Bölüm 462 : Bekleyin De Görün

avatar
4440 19

A Will Eternal - Bölüm 462 : Bekleyin De Görün


Çevirmen : Clumsy 

 

Bai Xiaochun derin bir nefes alarak suratına son derece ciddi bir ifade yerleştirdi.

 

Cennetkarışı Nehrinin doğusundayken Nehre Meydan Okuyan Tarikatın hala yakınlarda olduğunu hissederdi. Fakat şimdi tamamen yabancı bir noktaya gelmişti ve etrafında tanıdık bir surat yok sayılırdı.

 

Oldukça kasvetli bir ifadeyle Song Que ve diğer Dao koruyucularına bakarak lafa girdi: “Böylesine tuhaf bir yerde birbirimize iyice kenetlenmeliyiz! Song Que, Usta Tanrı-Kahin, Chen Manyao, Dao koruyucularım olarak gerçek yeteneklerinizi sergileme zamanınız geldi!”

 

Bu sözler eşliğinde kollarını sıvadı, gözleri ışıl ışıldı.

 

“Gök Şehrinde de Gökkuşağının Gök Çeyreğinde de hatta gemide de sizi koruyan taraf ben oldum. Ama şimdi… sizin beni koruma vaktiniz geldi. Planım şu şekilde, biz--” O henüz konuşmayı bitirememişken Chen Manyao boğazını temizledi.

 

“Benim şu anda ayrılmam gerekiyor, Xiaochun…”

 

“Ha?” dedi Bai Xiaochun.

 

“Kalıp yardım etmek istemiyor değilim. Ama… durumu biliyorsun. Ben… ben eve gitmek istiyorum.” Ondan ayrılmak istemezmiş gibi derin bir bakış attı. Hatta altında başka, eşsiz imalar da vardı. Uzun bir sürenin ardındansa iç çekerek nezaketle eğildi.

 

“Kader izin verirse tekrar görüşeceğiz…” dedikten sonra arkasını dönerek Doğu Denizi Şehrinde gözden kayboldu. Bu veda biraz ani olsa da Bai Xiaochun için tamamen beklenmedik olmamıştı. Onun Büyük Setin ardında yaşadığını biliyordu ve buraya gelmesinin ana sebeplerinden biri de evine geri dönmek istemesiydi. Bu kadarını Nehre Meydan Okuyan Tarikattayken açıklamıştı.

 

Bai Xiaochun iç çekerek Song Que ve Usta Tanrı-Kahine döndü. Ve tam onlara planı açıklayacakken Song Que soğuk bir şekilde homurdandı. Doğu Denizi Şehri ve ötesindeki arazilere bakarken kendi kendine şöyle düşünüyordu: “Burası benim için harika bir mekân. Ben, Song Que, ekstrem tehlikelerin ortasında yaşamayı sevenlerdenim. Bir mekân ne kadar gaddarsa ölümcül eğitimler için de o kadar çok fırsat var demektir. Bu güçlenmemin tek yolu ve benim Bai Xiaochun’un on kat önüne geçme fırsatım!”

 

Kalbi kahramanca arzularla dolup taşarken kararlılık timsali bir suratla, Bai Xiaochun’a bakmaya dahi tenezzül etmeyerek şöyle dedi: “Bai Xiaochun, Kan Akımı Tarikatında da Nehre Meydan Okuyan Tarikatta da Yıldızlı Gök Dao Polarite Tarikatında da gemide de seninle boy ölçüşemedim… Ama bu defa, burada, en sonunda seni aşacağım. Bu benim son fırsatım ve elimden kayıp gitmesine izin vermeyeceğim!”

 

Bu sözlerle bir ışık huzmesine dönüşerek uzaklaştı.

 

“Que’er…” diyen Bai Xiaochun’un gözleri irileşti, bedeni tir tir titriyordu. Önünde sergilenen manzara çok tanıdıktı… Ansızın son derece gerilerek Usta Tanrı-Kahine döndü.

 

“Usta Tanrı-Kahin, sen--”

 

“İkincil Başpapaz... umm... Gerçekten yollarımızı ayırmak istemezdim ama Savunucular Salonu tarafından görevlendirildim. Umm… on yıl içerisinde görüşürüz, olur mu?” Usta Tanrı-Kahin biraz utanmış gibi görünüyordu ama yalan söylemiyordu. Salonu sahiden de ona birtakım görevler vermişti.

 

Gözlerini birkaç kez kırpıştıran Usta Tanrı-Kahin kollarını kavuşturdu, eğildi ve uçarak uzaklaştı… Bu noktada Bai Xiaochun Gongsun Wan’er’le bir başına kalmıştı. Ve kız da ona bakıp hafifçe gülümsedikten sonra oradan ayrıldı.

 

Bai Xiaochun Doğu Denizi Şehrinde, sersemlemiş bir şekilde etrafına bakmaktaydı. Hiçbir şey tanıdık gelmiyor ve kendisini hem yapayalnız hem de öfkeli hissediyordu.

 

Ayrıca Yıldızlı Gök Dao Polarite Tarikatındaki Gök Şehrine vardıklarında olanları, Song Que ve diğerlerinin kendisini terk edişini de anımsamadan edemiyordu…

 

“İyi! Kanatlarınızı açıp uçmak istiyorsunuz, öyle mi? Uçun bakalım. Yiyorsa gelip sonrasında beni ararsınız!” Hem öfkeliydi hem de canı sıkkındı, bu da mücadeleci ruhunu oldukça kabartan bir karışımdı.

 

“Burada günümü gün edecek ve size beni ikinci defa terk etmenin hayatlarınızın en kötü hatası olduğunu fark ettireceğim!” Bai Xiaochun gerçekten de insanların kendisini tamamen hazırlıksız bir şekilde bırakıp arkalarında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmaları karşısında çok öfkelenmişti. Geçen sefer yaşananlardan sonra Dao koruyucularının onu bir daha asla terk etmeyeceğini varsaymıştı…  

 

“Yemeğimi yiyor, alkolümü içiyor, malımı mülkümü kullanıyorsunuz! İyi, bekleyin de görün!” Dişlerini sıkarak etrafına baktı, nereye gideceği ve ne yapacağına karar vermeye çalışırken ağlamanın eşiğine gelmişti. Tam da o sırada uzaklaşmak üzere olan altı kişilik bir grup yön değiştirerek tek başına kalan Bai Xiaochun’a yöneldi.

 

“Xiaochun!” diye seslenen kişi Zhao Tianjiao’nun ta kendisiydi. Bai Xiaochun arkasını döndüğünde onu ve iki kadın iki erkek yetişimciyle çevrili Chen Yueshan’ı fark etti. Bu iki erkek, son zamanlarda Xiaochun’dan etkilenen iki takipçiden başkası değildi.

 

Kadın çıraklarıysa tanımıyordu fakat Zhao Tianjiao’nun daha önce Chen Yueshan hakkında anlattıklarına dayanarak onların kızın Doğu Denizi Şehrinde yaşayan arkadaşları olduğunu varsaymıştı.

 

“Büyük Kardeş Zhao.” diye seslendi Bai Xiaochun.

 

Zhao Tianjiao içten bir kahkahayla Bai Xiaochun’un yanına inerek omzunu kavradı. “Burada bir başına ne yapıyorsun? İşin yoksa bize katılsana. Muhtemelen birlikte ilerlemek daha iyi olur. Biraz etrafı gözlemlemeyi ve eninde sonunda Büyük Setin dışına yönelmeyi planlıyorum.”

 

Bai Xiaochun hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi: “Dao koruyucularıma kendi yollarına gitmelerini söyledim. Onların kendi kaderleri var ve geleceklerine giden yollarını tıkamak istemem. Dünyanın üstesinden tek başına gelmek istemem çok doğal. Yalnızca bu şekilde kalbim gökyüzü kadar dingin ve zihnim dünya kadar geniş olabilir. Cennetlerin Daosunun anahtarı budur!”

 

Bu esnada Chen Yueshan Zhao Tianjiao’nun yanına indi, gülümsüyor olsa da Xiaochun’a dönük gözlerinde bir öfke kırıntısı mevcuttu. Belli ki Zhao Tianjiao ona Xiaochun’un tüm öğretilerini anlatmıştı.

 

Zhao Tianjiao’nun iki takipçisi de anında eğilerek hiçbir şekilde gücendirmeye cüret edemeyecekleri Bai Xiaochun’a yönelik saygılarını sundu. Chen Yueshan’ın iki arkadaşıysa onu meraklı bir şekilde süzmekle yetindi.

 

Chen Yueshan hoş ve narin bir sesle lafa girdi: “Küçük Kardeş Bai, tam da gitmek üzereydik ama Büyük Kardeş Zhao senin için endişelenince geri döndük. Birazcık keşif yapmayı planlıyoruz, e seyahat ederken de ne kadar kalabalık olursak o kadar iyi, bu yüzden neden bize katılmıyorsun?”

 

Bai Xiaochun duyduklarından son derece memnun kalmıştı. Zhao Tianjiao da bir kahkaha atıp onu kolundan kavrayarak istese de reddedememesini sağladı. Böylece grup havalanarak Doğu Denizi Şehrinden ayrıldı.

 

Bai Xiaochun şehirden çıkar çıkmaz ruhsal enerjide bir değişim yaşandığını fark edebilmişti lakin değişim pek bariz değildi. Neticede hala Cennetkarışı Denizine oldukça yakınlardı.

 

Esas fark edilebilir olan şey şehrin dışındaki sertleşmiş, siyahımsı mor renkteki topraklardı. Bolca kanla kaplanmış gibi duran toprak son derece uğursuz bir görünümdeydi.

 

Ayrıca pek çok kratere de denk gelmişlerdi ve bir tanesi siyah sıvıyla dolu bir göl çıkmıştı.

 

Chen Yueshan siyahımsı mor arazilere bakarak şöyle dedi: “Babam Yıldızlı Gök Dao Polarite Tarikatının kuruluşundan bu yana Büyük Setin yalnızca bir defa aşıldığını söyledi. Yaban Arazi vahşilerinden koca bir ordu işgalde bulunmuş ve sonucundaki katliam, arazilerde kandan nehirler doğurmuş…”

 

Bai Xiaochun şimdiden biraz tedirgin hale gelmişti. Bu tuhaf görünümlü toprağın yanı sıra korkunç bitki örtüleri ve hayvanlar da göze çarpıyordu. Mesela üzerlerinde yaprak yerine koca insan kafaları büyüyen 25 metre uzunlukta ağaçlar vardı. Yoldan geçen ufak yaratıklar bu uğursuz görünümlü ağaçlar tarafından anında yutuluyordu.

 

Bir noktada da üzerindeki pamuksu tohumlarını söğüt ağacına dökerek süzülen kara bir buluta rastladılar. Bunu görmek Zhao Tianjiao’nun ifadesi titreştirdi.

 

“Uzun yoldan gidelim.” dedi. “Şunlar kan ruhu kenesinin larvaları! Teninize değerlerse bedeninize işleyip kanınız ve ruhunuzdan ziyafet çekmeye başlarlar! Onları durdurabilen tek şey şehir seviyesinde büyü formasyonları! Onlara karşı savunmasız kalırız!”

 

Bai Xiaochun üçüncü gözünü açarak süzülen şeylerin sahiden de tohum değil, sıkı sıkıya toplanmış bir böcek larvası sürüsü olduğunu teyit etti.

 

Herkes sarsılmıştı ve grup çabucak aksi istikamette uçmaya başladı. O alanı geçmeleri birkaç günlerini alsa da larvalardan kaçınmışlardı, Bai Xiaochun ise hala şok içerisinde titremekteydi. Larvalardan kaçarken başta çürük kemik yığını gibi görünen ama aslında leş gibi kokan, tarifsiz gaddarlıkta canlı bir kuş sürüsüne rastlamışlardı. O sürü, grubu fark eder etmez saldırıya hazırlanmış ve o anda önlerindeki boş görünümlü zeminde bir yarık açılmıştı. Ve güçlü yerçekimi kuvveti koca sürüyü yarığa çekmiş, yarığın kapanışının ardından havayı ezilme ve parçalanma sesleri doldurmuştu.

 

O noktada Bai Xiaochun’un kalbi küt küt atmaya başlamış, suratı ölü solgunluğuna erişmişti.

 

 #Çok haklısın canım, sahiden de sevimsiz bir yere benziyor. Gökten uçuşan larvalar, yaratık yiyen insan kafalı ağaçlar, yerin yarılıp içine aldığı leş kokulu kuşlar... 
Bu arada zavallı kaplumbağamız ikinci defa yoldaşları tarafından terk edildi. Aslında geçen sefer hepsi pişman olmuştu ama bu defa kendilerine has sebepleri yüzünden ben onlara çok da kızamadım. Koskoca 10 yıllık bu süreçte başlarına neler geleceğiniyse çok merak ediyorum. Öyleyse okumaya devam!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44330 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr