Bölüm: 3: Doğum

avatar
8389 105

Desolate Era - Bölüm: 3: Doğum



Bölüm 3: Doğum

 


 Ji Ning gözlerini açtığında, ufak bedeninin bembeyaz kürklere bürünmüş devasa bir figür tarafından tutulduğunu görmüştü. Tabii herifin neden ona “devasa” göründüğünü çoktan biliyordu, zira kendisi ufacık bir bebeğin bedeninde gözlerini açmıştı.

 


“Çıkabilirsin.” diye söylendi adam.

 


“Emredersiniz!” üç hizmetçi de saygıyla cevaplamıştı.

 


Kollarında Ji Ning’i tutan bu adam yeni doğan çocuğun babası olmalıydı. Her ne kadar kısa zaman önce bir oğul sahibi olduysa da adamın suratındaki ifade soğuk buz parçalarını andırıyordu. Hizmetçiler normal hayvan kürkleriyle kuşanmışken bahsi geçen bu adam muazzam bir kürk giyiyordu. Açıkça seçilebildiği üzere hizmetçilerin sahip olduğu kürkler adamınkilerden daha düz ve basitti.

 


Ji Ning’in gözlerini açtığı oda pek de fiyakalı sayılmazdı. Duvarlar, kıyafet dolapları, yatak ve hatta oturaklar bile mermerden yapılmıştı. Yine de eşyaların üzerinde yer alan işlemeler kadim yazıtları andırdığından etrafa asil bir görüntü saçıyordu. Yatağın üstü beş-altı metre uzunluğa sahip devasa yaratık kürkleriyle donatılmış, kürklerin uçları yerlere kadar uzanmıştı. Tek bir bakışta bu kürklerin akılalmaz derecede kaliteli ve pahalı olduğu seçilebiliyordu. Ayrıca yatakta, kürklerin üstüne uzanmış, suratı kıpkırmızı kesilen genç bir kadın yatıyordu.

 


“Sandalyeler ve hatta dolaplar bile mermerden oyulmuş. Muhtemelen odanın bütün hatları da mermer kullanılarak yapılmıştır. Babam ve diğer üç kadın hayvan kürkleri giydiğine göre gözlerimi açtığım bu dünyanın medeniyet bakımından pek de gelişmemiş olduğunu söyleyebilirim.” diye düşündü Ji Ning.

 


"Oğlum.” adam ellerinde kendi oğlunu tutuyor olsa da suratı kaskatıydı. Soğuk buz parçalarını andıran ifadesinde, yaşanan gelişmelere rağmen herhangi bir gülümseme belirmemişti. Yine de gözleri surat ifadesine ihanet etmeden yapamamıştı.

 


Ji Ning bir anda vücuduna giren soğuk enerjiyi fark edince şaşırmıştı. Bahsi geçen bu his, oldukça rahatlık verici bir fenomeni andırıyordu; ancak hissiyatı pek de fazla sürmemişti.

 


“Yichuan, oğlum nasıl?” diye aceleyle sordu yatakta yatan kadın.

 


“Düşündüğümüz gibi, ortalama bir vücuda sahip.” Ji Yichuan nazikçe cevapladı.

 


Yatakta yatan kadının göz pınarları akmaya başlamıştı: “Bana verir misin?”

 


Adam kollarındaki çocuğu kadına doğru götürmeye başladı.

 


“Uslu dur.” bebeğe bakan genç kadının gözleri sevginin derin ışıltılarıyla parıldıyordu. “Yichuan, çocuğumuz ana karnında yaralanmıştı. Her ne kadar getirdiğin doğal hazineleri yemiş olsa da bu yalnızca yarasının bir kısmını iyileştirmeyi başardı. Çocuğumuza iyi birer anne baba olamadık.”

 


Ana karnında mı yaralanmıştı?

 


Doğal hazineler mi yemişti?

 


Görünüşe göre Ji Ning’in bu dünyadaki ailesi normal insanlar değildi

 


…..

 


Her ne kadar doğum yapmasının üstünden çok geçmemiş olsa da genç kadın kolayca yataktan kalkmayı başarmıştı. Güzel figürüne bembeyaz kürkler eşlik ediyor, odasından çıkarken eşinin kollarından yardım alarak yürümeye devam ediyordu.

 


“Temizleyebilirsiniz.” Ji Ning’in babası Ji Yichuan, hizmetçilere söyledi.

 


“Emredersiniz!” hizmetçiler her zaman olduğu gibi saygıyla cevaplamıştı.

 


Kapının dışında; koridorda onları büyük, bembeyaz bir köpek bekliyordu. Köpeğin uzun kürkü pamuk kadar yumuşak ve zarifti. Ji Ning’e bakan gözleri heyecanın ve sevginin ışıltısını beraberinde getiriyordu.

 


Odanın hemen dışında yer alan geniş avludaysa devasa boyutlara sahip, bir ileri bir geri giden simsiyah bir piton seçilebiliyordu. Pitonun uzun vücudu dolanmış ve baş uzunluğu ile normal bir pitonun birkaç düzine katına ulaşmıştı. Vücudu simsiyah, kalp titreten pullarla çevriliydi. Gelenleri gören piton başını hafifçe alçaltmış ve onlara yaklaşmaya koyulmuştu.

 


“Ulu Tanrım!” Ji Ning bir hayli korkmuştu. Daha önce gördüğü beyaz köpeği kabullenebilirdi, sonuçta önceki hayatında bir sürü köpekle karşılaşmıştı. Ayrıca beyaz köpek geldiği dünyada yaşayan köpeklerden biraz daha büyüktü o kadar. Lakin, bu devasa boyutlara sahip yaratık da neyin nesiydi böyle? Ciddi ciddi buna bir yılan demek mantıklı olur muydu?

 


Uzun vücudunu halkalar halinde dolayan devasa yılan yalnızca başını kaldırdığında bile birkaç düzine katı yüksekliğe ulaşabiliyordu. Yılanın vücudu yaklaşık iki yüz ya da üç yüz metre civarlarında olmalıydı. Böyle devasa bir yaratığın ailesine ait bir avluda olması Ji Ning’i bir hayli şaşırmıştı.

 


“Oğlum.” Ji Yichuan oğlunun duygularına pek dikkat etmiyordu, ya da bu dünyada insanlar bu tarz şeylere alışkın olduğu için yaşananları pek garipsemiyordu. Ji Yichuan eliyle önlerinde duran beyaz köpeği işaret etti: “Bu senin Beyaz Amcan. Kendisi babana uzun yıllar boyunca arkadaşlık yapmış ve hatta hayatını kurtarmıştır. Bana nasıl davranıyorsan ona da öyle davranacaksın.”

 


Beyaz kürklü köpek sevgi dolu gözlerle Ji Ning’e bakıyordu. Ji Ning ona bakan bu göz çiftinin barındırdığı sevgiyi derinden hissetmişti.

 


Lakin…

 


Bir köpeğe “Beyaz Amca” mı diyecekti?

 


“Yichuan, yeni doğmuş çocuk böyle şeylerden anlar mı hiç? Niye ona bunları anlatıyorsun ki?” Kollarında bebeği taşıyan genç kadın söylendi.

 


“Anlamıyor olsa da bu onun Küçük Beyaz’la ilk karşılaşması.” Ji Yichuan başını kaldırmış, devasa pitona bir bakış atmıştı: “Siyah Kardeş!”

 


Hiss…

 


Ülkeleri bile dehşete düşürecek bir büyüklüğe sahip simsiyah yılanın vücudu bir anda siyah bulut parçacıklarına dönüşmüş ve bulut parçacıkları da çok geçmeden siyah saçlı, orta yaşlı bir adam haline bürünmüştü. Siyah saçlı adam bebeğe doğru gülümsedi: “Yichuan, potansiyelini gördüğümde seni takip etmeyi kabul etmiştim, ancak göz açıp kapayıncaya kadar bir oğlun olacağı aklıma gelmemişti. Evlat, sakın korkayım deme. Ben senin Siyah Amcanım!”

 


“Dışarı çıkalım.” Ji Yichuan söylendi: “Büyükbabam ve diğerleri bizi bekliyordur. Siyah Kardeş, normal haline geri dönmen senin için daha iyi olur. İnsan formundayken rahat edemediğini biliyorum.”

 


Hiss…

 


Siyah saçlı adam başıyla onaylamış ve tekrar siyah bulut parçacıklarına dönüşerek eski devasa piton formuna bürünmüştü. Heybetli piton, sürünerek dışarıya doğru ilerlemeye koyuldu. Akılalmaz boyutlara sahip bedeni şaşırtıcı bir şekilde oldukça hızlı ilerliyordu. Kolayca duvarları aşmış ve gözden kaybolmuştu.

 


Ji Ning, yaşananlar karşısında şaşırmadan edememişti.

 


Her ne kadar gördüğü manzaralar bu dünyanın insanları için normal olsa da dünyadan gelen bir adam olan Ji Ning için bu yaşananlar kabul edilmesi kolay şeyler değildi. Sonuçta, yaşadığı dünyada iki yüz ile üç yüz metre civarında bir vücuda sahip, simsiyah yılanlara rastlamak mümkün değildi. Şimdiyse böyle bir yaratıkla karşılaşmış ve bir de ona “Siyah Amca” demek durumunda mı kalmıştı?

 


YARATIK!

 


“Yoksa o gördüğüm beyaz köpek de mi bir yaratık” Ji Ning gitgide bulunduğu dünyanın gizemlerinde kayboluyordu.

 


Karı-koca çocuklarıyla birlikte koridorda ilerlemeye koyulmuşken beyaz köpek de onlara eşlik ediyordu. Koridorun sonuna ulaştıklarında, bahçeye açılan geniş bir taş yolla karşılaşmışlardı. Kolayca seçilebilen bahçenin her yeri karla kaplanmıştı. Oracıkta dikilen ve sayıları hiç de az görünmeyen siyah zırhlı korumaların ortasında birkaç düzine insan bekliyordu. Bahsi geçen bu insanların çoğu garip yaratıklara, zehirli hayvanlara ve uçan varlıklara sahipti.

 


Ji Ning bu manzarayla karşılaşınca durumu hemen kavramıştı. Bu dünyada yalnızca babası değil, diğer insanlar da garip yaratıklar yetiştiriyordu. Yani bir yaratık evcilleştirmek gayet yaygın bir hareketti.

 


“Görünüşe göre gelecekte yaratıklarla arkadaş olmaya alışmam gerekecek.” diye düşündü Ji Ning. Farklı bir dünyadan gelmiş olsa da karşılaştığı bu görüntüye ayak uydurması gerektiğini biliyordu. Ayrıca gördüğü bu insanların çoğu vahşi kaplanları ve panterleri andırıyordu. Neredeyse hepsi muazzam hayvan kürklerine bürünmüştü. Kalabalığın içinde, ipek ya da kumaş kıyafetler giyen yalnızca üç kadın vardı.

 


Bu durum ister istemez Ji Ning’in dikkatini çekmişti.

 


Anladığı kadarıyla, bu dünyada herkes hayvan kürkü giymiyordu. İpek ve kumaştan dikilme kıyafetler de yok değildi. Kadınların kalabalığın içindeki konumlarına bakılırsa, normal insanlar oldukları anlaşılabiliyordu. Yani giydikleri ipek ya da kumaş elbiselerin de üstün kalitede olması pek de mümkün sayılmazdı.

 


Önde dikilen gümüş saçlı yaşlı adam ileri atıldı: “Gel bakalım Yichuan. Çocuğu kucağıma ver.”

 


“Büyükbaba.” Ji Yichuan başıyla onaylamış ve ardından bebeği eşinin kollarından aldığı gibi yaşlı adama uzatmıştı.

 


“Çocuk gerçekten de muazzam bir güzelliğe sahip.” Gümüş saçlı yaşlı adamın suratında keyifli bir ifade vardı. Bir ağız dolusu övgüyü savurmadan edemedi: “Yichuan, artık bir oğlun olduğuna göre endişelenmeme gerek kalmadı. Seksen yıldır bu vilayetin liderliğini yapıyorum. Klanımızın kurallarına göre, şahıslar yüz yıldan daha fazla Vilayet Lordu makamını ellerinde tutamaz. Yerime geçip Ji Klanımızın Batı vilayetini devralmanı istiyordum, ancak sen bunun yerine ölümsüzlük yolunda yürümeyi tercih etmiştin. Artık bir oğlun olduğuna göre, gelecekte kendisi Vilayet Lordu olabilir.”

 


Bir sonraki Vilayet Lordu olmak mı?

 


Ji Ning şaşırmıştı. Görünüşe göre klandaki konumu gayet yüksekti ve doğduğu klan da öyle normal bir klana benzemiyordu. Gördüğü o sadık kadın hizmetçiler ve bir an için bile hareket etmeden oracıkta dikilen siyah zırhlara kuşanmış korumalar bunun bir göstergesiydi.

 


“Büyük Kardeş!” bir anda öfke dolu bir ses duyuldu.

 


Vilayet Lordu’nun önünde kim bu denli bir saygısızlık yapmayı göze alabilirdi?

 


Ji Ning bakışlarını sesin geldiği yöne çevirdi. Gördüğü manzarada kızıl saçlı yaşlı bir adam yer alıyordu. Herifin sağ kulağında dikkat çeken kızıl bir küpe vardı. Durun bir saniye, bu kızıl bir küpe değil parmak büyüklüğünde kızıl bir yılandı. Ciddi ciddi bu herif kulağına bir yılan mı takmıştı?

 


Kulağında kızıl bir yılan bulunduran yaşlı adam ileri atılıp söylendi: “Vilayet Lordu’nun kim olacağı öyle kolayca verilebilecek bir karar olamaz. Ayrıca, bu ufaklığın ileride ne tür bir güce sahip olacağını hanginiz bilebilir ki?”

 


“Yichuan’ın oğlu doğal olarak…” gümüş saçlı yaşlı adam meseleye gayet inanıyordu. Bu esnada Ji Ning’in vücudunda garip bir ısı dalgası belirmiş ve bahsi geçen ısı dalgası hemen kaybolmuştu.

 


“Yichiuan!” diye kükredi gümüş saçlı yaşlı adam, gurur duyduğu oğluna şaşkınlık dolu gözlerle baka kalmıştı.

 


Doğru ya, yaşlı adam nasıl olur da şoke olmazdı?

 


Burada “Yağmur Damlası Kılıcı” olarak dört bir yana nam salmış olan Ji Yichuan’ın oğlundan bahsediliyordu. Olağanüstü Yağmur Damlası Kılıcı tek başına binlerce yaratığı katledebilen ve dağlara meydan okuyabilen bir kahramandı. Ji Klanı’nın kontrolünde olan Batı vilayetinde onun adını duymayan tek bir kişi bile kalmamıştı. Aslen, birçok insan Vilayet Lordu’ndan çok bu heybetli figürü tanıyordu.

 


Ana karnındaki bebek kadim hazinelerle beslendiği sürece en iyi temele sahip olacaktı.

 


“Büyük Kardeş.” diye kükredi yılanlı üstat. “Görünüşe gör Yichuan’ın oğlu ortalamayı bile geçemiyor. Nasıl olur da bizim gibi sayısız kabileyi yöneten Ji Klanı, böylesine zayıf bir çocuğu Vilayet Lordu olarak seçebilir? Söylesene bana, kaç kişi zayıf bir lorda boyun eğer?”

 


“Vilayet Lordu. Bu ufak çocuk varis olmaya uygun görünmüyor.”

 


“Böylesine önemli bir pozisyonu öyle kolay kolay devredemeyiz.”

 


Ji Klanı’nın Batı Vilayetine ait olan birkaç düzine insan konuşmaya koyuldu.

 


“Kapayın çenenizi!” Ji Yichuan’ın kaşları çatılmıştı. Soğuk bakışlarıyla mekânı süzdükten sonra klan üyelerinden çıt çıkmamaya başladı.

 


Yine de yılanlı üstat öfkeyle araya girmişti: “Nasıl bir kişilik ama! Burası Ji Klanı’nın Batı Vilayeti! Ne yani, tek bir kelime bile edemeyecek miyiz? Sen, Vilayet Lordu’nun oğlu olan sen… Eğer sahip olduğun çocuk gerekli yeteneklere sahip olsaydı, doğal olarak bulunduğun pozisyonu bildiğimizden onun varis olmasına sesimizi çıkarmazdık ancak oğlun ortalamanın bile üstüne çıkabilecekmiş gibi görünmüyor. Buna rağmen sen, hala daha çocuğunun Vilayet Lordu olmasını mı istiyorsun? Batı Vilayetinin egemenliği altında olan sayısız kabile binlerce savaşa girip dağ eteklerinde gizlenen heybetli yaratıklarla mücadele ediyor. Nasıl olur da zayıf bir Vilayet Lordu’na boyun eğebilirler? O kabileleri nasıl yönetecek? Eğer Vilayet Lordu etrafa ün salmış bir usta olmazsa bizler nasıl olur da kadim yaratıklarla savaşıp kabilelerle mücadele edebiliriz?”

 


“Doğal olarak dağlarda gizlenen heybetli yaratıkları bizzat öldüreceğim!” Ji Yichuan’ın sesi adeta bir buz parçası edasıyla havaya yayılmıştı.

 


“Gerçekten söyledikleri gibisin, Ji Yichuan. Demek tek başına dağlarda ve göllerde saklanan heybetli yaratıkları öldüreceksin? O zaman bendeniz Ji Lee, sana şunu söyleyeceğim: Eğer gidip yüz tane heybetli yaratık öldürebilirsen o zaman oğlunun Vilayet Lordu olmasına tek bir kelime bile etmeyeceğim.” yılanlı üstat bu sözlerin ardından gülümsedi.

 


Ji Yichuan ona keskin bir bakış atmıştı.

 


Heybetli yaratıkların her biri kurnaz ve aynı derecede güçlü varlıklardı. Nasıl olur da bu canlılar kolayca öldürülebilirdi? On tanesini öldürmek bile bir mucize olarak görülürken yüz tanesini hangi insan öldürebilirdi?

 


“Yeter. Daha yeni doğmuş çocuğun yanında bunları konuşmayalım.” gümüş saçlı üstat onlara bakarak söylendi: “Bu gece, Kar Tanesi Salonu’nda bir kutlama yapacağız. Dağılabilirsiniz.”

 


“Tamamdır.”

 


Yılanlı üstat cevabını yüksek sesle vermiş ve hemen birkaç düzine insanı alarak mekanı terk etmişti.

 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44421 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr