Bölüm 288 : Ne Kuşu O?!

avatar
6054 23

A Will Eternal - Bölüm 288 : Ne Kuşu O?!


Çevirmen : Clumsy 

 

Bai Xiaochun'un gözleri harikulade ışıklarla parlıyor, mağarasının karanlığını titreşen şimşekler gibi aydınlatıyordu.

 

Bedeninden çıkan yoğun yetişim basamağı gücü hem gökte bir tepki doğurmuş hem de qi geçitleri aracılığıyla bir yankı yaratmıştı.

 

Ona akan enerji ruhsal denizlerine kaynamadan önce tam bir döngü gerçekleştirmiş ve altıncı kristalize denizin içerisinde yitmişti. Yoğun bir ağırlık ve kuvvet, yetişim basamağında kavuşmuş gibiydi.

 

Yalnızca onun işitebildiği gümbürdemeler zihnini ve kalbini sarsıyordu. Bu durum Düşmüş Kılıç Uçurumunda tattığı Gelgit Akışlarını andırıyordu. Derin bir nefes alarak öncekini tamamen aşan yoğun gücün tadını çıkarttı.

 

“Kuruluş Kadrosu sonu!” Bai Xiaochun başını kaldırıp kahkaha atmaya başladı, heyecanı suratından okunuyordu. Tüm çabaları meyvesini vermişti.

 

“Bundan böyle Ben, Bai Xiaochun, Kuruluş Kadrosu başlarındaki herkesi rahatlıkla ezebilirim! Beni kışkırtmaya cüret edene tek tokadımla çığlık attırırım!” Heyecandan tir tir titreyerek ayağa kalktı ve o kalkarken arkasında üçüncü bir cennetsel şeytan belirdi!!

 

Dışarıdaki gökte bulutlar hareketleniyor, şimşekler çatırdıyordu. Anaforun içerisindeyse sırasıyla birinci, ikinci ve son olarak üçüncü cennetsel şeytan beliriyordu!

 

Üç muazzam cennetsel şeytan herkesin görebileceği şekildeydi ve alanda toplanan Ruh Akımı Tarikatı yetişimcilerinin şaşkın çığlıklar atmasına yol açmıştı.

 

“Bu da ne!?”

 

“Onlar… onlar Dharma İdollerine benziyor!!”

 

“Cennetler! Tarikat Amcası Bai ne yetişimi yapıyor böyle!?”

 

Benzer çığlıklar Kan Akımı Tarikatı cephesinden de geliyordu. Küçük Bataklık Tepesi teknikleri sayesinde Kan Akımı Tarikatı tarafı gördükleri şeyi az çok yorumlayabiliyordu.

 

“O Küçük Bataklık Tepesinin vücut geliştirme tekniği!! Cennetsel Şeytan Bedeni!”

 

“Karamahzen kesinlikle Kan Lordu olmayı hak ediyor. Vücut geliştirmede bu seviyeye geldiyse kan ifriti seviyesine ilerleyeceği de kesin demektir!”

 

İki zirvedeki Song Klanı başpapazının gözleri ışıl ışıl olmuş, Başpapaz Demirodunun gözlerineyse gizemli bir ışık yerleşmişti. Cennetsel şeytan yansımaları ikisini de sarsmıştı.

 

Song Klanı başpapazı bir müddet sonra şöyle dedi: “Evladım Karamahzenin Cennetsel Şeytan Bedeni Küçük Bataklık Tepesininkinden bir hayli farklı…”

 

Başpapaz Demirodunun suratında da düşünceli bir ifade vardı. İki başpapaz birbirine bakmış fakat ikisi de başka bir şey söylememişti.

 

Bu esnada mağarasındaki Bai Xiaochun, beden gücünün yükselişiyle heyecanlı kahkahalar savurmakla meşguldü. Kendisini hiç olmadığı kadar iyi hissediyordu.

 

“Bu nasıl olabilir ki? Babamın ve Başpapaz Demirodunun verdiği haplar yetişimimi bu kadar da ileri taşımamalıydı. Ama…

 

“Ama yaralarım içsel gücümü uyandırmış olabilir! Hahaha! Öyle olmalı!” Bai Xiaochun neredeyse mutluluktan dans edecekti, kendisini inanılmaz güçlü hissediyordu.

 

“Dur bir dakika. Hemen kibirlenemem, kesinlikle sıkı çalışmam lazım. Kuruluş Kadrosu sonlarına geldiğime göre yediden dokuza kadarki ruhsal denizlerimi de kristalize etmeli ve büyük çembere ulaşmalıyım. Sonra da Altın Öz aşamasına geçebilirim!!!” Altın Öz aşamasını düşündükçe soluğu kesiliyor, gözleri ışıldıyordu.

 

“Altın Öze ulaşınca ömrün en az beş yüz yıl uzadığını duymuştum… Beş yüz yıl!! Eğer başarırsam hiç değilse bin yıl yaşayacağım demektir!!” Bu düşünceyle ellerini yumruk yapmıştı ve gözleri deli gibi parlıyordu. Bin yıl yaşama fikri öyle heyecanlıydı ki neredeyse kendisini kontrol edemeyecekti.

 

“Ölmeme Kodeksinin ikinci kısmına da sahibim. Antik mamut ve çılgın hayalet evrelerini geçtim. Şimdi Cennetsel Şeytan Bedenindeyim. Yeterli cennetsel şeytana ulaşınca Asura bedenine geçeceğim. Onunla işim bitince de Ölmeme Kodeksinin ikinci kısmını en yüksek seviyeye, Ölmeyen Cennetsel Kral Bedenine taşırım!!” Göğsünü özgüvenli bir şekilde tokatladıktan sonra attığı heyecanlı kahkahayla mağarasından çıkmaya, yeni gücünü test etmeye karar verdi.

 

Fakat daha kapıya doğru bir iki adım atabilmişken suratı düştü. Yetişim basamağı sayesinde kendisine doğru uçmakta olan iki kişiyi rahatça tespit edebilmişti. Gelenler Song Junwan ve Hou Xiaomei’den başkası değildi.

 

Bai Xiaochun’un ilerleyişini sezmiş ve inziva seansının sona erdiğini anlamış oldukları barizdi.

 

İki kadının bir anda gelişiyle olabilecek tüm korkunç şeyleri düşünen Xiaochun’un beti benzi atmış, kalbi ürpermeye başlamıştı. Ansızın göğsünü tokatladı ve yüzünün rengini soldurdu. Ardından biraz yerinde sallanıp güçsüz görünmeye çalışarak güçlükle mağaranın çıkışına yöneldi. Bu sırada kinayeli bir şeyler söylemeye hazırlıklı şekilde gelen Song Junwan ve Hou Xiaomei, Xiaochun’un tavrını görünce mutsuzlaşmış ve arzularını bir kenara atarak iyice yaklaşmıştı.

 

“Neyin var, Büyük Kardeş Xiaochun!?”

 

“Karamahzen, ne oldu? Az önce işler iyi gitmiyor muydu?” İki kadın da son derece endişeli şekilde Bai Xiaochun’u dirseklerinden kavramış ve mağarasındaki taş yatağına taşımaya başlamıştı.

 

Ardından sarf etikleri tatlı, kibar kelimeler onların zamanında ne kadar da hassas olduğunu hatırlattı. Artık tartışmadıklarına göre Bai Xiaochun da rahat bir nefes alabilirdi.

 

Birkaç kez öksürdükten sonra güçsüz bir şekilde şöyle dedi: “Sonlara doğru qi akışım bozulmuş olabilir. Azıcık dinlenmem lazım, sonrasında bir şeyim kalmaz.”

 

Bu sözlerden sonra iki kadın başında dikilirken arkasına yaslanıp gözlerini kapatarak dinlenmeye başladı.

 

Onun sessizliğe ve huzura ihtiyacı olduğunu bilen kızlarsa sessizce ortamı terk etti. Onlar gider gitmez gözlerini açan Bai Xiaochun rahat bir nefes aldı. Ancak yetişim ilerleyişine yönelik heyecanından eser kalmamış, ifadesi tedirginliğe çevrilmişti.

 

“Şimdi ne yapacağım?” diye düşünüp bu katlanılmaz durum yüzünden somurtuyordu. Bir müddet düşündükten sonra yapılacak en iyi şeyin hasta gibi davranmaya devam etmek olduğunda karar kıldı.

 

Vakit geçti ve yarım ay geride kaldı. Sürekli hasta rolü yapamayacağı için yavaş yavaş iyileşirmiş gibi yapmaya başlamıştı. Tabii Song Junwan onun rol yaptığını fark ediyordu. Hou Xiaomei de sıradan bir kız olmasına rağmen aptal değildi ve şüphelenmeye başlamıştı.

 

Bu gerçeği fark eden Bai Xiaochun çok korkuyordu. Bu hayat tarzı tam bir işkenceydi, savaşa katılmayı değerlendirmeye başlamıştı. Ama savaş alanındaki ölümcül tehlikeleri düşündükçe de tereddüt ediyordu.

 

“Ah, neyse ne. Biraz daha dayanabilirim. Belki bu işle baş etmek için başka bir yol bulurum…” Saçını başını yolarak durumu değerlendiriyordu. Bir noktada ifadesi ansızın değişti ve yüzüne son derece mutsuz bir hava yerleşti.

 

Bu görünümle mağarasından çıkacakken karşısında Hou Xiaomei ve Song Junwan’ı buldu…

 

Hou Xiaomei tatlı bakışlar ve narin bir sesle şöyle dedi: “Büyük Kardeş Xiaochun, sürekli mağaranda tıkılıp kalman hiç iyi değil. Gel biraz yürüyelim, olur mu?”

 

“Ummm…” dedi Xiaochun tereddütle.

 

Bu sırada Song Junwan muammalı bir gülümsemeyle Bai Xiaochun’un sol kolunu destekleyerek lafa girdi: “Karamahzen, bizim gibi yetişimciler için bu tarz yaralar hiçbir şey ifade etmez. Hadi, Luochen Dağlarında biraz dolanalım. Qi’ni ve kanını canlandırırsan daha hızlı iyileşirsin.”

 

Karşılığında Hou Xiaomei de dik bir bakış atarak Xiaochun’un sağ kolunu kavradı.

 

Bai Xiaochun ise şaşkın bir nefes aldı. Yanıt verecek fırsatı bile olmadan kızlar tarafından mağaradan sürüklenmeye başlamıştı.

 

Birkaç adım sonraysa ayakları yerden kesildi. İdamına götürülen bir mahkum gibiydi, iki kadınsa birbirine hançerler saplamak üzereydi. Alnında terler biriken Xiaochun’un ağlamasına ramak kalmıştı.

 

Şafak vaktiydi ve Luochen Dağlarının çoğu sisle kaplanmıştı. Sabah ışıkları güçlendikçe sis dağılıyor, çok güzel bir manzara oluşuyordu. Mağarasından sürüklenen Xiaochun pek çok yetişimci tarafından görülmüş, onu görenler acıma dolu bakışlarla üç kişilik gruptan çabucak uzaklaşmıştı.

 

Bai Xiaochun konuşmak için ağzını açsa da çabucak kapatıyordu. Pek konuşma vakti değil gibi görünüyordu. Ağzını açarsa daha çok başının ağrıyacağı kesindi. Bu yüzden dişlerini sıkarak birazcık yürümenin çok da fena olmayacağına karar verdi.

 

O bu düşüncelerle meşgulken başlarının üzerinden bir kuş geçmekteydi. Parlak kırmızı kuş bir hayli güzeldi ve uçuşuna melodik bir çığlık eşlik ediyordu.

 

Song Junwan kuşu görerek şaşkın bir tavır takındı. “Bak, Karamahzen! Bir kan ruhu balıkçılı! Kan Akımı Tarikatının kan ruhu balıkçıllarından birini burada görmeyi hiç beklemezdim. Orta Tepedeyken onların uçuşunu izlemeyi çok severdim.”

 

Bai Xiaochun kuşa bakarken Hou Xiaomei ölümcül bir aura ve yüksek bir sesle konuşmaya katıldı: “Kan ruhu balıkçılı mı? Neden bahsediyorsun sen? O gayet de Ruh Akımı Tarikatının süsen yaprağı ibisi!”

 

Song Junwan öfkeli bakışlarını Hou Xiaomei’ye çevirdi, kız ise bastırılmaya gönülsüz bir şekilde göğsünü kabartıp bu bakışlara karşılık vermeye başladı.

 

Arada kalan Bai Xiaochun sırılsıklam olmuştu. Artık bu baş ağrısını kaldıramayacak gibiydi. Bu noktada Song Junwan cazibeli bir kahkaha savurarak ışıl ışıl, büyüleyici gözlerini Xiaochun’a çevirdi.

 

“Karamahzen, sen ne düşünüyorsun? O kuş bir kan ruhu balıkçılı mı yoksa süsen yaprağı ibisi mi?”

 

Altta kalmaya hiç niyeti olmayan Hou Xiaomei de Bai Xiaochun’un kolunu tutup kalbi kırılmış bir hava takınarak tatlı bir tonla sordu: “Büyük Kardeş Xiaochun, o yaşlı teyzeye bunun bir süsen yaprağı ibisi olduğunu söyle hadi.”

 

#Yine çok iyi bölümdü ya, böyle bölümlerden hiç sıkılmayacak gibiyim 
Yalnız nasıl bir durumsa bizimki hür iradesiyle savaşa gitmeyi değerlendiriyor, en kanlı savaş bile bu iki kadının çarpışmasından daha huzurlu olabilir gibi görünüyor 
O zaman bakalım o ne kuşuymuş, gariban kaplumbağamız bu durumdan nasıl kurtulacakmış... Okumaya devam!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr