Bölüm 3: Roan Flame (III)

avatar
507 4

Cennet Hükümdarı'nın Günceleri - Bölüm 3: Roan Flame (III)


Bölüm 3: Roan Flame III

 

Allen soğuk nefesi içine çekti. Aslan yelesini andıran saçları ona vahşi ve patlayıcı bir hava katsa da, karşısındaki bilgeye hiç etki etmiyordu.

 

Saray Öğretmeni mavi, sade bir cüppe giymişti. Beyazlamış saçları ve bir gölü andırırcasına durgun gözleri Allen’in üzerine büyük bir baskı yaratıyordu.  O sakin gözlerin derinliğinde dönen şeyleri görmese de hissedebiliyordu.

 

Saray öğretmeninin hemen yanında 12-13 yaşlarında bir kız çocuğu duruyordu. Gözleri merakla etrafta dolaşıyor, renkli ve değerli şeyler üzerinde bir süreliğine duruyordu. Yüzü bir yeşimi andırıyordu. Pürüzsüzdü. Gözlerindeki kibri ve üstünlüğü saklamakla uğraşmıyordu. Herkese yukardan bakan anka kuşu gibi bakıyordu. Bu kişi Blaze İmparatorluğu’nun genç prensesi Lilibeth’di.

 

Onun hemen yanında güçlü aurasıyla, yıkılmaz bir duvarı andıran İmparatorluk koruması Walker duruyordu. Gözleri hafifçe kapalı dursa da, ondan yayılan görünmez güç; odadaki herkesi baskı alacak kadar kuvvetliydi.

 

Allen saygıyla selamladı. “Bu aşağılığın ailesine gelerek, burayı onurlandırdınız. Umarım herhangi bir sıkıntınız yoktur.”

 

Cassius ona baktı ve gülümsedi. Naif hareketleri, sakin ve alçakgönüllü gözükse de her bir hareketinin ardına baskıcı tavırlar yerleşmişti. “Hohoho! Flame ailesinin yüce liderinin bizim önümüzde böyle eğilmesine gerek yok! Biz bir aile sayılırız!”

 

Allen rahatlamadı. “Hahaha! Büyük kardeş Cassius’un dediği gibi… böyle katı prosedürlere gerek yok! Sonuçta biz bir aileyiz!”

 

Lilibeth bu sahte muhabbete daha fazla dayanamadı ve patladı. “Tamam, tamam! Biz bir aileyiz! Bu yüzden çabuk olda yetenekli veletlerinizi ortaya çıkar! Bu prensesin kaybedecek zamanı yok!”

 

Bir prenses olarak doğduğunda evliliğinin politik olacağını biliyordu. Pek umurunda değildi, imparatorluk ailesinin işine yaradığı sürece gururluydu. Yerini sağlamlaştırmalıydı. Ayrıca acele etmeliydi, yoksa kendisinin seçmediği birisiyle evlenirdi. Bu yüzden en uygunu, zaten kan bağları olan Flame ailesiydi.

 

Onları her zaman bastırabilirlerdi.

 

“Hay, hay! Rızanıza göre birisini seçebilirsiniz! İsimlerinin sizinle aynı kağıtta yer alması bile, onlar için büyük bir onurdur.”  Allen gülümsedi ve kapıdaki korumaya işaret verdi.

 

Koruma zaman kaybetmeden kapıyı açtı ve sırada bekleyen Flame ailesinin genç erkek yetenekleri içeriye girdi.

 

Hepsi güzel kıyafetler giymiş, dış görünüşüne önem vermişti. Podyumda sergilenen bir kıyafet gibilerdi. Prensesin onları seçmesini umuyorlardı.

 

Onların arasında; Broe ve Harry dahi vardı.

 

Alayla gülümseyen Harry kafasını çevirdi ve ondan çokta uzakta durmayan annesine ve babasına baktı. Bunu unutmayacaktı.

 

Toplam 11 çocuk vardı. Hepsi de yakışıklıydı. Yetenekli ve heybetli gözüküyorlardı. Besin değeri yüksek olan özel yiyecekler yediklerinden dolayı ciltleri parlak ve canlıydı. Bir asil gibi görünüşlerine önem veriyorlardı. Başları dik, göğüsleri kabarıktı.

 

Komik bir görüntüydü.

 

Dişisine heybetini göstermek isteyen Tavuskuşu gibilerdi.

 

Lilibeth dudaklarını büktü. “Bu çöpler mi? Sanırım Flame Ailesini gözümüzde fazla büyütmüşüz. Gidelim hocam.” Yanında duran Cassius’un cübbesinden tuttu ve çekti. “Hocam? Flame Ailesinde, Alice Hoca hariç dikkate değer bir şey yok. Sapphirus ailesine bakmalıyız. Yeni nesil oldukça yetenekliymiş.”

 

Cassius’un yüzü karardı.

 

Harry kıkırdadı. Kodumun kezbanı. Lütfen… o kirli ve kibirli ellerini üzerimizden çek. Umarım yolda giderken bir boka basarsın ve sarayın kalite halılarına basana kadar fark etmezsin.

 

Lilibeth bir anda kafasını Harry’e çevirdi. Gözlerinde ölümcül bir parlaklık vardı. Ellerinde bir ateş topu oluştu. Bir beyzbol topu büyüklüğündeydi.

 

Oldukça hızlı bir şekilde ilerledi ve kıkırdayan Harry’in göğsüne indi.

 

Brugh.

 

Harry kan tükürdü ve oracıkta bayıldı.

 

Lilibeth doğduğundan beri yetenekliydi ve çeşitli hocalardan eğitim almıştı. Ayrıca Yükseliş Akademisine gidiyor, Alice’den özel ders alıyordu. Bu yüzden ateş elementi konusunda diğerlerinin önündeydi.

 

Bu veletler onunla denk olamazdı.

 

“Dalga geçmek isteyen başka birisi var mı?” Lilibeth tüm çocuklara baktı ve Broe’nin gözlerindeki aşağılamayı gördü. Bu kibir bir kralın imparatora bakması gibiydi.

 

İkisi bakıştı ve ortam bir anda gerildi.

 

Broe bir anda ileri fırladı iki elinde oluşan alev toplarını Lilibeth’e fırlattı. Çok güçlü ve hızlı olmasalar da,  sıradan bir insan karşılayamazdı. Yoğun bir acı çeker, eli yanardı.

 

Lilitbeth dudaklarını büzdü ve küçük bir kalkan oluşturarak, topları yok etti. Ardından kendi ateş bilyelerini oluşturdu ve on adet bilye hızlıca Broe’ye ilerledi.

 

Broe kendini savunmaya çalışsa da, Walker’in gözlerini görünce bir saniyeliğine durakladı. O korkutucu gözleri görünce kibri parçalandı ve on bilye sırayla vücuduna indi.

 

Acı bir şekilde bağıran Broe yere düştü ve göğsünü ovalamaya başladı. Çoğunluğu göğsüne inmiş ve orayı acıtmıştı.

 

“Bu kadar mı? Hayal kırıklığı.” Cassius derin bir iç çekti. Yetenekli tohum aramaktan çok, zeki ve çakal birisini arıyordu. Ancak böylelikle genç prenses sarayda kendisini savunabilirdi. Yetenekli değil. Kurnaz birisini arıyorlardı.

 

“Hocam, Walker Amca! Gidelim! Buradakiler çok zayıf! Bana uygun değiller.”  Lilibeth küçük vücuduyla Walker ve Cassius’u çekmeye çalıştı.

 

Allen’in alnında terler birikti. Aceleyle araya girdi, “Genç prenses! Flame ailesinin genç nesli zayıf değil, siz büyük bir güçle kutsanmışsınız! Orta seviyeli bir Mutasyon ateşine sahipsiniz! Böyle bir şeyle, uluslararası çapta ünlenebilirsiniz!”

 

Haklıydı. Lilibeth yetenekliydi, ve bu yetenek Broe’nin bir gömlek üstündeydi. Yenilmesi normaldi.

 

Sırada zayıf ve soluk bir ses duyuldu.

 

“Ohho. Büyükbaba… bir de ben deneyebilir miyim?”

 

Gözleri kapıya çevrildi. Zarif, zayıf ve narin Roan bir bastonla orada duruyordu. Momo hemen arkasındaydı. Onu bir koruma gibi takip ediyordu. Ayrıca gözlerindeki cansız bakış yerini, parlak mavi renge bırakmıştı.

 

Manuel olarak kontrol ediliyordu.

 

Allen, Roan’a baktı ve bir an onu tanıyamadı.

 

Bu velette kimdi?

 

Salondaki herkes kendisine sordu.

 

Lilibeth’in gözleri Roan’a sabitlendi. İçinde gizlenmeyen bir merak ve şaşkınlık vardı. Nedense Roan ona oldukça tanıdık gelmişti.

Broe bu sesi duyunca göğsünü ovuşturmayı bıraktı ve şaşkınlıkla baktı.

 

“Roan?”

 

Roan?

 

“Alice Hanımın çocuğu Roan mı?” bir aile büyüğü mırıldandı. Öyle birisi olduğunu 9 senden sonra unutmuştu.

 

Alice hoca mı? Lilibeth düşündü. Alice onun oldukça saygı duyduğu birisiydi. Yeteneği, asaleti, güzelliği ve inatçılığı ile tüm akademinin gözdesi olan bir öğretmendi. Ancak bir çocuğu olduğunu bilmiyordu. Üstelik neredeyse kendisiyle yaşıttı.

 

“Bu…” Allen kararsızdı. Roan yakışıklı olsa da yeteneksizdi. Ancak bir an sonra aklına bir şimşek çaktı ve gözleri aydınlandı.

 

“Herkes şans vermeliyiz. Ne dersiniz, genç prenses? Belki de hikayelerde geçen kahramanlar gibi olur? Zayıf birisi üstün gelir ve prensesi yener?” Allen tamamen saçmalamaya başlamıştı. Anında yedek bir plan hazırlamıştı.

 

Lütfen onu yanlışlıkla öldür! Allen içinden gülümsedi ve bir kaza olmasını umdu.

 

Roan afalladı. Bu kadar kolay olmasını beklemiyordu. En azından karşı çıkmaları ve onu aşağılamaları gerekirdi. Böylelikle hazırladığı diyaloglarla kendisini acındırarak, prensesin dikkatini çekebilirdi. Duygusal oynamayı biliyordu.

 

Ancak beklediğinin tam tersiydi.

 

Allen sanki bunu bekliyormuş gibiydi. Anında kabul etmişti ki, Roan’ın burnuna kötü kokular geliyordu. Ancak başka seçeneği yoktu. Her türlü oynayacaktı. Tek yapması gereken kazanmaktı.

 

Cassius, Allen’e bakınca durumu anlamıştı. Bıyık altından gülümsedi, ve Allen’i aşağıladı. Bir kurbağa, kuğu etini almak için bir şey feda edecekti.

 

Onun ölümünü kullanarak bize baskı kurmaya çalışacak. Sarayın derdi başından aşkın… Cassius tam reddedecekti ki, Roan ile gözleri kesişti.

 

Hm? Bu gözler… Cassius, Roan’ın gözlerine bakınca zayıf bir çocuk yerine, kendini gizleyen bir tilki gördü. O kadar dikkatli bir şekilde inceliyordu ki durumu, böyle bir odağı Cassius bile sağlayamazdı.

 

Beden dili mi biliyor?

 

Beden dili gibi bilim dalları şuan ki dünya da pek umursanmıyordu. Her şey teknoloji ile başarılıyordu. Bu yüzden kimsenin sikinde değildi.

 

Ancak bir insan sarrafı olan Cassius az çok biliyordu. Beden dili oldukça önemliydi. Kelimelerin söyleyemeyeceği kadar çok şey açıklıyordu. Sırların ve benzeri soruların cevapları, beden dili yoluyla alınabilirdi.

 

Roan gülümsedi.

 

Onun gözünde her şey yavaştı. Beden dili hakkında onlarca kitap okumuştu. Zekasını konuşturması gerektiğini biliyordu. Bu yüzden zekası ile savaşacaktı, ve onun sayesinde kazanacaktı. Başka gücü yoktu.

 

“Sen bana karşı nasıl kazanacaksın ki? Bir büyücü bile değilsin. Vücuduna bakılırsa ateş bilyesine dahi ölürsün. Fazla riskli. Bunu kabul edemem.” Lilibeth reddetti.

 

Ancak Roan ona fırsat vermek itemiyor gibiydi. Cebinden çıkardığı ilkel sapana bir misket yerleştirdi ve hafifçe çekip, bıraktı.

 

“Çok konuşuyorsun. Sadece savaş.”

 

Sıradan bir misket olsa da, sapanla fırlatıldığında ölüm tehlikesi içerebiliyordu. Tabii bunu Roan atınca pek tehdit edici değildi. Ancak bir velede karşı yeterliydi.

 

Misket anında hazırlıksız Lilibeth’in alnına çarptı ve hafifçe kızarttı.

 

“Ah!” Lilibeth’in gözleri doldu ve acıyla haykırdı. Ancak bu kısa süreliğine bir reaksiyondu. Alnını tuttuktan sonra etrafında yirmi tane küçük misket oluştu ve Roan’ın misketleri ile aynı hızda, Roan’a uçtu.

 

Lilibeth öfkeliydi. Aşağılanmıştı.

 

Roan ona doğru gelen misketlere baygın bir bakış attı. Gözleri o kadar durgundu ki, insan onu ruhsuz sanardı. Ancak Roan sadece çok sakindi.

 

Acele etmedi. Bastonunu eline aldı ve geriye doğru çapraz adım atarak Momo’nun arkasına geçti.

 

Tink.

 

Misketler Momo’nun metal vücuduna çarptı ve hepsi dağıldı. Momo orada hiçbir şey olmamış gibi dururken, Roan çoktan sapanın lastiğini çekmişti.

 

“Fazla güce odaklanıyorsun.” Lastiği bıraktığı gibi lastik tekrardan aynı yere çarptı ve kızarmış yeri daha da kızarttı. Normalde bu savaşlar 1vs1 şeklinde, rakipler haricinde başka birisinin mücadeleye dahil olmasına izin verilmezdi.

 

Durumu anlayan Lilibeth kükredi. “Bu haksızlık! O robotu kullandı! Kuralları ihlal etti.”

 

Gözyaşları bir sel misali gözlerinden akıyordu. Sümükleri hafifçe burnundan çıkmıştı, öfkeli ve aşağılanmış hissediyordu. Alnı cam bilyelerin sertliği yüzünden kızarmıştı ve dehşet bir acıyla kasılıyordu.

Roan sakince ona baktı. O sırada Walker ve diğer insanlar aşağılamayla Roan’ı süzdüler.

 

“Yaptığınız kabul edilemez. Adil bir mücadele değildi.” Walker, Roan’a tehditkar bir şekilde baktı.

 

Allen durumu anlayınca büyük bir gülümsemeyle Momo’ya seslendi. “Momo! Hemen geri çekil ve beklemede kal!”

 

Ancak Momo herkesi şaşırtarak yerinden kıpırdamadı.

 

Allen kaşlarını çattı. Bir şeyler yanlıştı. Momo’nun üzerinde en büyük yetki sahibi oydu. Ve sesini tanıması gerekiyordu. Ancak emirler yok sayılmıştı.

 

Bu yüzden acil durum şifresini söyleyerek, sistemi sıfırlamak istedi. “Acil Durum Şifresi; Flame001Allen011Tetra010Blaze002Momo009Mellian008.”

 

“Erişim reddedildi.” Momo’nun duygusuz sesi salonu kaosa sürükledi.

 

Sistem hacklendi mi? Böyle bir şey… Allen’in kalbi boğazına geldi. Böyle bir zamanda sisteme sızılması imkansızdı. Kaldı ki böyle bir durumda robotun kendisini imha etmesi ya da devre dışı bırakması gerekirdi.

 

Roan şaşırmış aptallara baktı. Teknoloji devrinde olmalarına rağmen, sistemlerine sızılmasına mı şaşırıyorlardı?

 

Aptallar. Roan içinden aşağıladı. Elini kaldırdı ve Momo’ya geri çekilmesini işaret etti.

 

Momo birkaç adım geriye çekildi ve bir heykel gibi hareketsiz durdu.

 

Roan kafasını kaldırdı ve genç prensesin yaşlı gözlerine baktı. “Genç prenses. Şimdi adil oldu mu? Ancak ben pek öyle sanmıyorum. Sizin uzun menzilli saldırılarınız hâlâ duruyor. Yanlış bilmiyorsam, sarayda yakın dövüş eğitimi almanız gerekli…”

Genç prenses gözyaşlarını sildi ve burnunu çekti. Güçlü gibi dursa da, daha ergenliğine girmemiş küçük bir kızdı. Duygusal ve acıya hassastı. Ağlamaması anormal olurdu.

 

“Yakın dövüş mü istiyorsun?”

 

“Hayır.”

 

“Peki neden sordun?”

 

Roan sapanın lastiğini bıraktı.

 

Tak.

 

“Sadece seni oyalıyordum.”

 

Genç prenses geriye yalpaladı.

 

“Seni lanet!”

 

Roan sapanın lastiğini bıraktı.

 

Tak.

 

Genç prenses birkaç adım geriye yürüdü ve gözleri tekrardan doldu. Dudaklarını ısırıyordu. Tekrardan oyuna gelmişti.

 

“Seni piç kurusu! Seni öldüreceğim!” Genç prenses öfkeyle bağırdığında etrafında ateş topları oluştu ve eli alevlerle kaplandı. Toparlanmayı dahi beklemeden, kendi etrafında dönerek ivme kazandı ve Roan’a doğru fırladı. Adeta dans ediyordu.

 

“Biliyor musun? Senden hoşlanıyorum.” Roan’ın aşk dolu sesi öfkeli prensesin kulağını doldurdu. O kadar ciddi ve aşk doluydu ki, prensesin bir anda içi ısındı.

 

Durakladı.

 

“Gerçekten mi?”

 

“Tabii ki hayır.”

 

Tak.

 

Misket dördüncü kez aynı yere çarptı ve orayı hafifçe morarttı.

 

Etraf ölüm sessizliğine boğuldu.

 

Cassius ve Allen’in yüzü karardı.

 

Walker’ın kulaklarından dumanlar çıkıyordu adeta! Öfkenin esiri olmak üzereydi.

 

Prenses çıldırmanın eşiğine gelirken, Roan o arayı fırsat bilerek nefeslendi ve birkaç adım daha geri çekildi. Eline daha elastik misketler aldı. Bunlar özel bir maddeden yapılmıştı. Cam değillerdi ve sekiyorlardı. Ancak bir cam kadar sert olabilirlerdi.

 

Roan bir berserkerı andıran figürüyle ona koşan prensese baktı. Birkaç saniye içinde ateşler içinde kalacaktı. Bu sıcaklık bile vücudunu zorluyordu. Bastonu ile sırtını desteklemeseydi, çoktan yığılmıştı bile. Ancak böyle bir fırsat bir daha gelmezdi.

 

Roan’ın gözleri bir şahini andıran parıltıyla parladı ve nefesi aşırı yavaşladı. Odağı yükselirken, vücut fonksiyonları sınıra kadar çalışıyordu. Öğrendiği denklemleri ve kanunları hatırladı ve sapana yerleştirdiği iki misketi bıraktı.

 

Misketler bir havayı yararak gitti ve prensesin baldırlarını ıskalayarak arkasına devam etti.

 

Iskalamıştı.

 

Nefesler tutulmuştu.

 

Prenses gülümsedi ve Roan’a doğru bir ateş dalgası gönderdi. Onun ne kadar zayıf olduğundan bihaberdi. Ancak umursamadı. Tek umursadığı onu yenmekti.

 

“Prenses! Dikkat!” Walker panikle bağırdı ve bir anda harekete geçerek prenses ile Roan’ın arasına fırladı.

 

Ancak Roan çoktan bastonunu kaldırmış ve prensesin figürünü delmek için tetiğe basmıştı.

 

Bam!

 

Bastonun ucundan dumanlar yükseldi ve salonu bir ses sardı. Geri tepme yüzünden Roan birkaç adım geriledi ve kolona çarparak yere yıkıldı. Sadece bir kurşun olmasına rağmen Roan’ın vücudunun hissettiği geri tepki inanılmazdı.

 

Walker’in gözleri parladı ve mavi bir kalkan Roan ile prensesin arasına durdu.

 

Mermi ona çarptı ve yere düştü.

 

Huff.

 

***


03/08/2021 - 15:29







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44418 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr