Bölüm 289 : ***

avatar
5790 25

A Will Eternal - Bölüm 289 : ***


Çevirmen : Clumsy 

 

Bai Xiaochun’un kafası patlayacak gibiydi. İrileşen gözleriyle kuşa baktıkça delireceğini hissediyordu… İşin doğrusu bu kuş sahiden de iki isme sahipti. Kan Akımı Tarikatında kan ruhu balıkçılı, Ruh Akımı Tarikatındaysa süsen yaprağı ibisi olarak bilinirdi.

 

Fakat iki taraftan da yayılan öldürme güdülerini dikkate alınca hangi ismi kullanacağından emin değildi. Gözlerinde yaşların biriktiğini hissedebiliyordu. Ahh, o kuştan nasıl da nefret ediyordu…

 

“Lanet olasıca kuş!” diye düşünüyordu. “Neden? Neden, neden, neden burada belirmek zorundaydın ki!?!?” Titreyerek bir solundaki Song Junwan’a, bir de sağındaki Hou Xiaomei’ye bakıyordu. İkisinin suratları da beklenti doluydu. Hangi tarafı seçerse diğerini derinden üzeceğini görebiliyordu.

 

Dişlerini sıkarak yeni bir isim uydurmaya karar verdi. Lakin tam ağzını açacakken Song Junwan ansızın şöyle dedi: “Karamahzen, sakın yeni bir isim uydurmaya yelteneyim deme!”

 

“Büyük Kardeş Xiaochun,” diye dahil oldu Hou Xiaomei, “onu tanımadığını da söyleyemezsin. Bu kuştan daha önce Ruh Akımı Tarikatında gördüğünü biliyorum!”

 

Nadir görülen bir durumdu: Hou Xiaomei ve Song Junwan aynı tarafı tutarak Bai Xiaochun’a cephe almıştı ve gözlerinde derin duygular titreşiyordu…

 

“Ben… Ben…” Bai Xiaochun’un suratında terler birikmişti. Artık tam bir çaresizliğe boğulmuş haldeydi. İlaç getirdikleri zaman çabuk bir çözüm bulabilmişti ama şu anda böyle bir şey mümkün görünmüyordu.  

 

“Ne yapacağım?” diye düşündükçe gözleri yaşlarla ışıldıyordu. Song Junwan ve Hou Xiaomei’nin zorlayışına bakılırsa kuşa ne dendiğini hiç umursamadıkları, sadece taraflarının seçilmesini istedikleri barizdi.

 

Gözleri kanlanan Xiaochun kuşu işaret ederek ağzını açtı: “İyi! Söyleyeceğim. O kuş bir… o bir…”

 

Ansızın dilini ısırıp yetişim basamağı gücünü saldı ve içinde canlanmasına izin verdi. Güç qi geçitlerinde ilerledikçe ağzını hoş bir tat dolduruyordu ve sonunda bir ağız dolusu kan kusmuştu. Sonraysa görüşü karardı ve bilincini yitiriverdi.

 

Bayılmadan önce uzunca bir de iç çekmişti.

 

Song Junwan ve Hou Xiaomei tamamen şoktaydı. Bai Xiaochun’un kan kustuğunu görmüş ve koluna girdikleri için yetişiminin uğradığı kaosu da fark etmişlerdi. Hou Xiaomei ağlamak üzereymiş gibi görünerek Bai Xiaochun’u taşımaya yeltendi. Song Junwan ise bir sürü ruh ilacı çıkartarak hızlıca Xiaochun’un ağzına tıktı.

 

Bu sırada zirvelerden sahneyi izlemekte olan Song Klanı başpapazı ve Başpapaz Demirodunun gözleri sempatiyle parlamaktaydı.

 

Song Klanı başpapazı iç çekerek şöyle dedi: “O küçük velet cidden kadınlarla uğraşmanın kolay olacağını mı sanıyor? Ben gerçeği öğreneli yıllar oldu. Kolumu bir sıvayışımla kendimi tüm o zorluklardan sıyırdım.”

 

Nadir görülür şekilde Başpapaz Demirodun ona tamamen katılıyor gibiydi. Başıyla onay vererek şöyle dedi: “Aşk büyük bir çiledir. Yıllar önce o çileden ben de nasibimi aldım. Ama şimdi düşünüyorum da o eski göz ağrılarımın suratlarını bile hatırlayamıyorum.”

 

İki adamın bakışları birbirlerine çevrilmişti, ilk defa bir konuda hemfikirlerdi. Başlarını sallayan ikili hemen sonrasında kendi geçmişlerini düşünmeye daldı.

 

Bai Xiaochun birkaç gün sonra gözlerini açıp aceleyle mağarasındaki duvarına koşturdu. Aynaya baktığında karşısında sıska, beti benzi atık bir erkek buldu, karanlık bir dünyaya adım atmış gibi hissediyordu…

 

Uzun bir sürenin sonunda iç çekerek dışarı çıkıp biraz hava almaya hazırlandı. Sakinleşmesi ve durumla baş etmek adına bir fikir bulması gerekiyordu.

 

“Böyle gitmez. Oyunları beni erkenden mezara sokacak bu gidişle…” İç çekerek mağaranın kapısını açtı ve tam adımını atmak üzereyken ansızın kaskatı kesildi.

 

“Siz ikiniz…” Alnından terler dökülürken kapısının tam önünde dikilmekte olan Song Junwan ve Hou Xiaomei’yi fark etmişti. Kızların ne zaman geldiğini bilmesi imkansızdı ama ikisi de öyle yan yana duruyor ve kendisine gülümsüyordu.

 

“Karamahzen, hadi yürüyüşe çıkalım!” diyen Song Junwan’ın gözleri çekici şekilde ışıldıyordu.

 

“Büyük Kardeş Xiaochun, bu kez sana kuş ismi söyletmeyeceğim, merak etme.” diyen Hou Xiaomei ise kızarmış, hiç olmadığı kadar saf ve cazibeli bir hal almıştı.

 

Fakat iki kadının gözleri de istemsizce Xiaochun’un ayaklarına kaymaktaydı.

 

Bai Xiaochun tüylerinin diken diken olmaya başladığını hissediyordu, artık gerçeği idrak etmişti. Bu iki dişi şeytan kendisiyle oynamaya bağımlı hale gelmişti. Oyunları öyle bir noktaya gelmişti ki mağarasından atacağı ilk adım bile bir yarışmaya dönüşmüştü…

 

Bu saçmalıktı. Bu kadınlara insan denilemezdi… Tir tir titreyen Xiaochun’un dışarı adım atmaya cesareti kalmamıştı.

 

“Umm, şey… sizi görmek ne hoş… Şey… Ben biraz yorgunum da bugün dışarı çıkmayayım diyorum…” Yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirip gerilemeye başladı. Fakat bu tepkisiyle Song Junwan’ın öldürücü aurasını canlandırdı, Hou Xiaomei’ninse yaşlarla dolan yüzünü acınası bir şekilde kendine çevirmesine yol açtı.

 

Biri öldürücü bir öfke takınmıştı, diğeri yanlış anlaşılmış ve haksızlığa uğramış gibiydi…

 

Bai Xiaochun ise delirmenin eşiğindeydi. Öyle bir acı içerisindeydi ki hemen dikkatlice oluşturduğu ruhsal gücünü saldı ve kaotik gücün hareketiyle ağzından kanlar sıçratmaya başladı. Ardından gözleri karardı ve yere yığıldı.

 

Bu defa bilincini yitirmeden önce iç çekmedi ama gözleri yaşlarla dolmuştu.

 

İki gün sonra gecenin bir yarısı yatağında yavaşça gözlerini açtı. Sonra da biriken gözyaşlarıyla tavana bakmaya başladı.

 

“Sadece Hou Xiaomei varken ne güzeldi. Ne söylesem inanırdı. Ama şimdi…

 

“Sadece Song Junwan varken de her şey isteklerime uygun giderdi. Tek yapmam gereken biraz asabileşmekti, sonrasında ne istesem yapardı. Ama şimdi…

 

“İkisi bir araya geldi ve her şey korkunç oldu…” Tek bir tanesiyle baş ettiği günlerin mükemmelliğini düşündükçe gözyaşları çoğalıyordu.

 

“Yo, olmaz. Böyle devam ederse sonum mezar olacak!!

 

“Ben ölene dek işkence edecek, beni oyunlarıyla mezara götürecekler! Çoktan delirmenin eşiğine geldim. Önce ilaç çıktı, sonra o kuş. Şimdi de önce hangi ayağımla adım atacağıma bakıyorlar. Yakında önce hangi gözümü açtığıma ya da hangi elimin seğirdiğine falan da takarlar…

 

“Burada daha fazla kalamam. Bu iki dişi şeytan çok korkunç. İki kere kan kustum bile. Böyle devam edersem zavallı küçük canımdan olabilirim.” Titreyerek ve dehşet dolu bir suratla dişlerini sıkmıştı!

 

“Savaşa katılmam lazım!!

 

“Savaş alanında öldürülme ihtimalim var ama burada er ya da geç delireceğim kesin…” Ansızın hiç olmadığı kadar savaş arzusuyla dolmuştu. Hatta kalbi çoktan Luochen Dağlarını terk etmişti; burada kalmaya dair en ufak bir arzusu yoktu.

 

Ayaklandığında suratına sarsılmaz bir kararlılık yerleşmişti. Az önceki halinden eser yoktu; çelikten damarları atıyor, gözleri yoğun ışıklarla parıldıyordu. Çabucak çantalarını topladı, mağarasının kapısını sessizce açtı ve ilahi hisleriyle etrafı taramaya başladı.

 

An itibariyle gece yarısıydı ve ay, bulutlar tarafından gizlenmişti. Ortalık simsiyahtı, çeşitli yaratık ve kuşlar dışında bir ses de işitilmiyordu.

 

Temkinli bir şekilde Song Junwan ve Hou Xiaomei’nin pusuda olup olmadığını inceledi. Sonra da olabildiğince hızlanarak, hatta kanatlarını kullanarak harekete geçti. Bir ışık huzmesi halinde Song Klanı başpapazı ve Başpapaz Demirodunun bulunduğu zirvelere yöneldi.

 

Song Junwan ve Hou Xiaomei’nin ilgisini çekmekten korkarak hiçbir ses çıkarmadan, olabildiğince hızlı şekilde ilerliyordu. Çok geçmeden zirveye vardı ve duraksayarak derin bir nefes aldı. Gözleri kararlılıkla ışıldıyor, ifadesi ise tam bir kesinlik taşıyordu. Bai Xiaochun ve Karamahzenin birleşimi olmuştu; kahramandı, sıra dışıydı, aynı zamanda heybetli ve merhametsiz de!

 

İkiz tepelerde ilerlerken daha da uzun görünüyordu. Soğuk ışıklar taşıyan gözlerle kollarını kavuşturarak eğildi.

 

“Ben Ruh Akımı Tarikatı miras kesimi adayı Bai Xiaochun ve Kan Akımı Tarikatı kan efendisi Karamahzen. Selamlar, Başpapazlar!”

 

Song Klanı başpapazı ve Başpapaz Demirodun yavaşça gözlerini açarak şaşkın bir şekilde Bai Xiaochun’a döndü.

 

Öldürücü bir aura yayan Bai Xiaochun ise konuşmaya devam etti: “Baba, Başpapazım, Orta Tepenin kan efendisi ve Ruh Akımı Tarikatının miras kesimi adayı olarak büyük işler yapmak zorundayım! Savaş alanına gidip düşmanla yüzleşmek zorundayım!”

 

Song Klanı başpapazı ve Başpapaz Demirodunun suratlarına garip ifadeler yerleşmişti. Song Klanı başpapazı bir müddet sonra karşılık verdi: “Henüz tamamen iyileşmedin sanıyordum?”

 

“Baba, tarikatlarımızın iyiliğinin yanında benim ufak tefek yaralarımın hiçbir önemi yok!” Bu sözler eşliğinde yaralarını hiç umursamazmış gibi kocaman gülümsedi ve gözlerindeki kararlılık iyice yoğunlaştı. “Hangi yetişimci ömrünü yara almadan geçirebilir ki? Önemli olan aldığı yaraların değeridir. Ben de tarikatlarımızı korumaya çalışırken yaralandım!”

 

Bu sözleri sarf ederken tam bir kahraman gibi görünüyordu. Onu kim görse şok olurdu. Ölümden asla korkmayan adil, sapasağlam, erkeksi birine dönüşmüştü!

 

“Savaş alanı tehlikelidir ve bolca ölüm gerçekleşir. Bundan korkmuyor musun?” dedi Başpapaz Demirodun hafif bir tonla.

 

Bai Xiaochun ise içten bir kahkaha attı ve göğsüne rahat bir tavırla vurarak karşılık verdi: “Ben gerçek bir erkeğim! Savaş alanında kan döküleceği doğru. Ama yoldaşlarım savaşırken ben nasıl bir kenardan rahatça onları izleyebilirim ki? Bu… Bai Xiaochun’un işleri yürütme şekli bu değil, hele Karamahzenin hiç değil!

 

“Başpapazlar, daha fazla tartışmaya gerek yok. Ben… ben kesinlikle savaşa katılmak istiyorum!!” Bu engin sözler ağzından demiri dahi kesebilecek bir sertlik ve netlikte çıkmıştı.

 

“Pek iyi.” dedi Song Klanı başpapazı. “Benim oğlumdan da bu beklenirdi.” O ve Başpapaz Demirodun bu sözden sonra birbirine döndü ve başlarla onay verildi. “Yarın sabah bu ışınlanma madalyonuyla portala gidersin. Oradan da Engin Akım Tarikatındaki ordumuza katılırsın!” Song Klanı başpapazı içten bir kahkaha eşliğinde elini sallayarak Bai Xiaochun’a bir komuta madalyonu gönderdi.

 

Bai Xiaochun ise madalyonu kavrayıp umursamaz bir gülümseme sundu.

 

“Sabaha dek beklemeye ne gerek var ki? Kalbim düşmanı öldürme arzusuyla yanıp tutuşuyor! Bu şekilde uyuyamam! Hemen portala gidip savaşa dahil olacağım. Tarikatlarım uğruna canımı ortaya koymamın vakti geldi!” Bu sözlerden sonra kollarını sıvayıp bir ışık huzmesi şeklinde gece karanlığını bölen portala yöneldi. Işıkların arasında saçları savrulan, kararlılık, adillik ve kanlı bir hava saçan tek bir figür görünüyordu…  

 

Song Klanı başpapazı ve Başpapaz Demirodun bu manzara karşısında birbirine dönerek birer kahkaha patlattı. Suratlarındaki gülümseme gösteriyordu ki çoktan birbirlerini takdir etmeye başlamışlardı.

 Bölüm 289 : Başpapazlar, Beni Savaşa Gönderin!

#Canım yaaa, dişi şeytanlarının gazabından kurtulmak için savaşa gitmeyi seçti 
Bolca hjc çevirmiş biri olarak orada harem üyelerinin anlamsızca iyi anlaştığına tanık oluyordum. Burada kızların sürekli iddialaşması ve didişmesi çok daha inandırıcı ve ikna edici bence. Hem de daha sürprizli oluyor her bölüm 
Böylece savaşa dahil oluyoruz. Bakalım bu komik bölümlerden sonra bizi nasıl aksiyonlar bekleyecek, bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr