Elveda Zoltan!

avatar
483 2

8. Ejderin kanlı hükmü - Elveda Zoltan!



           Kral Zoltanın Vadejdanın arkasından ''Seni sevmeyen ne kadar adam varsa hepsi sana kurban olsun'' sözündeki ima yerini bulmuştu. Aradan bir ay geçti. Kraliçe Zulinanın mührünü taşıyan eğlence Davetiyesi 9 büyük Reisten 5 ine ulaştırıldı. Yanı sıra bir sürü yerleşke ve şehir Reisi çağrıldı. 



         

Herkes bunu Kraliçe Zulinanın müjdeli bir haber vereceğine yormuştu. Saray çalışanları buldukları her fırsatta şehrin çarşısına çıkıp dedikodu yapıyorlardı. Kraliçenin aniden bayıldığını, yanaklarının eskiye nazaran daha pembe olduğunu, iştahının arttığını; ama buna karşın sabahları midesinin bulandığını söylüyorlardı. 


     

Bu dedikodular çok geçmeden çölün her yerine yayıldı. Sonuç olarak Kraliçe Zulinanın daveti yeni bir prensin ya da prensesin doğacağı müjdesine yoruldu. Herkes Kralın bir çocuğu olacağını ve bunu kutlayacağını düşündü.


         

Şölen günü geldiğinde şehirde bir bayram havası vardı. Kral Zoltan ambarını halka açmıştı. Fakir ve yoksul insanlar bedava yiyecekleri görünce sevinçten havalara uçtular.



Ancak bazı gariplikler yok değildi. Feng Laonun önderliğinde bir sürü inşaat işçisi şehrin dört bir yanına ejderha başlıklı çeşmeler yaptırıyordu. Suyun olmadığı bir şehre çeşme yaptırmanın ne anlamı vardı?


     


Daha da garip olanı kırmızı cübbeler giymiş garip adamlar sarayın önünde toplanmıştı. Piramid sarayın Önüne büyük bir sunak hazırlandı. Ve bir kenara bol bol odun yığıldı.  İnsanlar Kral Zoltanın yeni varisinin şerefine develer kestireceğini düşündü. Odunlar ise deve etinden ziyafet yapılacağına yoruldu. 


       

Parayla tutulmuş çalgıcılar, çengiciler, kıvrak belli dansçı kızlar bütün şehri coşturuyordu. Ayrıca çölün dört bir yanında yetenekli hokkabazlar getirtilmişti. Üstelik tüm bu eğlence saraya saklanmamıştı. Aksine halk içindi.



Sokaklar hınca hınç dolmuş, insanlar çılgınlar gibi eğleniyorlardı. Akşam olduğunda dans etmekten yorgun düşmüş halk merakla bekliyordu. Herkes bir an evvel şu develer kesilip pişirilse de ikramlarla karnımızı doyursak diye bekliyordu.


         

Güneş battığında Kral Zoltan ve Kraliçe Zulina piramid sarayın en tepedeki balkonuna çıktılar. O güne özel giydikleri kıyafet daha önce görülmemiş türdendi. İkisinin de uzun parçaları olan altuni kıyafetleri süslerle doluydu.



Birbirlerine çok yakışan Kral ve Kraliçe balkonda görülünce şehir halkı deliye döndü. Sevinç çığlıkları yeri göğü inletti. Ve Kraliçenin tek bir el hareketiyle tüm kalabalık sustu.


          Bu işte bir işin olduğunu bilen tek kişi, General Vadejda merakla halkın arasında olacakları izliyordu. Kraliçe konuşmaya başladı.



Kraliçe Zulina-- Ey kızgın ve sert çölün mağrur ve Mert halkı!


Kalabalık-- Voooouuuvvvv çok yaşa Kraliçe Zulinaaaa çok yaşa Kraliçe Zulinaaaaa


Kraliçe Zulina--  Bu geceyi başka gecelere; beni ise başka kimselere benzetmeyin. Ben bütün çölün Kraliçesiyim. Ben hepinizin Annesiyim.


Kalabalık-- Anneeeee! Anneeee! Anneeee! Çok  yaşa Anneeee!


Kraliçe Zulina-- O yüzden ben ne söylersem sorgusuz sualsiz bana inanın. Ve itaat edin. Bu gece sizlere bir müjde vermek için toplandık. Dedikoduların farkındayım. Hepiniz benden bir varis bekliyorsunuz. Ama ona daha var. Bu gece çok daha büyük bir müjdeyi vermek için karşınıza çıktım. 


Kalabalık-- Haa! Başka bir müjde mi? Ne müjdesi verecek ki? Yahu varisten daha önemli ne olabilir?


Kraliçe Zulina-- Bundan bir ay önce gökler bana yol gösterdi. Çölün eski Tanrıları rüyalarım aracılığıyla benimle iletişim kurdu. Ve bana şöyle dediler: ''Zoltan ne öksüzdür ne de yetim. Bizler Onun atalarıyız. Zoltan bizim soyumuzdan gelmektedir. O yarı Tanrı yarı İnsandır''. 


Kalabalık-- Kralımız Tanrıların soyundan mı geliyormuş? Eski Tanrılar da neyin nesi? Hangi TAnrılardan bahsediyor Kraliçe? Üfff bir sus da dinleyelim. 


Kraliçe Zulina-- Çok şaşırdığınızı biliyorum. İnanın bana bu rüyayı ilk gördüğüm de ben de şaşırdım. Hatta üstünde bile durmadım. Ama aynı rüyayı defalarca görmek beni huzursuz etti. Konuyu araştırmak için çölün eski Tanrılarını bilen rahipleri topladım. Sarayın önünde gördüğünüz kırmızı cübbeli Rabipler bana yol gösterdiler. Anlattığım rüyayı yordular. Ve onlar da Zoltanın yarı Tanrı olduğunu doğruladılar.  Ama sadece bu kadar da değil. Ne gariptir ki aynı rüyayı çölün bazı büyük Reisleri de görmüş.


Kalabalık-- Vay beee! Büyük Reisler bile rüyasında görmüş. Duydunuz mu Büyük Reisler de Zoltanın yarı Tanrı olduğunu görmüşler. İnanılacak gibi değil. Koskoca REisler de aynı rüyayı görmüş.


Kraliçe Zulina-- Ancak çölde sözü geçen bu büyük adamların gördüğü rüya benimkinden biraz daha farklıydı. Bu ortak rüyayı gördüğümüzü duyduğumda şaşkına döndüm. Ve onlardan rüyalarını anlatmasını istedim. Eski Tanrılar Onlara da Zoltanın kendi soylarından geldiğini söylemiş. Fakat  benden farklı olarak Onlardan kendi canlarını Zoltan için kurban etmelerini istemişler.


Kalabalık-- Kurbam mı? Hem de kendi canlarını mı? Yok bee Kraliçe bizimle kafa buluyor. Doğru doğru, o heriflerin canı tatlıdır. Değil kendilerini kurban etmek boklarını bile vermezler.


Kraliçe Zulina-- Tüccarlar Reisi olan babam Rukki de dahil olmaz üzere , hırsızlar REisi Juro, Haydutlar Reisi Bandit, Eşkıyalar Reisi Douttar ve  Kelle avcıları Reisi Ode... Her biri kendi Rızalarıyla bu gece kendilerini Zoltana kurban edecekler. Sessizlik yemini ettiler. Ve bana Eski Tanrıların adına yemin ederek söz verdiler. Kendilerini Zoltan için ateşe attıklarında gıklarını bile çıkarmayacaklarını söylediler. Hepsini Zoltana olan sevgi ve sadakatleri için yapacaklar. İşte geliyorlar. Bu büyük insanları, bu kahraman fedakarları coşkuyla karşılayın.


                 

Halk duyduklarına inanamıyordu. Reis Rukki ve diğerleri kollarına girmiş askerler eşliğinde sarayın kapısından çıktılar. Vadejda kaşlarını çatmış Reislere bakıyordu.



Her biri Zoltanın yönetimini tanımayan ve sıkıntı çıkaran Reislerdi. Şifacılar Reisi ve büyücüler REisi yoktu. Paralı askerlerin Reisi Osedan ise zemine en yakın balkonda durmuş olanları izliyordu. 


           

           

Askerlerin koluna girdiği Reislerin halleri bir garipti. Yüzleri beyaz ve kırmızı boyalarla boyanmıştı. Sarhoş gibi bir halleri vardı. ÜStelik yürümekte zorlanıyorlardı. Askerler adamları adeta sürüklüyordu. Ve ne hikmetse hiç biri ağzını açıp tek kelime etmiyordu.



Bu durumda Kraliçe Zulinanın onlara ikram ettiği sersemletici bir zehrin etkisi büyüktü. Ama dillerinin önceden kesilmiş olması daha da etkili olmuştu. 


         

Her türlü zehre karşı direnç gösteren Ode bile mayış mayış yürüyordu. Halk heyecandan çılgına dönmüştü. Kraliçenin yönlendirmesiyle çığlıklar koptu. Halk deli gibi zehirlenmiş Reisleri alkışlıyordu. Tezahüratlar havada uçuyordu.


Cahil halk gerçekten de adamların kendilerini Zoltan için kurban edeceğine inanmıştı. Çok geçmeden kırmızı cübbeli Rahipler odunları dizdi ve koca bir ateş yakıldı. 


           

Adı geçen her bir Reis askerler tarafından birer birer ateşe atıldı. Reis Rukki sona bırakıldı. Bir parça kendini toplayan Reis Rukki başını kaldırıp balkonda kendisine bakan kızına baktı.



Gözlerinden sızan yaşlar kırmızı ve beyaz boyalı makyajının akmasına neden oldu. Ölmek istemiyordu. Hele hele diri diri yanmak korkunç bir şeydi. Ama öz kızı kocasından yana olmuş ve babasını ateşe attırıyordu.


           

Bir çokları Reis Rukki ve kızının ilişkisini bilmezdi. Ancak Reis Rukki en büyük kızı Zulinaya karşı her zaman gaddarca davranmıştı. Ve Zulinanın annesi de bu gaddarlıktan payını almıştı.



Zavallı kadın Reis Rukkinin eziyetlerine dayanamayıp genç yaşta ölmüştü. Kendi kızına zerre kadar sevgi ve merhamet beslemeyen Rukki ölmeden önce pişmanlığını yaşadı. İçinden ''Keşke kızımı biraz daha sevseydim'' diye inledi. Ve ateşe atıldı. 


           

Çölün en korkulan ve çekinilen adamları hesapta Zoltan için kendini feda etmişti. Bunu gözleriyle gören halk Kraliçeye inandı. Artık Zoltan onlar için sıradan bir Kral değildi. O Tanrıların soyuydu. O günden sonra Zoltanın ağzından çıkanlar sadece emir olarak kabul edilmedi. Zoltanın sözleri aynı zamanda TAnrı buyruğuydu.



Ve Zoltana karşı gelenler sadece hain olmakla kalmayacaktı. İnanışa göre yer altı TAnrısı, çölün eski Tanrılarından Anubis tarafından sonsuza dek yakılacaktı. 


                   

Otoritesini zirveye taşıyan Zoltan halkına müjdeler verdi. Bundan sonra Osirian sınırları içerisinde Kralın izni olmaksızın kan dökülemezdi. Artık Osirian sınırları içinde herkes güvendeydi.



Osirian şehrine bilerek ve isteyerek zarar vermek Cennetin Krallığına kafa tutmak demekti. Ayrıca bunun hesabını Anubise vereceklerdi. Anubisin şerrinden korkan çöl halkı Osirian şehrini kutsal saydı. Böylece sadece halkın değil şehrin güvenliği de garantilenmiş oldu.



Son olarak Osirian sınırları içerisinde isteyen herkes istediği kadar su içebilecekti. Osirianda su için para talep etmek veya şehir içinde su ticareti yapmak yasaktı. Su herkes için bedava ve serbestti. 

           

           

Su meselesini duyan halk kulaklarına inanamadı. Bu nasıl olabilirdi? Suyun bedava olması rüya gibi  bir şeydi. Ama esas garip olan kurak bir bölgenin şehrinde nasıl su olabilirdi. Bir sabah Fengin yaptırdığı çeşmelerden sular fışkırmaya başladı. ÜStelik bu sular kuyu suyu gibi tatsız ve kokmuş değildi.



Son derece leziz, serin ve içilesi sulardı. Ejderha başlıklı musluklardan coşkuyla sular çağlarken halk göz yaşlarıyla sarayın önüne koştu.  Böğüre böğüre ağlayan halk piramide doğru secde edip Tanrı Kral Zoltan için dualar ettiler. 


               

Her şey mükemmeldi. Halk Krallarından memnundu. Hiç bir Reis Zoltana kafa tutmaya cesaret dahi edemiyordu. Ne var ki kader Zoltan için karanlık bir ağ örmüştü. Lao Feng içten içe Zoltanı kıskanıyordu. Feng çöl halkı gibi cahil değildi.



Büyük Reislerin bilerek kendini kurban etmediklerini tahmin edebiliyordu. Zoltanınsa Tanrının soyundan gelmediğine adı gibi emindi. Ama Kral Zoltanın başarıları Fengin içine oturmuştu. Bulduğu her fırsatta evinin içinde karısına şikayetleniyordu.



Lao Feng-- Peeehhh! Tanrı Kralmış. Kıçımın TAnrısı! Herif Resmen kendini Tanrı diye yutturdu. Bu salak millet de aç köpeğin kemiğe atladığı gibi bu yalana atladı. Haksız mıyım Ming chun?


Ming chun-- Kapa çeneni LAnet olasıca herif. Ne olmuş adam kendini TAnrı kral ilan ettiyse. Bak, Onun sayesinde saray gibi evde yaşıyoruz. Çarşıya pazara çıktığımız zaman itibar görüyoruz. Millet bizi selamlamak için yerlere kadar eğiliyor. Evimiz yiyecekle dolup taşıyor. Ömrümüzde görmediğimiz tertemiz sular evimizin içinden fışkırıyor. Rahat hötüne mi battı yine?


Lao Feng-- " Yine" mi? Seni duyan da beni sürekli huzursuzluk çıkaran biri sanır.


Ming Chun-- Ya ne?! Senin yüzünden bir Krallıktan kovulmadık mı? Öbür Krallıkta idam cezasına çarptırılmadık mı? Zoltanın TAnrılarına şükürler olsun cellat tanıdık çıktı. Verdiğim altın kolye sayesinde adam kaçmamıza göz yumdu. Korkumuzdan üç krallığı aşıp da geldik bu cehennem gibi çöle. Gittiğin her yerde bir entrika çevirdin. Milletin sırlarını ifşa edip insanları birbirine düşürdün. Senin yüzünden çekmediğimiz kalmadı. Nihayet melek gibi bir adamın yanında itibar sahibi oldun. Zoltana şükürler olsun.


Lao Feng-- Şu herife şükredip durma bee! Ona şükretmek Gerçek TAnrılara hakarettir. 


Ming chun-- Bana bak Feng efendi, eğer burda da ortalığı karıştırmaya kalkarsan Zoltanın TAnrılarına yemin ederim ki seni Krala şikayet ederim. Asılman için de elimden geleni yaparım. Artık senin yüzünden çocuklarımın hayatının tehlikeye girmesine izin veremem.


           

Lao Feng her gün içten içe kaynıyordu. Zoltanın Tanrı kral olmasını çekemiyordu. Aslında bu da işin bahanesiydi. Feng güçlü ve zengin olan kimseyi çekemezdi. Karısının dediği gibi iki krallıkta entrikalar çevirip ortalığı karıştırmıştı.


Amacı ise bu entrikalarla krallıklarda sağlam yerler edinmekti. Ama hastalıklı zihniyeti yüzünden her zaman en tehlikeli yolların en tehlikeli sokaklarına saptı. 


           

Feng yine aynı şeyin peşindeydi. Ama bu defa diğer krallıklarda olduğu gibi basit bir unvan peşinde koşmuyordu. Bu sefer gözünü tahta dikmişti. Kendini diğer herkesten daha zeki gören Feng Kralı gözlemeye başladı. Bir açığını, bir zaafını arıyordu. Derken buldu. 

 

       

Vadejda yapısı gereği çok sert bir adamdı. Sadece krallığın baş generali değil aynı zamanda Zoltanın sağ koluydu. Zoltanın güvenliği ile ilgili olan her işe karışırdı. Buna sarayın yemekleri de dahil. Sinirli Vadejda bir çok kereler yemeği beğenmediği için sarayın aşçı başını azarlamıştı. Hatta bazı günler adamı milletin içinde şamarladığı da olmuştu. 


         

Saray aşçısı sürekli general Vadejda tarafından ezilirken Feng bunu bir fırsat bildi. Ve yavaş yavaş saray aşçı başısına yanaştı. Ona bir dost gibi yaklaşıp bulduğu her fırsatta teselli verdi. Ve yavaş yavaş zehirli fikirlerini aşılamaya başladı. Ona vadejdanın bir hiç olduğunu, arkasında Zoltan olmasa hiç bir şey yapamayacağını anlattı.


       

 Vadejdanın etkisiz kalması gerektiğini söyledi. İntikamını mutlaka almasını tavsiye etti. Aşçı başı ise ''Ben kıytırık bir aşçıyım. Vadejda ise general. Ona nasıl kafa tutarım'' diyerek itirazlar etti. Feng ise ''Eğer Zoltan olmasaydı O karşında köpek gibi titrerdi'' diyerek esas konuya girdi. 


         

Amacını açıkça söyleyip aşçı başından Kralı zehirlemesini istedi. Bunu duyan aşçı başı şok geçirdi. Ve bir dost olarak gördüğü fengden bu konuyu bir daha açmamasını istedi. Ancak daha bir kaç gün geçmişti ki olan oldu. Aşçı başı yemeğin tuzunu biraz fazla kaçırdığı için vadejdadan sağlam dayak yedi.


           

Dayaktan ağzı yüzü yamulan adam çok fena kin bağlamıştı. Her şeyi bir kenara bırakıp Fengle bir handa buluştu. Ve ona  ''Bu iş nasıl olacak?'' diye sordu. Feng ise sinsice sırıtıp planını anlattı. Uzak doğudan gelme özel bir Zehir kullanılacaktı. Bu zehirin bir panzehiri yoktu. Her akşam azar azar Zoltanın yemeğine karıştırılması yeterliydi. Böylece Zoltan hastalıktan ölmüş gibi gözükecekti. Ve kimse şüphelenmeyecekti.



           

Plan uygulamaya koyuldu. Feng aşçı başına büyük vaatlerde bulundu. Bu iş bittiğinde vadejdayı da ortadan kaldırıp tahta oturacaktı. Böylece Aşçı başını yeni generali yapacaktı. Elbette esas plan bu değildi. Fengin esas amacı Zoltan ölür ölmez aşçı başını ortadan kaldırıp delilleri yok etmekti. 


       

Farkında olmadan yediği zehir yüzünden Zoltan günden güne çökmeye başladı. Hızla kilo kaybedip yatağa düştü. Çölün en iyi şifacıları Onu inceledi ama sorunu bir türlü bulamıyorlardı. Bir gece Vadejda Zoltanın odasından çıktıktan sonra duvara yumulup ağlamaya başladı.


       

Biricik kardeşi gözlerinin önünde eriyordu. Ama elinden hiç bir şey gelmiyordu. TAm da o anda sarayda görevli bir nedime yanına geldi.



Nedime-- General Vadejda, kusura bakmayın, sizi rahatsız ediyorum ama önemli bir şey konuşmam gerek.


Vadejda-- Kızım şimdi müsait değilim. Tanrılar aşkına beni yalnız bırak. Derdin neyse yarın söylersin.


Nedime-- Ama efendimiz, bu konu yüce Kralımızın sağlığı ile alakalı.


Vadejda-- Neee! Söyle bakalım ne söyleyeceksin?


Nedime-- Efendimiz, Tanrılar Sizden razı olsun. Sizin sayenizde küçük kız kardeşim sarayda iş buldu. Hatırlarsanız sizin onayınızla kardeşim Kralın hizmetkarları arasına girmişti. Görevi Kralın yemeklerini servis etmekti. 


Vadejda-- Evet, hatırladım. İyi bir kız. 


Nedime-- Efendimiz, ne olur kızmayınız. Kardeşimin pis bir huyu vardır. Güzel yemek gördüğü zaman dayanamaz. Anında ucundan bir iki lokma aşırır. İnanın kötü biri olduğundan değil. Çocukken de böyleydi. Öğrendiğime göre son bir aydır Kralımızın yemeklerinden de aşırıyormuş.


Vadejda-- Kızım bunu söylemek için mi geldin bu saatte! Tamam hadi tamam. Ben duymamış olayım. Kardeşine ceza falan da verilmeyecek. Görmüyor musun Kralımızın halini. Zaten derdimiz başımızdan aşkın.


Nedime--  Efendimiz, ben de tam bu yüzden sizi rahatsız ettim. Kız kardeşim yüce Kralımızın yemeklerinden aşırmaya başladığından beri sağlığı kötüye gitmeye başladı. Yatağa düştü. Üstelik belirtiler Kralımızınkiyle aynı. Hangi şifacıya gösterdiysek hastalığın sebebini bulamadı. Tıpkı yüce kralımızda olduğu gibi. Bana öyle geliyor ki , sorun her neyse Kralımızın yemeklerinden kaynaklanıyor olmalı efendimiz.



                 

Bunu duyan Vadejdanın gözleri bakır kızılına dönüştü. Haberi veren Nedime vadejdadan yayılan ölümcül enerjiyi hissedince soluğu kesildi. Deliye dönen Vadejda anında bütün saray askerlerini ayağa dikti. Hepsini zemin katta toplayıp emirler yağdırdı. Bu gece kimse saraya girmeyecek ve kimse saraydan çıkmayacaktı.



Her bir saray mensubunun odaları tek tek aranacaktı. Özellikle aşçı başının odası ve mutfak didik didik aranacaktı. Arama konusunda zafiyet gösterenlere merhamet edilmeyecek ve oracıkta öldürülecekti.


             

Vadejdanın ölüm kokan emirlerini alan askerler titreye titreye sarayın içine karınca gibi dağıldılar. Tüm saray mensupları gecenin bir yarısı uyandırıldı. Sertçe itilip kakıldı ve her yer didik didik arandı.



Bazı saray memurlarının odasından müstehçen kitaplar çıktı. Bazılarının gizli zulalarından afyon çıktı. Ancak en önemlisi aşçı başının odasıydı. Adamın yatağını dayadığı duvarda gizli bir bölme vardı. 


           

Aşçı başının duvar bölmesinden garip bir toz çıktı. Aşçı başı her ne kadar baharat olduğunu söyleyip inkar etse de bir kedi üzerinde yapılan denemeyle zehir olduğu anlaşıldı. Durum general Vadejdaya aksettiğinde yer gök inledi. Vadejda adamı döve döve konuşturdu. Artık suç da suçlu da belliydi. 


             

Ertesi günü piramid sarayın az ilerisine yeni bir idam alanı kuruldu. Halk şaşkındı. General vadejdanın emriyle askerler sürüye sürüye bazı insanları bu alana getirdi. Sürüklenenlerin içinde Lao feng, Karısı Ming chun, kızı ve oğlu, yanı sıra sarayın aşçı başısı, aşçının karısı ve çocukları, aşının amca oğlu , karısı ve çocukları, aşçının iki teyze oğlu, eşleri ve çocukları vardı.


Kısacası suçluların bütün yakın akrabaları toplatılmıştı. Vadejda hepsinin soyunu kurutmak niyetindeydi. Bir tellal elindeki deri papürüsü açıp Lao fengin ve yardakçısı aşçı başının suçunu halka duyurdu.  


         

Bunu duyan halk deliye döndü. Osirian vatandaşları suçlulara saldırmak istese de askerler araya girip engel oldu. Ardından General vadejda yüksek bir yere çıktı ve bir arslan gibi kükredi. Halka suçlulara dokunmamasını emretti.



Cezanın infazına göre suçlular ve ailesi ölene kadar işkence görecekti. Suçlulara saldırmak veya onları öldürmek cezadan kurtulması demekti. Her kim buna sebep olursa suçlu yerine O kişi işkence görecekti. 


       

Açıklamayı duyan halk geri çekildi. Her birinin ağzında nefret dolu küfürler vardı. Halk biricik krallarını zehirleyen adama ve ailesine lanet yağdırıp üstlerine tükürüyordu. 


        Sabahın erken saatlerinde başlayan işkence 3 gün sürdü. 3 gün boyunca feng ve aşçının ailesinin derisi yüzüldü. Açıkta kalan etlerine kezzap döküldü. KAburgaları kırılıp sırtlarından çıkarıldı. Küçük çocukların karnı yarılıp canlı canlı çöl çakallarına yedirildi. Kadınlar evlatları için haykırırken onların gözleri oyuldu.



Ming chun ölene kadar ''Ne olur dilimi kesmeyin'' diye yalvardı. Kadının neden böyle yaptığını herkes biliyordu. Kadın bir taraftan dilinin kesilmemesi için yalvarırken diğer taraftan kocasına beddualar ediyordu.


Feng ve aşçı başı en sona bırakıldı. Ailelerinin işkenceden geçişleri izletildi. İkisi de gözlerini kapatmak isteyince göz kapakları kesilerek alındı.



3. günün sonunda her biri can çekişerek öldürüldü. Cesetleri çöl akbabalarına yedirilmek için parçalandı. 


         

Suçlular en ağır şekilde cezalandırılmıştı. Ama bunun  Zoltana zerre kadar faydası olmadı. Çok geçmeden Tanrı Kral Zoltan hayata gözlerini yumdu. Hamile Kraliçe Zulina kahroldu. Bir oğlan çocuğu doğurtuktan kısa süre sonra O da hastalanarak öldü. Vadejda Zoltanın oğluna Shepros adını verdi. 


      Otoritesini ortaya koyan Vadejda vekil Kral olarak Tahta oturdu. Tam yirmi yıl sonra kendi isteğiyle tahttan çekildi ve krallığı prens Shepros a bıraktı. Emaneti layıkıyla geri teslim ettiği için adı Onur kitabesinin en tepesine yazıldı.



Tahtı bıraktıktan 2 yıl sonra yaşlılıktan öldü. Kral Shepros un emriyle naaşı babasının naaşının hemen yanına gömüldü. Ve cenazesinin ardından bütün çölde Vadejda ismi yasaklandı.


Bir daha çölde Vadejda adında biri olmadı. Böylece Vadejdanın adı eşsiz ve tek olarak kaldı. Kral Shepros baba gibi sevdiği VAdejdayı bu şekilde onurlandırdı. 



           Zoltan müthiş bir adamdı. O çölün güneşiydi. Belki de hiç kimsenin başaramayacağı bir şeyi başardı. Onun kaderinde Tanrı Kral olmak vardı. İyi ve başarılı bir hayat yaşadı. Yazık ki kötü bir talihle gök yüzündeki cennete uğurlandı. 


           Eğer bu hikaye kıyamet savaşı öncesinde, bilge ataların yaşadığı çağda bir internet sitesinde yayınlaysaydı;      hiç şüphesiz o sitenin okuyucuları  şaşırırdı. 


''Yazar Zoltanı neden öldürdü'' diye düşünürlerdi. Hiç şüphesiz Zoltan müthiş bir adamdı. Kaderinde Tanrı Kral olmak vardı. Ama Kaderin Ona esas biçtiği görev bu değildi!!!

       

Onun kaderi bu hikayenin esas kahramanının yaşayabileceği bir krallık kurmaktı. Ve Onun soyundan gelenler hikayenin gerçek kahramanının karakterini şekillendirecekti.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44449 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr