Çevirmen: RassNt
Editör: Alphonse
Ormanın dışında, yeşil dağların içinde bir yol vardı. Yolda ilerleyen bir grup at arabası vardı. Bu arabalar göz alıcı materyallerden yapılmıştı ve hoş bir koku yayıyordu. Zenginlik hissi yaratıyordu.
Toynak ve tekerlek sesleri yankılandı ama öndeki araba aniden durdu ve içinden yedi ya da sekiz yaşlarında bir kız indi.
Bu kız ipek elbiseler giymişti ve sanki yeşimden yapılmış gibi pembe bir yüzü vardı. Göğsünde bir şey hissetmiş gibi zorlukla arabadan indi. Yan taraftaki otlara doğru hızlıca birkaç adım attı.
Çömeldi ve kollarındaki şeyi yere bıraktı. Bu, bacağında bandaj olan küçük bir canavardı.
"Küçük Siyah, geri dön..." Kızın gözlerinde masum ve isteksiz bir ifade belirirken küçük canavarın kafasına dokundu. Küçük canavar kafasını kaldırdı. Sanki zeki bir varlıkmış gibiydi ve anlamlı gözlerle kıza baktı.
O anda kızın arkasındaki arabanın perdesi açıldı ve bir kadın ile adam kendini gösterdi. İkisi de orta yaşlıydı ve kıza sevgi dolu gözlerle baktılar.
Nazik bir rüzgar eserek perdenin dalgalanmasına neden oldu. Arabadaki iki insanın gözleri karmaşa ile doldu. Sadece onlar değildi, çevredeki bütün ölümlüler aynı şekildeydi.
Kızın bile gözleri karmaşa ile doldu. Sadece küçük canavar ağzından düşmanca hırıltılar çıkarmaya ve dişlerini göstermeye başladı. Sanki yaralarını unutmuştu ve kızın sırtına zıpladı. Gökyüzüne doğru bakarak uzunca bir kükreme sesi çıkardı.
Gözlerinde korku vardı ama aynı zamanda geri adım atmasına izin vermeyen bir kuvvet vardı. O anda bandajlı yarasından kan geldiğini bile fark etmedi.
"Göklerin daosu sonsuz, dao yolu sınırsız. Bugünün davranışı karmik sebep yaratacak... İleride döngü tamamlanacak ve karmik etki şekillenecek..." Aydınlanma belirtisi taşıyan antik bir ses tüm dünyada yankılandı.
Küçük canavarın vücudu titredi ama yine de kükredi. Gözlerinde zeka belirtisiyle gökyüzüne doğru baktı. Kendisini boğan bir aura vardı ama yine de geri adım atmaya niyetli değildi!
Hafif bir iç geçirme sesi geldi ve yavaş yavaş dağıldı. Zekası tamamen uyanmamış olan küçük canavar karmaşa ile doldu ve iç geçirmenin ne manaya geldiğini anlayamadı. Fakat iç geçirme sesini duyduğu anda görüşü bulandı ve bir şey görmüş gibi hissetti.
Ölmeden önceki yıllarında yaşlı bir kadın lüks bir odada yatıyordu. Yüzü kırışıklıkla dolu olsa da onun kibarlığını kapatamıyordu. Ölüyor olsa da gözleri bulanık değildi. Bir gülümsemeyle birlikte gözlerini kapattı. Aniden gökyüzünden büyük ve vahşi bir canavar geldi. Canavar indikten sonra yaşlı kadına baktı ve beyaz bir gaz bulutu tükürdü. Beyaz gaz yaşlı kadını sardı ve ardından ayrıldı.
"Küçük Siyah..." Yaşlı kadın gözlerini açtı.
İllüzyon ortadan kalktı ve küçük canavarın gözlerindeki şaşkınlık daha da arttı. Hafif bir meltem esti ve her yeri süpürdü. Arabalardaki herkes ayıldı ve ne olduğuna dair hiçbir fikirleri yoktu. Küçük kız bile tamamen habersizdi, gülümsedi ve küçük canavara döndü. "Küçük Siyah... eve git."
Ölümlü dünyasındaki küçük bir köyde orta yaşlı bir kadın kırılmış bir çanağı göstererek bir çocuğu azarlıyordu. Haksızlığa uğradığını düşünen çocuk ağlıyordu ama hiçbir şey söyleyemiyordu.
Onun yanında orta yaşlı bir adam vardı. Elinde bir pipo ile yere çömelmişti. Birkaç kez çektikten sonra bir şey söylemek ister gibi ağzını açtı ama en sonunda sadece iç geçirdi.
O anda nazik bir rüzgar esti. Kadın sustu ve gözleri karmaşa ile doldu. Sadece o değil, adam da durdu.
Sadece çocuk normaldi ve ağlarken fısıldadı, "Anne, çanakta zaten bir kırık vardı..."
"Dao bu çanak gibi, kusursuz değil ve çatlaklarla dolu. Her an kırılabilir..." Dünyanın içinden kadim bir iç geçirme sesi geldi ve ardından nazik bir rüzgar gibi ayrıldı.
Kadının gözlerindeki karmaşa gitti ve ne olduğunu fark etmeden kırılan çanağın üzüntüsüyle çocuğu azarlamaya devam etti. Orta yaşlı adam yere düşen pipoyu aldı ve derin bir nefes çekti.
Sadece uzaklara doğru bakan çocuğun gözleri kocaman açılmıştı. Sanki gökyüzüne adım atan bir amcayı görmüştü. Çocuk annesine aldırmadan gözlerini ovuşturdu ama bunun ardından hiçbir şey göremedi.
Dağın içinde mavi elbiseli orta yaşlı bir adam panik içinde koşuyordu. Sanki korkunç bir şey ile karşılaşmış gibi gözleri korkuyla doluydu.
Arkasında siyahlı bir kadın onu yüzünde alaycı bir gülümseme ve gözlerinde bir nefretle takip ediyordu. Her yaklaştığında kılıcını kaldırıyor ve ona saplayarak kanatıyordu. Kadın hüzünlü bir kahkaha kopardı.
"Seni lanet memur, ailemin ölmesine neden oldun ve şimdi benim elime düştün. Eğer seni öldürmezsem, bu fırsatı değerlendirmediğim için gökleri kızdırmış olacağım!"
Nazik bir rüzgar geldi ve panik ve korku içindeki adam aniden karmaşa ile doldu. Siyah cübbeli kadın da aynıydı. Elindeki kılıcı kaldırdı ama indirmedi.
"Yine başka bir karmik sebep ve sonuç..." Kadim bir ses iç geçirerek oradan geçti.
Nazik rüzgar geçtiğinde kadın tekrar kendine geldi. Kılıcıyla adamın kafasını kesti. Ağlayarak yere diz çöktü. "Anne, baba, çocuğunuz intikamınızı aldı!"
Bir ölümlü şehrine yağmur yağıyordu. Yayalar caddelerde aceleyle koştururken her yerde çiçekli şemsiyeler vardı. Her adımla yerdeki suda dalgalar oluştu.
Arka arkaya... Sanki her dalga durmaksızın gelen bir karmaydı ve daonun parçası oluyordu.
Dalgaları parçalayabilecek bir rüzgar esintisi oldu. Fakat bu geçici bir süreliğine oldu ve dalgalanmalar hemen normale geri döndü. Dalgalanmaların sanki sonu yoktu.
Uzaklarda beyazlı bir grup insan cenaze müziği çalıyordu ve yavaşça ilerliyordu. Aralarında bir tabut vardı ve onu şehir kapısına doğru yavaşça taşıyorlardı.
Ağlama sesleri yükseldi. Yakından geçen yayalar bu gruptan kaçınmaya çalışıyordu.
Grup ilerlerken etrafa sarı kağıt parçaları dağıtıldı. Bunlar ölünün akrabalarını temsil ediyordu ve ölüye huzurlu bir yolculuk sağlamak için öteki dünyaya bir yol açacaktı.
Ağlamalar arasında bazıları sahte bazıları gerçekti, bazıları hüzünlü bazıları ise heyecanlıydı...
Nazik bir rüzgar esti ve ortama antik bir iç geçirme sesi getirdi.
"Ölüm, karmanın sonudur... Bütün karma ölümle yok olur..." Kendini sorguluyormuş gibi duran hayali bir ses yankılandı.
Ağlamaların içindeki duygular sessizdi. Kendi sorusuna cevap verdikten sonra antik ses yavaşça ayrıldı.
Bir imparatorluk ordusunda, asker ordusu pürdikkat duruyordu. En önde sarı cübbeli orta yaşlı bir adam vardı. İleriye bakıyordu ve vücudundan güçlü bir hüzün hissi yayılıyordu.
Onun arkasından ordudan birisi ileri çıktı. Bu adam tam zırhlıydı ve son derece güçlü görünüyordu. Dikkatli bakınca sarı cübbeli adama benziyordu.
"Baba artık yaşlandın, lütfen ayrılmaya bu kadar gönülsüz olma!"
Orta yaşlı adamın gözlerindeki hüzün daha da güçlendi. İmparatorluk sarayında sessiz bir rüzgar esti ve bütün askerlerin karmaşa ile dolmasına neden oldu.
"Bu ne tür bir karma..." Rüzgarla birlikte hafif bir ses geldi ve imparatorluk sarayından ayrıldı. Dünya ile bütünleşerek hayattaki değişimleri hissetti.
Wang Lin seyahatine devam ederek sürekli daosunu teyit etmeye çalıştı. Bazen kafası karıştı, bazen şüphelendi ve bazen şaşırdı. Göklerin daosunun sonu yoktu, o yüzden onu kavramaya çalışmak son derece zordu.
Rüzgar ile birlikte Wang Lin adeta bir çeşit rüya deneyimledi. Bu rüyada sanki Qing Ling gezegeni ile bir olmuştu. Bu gezegendeki her türlü canlının hareketlerini duyabiliyor, görebiliyor ve hissedebiliyordu.
Bir bebeğin doğuşunu gördü, yaşlı bir adamın ölüşüne şahit oldu, ebeveynlerin ilgisine, bir sevgilinin bakışları, ayrılıklara, kavuşmalara, iyi ve kötü davranışlara şahit oldu...
"En nihayetinde... dao nedir..." Wang Lin'in kafası karışıktı. Tüm bunları gördükten sonra hala cevabı yoktu. Kendi daosunu aramaya devam ederken kafası daha da karıştı.
Gezegenin ruhsal enerjisi daha da yoğunlaştı ama içinde karmaşa barındırıyordu. Onu yetiştiren herhangi bir yetişimci hemen gizemli bir aleme dalıyor ve adeta Qing Ling gezegeni ile bir oluyordu. O anda beyinleri bir sonucu aramak için kontrol altına giriyordu.
Wang Lin'in arayışı devam etti ve zaman yavaşça aktı. Ona göre, Qing Ling gezegeni boyunca nüfuz etmenin bir sonu yoktu.
Bir köydeki özel okulda güneş batarken çocukların ayrılma zamanı gelmişti. Sadece genç bir oğlan geride kalıp okulu süpürüyordu. Nazik bir rüzgar esti ve oğlan irkildi. Gözlerinde ışıltıyla süpürgeyi bıraktı ve öğretmenin evine doğru yürüdü.
"Öğretmenim, öğrencinin bir sorusu var!"
Kapı açıldı. Bilge görünüşlü yaşlı bir ölümlü dışarı çıktı ve nazikçe karşılık verdi, "Soru ne?"
Oğlan yaşlı adama baktı ve sakince sordu, "Öğretmenim, daonun ne olduğunu biliyor musun?"
"Dao mu?" Yaşlı adam oğlana baktı ve elbise kolunu salladı, "Bu yaşlı adam insanlık öğretir, dao yoktur!"
Oğlan sessizce düşündü ve oradan ayrıldı. Nazik bir rüzgar eserken oğlanın vücudu titredi ve tekrar kontrolü eline aldı. Biraz önceki yaşananlardan dolayı kafası karışmıştı.
Küçük bir kasabada, Xie isimli saygın yaşlı bir adam gece vakti yağ lambasını yaktı. Ardından tomar aldı ve onu okumaya hazırlandı.
Odaya nazik bir rüzgar gelerek yap lambasının ışığını titretti ve yaşlı adam kafasını kaldırdı.
Odada antik bir ses belirdi.
"Bu kasabada bilge bir adamsın. Daonun ne olduğunu biliyor musun?"
Yaşlı adamın yüzü hemen soldu ve elindeki tomar düştü. Gözlerinde dehşetle titredi ve konuştu, "Sen... insan mısın yoksa hayalet mi?"
Antik ses bir kez daha yankılandı, "Dao nedir?"
Yaşlı adam derin bir nefes alarak kendini sakinleştirdi ve sesi titredi. "Bu yaşlı adam daonun ne olduğunu anlamıyor..."
Ses iç geçirerek uzaklarda kayboldu. Oda normale döndü ama yaşlı adam artık okuma yapacak halde değildi.
Bir ülkenin başkentindeki bir okulda sayısız öğrenci ellerinde kitaplarla insanlık ile ilgili bir şeyler okuyordu. Önlerinde sakallarını sıvazlayan beyaz cübbeli yaşlı bir adam vardı ve yüzünde bir gülümseme hakimdi.
Tam o anda nazik bir rüzgar esti. Öğrencilerden biri hemen elindeki kitabı kapattı, ayağa kalktı ve sakince konuştu, "Öğretmenim, daonun ne olduğunu biliyor musunuz?"
Oğlanın sesi duyulduğunda etraf sessizleşti. Yaşlı adamın yüzünde memnun bir ifade yoktu, "Gökler daodur!"
Oğlan başını sağa sola salladı. Oturduktan sonra vücudu titredi ve normale döndü. Nazik rüzgarın okulu terk ettiğini kimse fark etmedi.
Rüzgar tüm gezegene dağıldı. Gezegendeki neredeyse bütün okullarda aynı soru farklı şekillerde soruldu.
En sonunda hepsi farklı cevaptı ama kimse net bir cevap veremedi.
Kafası karışmış olan Wang Lin rüyasına dalmıştı ve arayışına devam etti. Sanki daonun anlamını sonsuza kadar aramaya devam edecekti.
O gün, Wang Lin tarafından sorgulanan Xie isimli yaşlı adam evinde dolanıyordu ve sakinleşememişti. Her sakinleştiğinde aynı antik ses kafasının içinde yankılanıyordu.
İç geçirdikten sonra şemsiyesini aldı ve yağmurlu havada dışarıya çıktı. Kasabada dolanırken gözleri karmaşa ile doldu.
"Dao nedir... Bilgi ile dolu olduğumu ve dünyada her şeyi gördüğümü düşünürdüm. Fakat garip hayaletin sorusuna takılıp kaldım... Dao nedir..."
Kafası karışmış olan yaşlı adam istemsizce şehrin kuzey kısmına gitti. Nehrin kenarında yaşlı bir adam oturuyordu. Yaşlı adamın üzerinde yağmurluk vardı ve balık yakalamak için nehre ağ atmıştı.
Xie isimli yaşlı adam odaklanmadan tüm bunları izledi ve kendi kendine mırıldandı, "Dao nedir..."
O anda yağmurluk giymiş yaşlı adam keyifli bir sesle balık ağını çekti ve ağda bir sürü balık vardı. Balıklar çabalıyordu ve nehir suyunu yutmak için ağızlarını açıyorlardı. Ağın içinde vahşice mücadele ederken gözleri umutsuzlukla doluydu!
Bu sahne Xie isimli yaşlı adama şimşek gibi vurdu. Ağdaki balıklara ve ağı çeken yaşlı adama bakarken vücudu titredi.
"Bu... Dao olabilir mi? Ben balığım, ağ ise dao ve nehir gökler. Ağı çeken yaşlı adam, kaderi kontrol eden yaratıcı!" Xie isimli yaşlı adamın zihni titredi, dünya şiddetli bir rüzgarla doldu.
Bu rüzgarın içinde gök ve yerin gücü vardı. Ağın sahibi olan yaşlı adam ürkmüştü. Ağı serbest bıraktı ve dehşet içinde yere oturdu. Xie isimli yaşlı adam da birkaç adım geriledi ve sakinleşmeye çalıştı.
Rüzgar bir figüre dönüştü, Wang Lin!
Balıkların nehre geri dönüşünü gözlerinde bir aydınlanma belirtisi ile izledi. Ruhsal enerji ile dolu elini kaldırdı ve enerji Xie isimli yaşlı adamın vücuduna girdi.
"Bana aydınlanma bahşettin, o yüzden ben de sana bir fırsat yaratacağım..."
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..