Bölüm 344: Servet’i Hala Hatırlıyor Musun?

avatar
3531 19

Xian Ni - Bölüm 344: Servet’i Hala Hatırlıyor Musun?


Çevirmen: Zawoske

Editör: Lord Viole Grace


Sineğin devasa ağzı epey tehditkar duruyordu. Sinek yaratığı yıldırım kurbağasına oldukça dikkat ediyordu, dolayısıyla homurdanıp duruyordu.

 

Yıldırım kurbağası kışkırtıcı bir ifadeyle sineğe baktı.

 

Wang Lin hafifçe gülümsedi ve yıldırım kurbağasının sırtından atladı. Birbirine bakan ikiliyi görmezden geldi ve pagodaya doğru ilerledi.

 

Önünde dururken, ellerini birleştirdi, derin bir nefes aldı ve konuşmaya koyuldu, “Kıdemli, kıdemli Zhou Yi küçüğünüzden bin yıllığına size bakmamı istedi. Ölümsüz Mezarlığı son derece tehlikeli olacak, bu yüzden kıdemliden bana bir semavi kılıç vermesini rica ediyorum.”

 

Bununla birlikte, Wang Lin başıyla selam verdi ve pagodaya yürüdü.

 

En üst katta, Wang Lin beyaz cübbeli kadın cesedini gördü. Kadın cesedi semavi yeşimden bir yatakta yatıyordu. Bir kıpırtı yoktu. Yanında, biri küçük biri büyük, semavi enerji dalgaları yayan iki kılıç vardı.

 

İki semavi kılıca baktığı sırada, Wang Lin düşünmeye başladı. Bakışları küçük olandan çok büyük olana odaklıydı.

 

Wang Lin bu büyük kılıcı ilk gördüğünde tanıdık geldiğini hissetmişti. Ancak, o zaman düşünmek adına gerçekten aşırı tehlikeli bir andı. Geri döndükten sonra, tüm zamanını Li Muwan’a eşlik ederek geçirmişti, dolayısıyla başka bir konuya kafa yoracak vakti yoktu.

 

Şimdiyse her şey hallolduktan sonra, bu tanıdık hissiyat daha da güçlüydü.

 

‘Bu kılıcı daha önce bir yerde görmüş olmalıyım...’ Wang Lin kılıca uzanmadan önce uzun bir süre düşündü. Elinde büyük semavi kılıcı tutarken bir rahatsızlık yoktu.

 

Bu kılıç artık bir kılıç olarak görülemezdi, bir dikdörtgen levha gibiydi.

 

‘Levha?’ Wang Lin afalladı ve düşünmeye başladı. Uzun bir süre sonra, gözleri ışıldadı ve haykırdı, “Servet!”

 

Bu Servet idi!

 

Wang Lin Heng Yue Tarikatı’ndayken ustası uçan kılıç seçmesi için kendisine bir nişan vermişti.  Seçtiği kılıç Heng Yue Tarikatı’ndaki en gülünç kılıç, Servet idi!

 

Wang Lin karmaşa halindeki düşünceleriyle pagodadan indi. Pagodanın dışında büyük kılıca bakarak durdu.

 

Dört yüz yıl öncenin anıları zihninde oynadı. Servet’i ilk gördüğü anı düşündüğünde, oldukça hüzünlü hissetti. Hala tamamen altından kılıcı hatırlıyordu. Ne var ki, kalitesinden ötürü parlamıyordu; yüzeyine sürülmüş altın kaplamadan dolayıydı.

 

Altın değerli bir kılıcı saklamak için bile kullanılmamıştı. Altında en sıradan türden demir bulunuyordu.

 

Elinde kılıcı tutan Wang Lin Servet’in kabzasındaki iki devasa zümrüdü hatırladı. Ne var ki, iki zümrüt ruhsal enerji barındırmıyordu. Sadece görünüş için vardılar.

 

Servet’in püskülleri dahi altın parçalarından yapılmaydı.

 

Wang Lin’in boyutsal çantası yok edildiğinde Servet boşlukta kaybolmuştu.

 

Bu semavi kılıç olmasaydı, Wang Lin Servet’i hatırlamazdı.

 

Ancak, şimdi bakılınca, iki devasa zümrüt ve altın püskül haricinde, iki kılıç şok edici derecede benzerdi.

 

Wang Lin’in gözleri ışıldadı. Bunun bir tesadüf olduğuna inanmıyordu. Acaba Servet’i yapan kişi bir zamanlar bu semavi kılıcı görmüş müydü? Fakat bu da mantıklı gelmiyordu.

 

Zhao’dan bu kıdemli en fazla yalnızca bir Kadim Ruh yetişimcisi olmalıydı. Nasıl Semavi Alem’e gitmiş ve beyaz cübbeli kadın çağırana kadar gizli kalmış kılıcı görmüş olabilirdi?

 

Wang Lin düşünmeye başladı. Servet’in yanındaki tabelada yazan kıdemlinin hayatını hatırlamaya başladı.

 

Bu kişi başlangıçta Heng Yue Tarikatı’nda işe yaramazın tekiydi fakat bir keresinde Heng Yue Tarikatı’nı felaketten kurtarabilmişti. Ardından hayatını kaybetmiş ve bu büyük kılıcı gelecekteki öğrenciler için arkasında bırakmıştı.

 

“Tamamen işe yaramaz birisi Heng Yue Tarikatı’nı kurtarabilmiş. O zamanlar çok önemsememiştim, lakin şimdi düşünülürse, bu kıdemlinin bir sırrı olmalı!” Wang Lin’in gözleri ışıldadı. Bir kere daha elindeki semavi kılıca baktı.

 

‘Bu semavi kılıç çoktan ruhunu kaybetti, yani çok daha zayıf. Tam gücünü sergilemek istiyorsam, bir kılıç ruhu bulmalıyım...’ Bunun düşünürken, Wang Lin boyutsal çantasına vurdu.

 

“Dışarı çık, Xu Liguo!”

 

Çantasından gri bir duman bulutu çıktı ve Xu Liguo’ya döndü. Ortaya çıktıktan sonra, göğsüne vurdu. Yüzünde oldukça heyecanlı bir bakış vardı.

 

Xu Liguo birkaç kez kükredi. “Sonunda dışarıdayım, haha...”

 

O anda, birbirine bakan yıldırım kurbağası ve sinek yaratığı döndü ve Xu Liguo’ya baktılar.

 

Xu Liguo iki yaratığı görünce çabucak sessizleşti.

 

Wang Lin sağ elini uzattı ve Xu Liguo’yu kavradı. Wang Lin semavi kılıcın içine şeytanı attığı sırada Xu Liguo bir çığlık kopardı.

 

Kılıç birdenbire titredi ve altın rengi soluklaştı.

 

Wang Lin kaşlarını çattı ve alnını işaret etti. Birer birer avare ruhlar ortaya çıktı ve semavi kılıca girdi.

 

Kılıcın rengi tekrardan karardı. Çok geçmeden, siyah hale geldi.

 

Wang Lin sağ elini kılıcın üzerine bastırdı. Bir süre düşündükten sonra, kendi kendine mırıldandı, “Avare ruhları kılıç ruhu olarak kullanmak ancak kılıcın gücünün bir kısmını aktifleştirebilir. Bir ruh yutucu kullanırsam, o zaman daha fazla gücünü kullanabilirim. Maalesef, yeterli zamanım yok, ama gelecekte bir ruh yutucu yakalamam gerek!”

 

Wang Lin ayaklandı ve kılıcı kaldırdı. Ardından pagodaya dokunarak, hemen küçülmesini sağladı. Pagodayı boyutsal çantasına kaldırdı.

 

Peşi sıra Wang Lin derin bir nefes aldı, yıldırım kurbağası ve sinek yaratığı kaldırdı ve ardından kayboldu.

 

Zerdali Köyü’ndeki yaşlı Zhou’nun evinde, bir kadın nazik bakışlarla küçük bebeğe bakıyordu.

 

“Ru Er, bedeninin gelişmesine yardımcı olmak için baban biraz ginseng almaya gitti. Neden bedenin bu kadar zayıf hiçbir fikrim yok.”

 

Kadın köylerinden bir şarkı söylerken bebeği tutuyordu. Bebeğin nefes alış verişleri düzenliydi. Görünüşe göre uzun zaman önce uykuya dalmıştı.

 

Bebeğin tamamen uyuduğuna emin olduktan sonra, kadın bebeği bıraktı ve yemek hazırlamak için mutfağa gitmeden önce alnından öptü.

 

Tam kadın ayrılırken, odada başka birisi belirdi.

 

Wang Lin gözlerindeki yumuşaklıkla birlikte bebeğe baktı. Nazikçe bebeği okşarken eli titredi ve fısıldadı, “Wan Er...”

 

“Şeytanlar Denizi’nin dışında hangi günde, ayda ve yılda karşılaştığımızı unuttum, ama bana karşı olan gülümseyen fakat hüzünlü ifadeni hatırlıyorum.”

 

Bebeğin göz kapakları titreşirken parlak gözleri açıldı ve sessizce Wang Lin’e baktı.

 

Kadim Ruh’u uykuda olduğundan, bedeni anılarını taşımak adına aşırı zayıf kalıyordu. Adını, ismini, sesini veya görüntüsünü hatırlayamasa bile, bu genç adama karşı hissettikleri sonsuza kadar içine kazınmıştı.

 

Bebeğin Wang Lin’e olan bakışları artık berrak değil kafa karışıklığıyla kaplıydı. Gözünden akan gözyaşını kendisi dahi fark etmedi.

 

Wang Lin bebeğe baktığı sırada kalbi acıyordu.

 

Benim için gözyaşı döktün ve ben kalbindeki her şeyi görebildim...

 

Wang Lin bebeğe çok uzun süre baktı. Zaman aktı geçti, fakat hala izliyordu.

 

 

“Seni almaya geleceğim...” Wang Lin ayrılmadan önce yumuşakça fısıldadı.

 

Tam ayrılırken, bebeğin gözlerini yaşlar kapladı ve ağlamaya başladı.

 

Diğer odada yemek yapan kadın hızlıca odaya geldi, bebeği kucakladı ve sakinleştirmeye başladı.

 

Bebeğin ağlayışı çok geçmeden durdu fakat hala odanın dışına bakıyordu. Gözleri karmaşayla kaplıydı.

 

Tie Yan bebeğe göz kulak olurken mağarada bağdaş kurmuş oturuyordu. Geçen yılda yarı kapalı kapı eğitiminde olmaya alışmıştı. Yarım yıl önce, Yu Fei değişmek için mesaj atmıştı, ama teklifini reddetmişti.

 

Tie Yan yetişim dünyasına girdikten sonra, bu geçen yılda deneyimlediği gibi bir duygu tatmamıştı.  İlahi hissi tüm gün köye yayılı duruyordu. Her ocağı ve köydeki her kişiyi biliyordu.

 

Bu his oldukça gizemliydi. Aslında, Tie Yan geçenlerde yetişim yapmayı bırakmış ve kendisini ölümlü dünyaya katmıştı.

 

Wang Lin mağaraya girdi. Tie Yan’ı göründe, birdenbire bakışları odaklandı.

 

Tie Yan Wang Lin’i selamlamak için hızlıca ayaklandı.

 

Genç adam söylendi, “Lu Fei’ye kıyasla fena değilsin. Tek yapman gereken böyle devam etmek ve Ruh Oluşturma aşamasına ulaşabilirsin. Ancak, önce geç aşama Kadim Ruh’un zirvesine ulaşman gerektiğini unutma.”

 

Tie Yan afalladı. Çabucak onayladı.

 

Wang Lin bir zamanın etki alanı oyması çıkarmadan önce birazcık düşündü. “Bunu sana veriyorum. Düzgünce çalış.” dedi.

 

Tie Yan sessizce tahta oymaya baktı.

 

Wang Lin sinek yaratığın sırtına oturdu ve Ölümsüz Mezarlığı’na doğru uçmaya koyuldu.

 

O anda, Şeytanlar Denizi’nde, Kaotik Kırık Yıldızlar’da bir kargaşa kopmuştu.

 

Antik Tanrı Bölgesi’nin içindeki kan denizinde.

 

Kan denizi öncesinden epey farklı gözüküyordu. Sütunların çoğu gitmişti; yalnızca oturan Ta Sen kalmıştı.

 

Kan denizinin içinde yüzden az yetişimci bulunuyordu. Her birinin alnında bir kırmızı huzme vardı. Hepsi sessizce yetişim yapıyordu.

 

Bu kişiler arasında, Antik İmparator gibi Wang Lin’in tanıdığı bir sürü kişi vardı.

 

Her biri kan gibi kokan şeytani auralar yayıyordu. Yetişim yaparlarken, kan denizindeki kan yavaşça bedenlerine giriyordu.

 

Ta Sen’in oturduğu sütunda uzun, kırmızı saçlı bir adam oturuyordu. Kafası aşağı bakıyordu.

 

Altındaki yerde tırnaklarıyla yazınmış sayısız sözcük vardı.

 

Sadece iki kelime tekrar tekrar kazınmıştı.

 

“Wang Lin!”

 

Bu kırmızı saçlı adam antik tanrı gücü mirasını elde etmiş figür, Ta Sen’den başkası değildi. Saçı yüzünü kapatıyordu, fakat nefretle kaplı gözleri görünüyordu.

 

“Wang Lin, antik tanrı bedeninin zamanı tükeniyor. Tükenince, buradan kaçabileceğim. Wang Lin, ölmesen iyi olur. Bilgi mirasını benim için güvende tutmaya devam et!”

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr