Metaltaşı Kabilesi’nin lideri, Dala Amca ve diğerleri kenara geçmiş itaatkâr bir şekilde bekliyordu.

 

Karadağ ekibinin lideri Cesurkabuk, o esnada tatminkâr bir ifadeyle kabileyi inceliyordu.

 

“Hmph.” Cesurkabuk yanında duran Metaltaşı kabile üyelerine birer bakış attı. Heriflerin korku dolu suratlarını görünce keyiflenmeden edememişti.

 

Karadağ Kabilesi’nin içinde bile yüksek seviyeli, merkezi bir figürdü. Metaltaşı gibi ufak bir kabilede… İstediği gibi hareket etme özgürlüğüne sahipti! Sinirlenirse, muhtemelen bütün kabileyi yerle bir edebilirdi. Yanında getirdiği yüz koruma böyle küçük bir kabileyi yerle bir etmek için fazlasıyla yeterliydi. Uzun lafın kısası, onun gibi bir figür bu tarz küçük kabilelerde mutlak otoriteye sahipti.

 

“Huh?” Cesurkabuk aniden çok uzakta durmayan genç adamı ve kadını görmüştü. Cesuryürek’in parıldayan gözleri dikkat çekiyordu. Herifin yanında duran korumalar da nefeslerini tutmuştu.

 

“Güzel, olağanüstü, cezbedici.” Cesuryürek anında şaşkına dönmüş ve kalbinde açgözlü, şehvetli bir duygu belirmişti. Kesinkes bu güzel kadını alıp kendi özel hizmetçisi yapacaktı. Her gün ona “en iyi hizmeti” sunması için izin verecekti! Sadece bunun düşüncesi bile herifin kanını kaynatmaya yetmişti.

 

“Hahaha…” diye yüksek bir kahkaha savuran Cesurkabuk direkt olarak genç adam ile kadına doğru yürümeye koyuldu.

 

Ning ona doğru gelen, fiyakalı süslenip kürklere bürünen adamı görünce kaşlarını çatmıştı. Herif Ning’i ve Güz Yaprağı’nı baştan aşağıya süzmüştü. Adeta kaliteli eşyaları inceleyen yüksek seviyeli bir kabile üyesi gibiydi. Özellikle de Güz Yaprağı’na bakarken suratında oluşan açgözlü ifadeyi gizleyememişti: “Kürkün ince işlenip dikkatle dikilmiş. Yoksa bunu kendiniz mi işlediniz, hanımefendi? Elleriniz oldukça maharetliymiş. Yanınızda duran gencin kürkleri de sizinkilere benziyor. Yoksa küçük kardeşiniz mi?”

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr