Bölüm 35: Dört Bir Yana Saçılan Kılıç Enerjisi

avatar
5071 75

Desolate Era - Bölüm 35: Dört Bir Yana Saçılan Kılıç Enerjisi



Bölüm 35: Dört Bir Yana Saçılan Kılıç Enerjisi

 

“Utanmaz!” Güz Yaprağı’nın sesi yankılandı.

 

Cesurkabık şaşırmıştı: “Utanmaz mı? Bu ufacık Metaltaşı Kabilesi’nde… İstediğim her şeyi yapabilirim. ‘Utanmaz’ diyorsun demek, kimin umurunda. Doğruyu söylemek gerekirse senden hoşlandım. Uslu durup beni takip edeceksin. En son hoşlandığım kız inat edip beni takip etmek yerine kendini öldürmüştü, ben de gidip bütün ailesini katledip klanını köle diye millete sattım! Yanında duran küçük kardeşin ve diğer kabile üyelerinin iyiliğini düşünsen iyi edersin!”

 

Kabile üyeleri direkt insanlardı. Meseleyi incelemeye yeltenmiyorlar ve aynı zamanda ölümden de korkmuyorlardı. Genellikle, herifin önünde duran güzellikler kabilelerin parıldayan elmasları olarak görülüyordu ve bu tür kadınların hepsi de akılalmaz birer gurura sahipti. Böyle güzel kadınların diğerlerine itaat etmek yerine kendilerini öldürmesi oldukça yaygın bir durumdu. Bu yüzden Cesurkabuk böyle bir şeyin yaşanmasını istemiyordu.

 

“Heybetli Lordu’muz, Cesurkabuk.” Yarı kel yaşlı adam, Tyson hemen araya girmişti. “O üçlü bizim kabilemize ait değiller. Büyük bir kabileden geliyorlar!”

 

“Büyük bir kabile mi?” Cesurkabuk’in kaşları çatılmıştı: “Şaşırmamak lazım. Zaten sizin gibi ufak bir klanda böylesine zarif bir güzelliğin bulunması garibime gitmişti. Hanımefendi, bana hangi kabileye ait olduğunuzu söyleyin bakalım.” lafını bitirip ileri adımlamış ve Güz Yaprağı’nın yüzüne dokunmaya yeltenmişti ancak Güz Yaprağı anında herife bir tekme geçirmişti.

 

Bang!

 

Öfkeyle savrulan bu tekme Cesurkabuk’un göğsüne saplanmıştı. Ayrıca tekme herifin göğsündeki süslemeleri paramparça etmekle kalmamış, herifi de yere yığmıştı.

 

“Hadsiz!”

 

“Clang!”

 

Karadağ korumaları anında öfke dolu kükremeler savurup kılıçlarına davranmaya koyuldu.

 

Cesurkabuk çabucak ayağa kalkmıştı. Dudaklarından sızan kanları sildikten sonra korumalarını durdurdu. Korumaların çoğu Cesurkabuk’un ne kadar vahşi ve psikopat olabileceğini yakından biliyorlardı.

 

“Her şey bitti.”

 

“Güzelliğin başı belada.”

 

Korumalar Cesurkabuk’un o esnada öfkeden çılgına döndüğünü ancak öfkesini bastırdığını biliyordu ki bu da aslen… Herifin düşündüğü anlamına geliyordu! Öfkesini nasıl saçacağını düşünüyordu!

 

Cesurkabuk ayağa kalkmıştı. Gözleri kısılmış, oracıkta zehirli bir yılan gibi dikilmeye başlamıştı. Yavaşça konuştu: “ağır bir tekmeydi. Nereden geldiğinizi söyleyebilir misiniz? Büyük bir kabile mi, yoksa heybetli Ji Klanı mı?”

 

“Güzelce bak bakayım.” Mowu soğuk ifadesiyle öne atılıp, elindeki amblemi göstermişti.

 

Amblemde tek bir kelime yazıyordu: Ji!

 

“Ji!”

 

Korumaların çoğu şaşkına dönmüştü. Suratı solan Cesurkabuk’a bakıyorlardı. Herif anında korkuya kapılıp yere kapaklanmıştı: “Yanlışlıkla size sorun çıkaracağımı düşünmemiştim. Lütfen beni bağışlayın.”

 

Mowu’nun gözlerinde biraz da olsa acıyan bir ifade vardı zira genç efendisinin bu tarz adamlardan tiksindiğini çok iyi biliyordu!

 

Güz Yaprağı da Cesurkabuk’a soğuk bir bakış atmıştı. Cesurkabuk geçmişte o genç kadının ölümüne sebep olup ailesini katlettiği hikâyeyi anlattığı andan itibaren Güz Yaprağı ondan nefret etmeye başlamıştı. Çünkü bizzat kendi kabilesi de yerle bir edilmiş, kadın köle olarak satılmıştı.

 

Ji Ning, Cesurkabuk’a bir bakış attı. Çoktan herifi öldürmeye karar vermişti!

 

Hiç yoktan bir sebep için bir kabileyi mi yok etmişti? Ning kabiledeki çocukların ve kadınların acı dolu ölümlerini ya da köle olarak satıldıklarını düşününce öfkeden deliye dönmüştü! Her ne kadar bu bölgede birçok kötü insan yaşıyor ve Ning hepsine müdahale edemiyor olsa da onlardan biriyle karşılaşınca öfkesini bastırmaya yeltenmiyordu!

 

“Hahaha…” suratı solan Cesurkabuk aniden gülmeye başlamıştı: “Görünüşe göre üçünüz de beni öldürmeyi istiyorsunuz. Gerçekten size kibirli mi desem yoksa salak mı desem bilemiyorum!”

 

“Oh?” Ning hafiften kaşlarını çattı.

 

Cesurkabuk gülmeye devam ediyordu: “Ji Klanı’na aitseniz ne olmuş yani? Ji Klanı’nın Beş Vilayeti’nden bu topraklara adım atan kaç genç efendi var sanıyorsunuz? Peki ya bunların kaçı öldü biliyor musunuz? Acaba Ji Klanı üyelerinin yaratıklar tarafından mı yoksa diğer kabileler tarafından mı öldürüldüğünü nasıl anlayacak?”

 

“Yüksek rütbeli biri olsan bile bu bölgede, üç kişisiniz. Yani beni öldürmek istiyorsanız bunu çaktırmamanız lazımdı… Kitapların dediği gibi ‘Uzaktaki su, yakındaki çoraklığı gideremez’. Rütbeniz ne olursa olsun, sizi kimse kurtaramaz.” Cesurkabuk iç geçirdi: “Hala üç yıl önce, Ji Klanı’ndan bir kadının tadına baktığımı hatırlıyorum. Kadının cildi gerçekten muazzamdı. Hizmetçilerim de onunla ‘ilgilenmiş’ti, ardından onu yaratıklara yem olsun diye salladık gitti!”

 

“Artık anlayabildiniz mi?” Cesurkabuk’un gözleri parıldıyordu: “Rütbe gücü temsil etmiyor. Bu bölgede, kararı ben veririm!”

 

“Millet.”

 

Cesurkabuk başını kaldırıp, konuştu: “Başlayın. İki adamı öldürüp, kadını bana getirin! İlk önce tadına ben bakacağım, sonra da sıra size gelecek!”

 

“Wooo!”

 

“Gebertin!”

 

“Haha, hadi başlayalım!”

 

Cesurkabuk’un korumaları kılıçlarını ve sabrelerini çekerek ileri atılmıştı. Büyük kabilelerin yüksek seviyeli üyeleri en çok kendi hizmetçilerine ve kölelerine güveniyordu. İster Ji Lee isterse Ji Yichuan olsun, hepsinin güvendiği hizmetçiler ve köleler vardı. Bu kişiler sorgulamaksızın söylenenleri yapan kimselerdi.

 

Cesurkabuk’un emri altında, hizmet vermek adına doğmuş bu korumaların ileriye atılmaktan başka çaresi yoktu!

 

“Ne cürret!” aniden, yıldırım edasıyla bir ses dalgalandı.

 

Gökyüzünde, devasa bir kulun üstünde oturan birisi vardı. Figür uzun kılıcını çekip ileriye savurmuştu. Göz açıp kapayıncaya dek kılıç enerjisi dört bir yanı kaplamış, birbiri ardına yağan kılıç enerjileri korumaların vücutlarını ortadan ikiye ayırarak mekânı kan gölüne çevirmişti.

 

“Aaaaah!” “Olamazzz!” “Aaaaah!”

 

Çeşit çeşit acı dolu çığlıklar yayılıyor olsa da çok geçmeden mekâna sessizlik hakim olmuştu.

 

Vahşice kükreyen yüzü aşkın korumaların hepsi yere yığılmıştı. Bazılarının göğüslerinde derin kesikler, bazılarının da vücutlarında delikler vardı. Toprak kana doymuştu. Adamların vücutlarına bakmak bile cesaret istiyordu! Metaltaşı Kabilesi üyeleri ne diyeceklerini bile bilmiyorlardı!

 

“Ama…Ama…Ama…” Cesurkabuk her şeyin kendi kontrolü altında olduğunu düşünüyordu ancak şimdi, suratı solmuştu. Oracıkta salak salak dikiliyor, ölen hizmetçilerine bakıyordu. Ardından bakışlarını gökyüzünde süzülen kuşa çevirip söylendi: “Xian…Xiantian…”

 

Metaltaşı Kabilesi’ndeki insanlar gökyüzüne bakmaya koyuldu. Bazıları şaşkına dönmüş, bazıları şoke olmuş ve bazı kadınlar da ne olduğunu anlayamamıştı.

 

Ning, Güz Yaprağı ve Mowu da meseleye birer bakış fırlatmıştı.

 

Swoosh!

 

Kuşun üstündeki adam atlayarak yere indi.

 

“Genç efendi.” Herif Ning’e doğru saygıyla eğilmişti.

 

Bu manzara Metaltaşı Kabilesi’ndekileri ve Cesurkabuk’u şaşkına çevirmişti. Bunun sebebi, daha demin ortaya çıkan kılıç ışıklarından dolayı bu adamın Xiantian yaşam formu olduğunu anlamış olmalarıydı! Xiantian yaşam formları, hangi kabilede olursa olsun akılalmaz pozisyonlara sahip kişilerdi. Ji Klanı’nda bile bu tür insanlar merkez üyeler arasında yer alıyordu!

 

Genel bağlamda, Ji Klanı’na ait gençler dışarıya çıktılarında karşılaştıkları Xiantian yaşam formlarına saygıyla selam veriyorlardı ancak bu Xiantian yaşam formu olayın tam tersini yapmıştı.

 

“Beni bağışlayın.” Cesurkabuk anında ileri atılmış, Ning’in önünde diz çökerek yalvarmaya başlamıştı, “Heybetli genç efendi, demin söylediğim saçmalıkları lütfen unutun. Aslında hayatım boyunca öyle şeyler yapmadım! Üstelik, küçük kabilelerden kürk topladığım seferlerden birinde büyülü bir hazineye denk gelmiştim. Kesinlikle büyülü bir hazineydi! Ne tür bir büyülü hazine olduğunu bilmiyorum ancak beni bağışlarsanız onu size vere….”

 

Lafını bitirmeden…

 

Hu.

 

Cesurkabuk anında kendini Ning’e fırlatmış ve genç adamın boğazına atılmıştı. Böyle kısa bir mesafede… Normal koşullarda Houtian ustaları bile saldırıyı savuşturabilecek fırsatı bulamazlardı.

 

“Hmph!” elini sıradan bir şekilde havaya savuran Ning, hamlesini daha sonra yapmış olsa da herif ona ulaşmadan Cesurkabuk’un kafatasını delip geçmişti. Cesurkabuk’un vücudu titremiş ve burnundan, kulaklarından akan kanlarla birlikte herif yere yığılmıştı.

 

“Uyanık herif.” dedi Ning.

 

Cesurkabuk gerçekten kurnaz, acımasız, psikopat ve her şeyi yapmayı göze alabilecek kadar manyak biriydi. Xiantian yaşam formuyla başa çıkamayacağını bilse bile, büyülü hazineyi ortaya atarak dikkatleri çekmeye çalışmış ve Ning’e doğru atılmıştı. Ning’i tutsak olarak alabildiği takdirde bir kurtuluş şansına da erişebilecekti.

 

Ne yazık ki….

 

Ning, Yabaniyaratıklar’ı bile kolayca öldürebilecek biriydi.

 

“Demek o da korumaların tarafındaymış.” Xiantian yaşam formu gülümsedi. “Korumalar zırh giyiyordu, bu herifin kürklere büründüğünü gördüğümden… Durumu anlamamıştım.”

 

“Yardımın için teşekkür ederim, Üstat Öğrenci Kardeşim.” dedi Ning.

 

Önündeki adam babası Ji Yichuan’ın dokuz ana öğrencisinden biriydi. Adı Wanfang olan bu herif Xiantian Alemi’ne henüz adım atmıştı. Batı Vilayeti’ndeki Ji Klanı’nda pozisyonu yüksekti ancak şu an sahip olduğu güçle, siyah zırhlı binicileri komuta edecek yetkiye ulaşması mümkün değildi. Öte yandan Vilayet Lordu’nun varisi olan Ning’in pozisyonu akılalmaz bir sevideydi.

 

“Eğer hamleyi siz yapsaydınız genç efendi, meseleyi daha kolay halledebilirdiniz.” Wanfang uzun kılıcını kınına sokup gülümsemişti: “Neyse, buraya önemli bir sebepten geldim.”

 

“Önemli bir sebep mi?” Ning’in suratı değişti. Ayda bir Batı Vilayeti’yle iletişim kuruyordu. Ona haber vermeye gelen adam, kendi üstat öğrenci kardeşiydi. Yani meselenin ne kadar önemli olduğu açıkça görülebiliyordu.

 

“İçeride konuşalım.” dedi Ning.

 

Ning hala şaşkınlıklarından uyanamamış kabile üyelerine bakmaya koyuldu: “Cesetlerden kurtulun. Karadağ Kabilesi içinse… Çok geçmeden üstat öğrenci kardeşime Karadağ Kabilesi’ne gitmesi için istekle bulunacağım. Endişelenmenizi gerektiren bir durum yok.”

 

“Teşekkür ederiz, genç efendi!”

 

Yarı kel üstat ve diğerleri anında diz çökmüştü. Ning’in akılalmaz bir pozisyona sahip olduğunu daha demin öğrenmişlerdi. Xiantian yaşam formunun onu saygıyla selamladığını düşününce… Böyle bir insanın önünde Karadağ Kabilesi’nin lideri bile diz çökmek zorundaydı!

 

Ning ve Wangfang odaya girdikten sonra kapıyı kapatmışlardı.

 

“Çabuk.”

 

“Çabuk, temizleyin.”

 

Metaltaşı Kabilesi yerde yatan cesetleri görür görmez kanı kaynayan insanlarla doluşmuştu. İnsanlar hem gergin hem de heyecan doluydu. Normalde, Karadağ Kabilesi’ne boyun eğmek zorundalardı ancak şimdiyse Karadağ kabilesine ait korumalar yerde ölü vaziyette yatıyorlardı.

 

“Demek sonun böyle olacakmış.” soğuk, tek kollu adam Cesurkabuk’un cesedine öfke ve nefret dolu bir tekme savurmuştu.

 

———————

 

Odanın içinde…

 

Yalnızca Ning ve Wangfang vardı…

 

“Üstat Öğrenci Kardeşim, ne oldu?” diye sordu Ning. “Neden buraya geldin?”

 

“Yabaniyaratık, Yılankanadı’ndan dolayı!” Wanfang’ın suratında ciddi bir ifade vardı.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44346 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr