Bölüm 6.7: Medyum

avatar
2537 1

Stellar Transformations - Bölüm 6.7: Medyum


 

 

Çeviri: Renfro

Düzenleme: Sajapyu

 

 

 

Vadi Kan Kırmızısı Mağara’ya yaklaşık bir milyon li uzaklıkta olduğundan ve Qin Yu öncesinden on kat daha hızlı olduğundan vadiye ulaşması bir gün sürmüştü. Dokuz Şeytan Salonundan mor şeytani ejderhaların akılları bile böyle bir hızı algılayamazdı.

 

Geç aşama Meteor seviye uzmanlar geç aşama Dongxu seviyesindekilerle savaşmak için hızlarına ve yoğunlaştırdıkları güçlerine güvenirlerdi. Bu geç aşama Meteor seviye uzmanların Dongxu seviyesindekilerden hız açısından önde oldukları anlamına geliyordu. Bunu göz önüne alarak Qin Yu’nun hızını hayal etmek daha kolaylaşıyordu.

 

Vadinin girişine doğru ilerledi. İlk bakışta bu yer bir dağın devamı gibi görünüyordu. Yabancılar buranın bir vadinin girişi olduğunu akıllarına bile getiremezdi

 

“Büyük kardeş Liu Xing. Yok, büyük kardeş Qin Yu.”

 

Genç yaşlarında olduğu belli olan mor giysili bir kız okyanusun dibindeki bitki örtüsü boyunca koştu ve Qin Yu’yu görünce heyecanla bağırdı. Arkasına doğru baktıktan sonra gülmekten kendini alamadı: “Küçük Yan Zi, neden vadinin dışına çıktın?”

 

“İçeride içim sıkıldı bu nedenle dışarıda yürüyüşe çıktım.” Yan Zi  küçük ağzını açtı ve tatlı bir şekilde konuştu. Kaşlarının arasındaki mor balık pulu parlıyordu. Küçük dudaklarına kadar gelen mor saçı özgürce dalgalanıyordu.

 

Yan Zi aniden parlayan gözleriyle: “Haydi gidelim kardeş Qin Yu. Benimle birlikte vadiye gel. Kız kardeş Li’er senin geri döndüğünü görünce kesinlikle mutlu olacak. Çabuk ol da oyalanmayı kes.” Bunu söyledikten sonra Qin Yu’nun kolunu tuttuğu gibi onu uçuruma doğru çekti.

 

Qin Yu ve Yan Zi uçuruma girdikleri anda kayboldular.

 

Vadiye girdikten sonra Qin Yu aşina olduğu bitkileri ve manzarayı görünce gözleri parlamadan edemedi. Geçmişte vadide 3 yıl kalmıştı. Şimdi vadiye geri döndüğünde dışarıdaki kana susamışlığı bir kenara bırakmış ve zihinsel huzurunu yeniden kazanmış gibi hissediyordu.

 

“Ting ~~”

 

Zitherin sesi duyulduktan sonra aşina olduğu müziğin sesi yine kulaklarına geldi. Qin Yu bambu evin dışında oturdu ve sessizce müziği dinlemeye başladı. Tüm bu süre boyunca ağzının kenarlarında bir gülümseme vardı. Görünüşe göre müziği dinlemeye başladığından beri zaman çok çabuk geçiyordu.

 

Müzik kesildiğinde Qin Yu gözlerini açtı.

 

Ancak şimdi Yan Zi’nin çoktan bambu evin içine girdiğini fark edebilmişti. Bir süre sonra hepsi vadide yaşayan bazı Xiuyaoistler toplandı. Hepsinin Qin Yu ile tanışıklığı olduğundan onu selamladılar.

 

“Büyük kardeş Liu Xing! Oh, doğru, büyük kardeş Qin Yu.” Sırtında siyah bir kaplumbağa kabuğu olan şişman bir xiuyaoist heyecanla bağırdı.

 

Qin Yu onu görünce gülümsedi: “Bu sensin, Şişko. Sıska ve Gümüş Kabuk da burada. Fei Fei bir süredir burada değil ve uzun zaman sonra kafanız rahat etmiştir, değil mi?” Diğer Xiuyaoistlere de bakarken gülümsedi.

 

Siyah kaplumbağa kabuğu taşıyan xiuyaoist kafasını iki yana salladıktan sonra şikayet etti: “Elbette ki rahat. Şimdi üç gün boyunca kimse beni rahatsız etmeden uyuyabiliyorum. Yapacak bir şey bulamadığımda da Sıska ve diğerleriyle satranç oynuyorum. Amca Lan’ın öğrettiği bu oyun cidden ilginç.”

 

“Sadece bu …” şaşırdı, “bazı zamanlar patron Hou’yu özlüyorum.”

 

İki hançer taşıyan Gümüş Kabukta düşünüp taşındığına göre anlaşılan o da Hou Fei’yi özlemişti.

 

“Aman tanrım, anlaşılan yeterince dayak yememişsiniz.” Qin Yu şakalaştı. “Pekala, siz oynamaya devam edin. Amca Lan ile konuşmam gereken bazı şeyler var.” Xiuyaoistler ile vedalaştıktan sonra bambu evin içine girdi.

 

Eve girdikten sonra Amca Lan’ın avluda keyifle çay içtiğini gördü.

 

“Gel buraya, Qin Yu.” Hafifçe başını kaldırdı ve gülümseyerek konuştu.

 

Qin Yu onayladı ve tıpkı önceden olduğu gibi Amca Lan’a doğru yürüdü. Qin Yu oturduktan sonra Amca Lan’ın elinde bir çay fincanı belirdi. Qin Yu için bardağı doldurduktan sonra dikkatli bir şekilde servis etti.

 

“Amca Lan, bu senin Yüz Yapraklı çayın, değil mi?” Daha önce burada bulunduğu esnada yüzlerce kez bu çayı içmişti.

 

“Görünüşe göre hatırlıyorsun.” Amca Lan gülümseyerek konuştu. “Pekala, Qin Yu, söyle bakalım Lan Amcanı niçin bulmaya geldin? Sakın bana çay içmeye geldiğini söylemeye kalkma. Eğer Li’er’i görmeye filan geldiğini söylersen bu daha inandırıcı  olur.” Şakalaştı.

 

Li’er’in sözü geçince Qin Yu bakışlarının onun odasının bulunduğu tarafa doğru yönlendirdi. Enerjisini Bayan Li’er ile Yan Zi’nin ne konuştuklarını dinlemek için yoğunlaştırmadan edemedi.

 

“Yan Zi, bu ne çiçeği? Nerden buldun bunu? Çok güzel. Neden ben dışarıya çıktığımda görmedim acaba?” Bayan Li’er böyle diyordu.

 

“He-he, okyanusun yüzeyinden çok uzak olmayan bir ada var. Takılmak için oraya gittim. Okyanusta yetişmeyen birçok çiçek orada yetişiyor. Onu buraya getirmem için boyutsal bilekliğime koymam gerekti.”

 

“Neyi dinliyorsun, velet?” Amca Lan’ın sesi aniden kulaklarının dibinde duyuldu.

 

“Ah.” Qin Yu kendine geldiğinde gülümsüyor gibi gözükse de aslında sahte bir gülümseme takınmış olan Amca Lan’a baktı. “Bu, ah, doğru, Amca Lan, az evvel neden geri döndüğümü sormuştun, değil mi? Çok önemli bir konuda sana ihtiyacım olduğundan dolayı geri döndüm.”

 

Amca Lan hoşnutsuz bir şekilde: “Konuyu değiştirme.”

 

Qin Yu sadece aptal bir şekilde gülümseyebildi.

 

“Ne yapmamı istediğini az buçuk tahmin edebiliyorum. Dışarıda bir belaya sebep oldun ve düşmanların benim yardımımı istemene neden olacak kadar güçlü öyle değil mi?” Amca Lan Qin Yu’ya baktı ve gülümseyerek konuştu.

 

Qin Yu aniden Amca Lan’ın aklından geçenleri okuyabiliyormuş gibi olduğunu hissetti.

 

“Uzman! Gerçek bir uzman.” Qin Yu içten içe hayretler içinde kalmıştı.

 

Yalan söylemesinin bir anlamı olmadığından içtenlikle konuştu: “Bir mor şeytani su ejderhasını öldürerek belaya neden oldum. Ama düşmanlarım onu benim öldürdüğümü bilmediğinden dolayı henüz bir sıkıntım yok. Gerçeği bulmaları konusunda yardımınızı istemeye geldim. Fei Fei’nin öfkesini biliyorsunuz. Gerçek bir savaş olursa kendisini kısıtlayamaz. Siz benim ve Fei Fei’nin düşmanlarımız tarafından pataklandığımızı görmek istemiyorsunuz değil mi?”

 

“Mor şeytani su ejderhasını öldürmek mi? Hayır bu bir sorun kaynağı değil.” Amca Lan’ın bilge gözleri Qin Yu’ya doğru bakıyordu: “Sorunun kaynağı yeşim kılıç olsa da aynı zamanda sizin için bir nimet de olabilir.”

 

Qin Yu şaşkına dönmüştü.

 

“Amca Lan, sen …”

 

Aptallaşmıştı. Amca Lan bir medyum olabilir miydi? Sadece Hou Fei ve Hei Yu’ya yeşim kılıcı ele geçirdiğini söylemişti. Ayrıca ikisi de bundan Amca Lan’a bahsetmediklerine göre Amca Lan’ın bundan nasıl haberi olabilirdi? Bu gerçekten korkunç bir durumdu.

 

“Bu kadar küçük kurnazlık yaparak beni kandırabileceğini mi düşünüyorsun? Yeşim kılıç bela kaynağı olsa da ona sahip olmak için yeterli yeteneğe sahipsin.” Amca Lan böyle dedikten sonra bir süre düşündü.

 

Qin Yu dikkatli bir şekilde onu dinliyordu.

 

Amca Lan ile ne zaman konuşsa onu daha da anlaşılmaz biri olarak görüyordu. Aynı zamanda Amca Lan’ın her yaptığının ona çok iyi davrandığını ve söylediği her şeyin onun yararına olduğunun farkındaydı.

 

“Bay Liu Xing, oh, Bay Qin Yu, geri dönmüşsünüz?” Bayan Li’er odasının dışına doğru yürüdü. Mavi giysiliydi ve uzun saçlarını bir saç bandı ile toplamıştı. Yan Zi de yanındaydı. Açıkçası Bayan Li’er Qin Yu’yu görünce mutlu olmuştu.

 

Uzun bir ayrılığın ardından Qin Yu onu görünce gözleri parladı. Hemen cevap verdi: “Bayan Li’er, Amca Lan ile bazı şeyleri konuşmak için bu sefer geri döndüm.”

 

Amca Lan Qin Yu’nun ifadesini gördükten sonra yüzünün rengi birkaç defa değişti. Gözleri de hafiften kızarmıştı. Bayan Li’er’de onun ifadesindeki değişikleri görünce normalde sakin ve doğal bir insan olsa da acele ve kaygıyla: “Bir şey mi oldu, Amca Lan?”

 

Konuya sonradan dahil olan biri olarak mevzunun öncesinden haberdar değildi.

 

Qin Yu’da Amca Lan’a hayretle baktı. Bambu evde kaldığı üç yıl boyunca Qin Yu Amca Lan’ın böyle bir ifade takındığını bir defa daha görmüştü.

 

“Qin Yu, sana bir tavsiye vereceğim.” Sakinliğini geri kazandıktan sonra Amca Lan Qin Yu’ya soğukkanlı bir şekilde baktı.

 

Qin Yu da ona baktı.

 

Amca Lan Qin Yu’ya bakarken kararlı bir şekilde: “Daha sonraları ne olursa olsun hisleriniz konusunda emin olmalısınız. Bu dünyada hayatta kalmak için birçok şeyden kendinizi kısıtlamanız gerekir ama bir durum gelir ki kendinizi kısıtladığınızdan dolayı hayatınızın geri kalanı boyunca pişman olursunuz. Hatırla… bazen sonunda ölüm olduğunu bilseniz bile kendinize karşı dürüst olmalısınız.”

 

“Amca Lan.” Bayan Li’er ona baktı ve konuştu.

 

Amca Lan elini sallarken konuştu: “Li’er, sen ve Qin Yu konuşmaya devam edebilirsiniz. Beni umursamanıza gerek yok.” Dedikten sonra elini uzattı. Bir taş hemen eline doğru uçtu. Daha sonra birçok mavi mor ve yeşil ışık yayan taş bir anda vericiye dönüştü.

 

“Qin Yu, neden dolayı buraya geldiğini biliyorum. Eğer tehlike içinde kalırsan bu vericiyle kutsal duyunu kullanarak bana haber ver ve benim hemen haberim olsun.” Amca Lan az önce yapmış olduğu vericiyi Qin Yu’ya fırlattı.

 

Qin Yu’nun içinde bir şüphe vardı.

 

Eğer mevzu birbirlerine haber göndermek ise o halde neden kendi vericisini kullanamıyordu? Amca Lan neden sırf haber göndermek için özel bir verici yapmış ve kutsal duyusu ile haber gönderdiği takdirde hemen haberi olacağını söylemişti?

 

Vericiyi aldığında gördüğü her şeyden farklı bir şekilde özel olduğunu ve dışarıya hiç enerji sızdırmadığını hissetti.

 

“Amca Lan.” Qin Yu başını kaldırdığında Amca Lan’ın çoktan avluyu terk ettiğini ve odasına çekildiğini fark etti.

 

Bayan Li’er ciddi bir şekilde Qin Yu’ya baktıktan sonra konuştu: “Qin Yu, Amca Lan sana bunu verdiğine göre tavsiyesini asla unutmamalısın.” Daha sonra iç çekti. Kimse onun ne düşündüğünü tahmin edemezdi.

 

Qin Yu’nun kalbinde hala şüphe olsa da tavsiyesini hala aklında tutmaya devam ediyordu.

 

“Bayan Li’er bana Qin Yu dediniz. Bunu yapmanız oldukça nadir olur. Daha önceleri bana hep Bay Liu Xing ve Bay Qin Yu demiştiniz.” Qin Yu gülümseyerek konuştu.

 

Li’er başını iki yana sallayarak konuştu: “Qin Yu, aslında her zaman diğer Xiuzhenistlerle aramda bir kafa uyuşmazlığı hissettim. Sanki aynı dünyalarda yaşamıyormuş gibiydik. Bu nedenle çoğu zaman onlara karşı aramda saygı çerçevesinde bir mesafe koydum. Pekala bundan sonra sende beni Bayan Li’er diye çağırma. Sadece Li’er de.”

 

Qin Yu’nun kalbi güm güm atmaya başlamıştı.

 

Li’er böyle söylemekteki kastı artık aralarında mesafenin kalamadığı değil miydi?

 

“Li’er, sana böyle sesleneceğim mutlu oldun mu?” Qin Yu düşündüklerini açığa vurmadı.

 

Bayan Li’er gülümsedikten sonra Amca Lan’ın odasına baktı: “Qin Yu, benim klanımda Amca Lan’ın zeka ile dolup taşan birisi olarak bilindiğini biliyor musun? Gücü … Oh, neden bu konu hakkında seninle konuşuyorum? Doğru, sen şimdi onunla konuştuğuna göre hemen ayrılacaksın değil mi?”

 

Acele etmeme gerek yok. Burada birkaç aylığına kalabilirim.” Qin Yu, Dokuz Şeytan Salonu üyelerinin Di Tong öldükten hemen sonra yol çıksalar bile anca bir yılda Kan Kırmızısı Mağarasına ulaşacaklarını hesaplamıştı.

 

Bayan Li’er bunu duyunca hafiften mutlu olmuştu.

 

“Qin Yu, ilk ben ayrılıyorum. Sonra görüşürüz.”

 

Qin Yu başını salladı ve odasına giderken onu izledi. Amca Lan’ın tutumundaki değişikliklerin artık Bayan Li’er’in de ona karşı olan tutumlarının değişmesine neden olduğunu düşünüyordu.

 

“Li’er ve Amca Lan genelde klanlarından bahsediyorlar, ne klanıymış bu be?” Uzun uzun düşünüp taşınsa da sonunda aklına hiçbir şey gelmemişti. Ancak şu anda ruh hali kötü değildi çünkü Bayan Li’er’e daha da yakınlaştığını hissediyordu.

 

……

 

Dokuz Şeytan Salonu’nun altındaki Büyük Kabuk Mağarasında.

 

Büyük Kabuk Mağarasının ustasının ismi Fu Hao’ydu.

 

Şu anda bir yığın yeşimden yapılma sandalyesine yaslanıyordu. Göbeği şişmişti. 2 nedime kendisine masaj yaparken diğer ikisi bacaklarını ovuyorlardı. Bir başka iki nedime diğer tarafından  ağzına nadir meyvelere veriyorlardı.

 

8 mağara ustası arasında Fu Hao en şişman ve açgözlü olandı. Cha Hong’la bile karşılaştırılamayacak kadar zayıftı. Sadece geç aşama yuanying seviyesinde olsa bile bölgesi istikrarlıydı.

 

“Pekala hepiniz çıkabilirsiniz.”

 

Fu Hao’nun harem ağasına benzer tiz sesi duyuldu. 6 nedime eğildiler ve dışarı çıktılar. Fu Hao yumuşak çenesini okşarken kaşlarını çatarak düşünmeye başladı.

 

Şişman olsa da cildi çocuklarınki kadar beyaz ve pürüzsüzdü.

 

“İki taraftan gelen bilgilere göre sekizinci majeste ölmüş. Şimdi sekizinci majestenin ölümü Kan Kırmızısı Mağara ile alakalı olduğundan ikinci, altıncı ve yedinci majesteler Kan Kırmızısı Mağara’ya gidiyorlar. Sekizinci majestenin Qian Long kıtasının yanındaki Kan Kırmızısı Mağara ile ne alakası olabilir?”

 

Fu Hao dikkatlice bir süre konu hakkında düşündü

 

“Bir hazineden dolayı olabilir mi?” Daha zeki olsa bile bu konuda doğru bir tahmin yapamazdı çünkü Dokuz Kılıç’tan haberi yoktu.

 

Aniden --

 

“Fu Hao.” Fu Hao’nun önünde bir kırmızı ışık demeti ve bir silüet belirdi.

 

Gelen kişi çok ince ve sırık gibi biriydi. Kırmızı bir elbise giymişti. Yüzünün ifadesi buz gibi soğuk ve acımasızdı. Bu yüzle gülümsese bile yüzünde hala bir acımasızlık ifadesi kalırdı.

 

Fu Hao’nun gözleri bu adamı görünce parladı. Yüzüne büyük bir gülümseme kondurarak eğildi: “Tebrikler, Lord Teng (*). Neden benim mekanıma geldiğinizi öğrenebilir miyim? Bildiğim her şeyi kesinlikle size söyleyeceğim.” Hoş bir gülümseme ile beyaz ve pürüzsüz yüzü birleştiğinde tamamen tatlı birisi oluyordu.

 

“Dokuz Şeytan Salonundan 3 majeste sana mesaj yolladı, değil mi?” Lord Teng gülümseyerek konuştu.

 

Gülümserken iki gözleri sanki kış gelmiş gibi soğuktular.

NOT:

(*): Lord Teng ve Teng Bi Çince de aynı soyadına sahipler.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44351 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr