Bölüm-70 Kum Kral'ı

avatar
448 0

Başlangıç - Bölüm-70 Kum Kral'ı




Derin bir nefes verip tekrar meditasyona girmekten vazgeçtim. Ayağa kalkıp hafifçe gerindiğimde neredeyse bedenimin her yerindeki acılar yüzünden inledim. Elimi uzatıp ezilmiş burnuma dokundum.


‘Çatlak karı’


Uzun sakallarıma sıvazlayıp ‘keseyim mi kesmeyeyim mi’ diye düşündüm. ‘Neyse’ diye düşünüp gelişim merkezimdeki az bir şey topladığım kaos enerjisini, kılıç gibi yaptığım elime gönderip sıkıştırdım. Diğer elimle sakallarımı tutup hafifçe çektim. Ardından kaos enerjisi ile kaplı elimi, sakallarımın üstüne, çenemin hemen altına hızlıca indirdim.


Elimdeki sakalları bir kenara bırakıp ayrıntılı bir şekilde yüzümdeki sakalı kesmeye başladım.




Bir süre sonra


Kaos enerjisi bitene kadar yüzümle ilgilendikten sonra derin bir nefes verip üstümdeki yırtık kıyafetin bir parçasını kopardım, yerdeki sakallarımı içine koyup bir kenara koydum. Yüzüme dokunup bazı yerlerde olan ve bazı yerlerde olmayan kısa sakallarımı hissettiğimde kaşlarım seğirdi.


‘Kahretsin’

‘Ayna falanda yok’


Haaahh


‘Neyse’

‘Bununla idare edeceğiz artık’


Etrafıma bakındım. Karanlık, zindan benzeri bir yer, sağımda solumda ve önümde görebildiğim demir parmaklıklardan başka hiçbir şey yok. Parmaklıklara yaklaştım, elimi uzattım ve dokundum.


GÜM!


Ağzımdan fışkıran bir avuç dolusu kan ile geriye savrulup duvara yapıştım. Kasılan bedenimden çıkan elektrik kıvılcımlarına baktım. Kendimi, oturur pozisyona geçmeye zorlayıp derin bir nefes aldım.


HUUUFFF


Elektrik kıvılcımlarıyla beraber nefesim geri verdim. Bedenimdeki kasılmalar dinince etrafa mor ve mavi kıvılcımlar yayan demir parmaklıklara baktım.


‘Kahrolasıcalar’

‘Nasıl kaçacağım ki buradan’

‘Zerre kaos enerjisi yok’

‘Akıllarından ne geçiyordu ki’


Kendimi sakinleştirip tekrar ayağa kalktım, parmaklıkların önüne geldim. Elektrik kıvılcımları yavaş yavaş sönerken bakışlarımı karanlık koridorda gezdirdim. Fazla uzağı göremiyordum, sadece karanlık. Hafiften boğazımı temizledim.


“Merhaba, kimse var mı?”


Sesim, tekrarlanarak uzaklara doğru ilerledi. Bir süre bekledim.


“Kimse var mı?”


Tekrar sadece kendi sesim. Geri çekilip duvarın dibinde bağdaş kurdum. Tam gözlerimi kapatıp meditasyona girecekken önümdeki alan bulanıklaştı. Ve menekşe gözlü ortaya çıktı.


“Hayırdır, kime seslendin?”Hafifçe eğilip kıstığı gözleriyle bana baktı.


Ona baktım, derin bir nefes verdim.


“Hiç, canım sıkılmıştı,”dedim ve dediğime pişman oldum; çünkü menekşe gözlü, söylediğim sözlerle beraber geniş bir gülümseme takınıp yumruklarını çıtlatmaya başladı.


“Hah, olur mu öyle şey? Canın sıkıldıysa bana seslenseydin ya,”diyen menekşe gözlü bana doğru bir adım attı.


“DUR!”dedim, sertçe. Ve o da durdu.


“Ne oldu?”


“Henüz tanışmamıştık öyle değil mi?”


Kafasını sallayıp devam etmemi söyledi. Boğazımı temizledim.


“Ben Serdar,”dedim ve onu bekledim. Ama hiçbir şey söylemeden tekrar kafasını salladı. Bir an ne söyleyeceğimi düşündüm ve aklıma herhangi bir şey gelmeyince yüzümün ısınmaya başladığını hissettim.”ne söylememi istiyorsun?”


Onun, büyük ihtimalle yüzümde beliren kırmızılığı görmesini istemediğim için başka bir tarafa baktım.


“Bilmem,”dedi menekşe gözlü.”kim olduğundan falan bahset, nereden geldiğini.”Yankılanan adım sesleriyle bakışlarımı çevirip hemen dibimde duran menekşe gözlüye baktım. Yüzünde, sanki hevesli bir ifade vardı, ya da bana mı öyle gelmişti.”Mesela buraya gelmeden önce ne yaptığından bahset, geldiğin yerden bahset. Ne diyorlardı sizin gezegene. Biz şimdiye kadar hep burada…”


Konuşmasının sonlarına doğru bana doğru eğildiğinde ve yüzü, ağzından çıkmak üzere olan kelimeleri sanki zorla tutuyormuş gibi bir şekle girdiğinde aniden arkasını döndü. Hafifçe boğazını temizledi.


“Yani anladın sen, geldiğin yerden falan bahset,”dedi.


Onun, sırtını kaplayan uzun menekşe rengi saçlarına birkaç saniye baktıktan sonra istemsizce gülümsedim.


“Benim geldiğim yere, Dünya gezegeni denilir,”dedim.”orası, bir sürü canlıya ev sahipliği yapan koca bir gezegen. “Yüzümdeki gülümseme silinirken derin bir iç çektim.”Eskiden öyleydi tabi.”


Menekşe gözlü, dönüp meraklı gözleriyle bana baktı.


“Neden eskiden? Şimdi de öyle değil mi? Kötü bir şey mi oldu?”Beni soru yağmuruna tutmaya devam etmek üzere olduğunu gördüğümde ellerimi kaldırıp onu durdurdum.


“Çok kötü şeyler oldu,”dedim. Elimle yeri gösterip oturmasını söyledim. Kafasını sallayıp hemen önümde bağdaş kurarak oturduğunda yüzüm tekrar ısınmaya başladı. Kuru bir şekilde öksürüp devam ettim.


“Dünyamız, üstünde yaşayan canlılarla beraber rengârenk toprakların olduğu, ovalarla, dağlarla, göllerle, denizlerle, okyanuslarla kaplı çok büyük ve güzel bir yerdi. Aklına gelebilecek ve gelemeyecek olan her türlü güzelliğe sahipti.”dedim. Derin bir iç daha çektim.”Ta ki gökyüzü parçalanıncaya dek.”


Olanları ve özellikle Muhammed Abiyi tekrar hatırlamam ile söyleyeceklerimin devamını getiremedim.


Çatılan kaşlarıyla,“Nasıl yani? Gökyüzü nasıl parçalandı?”dedi menekşe gözlü.


Zemine baktım.


“Cam diye bir şey duydun mu daha önce?”


“Şu mu?”Elinde beliren aynayı bana gösterdi. Ve yansıyan çirkin yüzümü.


‘Heh’

‘En son ne zaman yüzümü görmüştüm’


“Alabilir miyim?”dedim. Kafasını salladı ve aynayı bana uzattı. Uzanıp aldım, kendime iyice baktım. Deforme olmuş burnum, ak düşmüş upuzun saçlarım, morarmış gözaltı torbalarım ve yüzümü kaplayan iğrenç kesilmiş kısa sakallarım. Genişçe gülümsedim, neredeyse tamamı kırılmış olan dişlerime baktım. Aynayı, yukarı bakacak şekilde yere koydum. Menekşe gözlüye baktım ve aynayı gösterdim.”Bu, gökyüzü,”Kafasını salladığında parmağımla aynaya bastırdım.


Çat


“Bu da parçalanan gökyüzü,”Gözlerim kızarmaya başlarken elimi geri çekip derin bir nefes aldım. Onun hafiften genişlemiş gözlerine baktım.”yüzüğümü sen mi almıştın?”


Bana baktı, hiçbir şey söylemeden. Gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi.


“Üzgünüm,”dedi. Avucunda beliren yüzüğü bana uzattı. Aldım ve gelişim merkezimdeki nereden geldiğini anlamadığım az bir şey kaos enerjisini yüzüğe aktardım. Ardından bir sigara çıkardım. Ve geri yüzüğe koydum. Yüzüğü parmağıma takıp bana bakan menekşe gözlere baktım.”özür dilerim. Ben, bilmiyordum. Yoksa sana…”Elimi kaldırıp sözlerini kestim.


“Senin bir suçun yok ki,”dedim, gülümseyerek.”özür dilemeni gerektirecek bir durum da yok. Şimdiye kadar başıma ne geldiyse elbette çoğunu hak ettiğim içindir. Ayrıca asıl özür dilemesi gereken benim.”Başımı, ona karşı eğdim.”Sana küfür ettiğim ve sana saldırdığım için çok özür dilerim .”Başımı eğik tutmaya devam ettim. Bu, kendime olan bir zorunluluktu; çünkü hayatım boyunca ilk defa bir bayana küfür etmiştim. Ve bu şekilde durmam; onun beni affetmesi için değil de kendi kendimi affetmeye çalıştığım içindi.


“Lütfen başını kaldır,”Kulaklarıma ulaşan hafif kısık sesle başımı yavaşça kaldırdığımda onun, kızarık menekşe gözlerini gördüm. Elini, yavaşça bana uzattı.”amca Ku, bana böyle selamlaştıklarını söylemişti.”


Onun eline baktım. Ardından kızarık menekşe gözlerine. Ve gülümsedim, elimi uzatıp elini hafifçe sıktım.


“Merhaba, ben Serdar,”dedim.”Başka bir dünyadan gelen Serdar.”


“Merhaba, Dünyadan gelen Serdar,”dedi, gülümseyerek.”Ben, Menekşe. Tanıştığımıza memnun oldum.”




Mavi ve mor ışıklarıyla karanlık geceyi aydınlatan kum fırtınasının dışında, çok uzaklarda, bedenlerinin tamamını kaplayan siyah pelerinlerle birkaç insan benzeri canlı belirdi. En önde duran diğerlerinden daha büyük olan biri hafifçe homurdanıp,“Haberi gönder,”dedi, kaba ve boğuk sesiyle. Başını çevirip arkasında bekleyen diğerlerine baktı.”savaşmaya hazırlansınlar!”


Siyah kıyafetliler, kafalarını salladıkları gibi birer bulanıklık halinde ortadan kayboldular. Bakışlarını, tüm görüş alanını kaplayan kum fırtınasına çeviren büyük siyah pelerinli,”Şimdi ne yapacaksın?”dedi.”Tekrar kaçabilecek misin?”Sertçe homurdandı, elinde beliren siyah renkteki devasa kılıcı kaldırdı. Ardından aşağıya indirdi. Yankılanan gümbürtü sesleri eşliğinde kılıcın ucundan zifiri siyah renkte devasa bir kılıç yayı çıktı. Ve önüne gelen tüm kumları hiçliğe karıştırarak dümdüz kum fırtınasına doğru ilerlemeye başlarken neredeyse kum fırtınasının yüksekliğine erişecek kadar büyüdü.




Taht salonunda


Kaşları sertçe çatılan Kral, gözlerini açtığı gibi kum fırtınasının dışında, kılıç yayının karşısında belirdi. Homurdanıp elinin tersini savurdu.


Yankılanan gümbürtü sesleri ve doğan ışık patlaması eşliğinde kılıç yayı ve Kral’ın önündeki alanın tamamı hiçliğe karıştı. Elinin tersinde oluşan küçük yaraya bakan Kral, sert ve soğuk bakışlarını, çok uzaklardaki siyah pelerinli adama çevirdi.


“Küçük kardeşim!”


Siyah pelerinli adam, kafasını örten pelerinin şapkasını geriye atıp yara bere içinde yüzünü açığa çıkarttı. Gözlerini kısıp genişçe gülümsediğinde ağzının içini tamamen kaplayan keskin dişlerin görünmesine neden oldu.


“Büyük kardeşim,”dedi.”artık kaçamayacaksın!”Hırlayarak güldü, arkasını dönüp ortadan kayboldu.


Küçük kardeşinin az önce durduğu yere bakan Kral, derin bir iç çekti. Ardından tahtında belirdi, bakışlarını zindana çevirdiğinde yüzlerindeki hafif gülümsemeler ile Menekşe ve Serdar’ın el sıkıştıklarını gördü. Kaşları istemsizce seğirdi, derin bir nefes verdi. Ve gülümsedi. Elini sallamasıyla hala daha el sıkışan Serdar ve Menekşe, bir anda tahtın basamakları önünde belirdi. 


Serdar’ın elini bırakmak üzere olan Menekşe, nerede olduğunu fark ettiği gibi Serdar’ı sertçe kendinden uzaklaştırıp başına siyah kıyafet parçalarını geçirdi. Ardından tahtın karşısında tek dizinin üstüne çöküp,”K-Kralım,”dedi.




‘Ehh’


Taht salonunda olduğumuzu  gördüğümde az daha tahttaki elemana küfür edecektim.


‘Yani şurada tanışmaya çalışıyoruz’

‘Olacak iş değil’

‘Neyse neyse’


Derin bir nefes verip keskin bakışlarıyla beni süzen taçlı adama baktım, hafifçe boğazımı temizledim. Başımı biraz eğip,”Daha önceki saygısızlıklarım için özür dilerim,”dedim.”sinirliydim ve bir anda sizler tarafından buraya getirildiğimde beni öldüreceğinizi sanmıştım. Yani, anlarsınız ya, başka bir yerden geliyor…”


Taçlı adamın elini sallamasıyla ağzım, kendi kendiliğinden kapandı.


“Özür dilemeyi bilmen yeterli genç adam,”dedi taçlı adam.”bana adını söyle.”


Kafamı sallayıp ağzımı açmak üzereyken Menekşe’nin yanında tek dizlerinin üstüne çökülü şekilde beliren siyah kıyafetli diğer ikisine kısa bir bakış attım.


“Ben, Serdar,”dedim.”başka bir gezegenden buraya gönderildim.”


“Ne için gönderildin?”


Onun, mor ve mavi karışımı gözlerine bakıp ne için geldiğimi söylemeliyim yoksa söylememeli miyim diye düşündükten sonra derin bir nefes verip kafamı iki yana salladım.


‘Bilse ne olacak’

‘Bilmese ne olacak’


“Mühürlü Alanı duymuş muydunuz daha önce?”dedim. Kafasını salladığında devam ettim.”ne için yapıldıklarını da biliyorsunuzdur o zaman.”Tekrar kafasını salladı.”Mühürlü Alanda, gezegenimizi buraya bağlayan bir geçit var. Bu gezegendeki vahşi canlılar, gezegenimize ayak basmadan önce onların ne tür güçleri ve özellikleri olduğunu öğrenmek ve güçlenmek için buraya gönderildim.”


Kral, elini kaldırdı, parlak ve kum benzeri bir yapıda olan çenesini hafifçe okşamaya başladı. Kısılan gözleriyle bana baktı.


“İlginç,”dedi.”senin gibi daha yeni bir gelişimci olmuş çelimsiz birini hangi manyak buraya gönderdi.”


Benimle değil de sanki kendi kendisiyle konuşuyordu. Her ne kadar yaşlı adamın manyak olduğunu ben de kabul etsem de onun söyledikleri yüzünden kaşlarım hafifçe çatıldı.


“Acaba kim olduğunuzu öğrenebilir miyim?”


“Oh, doğru ya, sana kim olduğumu henüz söylemedim,”dedi taçlı adam. Ardından çenesiyle oynamayı bırakıp iki elini de tahtın kollukları üstüne koydu, belini dikleştirdi, hafifçe eğilip tüm bedenimin istemsizce titremesine neden olacak kadar soğuk bir yüz ifadesi takındı. Bedeninin etrafında siyah mor karışımı ve sanki kötülükle doluymuş gibi bir hava akımı yükseldi.


“Ben,”dedi, tüm taht salonunun titremesine ve onun önünde istemsizce başımı eğmeme neden olacak heybetli bir sesle.”KUM KRAL’I DİYE BİLİNİRİM, GENÇ ADAM.”







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44541 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr