Bölüm 1: Ölüler Diyarı

avatar
18203 127

Desolate Era - Bölüm 1: Ölüler Diyarı



Bölüm 1: Ölüler Diyarı

Proofreader: Wias

Çevirmen: T4icho

 

“Daha hızlı yürü!”


“Çoktan öldün ve bir hayalete dönüştün bile. Daha hızlı!”


“Oh, demek prenstin? Milyonlarca insana ve otuz bin zırhlı atlıya hükmediyordun öyle mi? O zaman sana bir şey söyleyeyim, bu Ölüler Diyarı’nda siz prens bozuntuları beş para bile etmezsiniz!”


Şak!


Şak!


Uzun, kaslı bir vücuda sahip şeytani askerlerden birisi, yüzünde kaba ve acımasız bir ifadeyle kırbacını her şaklattığında öfkeli bir şekilde bağırıyordu. Yıldırım edasıyla hareket eden kırbacı, ölülerin bedenleri üstünde adeta dans ediyordu. Kibirli tavırlarıyla geçmiş hayatında prens olduğunu iddia eden adamı neredeyse ruhu yok olana dek kırbaçladı.


“Ölmüş olmalıyım. Yani bu demek oluyor ki… Burası Ölüler Diyarı mı?” Ji Ning bir anda ortaya çıkıverdi. Etrafındaki yabancı manzaraya bakmaktan kendini alamıyordu. Kibirli prensin laflarını duyduğunda kafasında birkaç soru işareti oluştu. “On milyon insan, otuz bin zırhlı atlı mı? Haydi, modern dünyada milyonlarca insan var ama otuz bin atlı da neyin nesi?”


“Daha hızlı!” devasa Minotor görünüşlü şeytani bir asker, Ji Ning’e bakarak kükredi.


Ardından Ji Ning sessizce kalabalığı takip etti.


Beyazlar içindeki sayısız insan oluşturdukları uzun ve sinsi bir ejderhaya benzeyen sırayla birlikte yavaşça ilerliyordu. Sıranın sonunda sürekli beyazlar içinde yeni yüzler ortaya çıkıyordu. Bu beyaz kıyafetli insanlardan bazıları kafalarını sallayarak iç geçiriyordu. Bazıları acı içinde bağırıyor, bazılarıysa böbürlenip etrafa ağız dolu küfürler saçıyordu. Kimisi de bulundukları yeri hayretler içerisinde izliyordu.


“Benim babam Büyük Tipi Dağı’nın Şeytan Kralı, ne cüretle bana vurmaya yeltenirsin! Seni geberteceğim! Grr!”


“Lütfen bana vurmayı kes!”


“Ah!”


Ölüler Diyarı’na henüz ulaşan hayaletlerin çoğu öldüklerinin farkında değildi. Pek çoğu dayak yedikçe sinirlenip öfkeyle bağırıyordu. Ama zamanla bu dayaklara maruz kala kala durumun farkına varıyorlardı, artık ölmüşlerdi. Geçmişte ne kadar kudretli olurlarsa olsunlar, öldükten sonra geldikleri bu yerde bir hiçlerdi.



Zaman hızlı bir şekilde geçti. Ji Ning, belirsiz sayıda hayaletin bulunduğu bu sırayı uzun bir süre boyunca takip etti. Minotor görünümlü askerlerden kırbaç yememek için ağzını açmıyordu. Ne olduğunu anlamadan uzun bir süre yürümüştü. Şansına, hayaletler acıkmıyor veya susamıyordu.


Uzun, upuzun bir yürüyüşün ardından bir gün…


“Ji Ning!”


Gök gürültüsü kadar heybetli bir ses çevrede yankılandı. Beyazlar içindeki hayaletler bir anda başlarını gökyüzüne doğru çevirdi. Ji Ning de bu grubu takip etti. Ufuktan, devasa bir siyah bulut yaklaşmaya başladı. Bulutun üstünde etrafa siyah ışık hüzmeleri saçan devasa bir Minotor Tanrısı vardı.


Bu devasa Minotor Tanrısı yüz bin metreden daha uzundu. Adeta ucu görünmeyen bir dağı andırıyordu. Üstünde durduğu siyah bulut hızlıca ufukta yol alıyordu.


“Ji Ning.” devasa siyah bulutun üstündeki Minotor Tanrısı’nın gözlerinden fırlayan bir çift altın rengi ışık hüzmesi, yerde aptalca duran Ji Ning’in bütün vücudunu kaplamaya başladı ve bir anda Ji Ning beyazlar içindeki sayısız hayaletin bakışları altında kayboldu. Yerdeki sıradan Minotor askerlerin hiçbirinden çıt çıkmıyordu. Yerdeki bütün canlılar şok olmuştu.


Sadece aradan geçen uzun zamandan sonra kendilerine gelebildiler.


Minotor Tanrısı, ucu görünmeyen siyah bulutların üstünde duruyordu. Elini yavaşça kaldırdı ve avuç içinde duran bir nokta belirdi, Ji Ning…


Ji Ning şok içerisindeydi.


Tanrı.


Önünde devasa bir Minotor Tanrısı duruyordu ve kendisi de bu tanrının avuç içinde dikiliyordu.


“Ji Ning!” Minotor Tanrısı elindeki ufak noktaya bakarak onu inceledi.


“Cui Sarayı Lordu’nun emirleri üzerine seni almak için geldim.” Minotor Tanrısı elindeki ufak noktaya bakarak konuştu ve elini hafifçe savurmasıyla birlikte Ji Ning kendini sessizliğin hüküm sürdüğü bir boşlukta buldu. Ardından Minotor Tanrısı ufukta, siyah bulutlarının üstünde yavaşça kayboldu.



Hayalet Dünyasındaki Fengdu Şehri’nde…


Sessiz bir odada, bir kitaplık ve yanında da bir masa duruyordu. Orta yaşlı mavi cübbeli bir adam ise elindeki kitabı okuyordu.


Bu sırada Ji Ning adamın önünde belirdi.


“Neden Cui Sarayı Lordu beni görmek istedi ki?” diye düşündü Ji Ning. Ne bu Cui Sarayı Lordu’yla daha önce tanışmış ne de onu daha önce görmüştü. O sadece sıradan bir insandı. Herhangi bir ölümsüzü tanıması nasıl mümkün olabilirdi? Güçlü bir çevresi olsaydı zaten hayatı boyunca hastalığı yüzünden işkence çekmesine gerek de kalmazdı. Bu yüzden Saray Lordu’nun onu neden çağırdığına anlam veremedi.


“Beni çağırdı ama yüzüme bile bakmıyor.” Ji Ning çaktırmadan odaya göz gezdirdi.


Bu oda oldukça basitti. Duvarlarda tek bir resim vardı.


‘’Bu…’’ Ji Ning dikkatlice baktı. Gördüğü resimde bir kız duruyordu. Deri kıyafetleri doğal güzelliğini yansıtıyor, dudaklarındaki gülümse insanda dünyadaki Buda tapınaklarından bile daha büyüleyici bir etki bırakıyordu. Bir anda Ji Ning resme kitlendi. Resimdeki kadın, dış görünüş bakımından olağanüstüydü.


“Oh?” mavi cübbeli adam kafasını kaldırarak önce ona daha sonra da resme baktı. “Böyle bir algı yeteneğine sahip olmanı beklemiyordum.”


“Uyan!” dedi mavi cübbeli adam bağırarak.


Ji Ning bir anda daldığı derin düşüncelerden uyandı ve Cui Sarayı’nda olduğunu hatırladı.


Cui Sarayı Lordu kitabını kapatmış ona bakıyordu. Ji Ning’in yüzündeki ifade hemen değişti. Bunun sebebi bulunduğu yerden baktığında Cui Sarayı Lordu’nun elindeki kitabın kapağındaki yazıları fark etmesiydi: “Ölümün ve Yaşamın Kitabı.”


Cui Sarayı Lordu Ölümün ve Yaşamın Kitabı’nı mı okuyordu?


“Az önce hayatın hakkında birkaç şey okuyordum.” dedi Cui Sarayı Lordu gülümseyerek.


Ji Ning’in tüyleri diken diken oldu.


Hayatı hakkında mı?


Önceki hayatı gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçmeye başladı. Babası önemli bir biyobilim araştırmasına öncülük ediyordu ve maaşı oldukça dolgundu. Annesi ise sıradan bir öğretmendi. Böyle bir ailenin çocuğu olduğu için hayatı gayet iyi olmalıydı ancak ne yazık ki sürekli hastalıklarla boğuşmuştu. Birçok doktor, on beş yaşına kadar yaşamasının bile bir mucize olacağını söylemişti.


Bu yüzden de ne okula gidebilmiş ne de yaşıtları gibi dışarıda oynayabilmişti. Her gün sadece yarım saatlik bir yürüyüş yapıyordu, bu yürüyüş bile onu çok yoruyordu. Sürekli hastalıklar tarafından işkenceye maruz kalan zayıf bedeni, çocukluğunu yalnız geçirmesine sebep olmuştu. Hatta bir keresinde doktorların bazılarının genç yaşta nasıl öleceği ile ilgili yaptıkları konuşmalara tanık olmuştu. Ölümünün yaklaşması düşüncesi çocukluğunu etkilemiş ve zaten yalnız geçen hayatına bir darbe daha indirmişti.


Bütün bunlara rağmen hayatını renklendiren birkaç şeye sahipti: kitaplar ve internet!


Kitaplar ve internet ona kişiliğinin bozulmasını engelleyen sanal dünyayı vermişti. Bunları kullanarak, vücudundaki bütün enerjiyi dünyayla ilgili bilgileri öğrenmek için harcadı ve kalbi yavaş yavaş sakinleşti. Bu sayede dünyayı daha mantıklı bir şekilde gözlemlemeye başladı.


Dünyada ondan daha kötü durumda olan bir sürü çocuk olduğunun bilincindeydi. En azından kendisi bir anne ve babaya sahipti.


Bu hayatta varoluş sebebini arıyordu. Yatakta yatıp ölmeyi bekleyemezdi elbette, değil mi? Ölmeden önce bir şeyler yapmalıydı. Böylece babasından yüz bin Çin doları istedi ve internet üzerinden iş yapmaya başladı. Aslında kafasındaki düşünce hayatını daha ilginç bir hale getirmekti ancak beklenmedik bir şekilde inanılmaz başarılara imza attı.


Yıllar sonra, büyük bir servet kazanmıştı.


Buna rağmen, hastalığı ona defalarca ölüm gününün yaklaştığını hatırlatıyordu. Ailesi onun maddi desteğine ihtiyaç duymadıkları için onlara servetini vermenin anlamsız olacağını düşünmüştü. Böylece, ölmeden önce elindeki bütün parayı ülkedeki fakir ve hasta çocuklara dağıtacaktı.


“Kendi kaderimi değiştiremem belki ama o fakir ve hasta çocukların kaderlerini değiştirebilirim!” bu, Ji Ning’in kalbinin en derinlerinden gelen bir arzuydu.


Bütün parasını dağıttıktan sonra, bir gün hastanenin önündeki sokakta ailesiyle birlikte yürürken, oracıkta can verdi.


“Hayatın, en başından beri oldukça kötü geçmiş.” dedi Cui Sarayı Lordu nazikçe, “Ama bu seni kötü yönde etkilememiş. Hatta bu sayede hayatında inanılmaz başarılara imza atmışsın. Büyük bir servet kazanmakla kalmamış, üstüne üstlük bir de hepsini dağıtmışsın!”


“On sekiz yaşında. Ölü.” Cui Sarayı Lordu iç geçirerek konuşmasına devam etti: “Kendini, başkalarını kurtarmak için feda eden biriyle pek karşılaştığım söylenemez.”


Ji Ning cevap verdi: “Saray Lordu, beni fazla övüyorsunuz. Eğer daha uzun yaşasaydım, böyle bir şey yapmayabilirdim. O zaman doktorlara göre en fazla üç ayım kalmıştı. Benim için o üç ayı feda edip küçük bir kıza yıllar kazandırmak... Bu kararı aldığıma bir hiç pişman değilim!”


Cui Sarayı Lordu gülümsedi ve Yaşamın ve Ölümün Kitabı’nın kapağını sıradan bir şekilde açtı. Nazik ses tonunda sonsuz bir kudret vardı: “Ji Ning, yaptıkların sonucunda, on bini aşkın sayıda insanı kurtardın. Bu davranışın takdire değer. Reenkarnasyonun için seni… Cennet Alemi’ne gönderiyorum!”


“Cennet Alemi.” Diye geveledi kendi kendine Ji Ning.


Cui Sarayı Lordu iç geçirerek “Sadece büyük karmik davranışlar gösterenler Cennet Alemi’ne girebilir. Dünyada, birinin bu seviyeye ulaşması oldukça zordur. Farkında olarak ya da olmayarak, servetini o çocukların iyiliği adına kullandığın için karmik başarıların bu denli yüksek. Yoksa muhtemelen Cennet Alemi’ne giremezdin.’’


“Saray Lordu, ne demek istiyorsunuz?” diye sordu Ji Ning, kafası karışmıştı.


“İnsanlar saf ve kötülükten bihaber doğarlar.” dedi Saray Lordu ve devam etti: “Çocuklar tamamen saftır ancak zamanla, çevre koşulları yüzünden değişmeye başlarlar… Eğer yetişkinlere yardım etmiş olsaydın, evet birkaç iyi insanı kurtarabilirdin belki ama kimin iyi kimin kötü olduğunu ayırt etmek oldukça zor olurdu. Ve tabii kötü insanlara yardım etseydin, o zaman da karman tam tersine kötülükle dolu olurdu.”


Bu açıklamadan sonra Ji Ning durumu kavrayabildi.


“Ölümün ve Yaşamın Kitabı senin on altı yaşında öleceğini önceden belirlemişti. Fakat, karmik başarılarından dolayı on sekiz yaşına kadar yaşamana izin verildi.” dedi Saray Lordu iç çekerek.


“Ne?” Ji Ning şok olmuştu. “Bana bu kitaptaki kaderin değiştirilebileceğini mi söylüyorsun yani?”


“Tabii ki değiştirilebilir. Neden değiştirilemesin ki?” Saray Lordu bir kahkaha patlattı ve konuşmaya devam etti: “Bana göre bir insanın hayatına yüz yıl eklemek pek de sözü edilecek bir şey değil. Gökler ölmeni istese bile, isterse sana bir şans daha verir. Bu kitap da aşağı yukarı bu şekilde davranabilir diyebiliriz. Bir insanın kaderi önceden belirlenmiştir evet, ancak daha sonra bu değiştirilebilir.”


Ji Ning başını onaylar bir şekilde öne doğru salladı, söyledikleri mantıklıydı.


Eskilerin dediği gibi: “Eğer Gökler kötü bir davranışta bulunursa, kişi buna karşı çıkabilir; ancak kişi kötülük dolu bir davranışta bulunursa, onun yaşamasına izin verilmez.”


Gökler ölmeni istese bile sana yine de yaşaman için bir şans verir. Bu kitap sadece önceden yazılmış kaderleri içeren bir nesne, bu kaderi değiştirmek ise kişiye kalmış durumda.


Ardından Ji Ning kafası karışmış bir şekilde sordu: “Yalnız, düşünüyorum da evrende benim gibi birçok karmik başarı gösteren insan vardır. Saray Lordu, neden sadece beni çağırdınız?’’


Saray Lordu bir kahkaha daha patlatarak cevap verdi: “Çünkü… Seninle aynı yerde doğduk da ondan.”


Ji Ning şok olmuş bir şekilde “Aynı yerde mi?” dedi. “Yoksa siz de mi…”


“Evet. Siz modern insanların kullandığı söylemlere göre, ben de dünyalıyım!” diye cevap verdi Saray Lordu kahkaha atarak. “Tabii benim geldiğim zamanda dünyada Sui ve Tang Hanedanlıkları hüküm sürüyordu.’’


Sui ve Tang Hanedanlıkları mı?


Ji Ning inanılmaz derecede heyecanlıydı. “Sıradayken bazı hayaletlerin ‘prens’, ‘şeytan kral’ gibi şeyler söylediğini duymuştum. Dünyada bu tür herhangi bir varlık olduğunu hatırlamıyorum, bu canlılar dünyadan gelmiyorlar değil mi?” diye bir soru daha sordu.


“Tabii ki de dünyadan gelmiyorlar. Uzay-Zaman’ın yarattığı sonsuz evrende, üç farklı alem vardır; Cennet Alemi, Ölüler Diyarı ve Ölümlüler Alemi.” diyerek Saray Lordu açıklama yaptı ve devam etti: “Ölümlüler Alemi’nde üç binin üstünde büyük dünya ve trilyonlarca da küçük dünya bulunuyor… Özellikle bahsettiğim üç bin büyük dünyanın sınırları inanılmaz büyüklüklerdedir. Bu dünyalarda ölümsüzler ve şeytanlar saklıdır. Sayıları trilyonları bulan küçük dünyalar ise büyük dünyalara nazaran oldukça küçük ve az sayıda insanı barındıran dünyalardır. Örneğin bizim geldiğimiz “Dünya” bu küçük dünyalardan sadece birisi. Şimdi bile popülasyonu 5-6 milyarı geçmiyor.”


“Bu dünyalarda her an sayısız ölüm gerçekleşir. Ve bu ölenlerin ruhları tam da şu an bulunduğun yere, Ölüler Diyarı’na gelir. Söylesene bana, Ölüler Diyarı’nda kaç tane ruh vardır sence?”


Bunu duyan Ji Ning nefes almakta zorlandı.


"AMAN TANRIM!"


Üç alem mi?


Bu esnada Saray Lordu: “Sadece Ölümlüler Alemi bile bu kadar devasa boyutlarda. Tabii ki senin gibi karmik başarıları olan binlerce hatta milyonlarca insan var. Ancak bunların arasında kendi dünyamdan olanları görmek benim için nadir bir durumdur. Bunu geçtim bir de senin on sekiz yaşına kadar bu denli şey yaptığını düşününce bu nadir dediğim durum neredeyse imkansıza yaklaşıyor. Biraz boş zamanım vardı, bu yüzden kendi dünyamdan olan seninle tanışmak istedim. Yakında reenkarne olacaksın. İzin ver de sana Reenkarnasyonun Altı Aşaması’ndan bahsedeyim.” dedi ve devam etti:


‘’Reenkarnasyonun Altı Aşaması: Devalar, Asuralar, İnsanlar, Hayvanlar, Preta Hayaletleri ve Cehennem Yaratıkları olarak geçer. Bunların içinde Deva ve Asura formunda doğanlar Cennet Alemi’ne aittirler. İnsanlar ve Hayvanlar Ölümlüler Alemi’ndeyken, Preta Hayaletleri ve Cehennem Yaratıkları Ölüler Diyarı’nda doğarlar. Bildiğin üzere Cennet Alemi senin yeniden doğmak üzere olduğun yer.” son cümleyi duyduktan sonra Ji Ning ister istemez gerildi.


Bunu gören Saray Lordu iç çekerek: “Orası yaşayabileceğin en güzel yerdir. Cennet Alemi’nde, doğanın kendisi seni deva formunda yaratacak! Sadece doğanın ellerinden var olan bir varlık kendine ‘Saf Yaşam Formu’ diyebilir.”


“Doğa tarafından var olmak mı? Annem olmayacak mı yani?” dedi şok olan Ji Ning.


“Tabii ki.” diyerek bir kahkaha patlatan Saray Lordu konuşmaya devam etti: “Aksi takdirde nasıl olur da ‘Saf Yaşam Formu’ sayılabilirsin. Eğer ciddi bir şekilde söyleyecek olursam, Gökyüzü ve Yeryüzü senin ebeveynlerin olacak!”


“Cennet Alemi’nde doğduktan sonra kendini oldukça hızlı bir şekilde eğitebileceksin. Kolay bir şekilde Cennet Krallığı’na girebilecek ve belki de direkt onların yanında bir Cennet Generali olabileceksin.” diye sözünü bitirdi Saray Lordu.


Ji Ning gözlerini ovuşturdu.


Gökler’in askeri mi?


İleride Gökler’in askeri ya da generali mi olacak yani?


Bu esnada Saray Lordu tekrar konuşmaya başladı:


“Deva’ların diğer bir avantajı da on altı yaşına bastığında önceki hayatındaki anılarını tekrar hatırlayacaksın. Bugün seninle tanışmamın nedenlerinden biri benimle aynı dünyada doğmuş olman diğeriyse yüksek karmik başarılara imza atmış olmandı. Buraya geldiğinde Nuwa’nın resmine bağlanacağını tahmin etmemiştim. Gerçekten öngörün ve algı yeteneğin olağanüstü. Bu yüzden ileride Gökler’in önde gelen askerlerinden biri olman adına sana biraz yardım edeceğim.”


Ji Ning inanılmaz keyiflenmişti. Yardım mı? Ona yardım mı edecekti?


Saray Lordu: “Nuwa’nın resmine bak.” diyerek eliyle duvardaki resmi gösterdi.


Ji Ning hemen başını çevirip resme bakmaya başladı.


“Demek bu resimdeki kadın Tanrıça Nuwa’ymış?” diye kendi kendine geveledi.


Ardından Saray Lordu yüzünde hayranlığın doldurduğu bir ifadeyle “Bu resimdeki şahıs var olan en yüce ve merhametli kadim tanrıça, Nuwa.” dedi ve devam etti: “Pangu’nun evreni yarattıktan sonra ölmesinden itibaren sadece Nuwa onun seviyesine ulaşabildi. Nuwa, evreni yok etme kabiliyetine sahipken, onu iyileştirme gücüne de sahiptir. Hatta yeni yaşam formları bile yaratabilir. Sayısız tür arasından, insan türü en ruhani olanıdır ve bu tür, Tanrıça Nuwa tarafından yaratılmıştır. Kendisi seksen dört bin gerçeği sorunsuz bir şekilde anlayan bu evrenin en güçlü varlığıdır.”


“Evrenin en güçlü varlığı mı?” Ji Ning yine şok olmuştu.


Nuwa insanları yaratmış ve evreni düzene sokmuştu. Bu efsaneleri çok küçükken bile biliyordu.


“Bu resim Hayal Tekniği için kullanılır ancak ardındaki sırları öğrenmenin hiçbir yolu yoktur.” Dedi Saray Lordu gülerek. “İleride Deva ve Gökler’in askerlerinden biri olup bu teknikle çalışacak olsan da aramızdaki karmik bağı tamamlamak adına sana Hayal Tekniği ile ilgili birkaç şey öğreteyim.”


“Sağ olun Saray Lordu!” Ji Ning neredeyse ayaklarına kadar eğilerek teşekkür etti.


Saray Lordu: “Teşekküre gerek yok. Hayal Tekniği öyle fazla bir şey değil. Çok mühim veya ölümsüzlerin kullandığı bir teknik falan da değil.” diyerek Ji Ning’in alnına doğru parmağını uzattı.


Boom!!


Ji Ning bir anda beyni patlamış gibi hissetti ve anında aklında Nuwa’nın devasa bir görüntüsü belirdi.


“Uyan.” dedi Saray Lordu Ji Ning’e bakarak ve devam etti: “Unutma. Bu resim üzerinde Hayal Tekniği’ni kullanman kesinlikle ruhunu eğitmeni sağlayacak. Ancak tabii, yeniden doğmak üzeresin.”


“Bu sürecin tamamlanması için de Meng Nine’nin iksirinden içmen gerekiyor. İksiri içtikten sonra geçici olarak hafızanı kaybedeceksin. Ama merak etme on altı yaşına geldiğinde bu tekniği hatırlayacaksın. Yine de bu Cennet Ordusu’nda dikkat çeken figürlerden biri olmana yeter de artar bile. Hayal Tekniği sayesinde ölümsüz olana dek kendini eğitebilme fırsatına sahip olacaksın. Eğer Tanrısal Ölümsüz olmak istersen birçok testten geçeceksin… Umarım başarırsın ve gelecekte Tanrıların Evi’nde tekrar görüşürüz!”


Bunları duyan Ji Ning inanılmaz bir şekilde heyecanlanmıştı.


Cennetin Ordusu mu?


Ölümsüz olmak mı?


Gelecekte neler yaşayacağını gerçekten merak ediyordu.


“Git.” dedi Saray Lordu elini hafifçe havaya savurarak.


Hua!


Ji Ning bir anda kayboldu.


//RN: Desolate Era tekrar online, T4icho'ya bize yayınlama izni verdiği için çok teşekkür ediyoruz. 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr