Cilt 9 Bölüm 31: Kalabalığın Heyecanı

avatar
7785 11

Coiling Dragon - Cilt 9 Bölüm 31: Kalabalığın Heyecanı


 

Kitap 9 (Ünü Dünyayı Sarsıyor)  Bölüm 31  –  Kalabalığın Heyecanı

 

Çeviri: Gin Düzenleme : Dr.Hiluluk 

 

“Vahşi Yıldırım Fırtına Şahini bana dokunmaya kalkan ve tehdit olarak algıladığı herkese saldırır.” Bu kelimeler oldukça basit görünse de, oradaki soylular son derece zeki kişilerdi. Delia bunları söylediğinde ne olduğunu hemen anlamışlardı.

 

Tüm soylular yaralı elini sarmaya çalışan Marki Jeff’e döndü. Yüzü solgundu ve çirkin bir biçimde çarpık görünüyordu.

 

“Şu Marki Jeff ona fiziksel olarak yaklaşmaya kalkışmış birde. Tanrım..” Pek çok soylu ona gizlice küfrediyordu. Sesli olarak dile getirmeseler de, bakışları düşüncelerini yansıtıyordu. Marki Jeff oldukça garip hissetti.

 

İmparator Johann da yeğenine hoşnutsuz bir ifadeyle baktı.

 

Delia’nın arkasındaki Vahşi Yıldırım Fırtına Şahininin 9. Seviye bir sihirli yaratık olduğunu ve ustası rüzgar stili aziz seviye başbüyücü Üstat Longhaus’a ait olduğunu biliyordu. Büyük ihtimalle Delia gerçekten de şahinin Marki Jeff’e saldırmasına engel olamamıştı, sonuçta şahin Delia ile konuşamıyordu.

 

Bu durumun sebebi çok büyük olasılıkla Delia’nın Marki Jeff’e saldırmak istemesi değildi.

 

Gerçekten de..

 

Delia Marki Jeff’e karşı özellikle saldırmamıştı. Davet’e katılmadan önce Delia, Vahşi Yıldırım Fırtına Şahininden eğer birisi ona fiziksel olarak müdahale etmeye çalışırsa, onu gagalayarak cezalandırmasını istemişti.

 

Genç soyluların hiçbiri ona fiziksel olarak yaklaşmaya cesaret edemese de, Marki Jeff etmişti. Doğal olarak şahinin saldırısından nasibini alan da o olmuştu.

 

“Emirlerime kulak verin! Jeff’i şifacılara götürün.” İmparator Johann hizmetkarlarına bir emir verdi.

 

Marki Jeff açıklamaya çalışmadı, ortasında kocaman bir delik olarak elini tutarken başını önüne eğdi. Ana salonu aceleyle terk etti. Ancak ondan sonra, İmparator Johann Delia’ya teselli edercesine, “Bayan Delia, böyle bir şey yaşamak zorunda kaldığınız için özür dileriz. Hata bize aitti. Umarız sizi fazla üzmemişizdir.”

 

“Hayır, hayır. Majesteleri hata ‘Küçük Rüzgar’ındı. Geri döndüğümden Ustamdan onu cezalandırmasını isteyeceğim.” Konuşurken Vahşi Yıldırım Fırtına Şahinine doğru özellikle öfkeli bir bakış attı.

 

Ardından Delia, özür diler bir tonda, “İmparator Johann, kendimi çok iyi hissetmiyorum. Şimdilik eve gideceğim. Umarım beni affedersiniz.”

 

“İyi fikir. Bayan Delia, döndüğünüzde güzelce dinlenmelisiniz.” İmparator Johann centilmen bir tavırla konuşmuştu.

 

Onur konuğu Delia’nın ayrılmasıyla, soylular hararetle konuşmaya başladılar. Zavalla Marki Jeff doğal olarak dedikoduların odağıydı.

 

Bu olay kapandıktan ve yarası şifacılar tarafından iyileştirildikten sonra Marki Jeff korkusuzca ve utanmazca Delia’ya ‘rehberlik’ etme görevine devam etmeye gitti. 8. Prens Scott’da ona eşlik etti.

 

Ancak maalesef..

 

Bayan Delia’nın dostane yaklaşımına karşın, o iki sihirli canavar ürkütücüydü.

 

Bir keresinde Bayan Delia yürürken hafifçe tökezledi, düşmek üzereyken Prens Scott uzanıp ‘tamamen iyi niyetle’ onu kucaklayarak dengesini sağlamaya yardım etmek istedi. Ancak, onu karşılayan Vahşi Yıldırım Fırtına Şahininden bir gaga darbesi oldu. Bu sefer açılan yara Marki Jeff’inkinden bile daha kötüydü. Prens Scott’un sağ elinin ortasında kocaman bir delik açılmıştı.

 

Bu tecrübeden sonra, Marki Jeff’te Scott’ta derslerini alıp, bir daha ellerini uzatmamaları gerektiğini öğrendiler. Ancak tam onlar doğru ve iyi davranmaya başladıklarına inandıkları sırada talihsizlik tekrar etti.

 

O Evren Ayısı birer pençe darbesiyle ikisini birden havaya fırlattı.

 

Bir Evren Ayısı’nın pençe darbeleri ne kadar kuvvet taşırdı? Ayının alelade salladığı pençeleri bile Marki Jeff ve Scott’ın kan kusacak kadar yaralanmalarına yetmişti. Ölümün eşiğine gelseler de, şanslarına ışık tipi büyücüler onları iyileştirmek için oradaydılar.

 

Evren Ayı’sı Hatton’un onlara söylediği şey şuydu: “Siz ikiniz her gün benim, Efendi Hatton’un önünde caka satıp duruyorsunuz. Fazla can sıkıcısınız *mına koyayım! Bundan sonra sizi her gördüğümde döveceğim!”

 

Yüce gökler!

 

Kim aziz seviye bir evren ayısını kızdırmaya cesaret edebilirdi ki? Yekpare Kılıç Azizi Haydson için bile bir Evren Ayısını yenmek kolay olmazdı. Ne de olsa Evren Ayıları aziz seviye sihirli canavarlar arasında bile en güçlü türlerden biriydi. Eğer Üstat Longhaus’un korkutucu derecede güçlü ‘Boyutsal Yarık’ büyüsü olmasaydı böyle bir canavarı nasıl yakalayabilirdi ki?

 

Derslerini alan Scott ve Marki Jeff bir daha Bayan Delia’yı rahatsız etmeye cesaret edemedi.

 

Bayan Delia üzerinde hırslı arzuları olan diğer genç soylular, Marki Jeff ve Prens Scott’ın başına gelen talihsizlikleri görünce, başka bir adım atmaya cesaret edemediler. Yapacak bir şey yoktu. Bir Evren Ayısı tarafından ezilirlerse, çığlık atma fırsatları bile olmazdı.

 

İmparator Johann Delia’yla olan sohbetlerinden sonunda Delia’nın Üstat Linley’le Ernst Akademisinden sınıf arkadaşı olduklarını öğrendi. Dahası Delia’nın Yulan İmparatorluğu’na dönmek için acelesi yoktu. Linley ile Yekpare Kılıç Aziz arasındaki düelloyu görebilmek için kalmaya niyetliydi.

 

İmparator Johann doğal olarak bunu hoş karşıladı ve oldukça cömertti.

 

Yabancı bir Özel Elçi’nin birkaç ay kalması oldukça uzun sayılsa da, İmparator Johann bunu hoş karşıladı, hatta ne kadar çok kalırsa o kadar iyi olacağını söyledi.

 

Zaman göz açıp kapatıncaya kadar geçti ve üç aylık zaman neredeyse doldu. Yarın ağustosun 4’düydü. Başkentteki sayısız insanın konuştuğu şey iyice yaklaşan aziz seviye düelloydu. Başkentin dışındaki kasabalar bile uzak bölgelerden gelenlerde dolup taşmıştı.

 

Bunun nedeni sayısız insanın bu düelloyu izlemeye gelmesiydi. Başkentte adım atacak yer kalmamıştı.

 

Boulder Sokağı, Kont Wharton’un malikanesinde.. Hillman ve Kahya Hiri şarap içip sohbet ediyordu.

 

“Hiri Amca, son zamanlarda yemek zamanları, Linley’in normalde olduğundan daha neşeli olduğunu ve bolca espri yaptığını fark ettin mi?” Hillman’in yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

 

Kahya Hiri’nin burnu her zamanki gibi kırmızıydı. O da kırkırdadı. “Hillman, sebebini senin de bildiğini düşünüyorum. Bayan Delia her gün genç efendi Linley’i ziyarete geliyor. Genç Efendi Linley nasıl mutlu olmasın? Gördüğüm kadarıyla Bayan Delia iyi bir genç leydi. Ve bana göre Genç Efendi Linley ile ilgileniyor.”

 

“Haklısın. Bayan Delia bizimle yemeğe kaldığı zaman, Genç Efendi Linley’e olan bakışlarının farkındayım.” Hillman tecrübeli bir edayla konuştu.

 

Hillman’de Kahya Hiri de Delia’dan son derece memnundu.

 

Ancak..

 

“Ancak Genç Efendi Linley bu konuyu her zaman geçiştiriyor. Onunla çoktan birkaç kere konuşmaya çalıştım.” Hillman başını çaresizce salladı.

 

“Aceleye gerek yok. İkisi de istediği sürece, doğru zaman geldiğinde, kesinlikle birlikte olacaklardır.” Kahya Hiri böyle olacağına neredeyse emindi.

 

Tam o sırada Wharton, Barker ve kardeşleri arka avludaki talim alanından çıkıp geldiler. O altı koca vücut hayret verici bir manzaraydı.

 

“Büyükbaba Hiri, Hillman Amca.” Wharton uzaktan onlara seslendi.”

 

Wharton oturma salonuna girer girmez “Ne? Abim ve Bayan Delia daha gelmediler mi?” Şimdiye Delia çoktan her gün öğle yemeğine gelir olmuştu.

 

“Yakında burada olurlar. Aceleci olma.” dedi Hillman.

 

“Buradalar.” Dedi en arkadan gelen ve kafasını çevirdiğinde ikisi de açık mavi cübbeler giymiş Linley ve Delia’yı yan yana yürürken gören Gates. Sırtında Bebe’yi taşıyan Karabulut Panteri Haeru’da arkalarındaydı.

 

Açık mavi cübbeler içinde rahat görünen Linley ve etkileyici bir güzelliği olan Delia, cennetten gelen bir çift gibi görünüyordu gerçekten de.

 

“Abi, yemek zamanı. Hala konuşuyor musunuz? Son zamanlarda yeterince konuşmadınız mı?” Wharton’un güçlü sesi yankılandı.

 

Linley ve Delia ona baktığında, Wharton yüksek sesle gülüp kafasını salladı.

 

Yulan Takvimi, Yıl 10009. Ağustos’un 4’ü. Bu gün hava mükemmeldi. Gökyüzü yalnızca birkaç küçük bulut dışında masmaviydi. Rüzgar çok kuvvetli değildi, ve sakin rüzgar bir aşığın nazik elleri gibi herkesin yüzünü okşayarak esiyordu.

 

Başkentin batısı. Tujiao Dağı!

 

Bu yaklaşık bin metre yüksekliğinde ve birkaç bin metrekare genişliğinde küçük bir dağ idi. Savaş Tanrısı dağıyla kıyaslanamazdı bile. Ancak bu gün, dağın çevresi renkli çizgilerle sayısız alana bölünmüştü. Yüz binin üzerinde şehir muhafızı düzeni sağlıyordu.

 

Bugün inanılmaz yüksek sayıda izleyici toplanmıştı. Öyle ki Oliver ve Haydson’un düellosundan bile fazla. Çok fazla insan olsa da, gelen minyonlarca insan bölünmüş alanlara yerleşince ve her alanda düzeni sağlamakla görevli muhafızların varlığıyla her şey oldukça düzenli görünüyordu.

 

Tujiao dağının sınırlarında ise kimse yoktu. Ancak dağın üzerinde, Linley havada süzülüyordu!

 

Soylular bile  alanı koruyan muhafızların arkasında Tujiao Dağının eteklerinden yüzlerce metre uzakta duruyordu.

 

Wharton, Barker ve kardeşleri doğal olarak önde, İmparator Johann’a oldukça yakın duruyorlardı. Delia ve Üstat Longhaus’a gelince onlar da Wharton’un grubuna oldukça yakındı.

 

Wharton ve Delia başlarını kaldırıp Linley’e doğru endişeyle baktılar.

 

“Abim kesinlikle kazanacak.” Wharton kendi kendine sessizce fısıldadı.

 

Üstat Longhaus Delia’nın omzuna nazikçe vurdu. Ustasına dönen Delia’nın gözleri hafif kızarmıştı. Delia büyük bir baskı hissediyordu.

 

“İyi olacak. Linley iyi olacak.” Üstat Longhaus cesaret verircesine konuştu.

 

“Kesinlikle iyi olacak.” Delia kendine hafifçe böyle söyleyip tekrar Tujiao dağına doğru baktı.

 

“S*keyim, Haydson neden daha gelmedi?” Gates kızgınlıkla küfretti. Yekpare Kılıç Azizi umrunda bile değildi ve rahatça sövüyordu.

 

Şu an, Wharton, Kahya Hiri, Hillman Delia, Barker ve kardeşleri, Jenne, Rebecca ve Leena… Hepsi sessizce Linley’in kazanmasını umuyor ve dua ediyordu.

 

“Linley’in kazanması oldukça zor olacak.” Gri cübbeli bir figür aniden yanlarından belirdi.

 

“Oliver?” Wharton ve Gates şok olmuş bir biçimde adama bakakaldılar.

 

Oliver hayata geri dönmüştü!

 DN : Reis döndü. 

Oliver’ın yüzü kül gibi solgundu ancak aurası daha öncekinden bile kontrollüydü. Blumer yanında duruyordu. Oliver Wharton’a bakıp sakince, “Haydson’un savunması korkutucu derecede güçlü ve saldırı gücü de oldukça etkileyici. Ben onunla dövüştüğümde ona yaptığım bir saldırının elimi kırdığını hatırlamalısın. Gücü benim çok üstümde. Ayrıca ruhsal enerjisi de oldukça güçlü ve çok da hızlı.. neredeyse kusursuz. Onu yenmek çok zor olacak.”

 

“Oliver, Efendimiz senin gibi değil.” Gates mutsuzca söylendi.

 

Oliver sakince gülüp suskunlaştı. Kardeşiyle birlikte başka bir yere doğru ilerleyip sessizce dövüşün başlamasını bekledi.

 

“Efendi Haydson geldi!” İnsan selinin içinde nereden geldiği anlaşılmayan heyecanlı bir çığlık duyuldu.

 

Herkes dönüp doğudan yüksek hızla yaklaşan figüre baktı. Göz açıp kapayıncaya kadar Haydson, Tujiao Dağının üstünde belirip, Linley’in karşısına dikildi.

 

Şu anda Linley ve Haydson yerden yalnızca bin metre yükseklikteydi.

 

Yulan Kıtasında yaşayanların sağlam gözleri olurdu. Bu açık havada bin metre mesafedeki iki figürü rahatlıkla görebiliyorlardı.

 

Delia’nın elleri sıkılmış birer yumruktu artık, ve avuçları terlemişti.

 

O sırada, izlemek için toplanmış milyonlarca kişiden çıt çıkmıyordu. Her biri nefeslerini tutmuş gibiydi ve tarifsiz bir baskı hissediyorlardı.

 

Herkesin gözü havadaki o iki figüre kilitlenmişti.

 

“Linley, erken gelmişsin.” Haydson alelade bir tonda konuştu.

 

Linley sakince ona baktı. Zarif bir rüzgar onu çevrelemişti. Linley henüz insan formundaydı. Uçabilmesinin sebebi 9.seviye büyü ‘Rüzgarın Gölgesi’ni kullanmış olmasıydı.

 

‘Yükselme’ büyüsü 7. Seviyedeyken, ‘Rüzgar Kanatları’ 8. Seviyede bir büyüydü. ‘Rüzgarın Gölgesi’ büyüsü ise ‘Rüzgarın Kanatları’ büyüsünü ses üstü bir hızla birleştirirdi. Bu büyüyü kullanan biri sadece uçabilmekle kalmaz, olağan üstü hızlara ulaşırdı.

 

Linley sıradan bir şekilde üst kıyafetlerini çıkarıp ‘boyutlar arası yüzük’üne depoladı, ardından Haydson’a soğuk bir bakış attı. “Haydson, saçmalamayı kesip dövüşmeye hazırlan.” Konuşurken Linley’in vücudu hızla siyah pullarla ve dizlerinden, dirseklerinden, omurgalarından fırlayan kazıklarla kaplanmaya başladı. Demir bir kırbaç gibi savrulan kuyruğu ortaya çıktı ve siyah- altın gözleri soğuk bakışlarla Haydson’a kilitlendi.

 

“Oh, ne kadar da açık sözlü. Gel o zaman.. bakalım kılıcımı çekmemi hak edebilecek misin?” Yekpare Kılıç Azizi, Haydson sakince gülüp, kendine güven kokan duru bir sesle karşılık verdi..

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43989 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr