Bölüm 4: Roan Flame (IV)

avatar
486 5

Cennet Hükümdarı'nın Günceleri - Bölüm 4: Roan Flame (IV)


Bölüm 4: Roan Flame IIII

 

Walker derin bir nefes aldı ve Roan’ı tutuklamak için harekete geçti. Prensesin hayatını tehdit edecek bir silah kullanmıştı. En iyi ihtimalle darağacına gidecekti.

 

“Hah! Aptal velet! Genç prensesimize karşı kazanabileceğini de nereden çıkardın?! Sen sadece başarısız bir piç kurususun!” diye aşağıladı Walker, ardından aurasını salarak heybetini belirtti.

 

Ancak kimse onu desteklemek için harekete geçmedi. Tüm salonu bir sessizlik sarmış, çölü andıran bir atmosfer odaya dolmuştu.

 

Roan’ın ölmesini isteyen Allen bile ağzı açık bir şekilde prensesin oraya bakıyordu. Ağzı öyle açıktı ki, bir yumurta sığabilirdi. En son böyle şaşırdığında Alice, Gül Ateşi’ni uyandırmıştı.  

 

Cassius kendine geldiğinde boğazını temizledi ve Walker’ı durdurdu. “Walker geri çekil, kaybeden taraf biziz.”

 

Kaybetmek mi?

Walker inanmıyordu. Hızlıca Roan’ın duvara yaslanmış, zayıf figürüne baktı. Nereden bakılırsa bakılsın Roan hareketsiz bir şekilde oturuyordu. Alnı terlerin esiri olmuştu. Sanki bir yıldır nefesini tutuyormuş gibi göğsü inip kalkıyordu.

 

Ancak Walker onun gözlerindeki kurnaz ışığı görünce afalladı ve tedirginlikle arkasını döndü.

 

Arkasını dönünce gördüğü şey yüzünden çenesi neredeyse yere düştü.

 

“Siktir.”

 

Kendini toplayan Roan, Cassius’un buruşuk elini kavradı ve onu kaldırmasına izin verdi. Vücudu çok zayıftı ve bu kadar hareket etmek onu daha da yormuştu. Kırmızı gözlerinden bile okunuyordu bu yorgunluk.

 

Cassius parlayan gözlerle Roan’ın gözlerine baktı.

 

“Bundan sonra benim öğrencim olacaksın. Herhangi bir itirazın var mı?”

 

Roan’da ona karşılık verdi.

 

Birbirlerine derince baktılar ve analiz ettiler.

 

Roan o durgun gözlerde karmaşayı ve sadakati gördü. Bir şey hakkında düşünüyordu. Kararsızdı. Ancak daha derinlerde bu karmaşa ve sadakatin altında, yatan bir yılan vardı.

 

Roan ürperdi.

 

“Bu benim için bir onurdur. Size saygı gösterecek kadar eğilirsem bir daha doğrulamam. Kusuruma bakmayın, efendim.”

 

Cassius sıcak bir şekilde gülümsedi. Zeki insanlar için fazla söze gerek yoktu. Sadece birbirlerinin gözlerine bakarak, ne düşündüğünü az çok anlayabilirlerdi.

 

Bu yüzden fazla uzatmadılar.

 

“Sorun değil.”

 

“Teşekkür ederim, efendim.”

 

“Hocam yeterli.”

 

“Peki, hocam.”

 

Roan kafasını Allen’e çevirdi.

 

Allen’in ağzı hâlâ kapanmamıştı. Bir Roan’a, birde genç prensese bakıyordu. Şaşırmıştı. Kim olduğunu bile hatırlamadığı torunu gelmiş ve saray öğretmeninin, öğrencisi olmuştu. En azından onun kadar kıdemli olmuştu.

 

Allen kendini topladı. “Kıdemli Cassius, genç prensesin evliliği ne olacak? Biricik torunum Roan mı seçildi?”

 

Cassius kolunun yelesini salladı ve bayılmış prensesi kendisine çekti. Prensesin ensesinde kapanmaya yüz tutmuş iki tane küçük çukur vardı, çevresi zedelenmişti. Birkaç saniyeye hiçbir şey kalmayacaktı.

 

Roan’ın iki misketi yerlerini biliyormuşçasına prensesin ensesine inmişti. O kadar pürüzsüz ve kesin bir atıştı ki ölümcül bir zarar vermemiş, sadece bayılmıştı.

 

Cassius, Allen’e baktı. “Henüz kesin değil. Roan’ı prensese layık olacağı şekilde eğiteceğim. Yetersiz gelirse başkası ile sözleşeceğiz.”

 

Roan kafasını kaldırdı ve kaşlarını çatarak Cassius’a baktı.

 

Roan annesi tarafından izole edilmiş bir çocuktu. En yakını olarak gördüğü kişi ondan nefret ediyor, öldürmek için yol arıyordu. Öldürünce alacağı tepkilerden korktuğundan dolayı sadece izole etmişti.

 

Sadece hocası olduğu için Cassius’a mı güvenecekti?

 

Geçirdiği 9 yıl boyunca, ona alfabe ve okuma öğreten Momo dışında kimseye güvenmemişti. Hatta ona bile güvenmiyordu. Bu yüzden geçirdiği yıllar boyunca Momo’nun güvenlik duvarını kırmak için uğraşmıştı.

 

Duyguları, aşkı, sevgiyi, güveni, kızgınlığı bilmiyordu.

 

Bildiği üç duygu vardı.

 

Öfke.

 

Hüzün.

 

Şüphe.

 

Öfkeyi, bir çekiç olarak kullanmıştı. Hüznü ise bir örs. Roan ise onlarda dövülen parlak alev rengindeki kılıçtı.

 

Şüphe ise bu kılıcı koruyan kından ibaretti…

 

“Endişelenmeyin, hocam. Genç prensese en iyi şekilde layık olacağım. Şüpheniz olmasın…” Roan ciddiyetle söyledi.

 

“Güzel.”  Cassius onayladıktan sonra Allen’e baktı ve gülümsedi. “Herhangi bir itirazını var mı? Flame ailesinin başı; Allen Flame?”

 

Allen hızlıca reddetti ve aile üyelerini hiç olmadığı kadar dikkatli inceleyen Roan’a baktı. Özellikle büyük amcası Jett’e ve Diego’nun yanında duran güzel kadına bakıyordu.

 

Jett, Flame Ailesinin kalıtsal özelliklerini aldığından dolayı oldukça yakışıklıydı. Aynı zamanda bir o kadar da yetenekliydi. Evli olmasına rağmen sosyete de oldukça popülerdi.

 

Allen gür bir sesle konuştu.  “Öyle bir şey olur mu ya? Böyle bir şansı verdiğiniz için hem torunum, hem de böyle birisinin çıktığı Flame ailem adına teşekkür ediyorum. Ayrıca gördüğüm kadarıyla bir öğrenci arıyorsunuz. Biricik torunum Broe’de gayet yeteneklidir.”

 

Roan birçok duygudan mahrum kalmıştı. Her şeyi okuduğu kelimelerden öğrenmişti. Sadece teknik bilgileri biliyordu. Bu sebeple EQ’su oldukça küçüktü. Ancak buna rağmen Allen’in cesaretine şaşırdı.

 

Cassius’un bir şey söylemesini beklerken, o sadece elini salladı ve reddetti. Sadece ‘yetenekli’ olan birisi onun ilgisini çekmiyordu. Ona zeki, kurnaz ve haysiyetsiz birisi gerekiyordu. Ancak bu şekilde prensesi koruyabilirdi.

 

“Roan, yanına almak istediğin şeyler varsa hızlıca al. Önemli bireyler ile görüşmem vardı. Ancak buraya gelmek için reddetmiştim. Zamanım varken onlarla görüşmek istiyorum.”

 

Roan kafasını hafifçe salladıktan sonra Momo’yu aldı ve salondan ayrıldı. Giderken bastonun çıkardığı sesler yorucuydu. Dinleyen insanlara garip bir duygu hissettirmişti.

 

Roan’ın kapıdan çıktığını gören Cassius’un gözleri parladı ve kararından emin oldu.

 

Demek o da fark edebildi. Hah… Flame Ailesi.. Güce olan açlığınız sizi yıkıma götürecek. Ayrıca epeyi iğrençsiniz..

 

Cassius, Jett’e ve Diego’ya doğru bakındıktan sonra kafasını sallayarak iç çekti. “Lider Allen, burada olan hiçbir şey dışarı sızmayacak. Walker, genç prensesi gemiye götür ve incelemeye sok. Ben Roan ile birlikte geleceğim.”

 

Anlaşıldı.” Dedi Walker, kollarındaki küçük figürle birlikte eğildi ve bir anda rüzgara karıştı.

 

“Görüşürüz Lider Allen.” Cassius, Allen’e selam verdikten sonra oradan ayrıldı ve Roan’ın gittiği yolu takip etti.

 

***

 

Roan, geçmiş yıllarda tüm notlarını kasalara doldurduktan sonra Momo’nun yardımıyla odadan çıktı. Odadan çıktığı gibi karşısına ailenin büyüklerinden Diego çıkmıştı. Kaderin hoş sürprizini hisseden Roan, sarkastik bir şekilde gülümsedi.

 

“Siz…”

 

Diego gülümsedi. “Benim adım Diego, senin amcan sayılırım! Böyle resmi bir şekilde konuşmana gerek yok.”

 

“Peki, amca.” Roan kabullendi. Bir anda içine bir kurt düştü ve Diego’nun gözlerine baktı. Bu kırmızı gözlerin içinde gizlenmiş korkuyu gördü, Roan. Bir şeyden çok korkuyor, bilmek istemiyordu. Bunu gören Roan yargısından emin oldu.

 

“Bunlar…?” Diego, Roan’ın arkasındaki kasalara baktı. Yarım metre uzunluğa, yarım metre genişliğe ve yüksekliğe sahipti. Roan 9 sene boyunca izole edilmişti. Bu kadar fazla eşyası olmamalıydı.

 

Roan acı bir şekilde gülümsedi. “Kasaların içi önemsiz kağıt parçalarıyla dolu. Okuduğum kitaplardan aldığım notlar, unutmak istemediğim cümlelerden ibaretler.”

 

“Bu kadar fazla mı?”

 

“Evet. Bazen bir kelime, binlerce kelimeye sığmayacak kadar çok şey anlatır. Gerçi bildiklerim koca bilgi okyanusunda; küçük bir damla bile değil. Öğrenmem gereken çok şey var.” Roan, onu baştan aşağıya süzdü.

 

“Sadece bilgi mi?” Diego’nun dudağı istem dışı oynadı. “Oh… Bilgiler. Onlar oldukça önemlidir. Ancak, bunun yerine çiplere yüklemeliydin. Daha zor erişim sağlanır, güvende olurlar.”

 

Diego’nun istem dışı oynayan dudağı bir saniyenin 5/1’i kadar sürse de, Roan’ın gözünden kaçmamıştı.

 

Benden tiksiniyor mu? İlginç. Roan gülümsedi ve “Bay Diego… Benim için endişelenmekten çok kendiniz için endişelenmelisiniz.” Dedi.

 

Diego içinden sövdü.

 

Sence ben burada olmak istiyor muyum? Sana en uzak kişi olarak, senden bilgi almam istendi. Tsk. Büyük Kardeş, beni kibirli bir velet ile uğraşmak zorunda bırakıyorsun.

 

“O zaman, bana müsaade..” Roan sakin bir şekilde bastonu ile birlikte Diego’nun yanından geçip gitti.  

 

“Hey dur!” Diego arkasını döndü ve Roan’ı yakalamak için harekete geçti. Ancak daha ulaşamadan aralarında bir rüzgar duvarı oluştu ve ikisini ayırdı.

 

İmparatorluk Korumaları! Diego hızlıca geriye kaçındı ve kendini korumak için alevden bir kalkan oluşturdu. Dikkatli bir şekilde Roan’ı izlerken Roan’ın rüzgarın kuvveti yüzünden yere düştüğünü görmesiyle, gözleri faltaşı gibi açıldı.

 

Prensesi bu güçsüz velet mi yendi?

 

 

Roan, büyük gemiye hayranlıkla bakıyordu. Gemi kırmızı çizgilere sahip, siyah yıldız metalinden yapılmıştı. Ayrıca dışında yüksek kamufle becerisine sahip yapay deriden oluşan bir kaplama vardı. Dışarıdan gelen siber saldırılara karşı otomatik bir savunma oluşturuyor, çevre ile uyum sağlayarak kamufle oluyor, belli bir dereceye kadar zırh görevi görüyordu.

 

Değeri en azından 1.000.000 Cennet Taşı’ydı.

 

“Öğrencim, beğendin mi?” Cassius, Roan’ın arkasındaki sandıklara garip bir şekilde baktıktan sonra ona döndü. Gözlerinde gizleyemediği bir küçümseme vardı. Yıllarca en tepede olmak ona büyük bir kibir getirmişti.

 

Roan büyük bir heyecanla kafasını salladı. “Evet hocam. Oldukça sağlam bir deri… herhangi bir savaş silahı var mı? E-9 seviyesindeki bir savaş gemisine ne kadar dayanabilir? Lazer topu var mı? Varsa görebilir miyim? Bir tur versenize!”

 

Hayatında ilk defa dışarı çıkıyordu. Ve ilk gördüğü şey kocaman bir gemiydi. Okuduğu bilim kurgu romanlarındakilere benziyordu. Hayal gücü, Roan’ın sahip olmayı en çok istediği şeylerden biriydi. Ve bunların başına savaş gemileri, araçları geliyordu.

 

“E-9 mu?” Cassius acıyla gülümsedi. “Blaze İmparatorluğu’muz henüz o kadar büyük bir ekonomiye sahip değil. Ayrıca bu seyahat için oluşturulmuş bir araç. Bu sebeple herhangi bir savaş kabiliyetine sahip değil.  Ancak bu seviyedeki savaş gemilerine kıyasla çok daha hızlı; ışığın 30/1 hızına ulaşması sadece bir saatini alıyor.”

 

Roan’ın gözleri parladı. Hızlıca geminin dış derisini biraz daha yokladıktan sonra heyecanını kaybetti. Yeteri kadar heyecan göstermişti.

 

Yorulmuştu.

 

Bastonuna yaslandı ve hocasına baktı. “Nasıl biniliyor? Umarım merdiven yoktur. Çıkamam da… Cennet Çağ’ındayız. Herhalde beni oraya ışınlayabilirsiniz değil mi?”

 

“Sen fazla bilim kurgu okumuşsun. Asura felaketinden sonra başka kimse ışınlanma teknolojisine çalışmaya cüret edemedi. Ayrıca etseler bile büyük ihtimalle bunu başarana kadar uzay büyücüleri tarafından öldürülürler!” Cassius, Roan’ın kırmızı gözlerine sakince baktı. “İnsanlar asla tüm toplumu düşünmemişlerdir. Çünkü tüm toplumu kurtarmak istenirse, asil kesimin yok olması gerekmektedir! Asiller olarak böyle bir şey olmasına izin veremeyiz! Biz insanlığın sütunlarıyız! Tanrıların asaletle kutsadığı kişileriz!” 

 

Cassius’un ses tonunu duyan Roan şaşırdı. “Neden ayrıcalıklı bir kesim olmalı? Herkes eşit statüde olamaz mı? Böylelikle herkes bir diğerini korur, kimseye haksızlık edilmez. Bence en iyisi bu… “

 

“ROAN!” Cassius öfkeyle Roan’a baktı. Duymak istemediği ve beklemediği bir şey duymuş gibiydi. “Sen bir asil çocuğusun! Böyle bir şeyi bir daha söyleme! Eşitlik kelimesini sana yasaklıyorum! Bundan sonra bir daha bu kelimeyi ve cümleyi ağzında duymayacağım! Ben bir şey yapmasam bile asil hanelerin baş düşmanı olursun!”

 

Roan’ın vücudunu bilmediği bir duygu sardı. Cassius’un bu kadar öfkeleneceğini düşünmüyordu. Başka şeyler söylemek istiyordu ancak onun gözleriyle karşılaşınca güçsüzlüğüne küfür edip, sözlerini yuttu.

 

Kanayan bir yarası olmalı…

 

Cassius, Roan’ın bir şey demediğini görünce tekrarladı. “Eşitlik kelimesini sana yasaklıyorum. Bu isteğe uyacağına söz ver.”

 

“Roan. Söz ver.”

 

Roan kafasını eğdi ve kısık sesle konuştu.

 

“Söz veriyorum, öğretmenim.”

 

Cassius, Roan’ın neredeyse ayaklarına gelen uzun saçlarını okşadı ve gülümsedi. “Güzel çocuk. Akıllı insanlar durumu okur. Potansiyelin var. Potansiyelin var… Ben o aptal Flame’ler gibi değilim. Benim için seni özel kılan; kanın ya da sınıfın değil. Kafanın içindeki birkaç kiloluk et parçası! Onun sırlarını hâlâ anlayamadık. Zirvenin anahtarı oradadır.”

 

“Tavsiyeleriniz ve övgüleriniz için teşekkür ederim hocam.” Roan gözleri kapalı bir şekilde gülümsedi. Solgun tenine rağmen, parlak gülümsemesi gökyüzündeki güneşe kafa tutuyordu.

 

“Güzel. Hadi binelim.” Cassius cebinden siyah renkli bir kart çıkardı ve siyah derinin üzerine dokundurdu.  

 

Roan siyah kartı temas ettiği yerde bir oynama keşfetti. Siyah kartın temas ettiği yerdeki deri parçası açılarak içindeki bir taş parçasını dışarı çıkarttı. Kart ile temas eden şey bu taş parçasıydı. Taş ve kart birbiri ile temas edince gemide değişikler meydana geldi.  

 

PENG!

 

Kırmızı çizgiler hafifçe parladı ve bir kapı açılarak içinden merdivenler indi. Bu sırada Roan bilim kurgu romanlarının içindeymiş gibi hissediyordu; inen merdivenleri görene kadar.

 

Roan merdivenlere bakarken küfürlerine engel olamamıştı.

 

Siktir. Bu merdivenleri icat eden mucitlerin #$½#$½#$½#$!

 

Merdivenler, Roan’ın kendisinden sonraki en büyük düşmanlarıydı. Yön değiştirirken bile zorlanan Roan, birkaç kat daha güçlense de bu merdivenlerden çıkamazdı. Dengesini kaybedip ölme ihtimali bir kenara bırakılsa dahi yarı yolda yorgunluktan bayılırdı. 

 

“Merak etme! Teknoloji yürümeyi gerektirmeyecek kadar gelişti.” Cassius, Roan’ın ekşimiş yüzüne bakarken kıkırdadı.

 

“Hareket eden koltuklar mı var? Ya da ışınlanma?!” Roan tekrar heyecanlandı. Ancak heyecanı bir saniye sonra robotun inip, onu kucağına almasıyla söndü.

 

Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, insanlar hep kaba! Roan gözyaşlarına engel olmaya çalıştı.

 

***

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44422 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr