Bölüm: 2: Reenkarnasyon

avatar
8731 107

Desolate Era - Bölüm: 2: Reenkarnasyon



Bölüm 2: Reenkarnasyon


 

“Saray Lordu’nun emirleri üzerine sana Sarı Kaplıcalar’a kadar eşlik etmeye geldim kardeşim.” mor giysilerle havada süzülen bu kadın, bir yandan da Ji Ning’in elini tutuyordu. Ji Ning ise etrafa boş gözlerle bakıyordu.


 

Daha demin Saray Lordu’nun karşısındayken kendini bir anda havada süzülürken bulmuştu. “Sormaya çekiniyorum ancak bu Saray Lordu tam olarak kim oluyor?” diye sordu Ji Ning ve konuşmaya devam etti: “Duyduklarıma göre reenkarne olmadan önce geçmiş hayatımı yargılayacak Ölümün Yargıçları’ndan biriyle görüşmem gerekmiyor muydu?” diyerek lafını bitirdi.


 

“Çoktan onlardan biriyle görüşmedin mi zaten?” diye cevapladı kadın ve lafını bitirir bitirmez gülmeye başladı. “Ölümün ve Yaşamın Kitabı’nı elinde bulundurduğundan dolayı tabii ki de Saray Lordu Ölümün Yargıçları’nın en başındaki isimdir! Seninle görüşmeye bizzat geldiğine göre başka bir yargıçla görüşmene gerek yok.”


 

Ölüler Diyarında, en yüksek otoriteye sahip olanlar On Geçidin Yamaları nam-ı diğer Cehennemin Kralları’ydı. Onların hemen altındaysa Ölümün İlk Yargıcı bulunuyordu yani Saray Lordu “Cui Jue”.

 


Ünü Üç Büyük Alemi sallayalı uzun zamanlar geçmişti.


 

Ölümlüler Diyarı içerdiği üç bin büyük dünya ve trilyonlarca küçük dünyayla birlikte devasa boyutlara ulaşıyordu. Yaşayan her canlı, hayata gözlerini açmadan önce yargıçlar tarafından sorgulanıyordu. Ne büyük bir işti bu! Bu sebeple, Ölüler Diyarında trilyonlarca yargıç bulunuyordu. Ancak Cui Jue bu yargıçların en üstünde bulunan İlk Yargıçtı! Gücü neredeyse Cehennemin Kralları’na kafa tutabilecek düzeydeydi.

 


“Bak, Sarı Kaplıcalar’a giden yol.” dedi kadın parmağını önlerindeki geniş yola doğru uzatarak. “Eğer bu yolu takip edersen kısa bir sürede Kederin Köprüsü’ne ulaşabilirsin. Bu köprüyü geçtikten sonra Büyükanne Meng’in iksirini içecek ve yeniden doğacaksın.”

 


“Haydi, git.” diyerek sözünü bitiren kadın sağ elini nazikçe havaya doğru savurdu.

 


Önlerinde sayısız hayaletin olduğu bu yola doğru etrafından yayılan altın rengi ışık hüzmesiyle birlikte hareket eden Ji Ning, sıranın en önüne geçmeyi başarmıştı. Sıranın yanlarında bulunan minotor askerler ise mor giysili kadını gördükten sonra tek bir kelime bile etmeye cesaret edememişlerdi.



…………

 


Sarı Kaplıcalar’a giden yol neredeyse tamamen sisle kaplıydı. Sayısız ruh bu yolu takip ederken Ji Ning’de bu grubun içerisindeydi.

 


“O da ne?” şaşkınlıkla kendi kendine söylendi Ji Ning. Önündeki sis tabakası oldukça kalındı. Bu tabakaya giren ruhlardan hepsi kayboluyor ve geri dönen olmuyordu.

 


“Devam edin. Önünüzdeki yer Kederin Köprüsü’dür.” dedi yakınlardaki minotor askerlerden birisi. Bunu duyunca başıyla onaylayan Ji Ning, tereddüte düşmeden kalın sis tabakasına doğru yürümeye başladı. Sis tabakasına girdikten sonra etrafındaki her şeyin yavaş yavaş değişmeye başladığını hissetti.

 


“Neredeyim?” Ji Ning etrafına boş gözlerle bakarken kendi kendine sordu. Önünde ufak, rüzgârlı bir yol uzanıyordu. Zor da olsa hayalet formunda birkaç siluet görülebiliyordu. Bu ufak yolun ilerisindeyse hiddetle akan bir nehir uzanıyordu.

 


“Kederin Köprüsü’ne gelmiş olmalıyım.” dedi ve ilerlemeye başladı. “Ne garip! Demin gördüğüm kadarıyla buraya sayısız hayalet girmişti. Nasıl olur da şimdi etrafa baktığımda sadece bir düzinesini görebiliyorum?” kendi kendine sorular soran Ji Ning oldukça rahatsız görünüyordu.

 


Ancak burada, Kederin Köprüsü’nde zamanın dışarıda olandan daha farklı ilerlediğini nereden bilebilirdi ki? Eskilerin dediği gibi: “Gökler’de geçen bir gün Ölümlüler Diyarı’nda geçen bir yıla denktir.” Kederin Köprüsü’nde ise bahsedilen bu zaman normalden defalarca kat daha hızlı bir şekilde akıyordu. Ölüler Diyarı’nda bir gün geçtiğinde Kederin Köprüsü’nde sayısız yıl geçiyordu!

 


“Ah! Ah!”

 


“Üzgünüm!”

 


Ji Ning köprüye doğru yürürken karşı taraftaki manzarayı görünce duraksadı. Gördüğü şey kan dolu bir havuzdu. Havuzun içinden çıkan zehirli böcekler, zehirli yılanlar ve vahşi köpekler yakınlarındaki insanlara acımasız bir şekilde saldırıyordu. Çoğu hayalet bu havuzu direkt geçebilse de bazıları vahşi saldırılara yem oluyor ve havuzun derinliklerine çekiliyordu. Havuza çekilen bu insanların geçmiş hayatlarında sayısız günah işlediği net bir şekilde ortadaydı.

 


“Eğer bugün olacakları bilseydiniz, geçmişte de böyle davranır mıydınız?” diyerek başını iki yana salladı Ji Ning ve diğer tarafa bakarak “Muhteşem.” dedi. Anılar Nehri’nin yanında inanılmaz güzellikte bir sürü çiçek vardı. Köprünün hemen yanındaysa etrafa ışık hüzmeleri saçan ve değerli olduğu her halinden belli olan bir mücevher duruyordu. Mücevherin saçtığı ışık hüzmeleri havada belli belirsiz görüntüler oluşturuyordu. Bu mücevher eskilerin bahsettiği; geçmiş hayatı, şu anki hayatı ve gelecek hayatı simgeleyen efsanevi “Üç Hayatın Mücevheri”ydi.

 


Mücevherden biraz uzakta ise taş bir sedir görülebiliyordu. İşte bu sedir de efsanelerde “Evi Gözeten Sedir” olarak geçen yapıydı. Ruhlar bu sediri geçtikten sonra Büyükanne Meng’in olduğu yere varıyorlardı.

 


Büyükanne Meng gayet normal görünüşlü, yaşlı bir nineydi. Elinde su dolu bir kase tutuyor ve yanına gelen her ruha bu kaseden bir ağız dolusu su içiriyordu. Suyu içen ruhlar aradan çok zaman geçmeden bir nevi trans haline giriyor ve bilinçsiz bir şekilde Büyükanne Meng’in arkasında bulunan altı tünelden birine doğru yürüyorlardı.

 


“Deva, Asura, Ölümlü, Hayvan, Preta Hayaleti, Cehennem...” dedi Ji Ning önündeki tünelleri gördükten sonra.

 


“İçmeyeceğim, içmeyeceğim, unutmak istemiyorum, unutmak istemiyo…”

Hayaletlerin birçoğu mücadele etmeye çalışmıştı. Ne yazık ki ne kadar çaba gösterseler de gözle görülmeyen bir gücün etkisiyle ileriye doğru yürümeye zorlanıyorlardı. Büyükanne Meng’in yanına vardıklarındaysa, yine bu gözle görülmeyen gücün baskısıyla iksiri içmek zorunda kalıyorlardı. Bağırışları ve çığlıkları çevrede yankılanıyor, ancak suyu içmekten başka çarelerinin olmadığı apaçık anlaşılıyordu. Suyu içtikten sonra ise hafızalarını kaybediyorlardı.

 


“Cennet Alemi’ne giriyorum. On altı yaşında hafızam tekrar yerine gelecek olsa da önümdeki on altı yılda acaba kendim olarak kalabilecek miyim? Yoksa hafızam yerine geldikten sonra içimde çözmek zorunda kalacağım bir kişilik çatışması mı yaşayacağım?” diye düşünen Ji Ning kederlenmekten kendini alıkoyamamıştı ama yine de her şeyin farkındaydı.

 


Bu hayatta, yalnızca on sekiz yıl yaşamıştı. Cennet Alemi’nde yaşayacağı on altı yılda ise önceki hayatında olduğundan daha güçlü olacaktı. Büyük ihtimalle şu anki anıları o zamana dek ikinci planda kalacaktı.

 


“Elden ne gelir?” diye kendi kendine geveledi Ji Ning. Çoktan gözle görülmeyen gücün etkisinde ilerlemeye başlamıştı ve önündeki altı hayaletten sonra sıra ona gelecekti.

 


“Büyükanne Meng’in iksiri…” diye ağzında bir şeyler geveledi Ji Ning Büyükanne Meng’in ellerine bakarken.

 


Bu esnada Meng Nine başını kaldırdı.

 


Bu Ji Ning’in, Meng Nine’nin başını kaldırdığını gördüğü ilk seferdi. Meng Nine ise gökyüzüne doğru heybetli sesiyle kükredi: “Ne cüretle!”

 


Boom!

 


Neredeyse gökyüzü parçalanmış ve üstünde durdukları toprak yerle bir olmuştu. Etrafı saran gökler yavaş yavaş yok olmaya başlamış, çevredeki sis incelmiş ve kaybolmanın eşiğine gelmişti. Bunların etkisiyle etrafa saçılan esrarengiz parçacıklara maruz kalan sayısız hayalet bir daha hayata gözlerini açmamak üzere yok olmaya başladı.

 


“Boom! Boom! Boom! Boom!”

 


Patlama sesleri art arda yükseliyordu. Havada, her biri devasa bir dağa benzeyen sayısız siyah ejderhaların durduğu görülebiliyordu. Ji Ning ejderhaların kan donduran pullarını gördüğündeyse olduğu yerde donakaldı. Sayısız ejderha, havada süzülürken sanki yaptıkları her şey bir oyunmuş gibi görünüyorlardı. Tam bu sırada trilyonlarca yaratığın ağızlarında oluşmaya başlayan ışık hüzmeleri hızla gökyüzünden aşağıya doğru inmeye başladı. Gökler’i ve Dünya’yı yok edebilecek güce sahipmiş gibi görünen ışık hüzmeleri etrafa dehşet saçıyordu.

 


“Felaket Ejderhaları’nın Yaşam ve Ölüm formasyonu mu? Ne cüretle Reenkarnasyonun Altı Yolu’na saldırırsınız?” diye kükredi Meng Nine ve ardından ışık hüzmesine dönüşerek havada duran sayısız ejderhaya doğru hızla ilerlemeye başladı.

 


Gürültüler…

 


Yerküre çatlıyor ve Anılar Nehri’nin hiddetlenen suları dalgalar halinde etrafa saçılıyordu. Sulara dokunan her hayalet anında ortadan kayboluyordu. Kederin Köprüsü parçalandı ve üstünde duran ruhlar direkt Anılar Nehri’nin sularına doğru düşmeye başladı. Bu sırada Reenkarnasyonun Altı Yolu’nu oluşturan altı tünel de sallanmaya ve derinlerinden gelen ışık hüzmelerini etrafa saçmaya başlamıştı.

 


“O oh!” diyerek gözlerini açıp kapayan Ji Ning önündeki manzarayı dehşetler içinde izliyordu. Aynı zamanda üzerindeki gizemli gücün baskısının da zayıflamaya başladığını hissetti. “Risk alacağım!” gizemli güç tamamen kaybolduğunda, Ji Ning biraz da olsa keyiflenmişti. Yarı zıplayarak, yarı uçarak direkt olarak önündeki “Ölümlüler Diyarı” tüneline atladı.

 


Reenkarnasyonun Altı Yolu da farklı tünellere bağlıydı. Doğal olarak Ji Ning kendine en yakın olan tüneli seçmiş ve oraya doğru zıplamıştı. Çevredeki ruhlar ise aynı kaos ortamında tünellere atlamaya çalışıyorlardı. Ruhlardan biri en köşedeki Cennet Alemi tüneline girmeye çalıştı.

 


Booom!

 


Siyah ışık hüzmesi altında kaybolan ruh ne olduğunu bile anlayamamıştı.

 


***

 


Ölüler Diyarında tam olarak ne olmuştu? Karşılaştığı siyah ejderhalar ve kaos dolu dünya karşısında şok olmuştu Ji Ning. Ama normal bir hayalet olarak bunlara kafa yormanın boşa olduğunu bilerek daha fazla düşünmemeye çalıştı. Ayrıca şu anda bunları düşünecek zamanı yoktu çünkü başı ağrıyordu!

 


Bir anda bütün vücudunda inanılmaz bir ağrı hissetmeye başlamıştı.

 


Ardından, vücudundaki ağrı dinmeye başladı ve daha sonra bunun yerini kemiklerine işleyen bir soğuk aldı. Aynı zamanda ağzına giren temiz havayı da hissediyordu. İşte bu ilk “temiz hava” Ji Ning’in öldükten sonra aldığı ilk nefesti.

 


“Vay canına!”

 


Ji Ning, derin bir nefes aldıktan sonra ağlamaya başladı.

 


Yeni doğan bebeğin ilk ağlayışı.

 


“Bir oğlan! Bir oğlan!”

 


İşitmesi biraz bozulmuş olsa da sesleri duyabiliyordu.

 


“Oh. Yeniden doğdum.” diyebildi durumu kavradıktan sonra.

 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr